YUNAN BAĞIMSIZLIĞI: ANILAR VE SİYASET, ABD BAŞKANI YARAYA TUZ SERPİYOR
Geçtiğimiz 25 Mart’ta kutlanan Yunan bağımsızlığının 200. Yıldönümü Yunanistan için sembolik bir gündü. Ancak 25 Mart sadece Yunan bağımsızlığının değil, aynı zamanda Mora Yarımadası ve çevresindeki bölgelerdeki Türklerin birkaç hafta içinde imha edilerek varlıklarının bölgeden tamamen silinmesinin de yıldönümü idi.
Yunanistan’da aşırı milliyetçi ve tarihi gerçeklerden kopuk bir şekilde gerçekleştirilen kutlamalar sırasında anlaşılabilir bir şekilde bir zamanlar bölgede yaşayan ama Yunan “bağımsızlık” mücadelesi sırasında tamamen yok edilen Türklerin akıbetlerine dair hiçbir atıfta bulunulmadı. Burada şaşırtıcı olan Yunanlıların tavırları değil, “medeni” Batı’nın tutumudur. Amerika Birleşik Devletleri’nden Fransa’ya, Almanya’dan diğer Batı Avrupa ülkelerine birçok batılı ülke, Yunan bağımsızlığının 200. Yıldönümünü şevkle kutlamak için adeta sıraya girdiler. Ancak bunu yaparken o dönemki Yunanistan’ın Müslüman nüfusunun akıbetine dair tek bir göndermede dahi bulunmadılar.
Bu acıyı daha da derinleştirecek şekilde, Fransız ve Amerikan savaş uçakları gösterilere katılmak ve Yunanistan’a olan maddi ve manevi desteklerini açıkça göstermek için Atina semalarında uçuşlar yaptılar. Bir zamanlar bu bölgede yaşayıp tamamen yok edilmiş olan Türklerin akıbetine dair batılı devletlerin takındığı bu çirkin ve küstah umursamazlığı, aynı devletlerin sıkça başvurduğu “insan hakları” ve “insan hayatının kutsallığı” gibi terimlerle ya da kendilerini acı çeken insanlığın baş savunucuları olarak resmetme çabalarıyla bağdaştırmak mümkün değildir. Bu 24 Nisan’da yaptığı açıklamada Amerikan Başkanı Joe Biden hatta İstanbul’a “Konstantinopolis” diye atıfta bulunarak Yunan “megali idea” fanatiklerinin tam duymak istedikleri bir şey söylemiştir.
Bundan 200 yıl önce 25 Mart’ta Yunan isyanın başlamasıyla birlikte, Mora’da yaşayan Türkler barbarca gerçekleştirilen bir imha girişiminin kurbanı oldular. Yunan Başpiskoposu III. Germanos tarafından ilan edilen isyanın sembolik sloganı “Hristiyanlara barış! Konsoloslara saygı! Türklere ölüm!” idi. Gerçekten de başpiskoposun sloganında amaç sonuna kadar gerçekleştirilmiştir. İngiliz tarihçi William St. Clair bu konuda şunları belirtmektedir:
“Yunanistan'ın Türkleri pek az iz bıraktılar. 1821 yılı ilkbaharında ani olarak, tümüyle ve dünyanın haberi olmadan, yok edildiler… 20.000'i aşkın Türk erkek, kadın ve çocuk, birkaç hafta süren boğazlamalar sırasında Grek komşuları tarafından katledildiler. Onlar kasten ve vicdan azabı duyulmadan öldürüldüler... Çiftliklerde veya tecrit edilmiş toplumlar halinde yaşayan Türk aileler, kısa bir sürede öldürüldüler; yakılan evleri, cesetlerinin üzerine yıkıldı. Olaylar başlayınca evlerini bırakarak en yakındaki kente sığınmaya çalışanlar da, Grek güruh tarafından yollarda öldürüldüler. Küçük kentlerde, Türkler, evlerine kapanarak kendilerini korumaya çalıştılar, ama pek azı kurtulabildi. Bazı yerlerde açlığa dayanamayarak, hayatlarının bağışlanacağına dair onlara söz veren âsilere teslim oldular, ama yine de öldürüldüler. Ele geçirilen Türk erkekler derhal öldürülüyor, kadınlarla çocuklar köle olarak âsilere dağıtılıyor, ama daha sonra onlar da öldürülüyorlardı. Mora'nın her yanında, sopa, orak ve tüfeklerle silahlı Grek âsiler, çevreyi dolaşarak öldürüyor, yağmalıyor ve ateşe veriyorlardı. Çoğu kez Ortodoks papazlar, onlara önderlik ediyor ve bu sözde 'kutsal' eylemlerinde onları kışkırtıyorlardı.”
Katliamlar devam ettikçe dehşet verici sahneler ortaya çıkmıştır:
“…perişan [Türk] halkı, üç gün boyunca barbar çetesinin şehvet ve zulmüne maruz kalmıştır. Hiçbir cinsiyet veya yaş grubu bağışlanmamıştır. Kadınlar ve çocuklar öldürülmeden önce işkenceye uğramışlardır. Katliam o kadar kötü bir boyuta ulaşmıştır ki, [Yunan gerilla lideri] Kolokotrones şehre [Tripoliçe'ye] geldiğinde, kapıdan kaleye kadar, atının nallarının yere hiçbir zaman değmediğini kendisi söylemiştir. Onun zafer yolu cesetlerle kaplanmıştı. İki günün sonunda, iki bin civarında ve çoğunluğunu kadınların ve çocukların oluşturduğu hayatta kalmış olan zavallı Müslümanlar kasıtlı bir şekilde toplanarak çevre dağlarda bir vadiye götürülerek büyükbaş hayvanlar gibi kesilmişlerdir.”
Bu bağlamda, Tripoliçe’deki Türk nüfusu saldırılara uğramış ve barbarca muamelelere tabi tutulmuştur. Yukarıdaki alıntıya ek olarak, İngiliz yazarları ve belgeleri Türklerin “kolları ve bacakları kesildikten sonra yavaşça yakılarak öldürüldüklerini” de dehşet verici ayrıntılarla anlatmaktadır.
Batılı devletlerin takındığı bu çirkin ve küstah umursamazlık bu konuda samimi bir bilgisizliğe atfedilemez. İngiliz Kraliçesi Victoria dönemine ait George Finlay tarafından yazılmış History of Greece (Yunanistan Tarihi) başlıklı klasik ve popüler eser, ya da modern dönemde yazılmış William St. Clair’ın That Greece Still Might Be Free (Yunanistan Hala Özgür Olabilir) başlıklı eser gibi çalışmaları okuyanlar mutlaka Yunan bağımsızlık mücadelesinin bölgedeki Türk nüfusun katliamı ile başladığını bileceklerdir.
Ayrıca bu dehşet ve utanç verici olaylar o dönemde yaşamış ve Yunan saflarına gönüllü olarak katılmış olan (Albay Thomas Gordon gibi) Avrupalılar tarafından gayet iyi bilinmekteydi. Bu gönüllüler daha sonraları yaşadıkları ve şahit oldukları olayları dehşet ve pişmanlık içinde yazılarında anlatmışlardır. O dönemde yaşayan ve bir Yunan hayranı olarak Yunan saflarına katılarak gönüllü doktorluk yapmış olan Alman Doktor Wilhelm Boldemann, yaşadıkları karşısında o derece sarsılmıştır ki zehir içerek intihar etmiştir.
Bu olaylardan çok sonraları “soykırım” kelimesini ilk defa kullanan hukukçu Raphael Lemkin, hazırladığı soykırımlar listesinde Yunan Bağımsızlığı esnasında cereyan eden olayları “Yunanlıların Türklere karşı işlemiş olduğu Soykırım” olarak listesine almıştır. Birleşmiş Milletler nezdinde uluslararası toplum, Lemkin’den farklı bir “soykırım” tanımı üzerine uzlaşmıştır. Ancak Lemkin’in ismine soykırım tartışmalarında (doğru veya yanlış) hala sıkça atıf yapılmaktadır. Bu bağlamda ne Avrupa Parlamentosundan ne de Amerikan Kongresinden, ne de bireysel olarak Avrupa ülkelerinden ya da Amerikan eyalet meclislerinden bu dehşet verici suçları kınayan tek bir açıklama bile yapılmamıştır.
Türkiye’ye karşı yöneltilen topyekun nefret ve hakaret kampanyalarının aksi yönünde, kendi kendini insan hakları savunucusu ilan eden bireyler ya da kurumlar tarafından bu olayları kınayan ve bunlardan üzüntü duyduğunu belirten veyahut bu dehşet verici olayların Türk mağdurlarını hatırla(t)mak için tek bir açıklama dahi yapılmamıştır. Avrupa Parlamentosu ya da diğer Avrupa kurumları ya da ülkeleri Yunanistan’a tarihindeki bu kara sayfayla yüzleşmesi adına baskı yapmamış, bunu istememiş ve bu yönde kararlar çıkartmamışlardır. Yunan halkından veya Yunan Devletinden bu olaylar için mağdurların varislerinden özür dilemesi istenmemiş, bu konuda kendilerine baskı yapılmamıştır.
Batı tarafından uygulanan çifte standart hiç de örtülü bir çifte standart değildir. İnsan hakları ve tarihle yüzleşmeye gelince, Batı hiçbir zaman samimi bir şekilde “insan haklarını” savunmayı benimsememiştir ve bu konuda başka ülkelere ders verme çabaları da aynı derece samimiyetsizdir.
ABD Başkanı Biden’ın 24 Nisan 2021’deki açıklamaları bunun en yeni ve çarpıcı örneği olmuş ve hem Evanjelik hem de Katolik Kiliseler ve politikacılar tarafından yönlendirilen Batının tavrında hiçbir şeyin değişmediğini göstermiştir.
Resimler: (Sol) Yunan isyanı için sloganı “Hristiyanlara barış! Konsoloslara saygı! Türklere ölüm!” olan Eski Balyabadra Başpiskoposu III. Germanos - Kaynak: MutualArt.com / (Sağ) Mora’da Türklerin imhasında öncü rol oynayan, Yunan bağımsızlığının en büyük sembolü gerilla lideri Theodoros Kolokotronis - Kaynak: GreekReporter.com
© 2009-2020 Avrasya İncelemeleri Merkezi (AVİM) Tüm Hakları Saklıdır
No comments:
Post a Comment