Friday, April 23, 2021

E.Büyükelçi Onur Öymen'in 23 Nisan konulu yazısı

 Emekli Büyükelçi Onur Öymen'in,  ÇYDD dergisi Türkan’a yazdığı yazının metni aşağıda sunulmuştur. 

 

23 NİSAN 

 

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı her yıl büyük bir coşkuyla kutluyoruz. 1920 yılının 23 Nisan günü Türk milleti tarihte ilk kez ülkenin kaderinde söz sahibi olma hakkını elde etmiştir. O gün açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi egemenliğin millete ait olduğunu bütün dünyaya ilan etmiştir. Bugün Türkiye Büyük Millet Meclisinin Genel Kurul Salonunda Başkanlık divanının hemen arkasındaki duvarda Atatürk’ün şu sözleri yazılıdır: “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir.”   

  

1920 yılında dünya devletlerinin büyük çoğunluğu krallıklar, imparatorluklar tarafından yönetiliyordu. Türkiye de başında padişah olan bir imparatorluktu. Bütün dünyada halkın en üstün güç olduğu demokrasilerin sayısı iki elin parmaklarını geçmiyordu.   

  

Egemenlik ulusundur demek devleti yöneten gücün hiçbir bağımlılık, hiçbir taksim, hiçbir eleştiri, hiçbir sınıf kabul etmeyecek şekilde ulusa ait olması demektir.   

  

Atatürk Toplumda en yüksek özgürlüğün, en yüksek eşitlik ve adaletin devamlı şekilde sağlanması ve korunması ancak ve ancak tam ve gerçek anlamıyla ulusal egemenliğin kurulmuş olmasına bağlıdır. Bunun için özgürlüğün de eşitliğin de dayanak noktası ulusal egemenliktir,” diyor.  

  

Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşundan sona erişine kadar egemenlik daima tek bir şahsa, yani Padişaha ait olmuştur. Oysa milli egemenlik, devleti kuran, yöneten en üstün gücün, kişilere veya belli zümrelere değil, doğrudan doğruya millete ait olmasıdır.   

  

Atatürk 1923 yılında yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu: “Bütün cihan bilmelidir ki artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur, hiçbir makam yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da millî egemenliktir. Yalnız bir makam vardır. O da milletin kalbi, vicdani ve mevcudiyetidir.”  

  

Büyük Millet Meclisi kurulduğu sırada Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşından yenik çıkmıştı ve savaşı kazanan büyük devletler topraklarımızı paylaşmaya hazırlanıyorlardı. O devletler tarafından desteklenen Yunan orduları İzmir’e çıkmış, Türk halkının direncini kırarak Anadolu topraklarını ele geçirmeye çalışıyordu.   

  

Türkiye’nin yeniden bağımsızlığını kazanamayacağına inanan bazı sözde aydınlar ve gazeteciler ülkemize ve halkımıza zulüm yapan devletlere yaranmaya çalışıyorlardı.   

  

Bazıları ülkemizin ancak İngiltere’nin desteğiyle varlığını sürdürebileceğini düşünüyorlardı. Bu amaçla kurdukları İngiliz Dostları Derneği Frey isimli bir rahip tarafından yönetiliyordu. Üyeleri arasında Padişah Vahdettin de vardı. Mütareke basınının önde gelen yazarlarından Refi Cevat Ulunay, Alemdar gazetesinde, “Osmanlı İmparatorluğu İngiltere’ye yanaştıkça daima kazanmış, uzaklaştıkça kaybetmiştir. Bizim için yol, İngiltere’nin açacağı yoldur,” diyordu.  

  

Oysa milli mücadeleyi başlatarak ülkemizi düşman istilasından kurtarmak için yola çıkanların hedefi başkalarından destek alarak, tavsiye alarak durumu kurtarmak değildi. Onlar ülkenin bütün gücünü ve kaynaklarını, milletin alacağı kararlar doğrultusunda kullanarak ülkemizi tam bağımsızlığa kavuşturmaya çalışıyorlardı.   

  

İstanbul’daki sözde aydınlar Wilson Cemiyeti adı altında bir dernek kurmuşlar ve ABD Başkanı Wilson’a bir telgraf göndererek Türkiye’nin Amerikan mandası altına alınmasını talep etmişlerdi. Bu görüşleri Sivas Kongresinde bile dile getirenler oldu.  

  

Atatürk böyle bir yaklaşımı kesinlikle reddediyordu. Onun önderliğinde başlatılan Milli Mücadelenin hedefi bağımsızlığımızın korunması için sonuna kadar mücadele etmekti.   

  

 Atatürk şöyle diyordu: Bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık karşısında uşak olmaktan kurtulamaz...Ulusun bağımsızlığını, yine ulusun kesin kararı ve direnişi kurtaracaktır. Ben yaşayabilmek için, kesin olarak bağımsız bir ulusun evladı kalmalıyım. Bu yüzden ulusal bağımsızlık bence bir hayat sorunudur. Bağımsızlık, uğruna ölmesini bilen toplumların hakkıdır. Ya istiklal ya ölüm.”  

  

23 Nisan 1920’den sonra millet egemenliği kendi eline almıştı. Başkomutan Atatürk Ulusal Kurtuluş Savaşını TBMM’den aldığı yetkiyle yürütmüş ve zafere ulaştırmıştır.    

  

Özetle 23 Nisan 1920’de kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisinin hedefi ülkemizin tam bağımsızlığını sağlamaktı.  Peki tam bağımsızlık ne demekti? Atatürk onu şöyle tanımlıyordu: Tam bağımsızlık denildiği zaman, doğal, siyasal, mali, adli, askeri, kültürel ve her alanda tam bağımsızlık anlaşılır.”   

   

Bunu Türkiye nasıl sağlayacaktı? Türkiye bunu başka ülkelerden nasihat ve tavsiye alarak değil, kendi gücüyle ve iradesiyle sağlayacaktı.    

  

Atatürk bu konudaki düşüncelerini şöyle açıklıyordu: Hangi istiklal vardır ki yabancıların nasihatleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir. Tarihte, böyle bir olay yaratmaya kalkışanlar, zehirli sonuçlarla karşılaşmışlardır. İşte Türkiye de bu yanlış zihniyetle sakat olan bazı yöneticiler yüzünden, her saat, her gün, her yüzyıl, biraz daha çok gerilemiş, daha çok düşmüştür. 

   

Atatürk’ün milletin göreve getirdiği insanlara da tavsiyeleri vardı: “Kendilerine milletimizin kaderi emanet edilmiş insanlar, Meclis, cumhurbaşkanı ve hükümet bilmeliler ki kendilerini iktidara ve yetkili makamlara getiren irade ve egemenliğin sahibi, Türk milletidir. İktidar mevkiine saltanat sürmek için değil, millete hizmet için getirilmişlerdir. Milletin kudretini yalnız ve ancak yine milletin çıkarları yolunda kullanmakla yükümlüdürler.”   

  

Türk milletinin temsilcileri Büyük Millet Meclisinin sahip olduğu egemenlik hakkını kullanarak çağdaş ve demokratik bir cumhuriyet kurmuşlardır. Türkiye’nin 1920 yılında milli iradeyi üstün kılarak yaptığı büyük devrimi bugüne kadar Ortadoğu ülkelerinden hiçbiri gerçekleştirememiştir. Onun için tek kişiye dayalı bir imparatorluğun yerine çağdaş ve demokratik bir devlet kuran Büyük Atatürk’ün ve arkadaşlarının bu eserine daima sahip çıkmalı ve onu yüceltmeye çalışmalıyız.  

  

Peki Atatürk Niçin 23 Nisan’ı yalnız egemenlik bayramı değil çocuk bayramı olarak da ilan etmiştir? Çünkü o çocuklara ve gençlere çok güveniyordu ve kurduğu devletin sonsuza dek yaşatılmasının onların gayretiyle, gücüyle ve iradesiyle sağlanabileceğine inanıyordu.  

  

Atatürk şöyle diyordu: Çocuklar geleceğimizin güvencesi, yaşama sevincimizdir. Bugünün çocuğunu, yarının büyüğü olarak yetiştirmek hepimizin insanlık görevidir.” 

 

Çocuklara da şöyle sesleniyordu: Küçük hanımlar, küçük beyler... Sizler hepiniz, geleceğin bir gülü, yıldızı, bir bahtının aydınlığısınız. Memleketi asıl aydınlığa boğacak olan sizsiniz. Kendinizin ne kadar önemli, kıymetli olduğunuzu düşünerek ona göre çalışınız. 

  

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, 1929 yılında resmi tatil ilan edildi. Bugün yalnız Türkiye’de değil dünyanın birçok ülkesinde yaşayan Türk çocukları her yıl 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk bayramını coşkuyla kutluyor. Türkiye’de düzenlenen törenlere yabancı ülkelerin çocukları da davet ediliyor. Böylece dostluk duyguları o genç beyinlere daha çocuk yaştan aşılanıyor.  

  

Ne mutlu Türk çocuklarına ki, onları çağdaşlığa, uygarlığa, bilimin ışığına kavuşturacak örnek bir liderin kurduğu bir cumhuriyetin evlatları olarak dünyaya geldiler. Ülkemizin parlak geleceği onların omuzlarında yükselecektir. Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı vesilesiyle Atatürk’ün söylediği sözler geleceğe umutla bakmamızı sağlayacak derslerle doludur.  

   

Ancak Atatürk’ten öğreneceğimiz bir ders daha var: Hiçbir koşulda kötümser olmamak. Unutmayalım ki, 19 Mayıs 1919’dan önce ülkemizin içinde bulunduğu koşullar bugünkünden daha iyi değildi. Ama Atatürk hiçbir zorluk karşısında yılmamış, hiçbir zaman kötümser olmamıştır.  O çocukların ve gençlerin ileride sorumluluk üstlendikleri zaman bütün zorlukları aşacaklarına inanıyordu. Şimdi hepimize düşen görev o koşullarda bile umudunu hiçbir zaman kaybetmeyen Atatürk’ün izinden giderek onun gösterdiği hedeflere ulaşmaktır.   


Saygılar, sevgiler,

Onur Öymen

No comments:

Post a Comment