Sedat Ergin’in”Türk-ABD ilişkileri bu kadar basıncı taşıyabilecek mi?
başlıklı yazısı
28 Nisan 2021
·
Yazdır
Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin
tarihi tezatların tarihidir.
Bir yönüne baktığınızda, geçmişte belli dönemlerde yakın dostluk,
müttefiklik, zenginleştirilmiş ortaklık, stratejik ortaklık, model ortaklık
gibi kavramlarla tanımlanmaya çalışılan, bunlar üzerinden yüceltilen, ileri
götürülmeye, her seferinde bir kademe yukarı çıkartılmaya çalışılan bir ilişki
görüyoruz.
Gerçekten de konjonktürün uygun olduğu zamanlarda Türkiye ile ABD
arasındaki ilişkilerin yüksek bir zeminde seyrettiği dönemler yaşandığı
söylenebilir, çok uzun sürelere yayılmasa da...
Madalyonun diğer yüzünde ise ilişkilere damgasını vurmuş büyük krizlerin,
kapanmayan ciddi görüş ayrılıklarının, travmaların uzun bir listesi vardır.
Ankara cephesinde, 1964 yılında Türkiye’ye
NATO güvencesinin işlemeyebileceği mesajını içeren ünlü “Johnson Mektubu” ve ABD Kongresi’nin Kıbrıs Barış
Harekâtı nedeniyle 1975’te Türkiye’ye silah ambargosu uygulayıp bir NATO
ordusunun savunma yeteneklerinde ağır bir tahribata yol açması, bu krizlerin en
uç örnekleri arasında sayılabilir.
Washington’dan bakıldığında, 1 Mart 2003 tarihinde Türkiye üzerinden Kuzey
Irak’a cephe açılmasına izin verecek tezkereye TBMM’den verilen ‘hayır’ yanıtı
ABD tarafında derin bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Bunu, aynı yıl Irak Süleymaniye’de
Türk askerlerinin başına ABD askerleri tarafından çuval geçirilmesi hadisesi
izlemiştir.
ABD TARAFININ MUHAKEME ZAFİYETLERİ
Gelgelelim ilişkiler, bu sert sarsıntılara, bunların bıraktığı kalıcı
izlere rağmen patlak veren sorunları bir şekilde taşıyabilmiştir. Bütün
olumsuzlukların varlığına rağmen bu ilişkiyi ileri götürmeye dönük bir
karşılıklı irade her seferinde ortaya konabilmiştir. İki tarafın karşılıklı
çıkarları o kadar iç içe geçmiştir ve o kadar baskındır ki, bir noktada yaşanan
problemlere, güvensizliklere rağmen her seferinde yeni başlangıçlar
yapılabilmiştir.
En azından yakın zamanlara kadar böyleydi.
Son yıllarda envantere giren yeni sorunlar ve bunların dallanıp
budaklanması, bu ilişkinin üzerine taşınması güç bir yük koymuştur. Sonuç,
ilişkinin bu yükün altında sürekli irtifa kaybetmekte oluşudur.
Örneğin, 15 Temmuz 2016’da Türkiye’de bir darbe girişimine kalkışan bir
kriminal suç örgütünün lideri bugün ABD’de, bu ülkenin sağladığı güvenceli bir
ortamda yaşayabilmektedir. ABD’li karar vericiler ve kanaat önderleri, bu
durumun Türkiye’de nasıl karşılandığını algılayabilmek konusunda ciddi bir
zafiyet içindedirler.
Keza ABD’nin terörist PKK’nın Suriye’deki
uzantısı YPG/PYD örgütü ile bu ülkede askeri ittifak kurup, Fırat’ın doğusunda
bir “devletçik” dünyaya getirmiş olmasının Türkiye
cephesinde yol açtığı rahatsızlığı, kaygıları anlamak konusunda yine Washington
cephesinde tam bir kayıtsızlık hâkimdir.
S-400’LER ABD’NİN BAKIŞINI DEĞİŞTİRDİ
Bu kadar karmaşık bir tablonun yalnızca bir tarafın kusurlarından
kaynaklandığını düşünmek ve bu bağlamda Türkiye’ye mutlak bir kusursuzluk
atfetmek adil bir durum okuması olmaz. Türkiye’deki karar vericilerin de
Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi almanın ABD nezdinde nasıl bir
güvensizliğe neden olacağını, tetikleyeceği tepkilerin ne gibi boyutlar
kazanabileceğini öngörmeleri gerekirdi.
Sonuçlar ortada... Türkiye’nin F-35 yeni nesil savaş uçağı programından
çıkartılması, Türk şirketleri ortak üretim sürecinden dışlandığı için
önümüzdeki dönemde 12-13 milyar dolar gibi bir kaybın doğacak olması, Savunma
Sanayii yöneticilerine yaptırım kararı alınması, S-400 kararının ilk aşama
sonuçlarıdır. Belki bunların hepsinin üstüne çıkan bir olumsuzluk, ABD
tarafında Türkiye’nin Batı dünyasına dönük stratejik aidiyeti, müttefik olarak
kimliği konusunda farklı tercihler taşıdığı gibi bir algının ortaya çıkmış
olmasıdır.
Aslında bu sorunların önemli bir
bölümü Barack Obama’nın başkanlığı sırasında baş göstermiş,
ardından Donald Trump döneminde iyice ağırlaşmıştır.
Unutmayalım ki, Trump yılları ABD yönetiminin
Türkiye’ye ekonomik yaptırımlar uygulamaktan kaçınmadığı, bizzat Trump’ın Türk ekonomisine zarar vereceğini yüksek sesle
duyurduğu, bir ara karşılıklı vize ambargolarının uygulandığı, ayrıca hem
Temsilciler Meclisi hem de Senato’dan “Ermeni soykırımı” tezlerine
dayanan karar tasarılarının geçtiği oldukça yorucu bir dönem olmuştur.
BIDEN İLE YENİ BAŞLANGIÇ YENİ BİR
KRİZLE OLDU
Demokrat Başkan Joe Biden’ın geçen ocak ayında işbaşı
yapması Trump’ın devrettiği kilitlenmiş tabloyu daha da
ağırlaştırmıştır. Öncelikle Başkan Biden’ın
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile
bilinçli bir tercihle üç ayı aşkın bir süre diyaloğa girmekten kaçınması, yeni
bir başlangıç yapılabilmesi imkânını ortadan kaldırmış, ilişkileri bir başka
belirsizliğin kaplamasına yol açmıştır.
Belli ki, başka saiklerin yanı sıra başta
S-400 olmak üzere kendi pozisyonlarını Türk tarafına kabul ettirmeye dönük bir
yaklaşım da rol oynamıştır Biden’ın telefon
açmama kararında. Derken Biden’dan Erdoğan’a ilk telefonunun geçen cuma günü ABD
Başkanı’nın “Ermeni soykırımı”nı resmen
tanıyacağı yolundaki bildirimiyle birlikte gelmesi ilişkileri yeni bir krizin içine
çekmiştir.
Çözümsüz biri şekilde seyreden bütün
sorunların üzerine bu kez “Ermeni soykırımı” dosyası
eklenmiştir. Bu konuda geçmişte sıkıntılar daha çok Kongre ile yaşandığı için
yönetim ile ilişkiler bu dosyadan etkilenmemekteydi. Oysa şimdi meselenin
kaynağında bizzat ABD Başkanı yer alıyor.
ABD ALEYHTARI İKLİM DAHA DA
SERTLEŞECEK
Biden’ın 24 Nisan duyurusu, Türkiye’de zaten
belirgin bir şekilde ABD aleyhtarı olan iklimi kaçınılmaz olarak
sertleştirecek, ilişkinin sürdürülebilmesini daha da zora sokacaktır.
Ayrıca, ABD’de Ermeni grupları tarafından 1915’teki tehcir kararıyla ilgili
sigorta şirketlerini de içine alacak şekilde tazminat davaları açılması
ihtimali, şimdiden ilişkilerin geleceğine dönük yeni bir potansiyel kriz
alanına işaret ediyor.
Türk makamları, “soykırım” iddiaları karşısında uluslararası hukuk
açısından sağlam bir zeminde durduklarını düşünseler de, ABD’deki mahkemeler
bugünden öngöremeyeceğimiz sürprizlere sahne olabilir. Son tahlilde bu
mahkemeler bir sonuç yaratmasa bile, önümüzdeki yıllar ve on yıllar içinde ABD
cephesinde Türkiye’nin enerjisinin azımsanmayacak bir bölümünü
tüketebilecektir. Dolayısıyla, bu davaların Türk-ABD ilişkileri üzerinde
olumsuz bir etki icra etmesi şaşırtıcı olmaz.
Bütün bu süreçler muhtemeldir ki, Türk kamuoyunun ABD’den, daha genel bir
çerçevede Batı’dan daha da uzaklaşması sonucunu beraberinde getirebilecektir.
Gelinen noktada Türkiye-ABD ilişkilerinin önümüzdeki dönemde nasıl
yönetilebileceği sorusu, içinden çıkılması çok zor bir sınava dönüşüyor her iki
ülke açısından da.
No comments:
Post a Comment