Körfez'deki uzlaşmada kazanan Türkiye mi, Katar mı, ABD mi?
Körfez bölgesinde başını Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) çektiği ve Katar’a yönelik olarak 2017 ortasında başlatılan baskı, abluka ve diplomatik yalnızlaştırma politikası başarısızlıkla sonuçlanarak Ocak 2021 başında son buldu. Körfez bölgesindeki bir iç çekişme, hatta yönetici sınıf konumuna yükselmiş aşiretler arası mücadele aile içi kavga olarak görülebilecek bir gelişme, gerek bölgenin stratejik konumu, gerek enerji kaynakları açısından taşıdığı önem ve İran, Türkiye, İsrail, ABD gibi aktörlerin sürece müdahil olması nedeniyle uluslararası bir boyut kazandı.
Bilindiği gibi Türkiye tarihinde ilk kez enerji rantiyesi üzerine kurulu Arap rejimlerinin arasındaki bir soruna doğrudan taraf oldu ve Katar’ın yanında yer aldı. İlk bakışta bu tercih rasyonel görünmüyordu. Katar sıkletinden daha yüksek bir etkiye sahipti ama BAE de öyleydi ve yanlarında Suudi Arabistan ve Bahreyn de vardı. Sonuçta AKP yönetiminin Müslüman Kardeşler bağlantısının ağır bastığı ve bu nedenle Katar’ı desteklediği, yani ideolojik bir tercihte bulunduğu ileri sürüldü. İdeolojik yakınlığın AK Parti hükümetinin tercihini etkilediğini tahmin etmek zor değil, her iki ülke de Müslüman Kardeşlere yakın bir çizgiyi savunuyorlar, Mısır’da 2013 darbesinden sonra ülkeden kaçanlara kucak açıyorlar. Yine de aradaki ilişkinin bunun ötesinde boyutları var ve iki ülke birçok açıdan birbirini tamamlayıcı özelliklere sahip ve bunu da ilişkilerde sonuna kadar kullandılar.
Öncelikle, Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri ile onların yanında yer alan Mısır’ın baskısıyla karşılaşan Katar’ın yardımına daha en başında Türkiye’nin koştuğunu, gıda ve diğer ihtiyaç malzemelerinin ulaşmasında hızlı hareket ettiğini belirtmek gerek. Böylece Katar halkı ablukanın ilk şok edici etkilerini kolay atlatabildi. Ama iki ülke arasındaki stratejik ilişki bunun çok daha ötesinde seyretti.
Ayrıca Türkiye ile Katar arasındaki ilişkilerin tipik bir liderler diplomasisi olduğunu belirtmek gerek. Bunun anlamı, iki ülke arasında nasıl bir ilişki kurulduğu, bunun neleri içerdiği tam olarak bilinmiyor olmasıdır. Diğer bir deyişle, ilişkilerde Türkiye’nin güvenlik ve strateji alanlarında destek sağladığı, karşılığında ise Katar’ın finansal bir destek sunduğu tahmin edilmekte ama bunun işleyiş dinamikleri, kimin ne kadar kazançlı çıktığı bilinmemektedir. 2018’de iki ülke arasında swap yani para takası anlaşması yapılarak 3 milyar dolar karşılığı Riyal sağlanmış, bu miktar daha sonra 5 milyar, en son 15 milyar dolara çıkarılmıştır. Bununla toplam 15 milyar dolar karşılığı Katar Riyali Merkez Bankasına aktarılmış, böylece döviz rezervinde bir yükseliş sağlanmıştır. Bunun Türkiye ekonomisinin geneline katkısı ve borç sorununa sağladığı pozitif etki tartışılmalıdır. Bunun dışında Katar’dan, başka yollarla doğrudan dolar girip girmediğini tespit etmek mümkün değildir. Ekonomik ilişkilerin bu boyutu söz konusu anlaşma dışında şeffaf değildir.
Türkiye’de son yıllarda görülen savunmanın sınır ötesi bölgelerden başlatılmasını, Libya, Somali, Katar gibi ülkelerde askeri varlık bulundurmayı ve Doğu Akdeniz’de deniz gücünü etkin kullanmayı bir strateji olarak benimseyen milliyetçi/ulusalcı kesimlerin bu askeri angajmandan rahatsız olmadığı bilinmektedir.
Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn blokunun Katar’a sunduğu ültimatom gibi listede Türkiye’ye ait üssün kapatılması ve ilişkilerin askıya alınması da varken, tersine Türkiye buradaki askeri varlığını artırmaya gitti. Hükümete yakın medya ve gözlemciler bu hamlenin, diğer Körfez ülkelerinin Katar Emiri'ne yönelik olası bir işgal ya da darbe girişimini önlediğini iddia etseler de, gerilimin bu düzeye ulaşacağının ve Türkiye sayesinde bir işgal ya da darbenin önlendiğini kanıtlamanın imkanı yoktur.
Katar’ın Suriye’de ve Libya’da Türkiye ile birlikte hareket ettiği, hatta Libya’daki faaliyetlerini finanse ettiği de Türkiye açısından dile getirilen kazanımlar arasında sayılmaktadır. Ama bunlar da devlet katında, kamuoyunun bilgisi dışında yürütülen faaliyetlerdir ve bunlara Katar’ın ne ölçüde finansman sağladığına dair bir bilgi paylaşılmamıştır.
Öte yandan Katar ile Suudi bloku arasındaki çekişmeye açıktan taraf olmanın Türkiye açısından önemli maliyetleri oldu. Ortada Türkiye’yi ilgilendiren bir sorun olmadığı halde Suudi Arabistan ve diğer ülkelerin tepkisi çekildi. Riyad’ın gücü ve etkisi bilindiğinden AKP çevreleri tepkilerini daha çok BAE’ne yönelttiler, gerek siyaset katında gerekse medya Suudi Arabistan’a karşı dikkatli bir dil kullanmaya özen gösterdi. Tuhaf biçimde BAE şeytanlaştırıldı, bölgedeki bütün kötülüklerin başı sayıldı, hatta 15 Temmuz darbe girişiminin finansörü ilan edildi ve lideri Muhammed bin Zaid Türkiye’nin azılı düşmanı olarak gösterildi.
Suudi-BAE ikilisi hem Doğu Akdeniz, Kıbrıs, Yunanistan ile ilişkilerde, hem de Libya’da Türkiye’nin karşısında yer aldılar. Mısır’ın da Türkiye’nin karşısında yer almasıyla Doğu Akdeniz’de şimdiye dek olmayan bir dengesizlik ve Türkiye açısından yalıtılmışlık durumu ortaya çıktı. Türkiye Doğu Akdeniz, Kıbrıs, Türkiye-Yunanistan ilişkilerindeki sorunlarda Katar’ın desteğini göremezken, BAE, Suudi Arabistan Yunanistan ve Kıbrıs Rum Cumhuriyeti ile yakınlaştılar. Bölgede tarihte ilk kez İsrail, Mısır, Yunanistan Güney Kıbrıs, BAE, Suudi Arabistan birlikte hareket eder hale geldiler. Türkiye’de birçok çevre bunu Türkiye’nin kendisine yönelik bir hamle olarak değerlendirdi. ABD ve AB’nin de bu bloğun yanında olması açık bir şekilde Türkiye’nin bölgedeki yalnızlığını ve yalıtılmışlığını, East Med Gas Forum gibi oluşumların dışında bırakılmasını beraberinde getirse de, söz konusu gruplaşmanın Türkiye boyutu ötesinde bir anlamı olduğu görülmektedir.
Günümüzde giderek Körfez bölgesi ile Doğu Akdeniz’in jeopolitik olarak bir bütünlük arz etmeye başladığını, hepsi ABD müttefiki olan bu ülkelerin askeri ve stratejik olarak yakınlaşmasının Ortadoğu’daki dönüşümün bir parçası olduğunu da belirtmek gerek. ABD bir yandan Körfez’de müttefikleri arasındaki gerilimi kaldırırken, öte yandan Körfez ülkelerinin Doğu Akdeniz’de daha yüksek profilli bir siyaset izlemelerine, askeri ve enerji işlerinde daha görünür olmalarını teşvik ediyor. Örneğin, BAE Yunanistan ile ortak tatbikatlara katılır, Girit adasına F-16 uçakları gönderirken, 13 Ocak’ta Güney Kıbrıs ile stratejik işbirliği anlaşması imzaladı. Yine, Suudi Arabistan 4 Ocak’ta Yunanistan’a F-15 uçakları gönderme kararı aldı. Bu stratejik işbirliğinin giderek artacağını, yoğunlaşacağını öngörebiliriz.
Katar’ın yanında yer almanın bir başka maliyeti Suudilerin ve BAE’in, Türkiye’ye karşı resmen ilan edilmemiş bir boykot uygulamaları oldu. Türk müteahhitlik şirketlerinin hizmetlerinde bir düşüş yaşandığı gibi, bu ülkelere ihracatta da düşüş meydana geldi. Türkiye’deki müteahhitler birliği 2018’de 3 milyar dolarlık ihale aldıkları Suudi Arabistan ve BAE’den 2020’de hiç iş alamadıklarını açıkladı.
Sonuçta, ABD’nin bastırması ve Kuveyt’in arabuluculuğu girişimleri sonucu 5 Ocak 2021’de Suudi Arabistan’daki Körfez İşbirliği Konseyi toplantısına Katar davet edilerek anlaşmazlık sona erdirildi. Hem de Katar kendisine dikte ettirilmeye çalışılan 13 maddelik talep listesindeki hükümleri yerine getirmediği halde. Bu haliyle Suudi Blok’u geri adım atmış oldu. Tıpkı Azerbaycan’ın topraklarının bir kısmını Ermenistan’dan geri aldığında yani kazandığında Türkiye’nin kazanmış sayılması gibi, Katar kazanınca da hükümete yakın çevreler Türkiye’nin kazandığını ilan ettiler.
Körfez’deki anlaşmazlığın sona ermesinin Türkiye’ye yansımaları ve Türkiye-Katar ilişkilerine etkisi ne olur?
Aslında bu sorunun sorulması bile Türkiye’nin dış politikasında yaşadığı genel sorunun bir göstergesi. Sonuçta Körfez’deki iç çekişmenin tarafı olmanın sonucu olarak, bu süreçte Katar’ın yanında yer almanın maliyetini de, bu ülkelerin uzlaşmalarının getirebileceği riskleri de hesaplamak durumunda kalıyoruz.
Bölge dinamikleri açısından bakılırsa bu uzlaşının Türkiye’ye şu anki koşullarda bir sorun yaratması gerekmiyor. Özellikle Suudiler bir süredir Türkiye dair uzlaşmacı mesajlar veriyorlar, keza AKP yönetimi de öyle. Hem dış politikada hem de ekonomide sıkışmış AKP hükümetinin Suudi Arabistan ile ilişkileri düzeltmeye ihtiyacı var. BAE ile bu konuda daha sıkıntılı bir süreç yaşansa da etkileri uzun sürmeyebilir.
Bu uzlaşma sonucunda Katar’ın güvenlik açısından Türkiye’ye ihtiyacının azalması doğal bir gelişme olacak. Ama Türkiye’nin bu ülkede kurduğu askeri üssün varlığını sürdüreceği belli oldu. AKP yönetimi ile Katar arasındaki ortak siyasal çizgi, ilişkileri yakın kılan çok sayıda ortak nokta var ve bunlar devam ediyor.
Dolayısıyla, hepsi ABD müttefiki olan Katar ve Suudi bloku ile, Türkiye ve Suudi Arabistan, BAE ilişkilerinin düzelmesini, Ortadoğu’da oluşmaya başlayan ve bir ucu Doğu Akdeniz’e uzanan yeni dönüşümün birer parçası olarak görmek gerekiyor.
Prof. Dr. İlhan Uzgel 1988’de Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde görev yaptı. Şubat 2017’de bölüm başkanı iken ihraç edilen Prof. Dr. Uzgel Ankara ve Cambridge Üniversitelerinde yüksek lisans yaptı, Ankara Üniversitesinden doktora derecesini aldı. LSE, Georgetown gibi üniversitelerde doktora ve doktora sonrası araştırmalar yaptı, Oklahoma City Üniversitesinde dersler verdi.
No comments:
Post a Comment