Sedat Ergin
Erdoğan’dan Batı’ya BRICS güvencesi mi?
Ekim 31, 2024 06:29
6dk okuma
Paylaş
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın geçen haziran ayı başında Çin Halk Cumhuriyeti’ni ziyareti sırasında yaptığı bir açıklamayla birlikte gündeme giren Türkiye’nin BRICS örgütü ile yakınlaşması meselesinin nereye evrileceği, nasıl bir ilişki yapısının şekilleneceği soruları, geride bıraktığımız aylarda uluslararası alanda yakından izlenen, büyüteç altına yatırılan canlı bir tartışma konusu olageldi.
Özellikle geçen eylül ayının hemen başında Türkiye’nin örgüte üyelik için resmen başvurduğu yolundaki haberlerin ortalığa yayılmasının, hatta bu hususun üst düzey bir Kremlin yetkilisi tarafından teyit edilmesinin ardından Batı basınında, Batı merkezli birçok düşünce kuruluşunda Türkiye’nin BRICS açılımını konu alan birçok haber ve analiz yayımlandı.
“Türkiye ne yapmak istiyor?”, “Rotasını mı değiştiriyor?”, “Yüzünü Batı’dan çevirip, Doğu’ya mı dönüyor?” şeklindeki sorular sıkça karşımıza çıktı.
İlginç olan bir nokta, konu edilen yapı Batı’nın uluslararası düzen içindeki üstünlük alanlarını dengelemek üzere kurulmuş, ağırlıklı olarak Doğu merkezli bir örgüt olunca, bu sorular Uzak Doğu’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada da yakın bir ilgiyle izlendi.
*
Geçen haziran ayından bu yana Türkiye-BRICS başlığı üzerinde çıkan haber ve değerlendirmelerin şimdiden hacim olarak ciddi bir külliyat oluşturduğunu söylemek mümkündür.
Özellikle geçen hafta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Rusya’nın Kazan kentinde düzenlenen BRICS Zirvesi’ne katılımıyla birlikte bu haber ve yorumlar tavan yapmıştır.
Bütün bu yayınlar içinde galiba en dikkat çekici olanı, ABD’nin en prestijli gazetelerinden The New York Times’ın, Kazan zirvesi hakkında verdiği ilk haberin açısını Erdoğan’ın bu foruma katılımı üzerinden görmesiydi.
“Putin’in Ev Sahipliğindeki Zirvede Bir Konuk Göze Çarptı: Erdoğan” başlığıyla verilmişti bu haber. Putin’in ağırladığı konuklar arasında birinin diğerlerinden farklılık gösterdiği, Erdoğan’ın katılımcılar arasında bir NATO ülkesini temsil eden tek lider olduğu hususunun altını çiziyordu gazete.
Haberi Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya lideri Vladimir Putin’i tebessüm ederek el sıkışırken gösteren bir fotoğraf tamamlıyordu.
Salt bu haberin açısı bile Batılı çevrelerde bir miktar “kaşların kalktığına” işaret etmesi bakımından kayda değerdir.
*
Aktardığımız bütün bu soruların gerisinde Türkiye’nin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BRICS cephesine dönük açılımıyla ne yapmak istediğini anlama, çözme çabası yatıyor.
Bu soruların yanıtlarına geçmeden kısaca BRICS’i açmamız yararlı olacaktır. BRICS, yani ülkelerin İngilizce yazımlarının baş harflerinden yola çıkarsak, (B) Brezilya, (R) Rusya, (I) Hindistan, (C) Çin Halk Cumhuriyeti ve (S) Güney Afrika’nın bir araya gelerek oluşturdukları yapılanmayı anlatıyor.
İçinde bulunduğumuz yılın başında dört yeni ülke, Birleşik Arap Emirlikleri, İran, Mısır ve Etiyopya’nın da tam üyeliğe kabul edilmesiyle, örgütün üye sayısı dokuza yükselmiştir. Suudi Arabistan, bu grupla birlikte onaylanmış olan üyeliğine ilişkin işlemleri sonuçlandırmamıştır.
*
BRICS, başlangıçta uluslararası ekonomi ve finans sistemindeki Batı nüfuzunu dengelemek amacıyla ilk adımını Rusya’nın attığı, Çin Halk Cumhuriyeti’nin ona katılmasıyla yola koyulan bir uluslararası yapılanma. Üyeler arasında ekonomik işbirliğini geliştirmeyi ve aynı zamanda uluslararası ticarette dolar hakimiyetini kırmayı da hedefliyor.
Vurgulanan bütün ekonomik hedeflere karşılık, BRICS’in aynı zamanda başını ABD’nin çektiği Batı dünyasının uluslararası alandaki siyasi üstünlük iddiasını kesmeye dönük bir hedef taşıdığı da aşikâr. Özetle, daha çok Batı’yı hedef alan ekonomik ve siyasi saiklerin iç içe geçtiği bir örgüt BRICS.
Ancak göreceli olarak yeni bir örgüt olduğu için BRICS’in kurumsallaşmada henüz yolun başında olduğunu, bu aşamada daha çok bir platform işlevi gördüğünü söylemeliyiz. Ne yöne evrileceği, nasıl bir kurumsal yapı kazanacağı sorularının yanıtları biraz da zaman içinde şekillenecek.
Böyle olmakla birlikte, başta Rusya ve Çin olmak üzere BRICS üyeleri ve örgüte katılmak ya da muhtelif şekillerde temas içinde kalmak isteyen toplam 36 ülkenin liderleri bir araya gelip topluca bir aile fotoğrafı çektirdiklerinde, buradan bütün uluslararası camiaya ve Batı dünyasına kuvvetli bir dayanışma mesajının gittiği de tartışma götürmez.
Erdoğan’ın da BRICS Zirvesi’ne katılarak bu aile fotoğrafının içinde yer almasından nasıl bir anlam çıkar?
Birçok sıcak kriz bölgesiyle kesişen bir coğrafyadaki jeopolitik, jeostratejik konumuyla ve aynı zamanda NATO ülkesi kimliğiyle, Türkiye’nin rotasındaki ufak bir kıpırdamanın bile küresel zeminde artçılara yol açması kuvvetle muhtemeldir.
Peki rotada bir oyanama söz konusu mudur?
Geçen haziran ayından beri sürmekte olan bu egzersizin geldiği noktada belki şu tespitleri yapabiliriz:
Eğer Ankara cephesindeki amaçlardan biri, Batı dünyasının dikkatini üzerine çekerek, Türkiye’nin alternatifsiz olmadığını ince bir şekilde hissettirmeye dönük taktik bir manevra idiyse, neredeyse beş ay süren tartışmalar sırasında böyle bir mesajın iletildiğini söylemek mümkündür.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın geçen ay Anadolu Ajansı’na yaptığı bir açıklamada, BRICS’ten söz ederken “Avrupa Birliği’yle bizim ekonomik entegrasyonumuz üyelikle taçlansaydı, belki biz birçok konuda bu türden bir arayış içerisinde olmayacaktık” şeklindeki sözlerinin altyazısı sanki bu yönde bir mesaja işaret ediyor.
*
Gelgelelim, öncesindeki hararetli “üyelik” tartışmalarının ardından, zirve sırasında üyeler arasında varılan bir mutabakatla, Türkiye’nin zaten BRICS’e tam üyeliğinin söz konusu olamayacağı, bunun altında bir statü olan “ortak devlet” (partner state) statüsünün tanınacağı anlaşılmıştır. Ancak bu durumun yalnızca Türkiye değil, örgüte katılmak isteyen her yeni başvuru sahibi için bu aşamada standart bir uygulama olacağını belirtmeliyiz.
Bu yönüyle bakıldığında Türkiye’nin kurumsal ilişkisi üyeliğe kıyasla daha gevşek bir model olacaktır. Hatırlanacaktır, zaten bir dönem BRICS gibi büyük “eksen değişikliği” tartışmaları yaratan Şanghay İşbirliği Örgütü’ne de Türkiye sonunda tam üye değil, bunun altında kalan “diyalog ortağı” statüsünde katılmıştır.
*
Altını çizmemiz gereken bir nokta, aslında Türk tarafının yakın zamanda BRICS’e “üyeliği” telaffuz etmekten çok örgüt ile “işbirliğini geliştirme” gibi daha genel ifadelere başvurmasıydı. Bu çerçevede geçen eylül ayında BM Genel Kurulu için New York’a giden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın burada yaptığı açıklamalarda BRICS konusunda oldukça kontrollü bir dil kullanması dikkat çekmişti.
Erdoğan, bu beyanları sırasında her vesileyle BRICS’i, Türkiye’nin ilişkide bulunduğu ASEAN, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı, D-8, Şanghay İşbirliği Örgütü gibi çoklu işbirliği platformlarından biri olarak saymıştı. Erdoğan, bu çerçevede “Türkiye NATO’nun en güçlü müttefiklerinden biridir. Aynı zamanda AB tam üyelik perspektifi olan bir ülkeyiz. Batı dünyasıyla işbirliğini geliştirirken, doğuya ihmal nazarıyla bakmıyoruz” diye konuşmuştu.
New York’taki bir başka açıklamasında yine BRICS ve ASEAN’dan söz ederken “Bu yapıların içinde yer almak NATO’dan vazgeçmek anlamına gelmiyor. Bu ittifak ve işbirliklerinin, özellikle birbirinin alternatifi olduğunu düşünmüyoruz. Bugünün dünyasında bazı uluslararası gerilimler olsa da, soğuk savaş dönemi çoktan geride kaldı” demişti.
Ve nihayet Cumhurbaşkanı, geçen pazartesi günü kabine toplantısından sonra yaptığı açıklamada, “Ülkemizin BRICS ile gelişen münasebetleri mevcut angajmanlarımızın alternatifi asla değildir ve olamaz. Türkiye tüm bu platformlarda NATO müttefiki ve Avrupa Birliğine tam üyelik müzakereleri yürüten ülke kimliğiyle yer almaktadır” şeklinde konuşmuştur.
*
Israrla verdiği bu mesajlarla, Erdoğan’ın Türkiye’nin Batı Dünyası’na dönük mevcut angajmanlarından bir geri gidişin söz konusu olmadığını vurgulayarak, aylardır süren BRICS tartışmalarını bir çerçeve içinde kontrol etmeye çalıştığı anlaşılıyor. BRICS ile ilişki kurmayı daha çok Türkiye’nin çıkarlarını çeşitlendirme ihtiyacı üzerinden izah ediyor.
Kuşkusuz, Türk ekonomisine dışarıdan kaynak, özellikle doğrudan yabancı sermaye sağlama ihtiyacının kuvvetle hissedildiği bir dönemde Batı dünyası karşısında dikkatli bir dilin tercih edilmesi anlaşılabilir bir durumdur.
Ama bundan daha az önemli olmayan bir hususu da hatırlatalım. Başta AB olmak üzere Batı ülkeleri Türkiye’nin dış ticaretinde ağırlıklı ve istikrarlı bir yer tutarken, daha henüz kurumsallaşma aşamasında olan BRICS’in mevcut ekonomik angajmanlara nasıl bir alternatif olacağı zaten çok tartışmalıdır.
Erdoğan’ın açıklamalarına bakarsak, Batı’ya dönük angajmanlarda, yani rotada bir değişiklik söz konusu değildir.
No comments:
Post a Comment