Wednesday, October 23, 2024

Hediye Levent - 24 Ekim 2024 Lübnan Şiileri ve Türkiye'nin Kürt açılımı


 Hediye Levent - 24 Ekim 2024

Lübnan Şiileri ve Türkiye'nin Kürt açılımı


İsrail, Lübnan’da demografiyi altüst etmeyi hedefleyen yeni bir aşamaya 

geçmiş gibi görünüyor. Bu çerçevede İsrail, Hizbullah Lideri Hasan Nasrallah’a 

yönelik suikastın ardından güney Lübnan’ı, Bekaa Vadisi’ni, Baalbek çevresini 

ve Beyrut’un Dahiye bölgesini şiddetli bir şekilde vurmaya başladı. Şii nüfusu 

baskın olduğu bu bölgelerde yaşayan 1 milyondan fazla insan sadece 8-1 

gün içinde iç göçmen haline geldi.

 

 

Bu şiddetli saldırıların öncelikli hedefi elbette bu bölgelerin insansızlaştırılması. Özellikle güney Lübnan’ın insansızlaştırılması İsrail’in kara saldırılarını oldukça kolaylaştıracak bir ön hazırlık. Ancak Hizbullah’ın güçlü olduğu bölgelere yönelik saldırılar yavaş yavaş Lübnan Ordusu’nun kontrolündeki bölgelere doğru genişlemeye başladı. İsrail Hizbullah’ın üst düzey ya da önemli isimlerine yönelik suikastlar gerekçesiyle Lübnan Ordusu’nun kontrolündeki binaları da vurmaya başladı. Evet, bu saldırılar güney Lübnan’a ya da Dahiye bölgesine yönelik saldırılar kadar şiddetli değil şimdilik ve bu saldırılarda bir bina ya da binanın bir katı hedef alınıyor. Ancak yaklaşık 1 haftadır İsrail neredeyse her gün Hizbullah ile ilişkili olanların nerede yaşarlarsa yaşasınlar hedef alınacağını vurgulamaya başladı.

Bu açıklamalarla ve daha da sıklaşan saldırılarla birlikte Lübnan’da özellikle de Beyrut’ta halk arasında huzursuzluk başladı. Sonuçta 1 milyondan fazla Şii Beyrut başta olmak üzere Lübnan ordusunun kontrolündeki bölgelere dağılmıştı. Bu insanların arasında Hizbullah’ın önemli isimleri de olabilir. Dolayısıyla insanlar binada, sokakta, mahallede kimlerle yan yana yaşadığını artık bilmiyor. “İsrail her an benim yaşadığım binaya da saldırabilir” korkusu yavaş yavaş iç göçmenlere yönelik kavgalara varan tepkileri artırmaya başladı. Bina veya ev sahipleri iç göçmen olan kiracılarından yaşadıkları yeri boşaltmalarını istemeye başladı. Hatta Beyrut’un Hristiyan nüfusun yoğun olduğu bir bölgesinde “iç göçmenlere bölgeyi hemen terk etmeleri” uyarısı yapılan kağıtlar dağıtıldı. Benim çevremde ve Şiiler arasında bile “Komşumun kim olduğunu bilmiyorum. Hatta yolda yanımda yürüyen biri yüzünden ben de ölebilirim” diyenler var artık. 

Tedirginlik bununla da sınırlı değil!

Lübnan mezhepçi bir anayasaya göre yönetilen, her din ve mezhebin nüfusuna oranla güç kazandığı ve gücünü korumaya çalıştığı bir ülke. 1990 yılında biten iç savaştan sonra üzerinde uzlaşılan mezheplere göre belirlenen idari ve siyasi sistem hala devam ediyor. Bu kırılgan yapı bozulmasın diye Lübnan’da on yıllardır nüfus sayımı bile yapılmıyor. Gerçi herkes “Nüfus sayımı yapılırsa Şiiler ülkeyi ele geçirir” diyorlar ama ufukta bir nüfus sayımı görünmüyor. 

İsrail’in demografiyi altüst etmeye yönelik saldırıları işte bu kırılgan dengeyi altüst edebilir ve Lübnan bir kez daha iç savaşa kadar uzanabilecek yeni bir girdaba düşebilir. Çünkü İsrail’in ne zaman duracağı belli değil. Bence durmayacak, ateşkes filan da Netanyahu ve kabinesinin umurunda değil. Mevcut İsrail yönetimi güney Lübnan’da en azından Litani Nehri’ne kadar olan kısmı ele geçirmeyi gözüne kestirmiş durumda. Bu da yüz binlerce insanın evine dönemeyeceği anlamına geliyor. Çoğunluğu Şii olan iç göçmenlerin canlarını kurtarmak için sığındıkları yerlerde önce nüfus olarak çoğunluk haline gelmeleri ve sonra da yerel idari yapıları, ticareti vs. domine etmeleri gibi korkular konuşuluyor artık. İnsanlar arasında konuşulan ihtimallerden biri de Hizbullah’ın veya daha sonra ortaya çıkabilecek örgütlerin Hristiyan, Sünni ya da Ermeni bölgelerinde örgütlenme ihtimalleri...

İsrail’in ve Amerika’nın Lübnan’da Hizbullah’ın silahlı ve siyasi varlığını sona erdirmeye çalıştığı açık. Bu, İran’ın da Lübnan’dan Suriye’ye geri itilmesi demek. İran’ın Gazze’ye kadar uzanan hattının kesilmesi elbette Filistin direniş örgütlerini çok ama çok şiddetli bir şekilde etkileyen. Diğer taraftan bölgesel nüfuz mücadelelerinin merkezlerinden biri olan Lübnan İran için vazgeçilmez durumda. İran, Hizbullah’ın yok olmasına sessiz kalacak mı? Diğer taraftan Lübnan mezhepçi sistem sebebiyle Lübnan’daki bütün dinlerin ve mezheplerin kendi siyasi hareketleri, dini kurumları, okulları, hastaneleri, bankaları vs. var. Bir Lübnanlının mevcut mezhepçi yapıya göre ait olduğu din-mezhep bağlantılı yapıdan uzak durması imkansız. Bu ülkede herkesin mahallesi de bellidir, köyü de... Dinler arası evliliği bırakın aynı dinin iki mezhebi arasında bile evlilik çok zordur. 

Mezhepçi yapı bu kadar sertken Hizbullah’ı sevsin ya da sevmesin fark etmez, 1 milyondan fazla Şii hangi şemsiye altına girecek? Evet, Lübnan’da bir de Şii Emel Hareketi var ancak Emel’den ayrılıp Hizbullah’ı kuranlar Emel Hareketine hâlâ mesafeli bakıyor. Velhasıl Lübnanlı Şiiler açısından da bölgesel açıdan da cevabı şimdilik olmayan bir soru var: Hizbullah’tan sonra ortaya çıkacak boşluğu kimler, nasıl dolduracak?

Geçtiğimiz hafta 7 Ekim saldırısının nasıl aşama aşama bölgenin yeniden dizaynı sürecine dönüştüğünü yazmıştım. Bu sürece paralel olarak bölgede bir de Amerika’nın Irak’tan çekilebileceğine dair beklentiler nedeniyle Türkiye dahil birçok ülkenin pozisyonunu yeniden belirlemeye çalıştığını aktarmıştım.

Bu çerçevede Gazze’de başlayıp Hizbullah’ın ortadan kaldırılmasına ve genel olarak Lübnan’ın bölgedeki nüfuzunun zayıflatılmasına yönelik hamleler Türkiye’yi öne çıkarıyor. Hem 7 Ekim saldırısı ile başlayan süreçle hem de Amerika’nın bölgeden çekilmesinin ardından doğacak boşlukları Türkiye’nin doldurması ihtimali mümkün. Elbette bu karşılıksız olmayacak. En azından ilk aşamada Türkiye’nin Kürt meselesine el atması, yeni bir açılım süreci başlatması ve belki de önümüzdeki günlerde Kıbrıs meselesinin çözümü ile ilgili yeni girişimler duymak hiç şaşırtıcı değil. 

Ancak “Hem İran’ın hem Amerika’nın yerini Türkiye alacak” diye heyecana kapılmadan önce uzun ve detaylı ve elbette gerçekçi bir şekilde sahayı incelemek, bilmek gerekiyor. Çünkü Orta Doğu dinlerin, mezheplerin, kırılgan dengelerin hakim olduğu bir coğrafya... Ayrıca Türkiye’nin askeri, siyasi, ticari, kamu diplomasisi vs. aklınıza gelebilecek her açıdan sahada var olmasını gerektiren ağır ve oldukça tehlikeli bir yük var ortada!

No comments:

Post a Comment