MÜTTEFİKLİĞİN RUHU: KAYZER II WİLHELM’İN OSMANLI İMPARATORLUĞUNU
ZİYARETLERİ
Sermet Atacanlı, Emekli Büyükelçi
“İmparator’u getiren Yavuz zırhlısı, 17 Ekim 1917 Çarşamba
günü sabahı Çanakkale’ye ulaştı. II. Wilhelm, saat 09.00’da askerî bir törenle
karaya çıktı ve otomobille Hamidiye Tabyası’na geçti. Burada kendisine Çanakkale
Boğaz Muharebeleri hakkında harita üzerinde bilgi verildi ve muharebeler
sırasında batırılan bir İngiliz gemisinin maketi hediye edildi. Tahtadan kalem
kutusu şeklindeki gemi maketinin üzerinde “Çanakkale, 18 Mart 1915” ibaresi
bulunuyordu.”
20. yüzyılın büyük
ölçekli iki büyük savaşından birincisi olan ve asker/sivil milyonlarca insanın
ölümüyle sonuçlanan, bunun yanı sıra Avrupa’nın en büyük imparatorluklarını da
birbiri ardına tarihe gömen Birinci Dünya Savaşı’nın ve savaş öncesi dönemin en
karizmatik simalarından birisi, hiç kuşkusuz Alman İmparatoru Kayzer II.
Wilhelm’dir. Kayzer Wilhelm, tahta çıktığı 1888 yılından itibaren dönemin
siyasal ve stratejik dengelerinin de etkisiyle Osmanlı İmparatorluğu ile yakın
ilişki içinde olmuş ve Avrupalı bir kral/imparator için alışılmamış bir biçimde
1889, 1898 ve 1917 yıllarında olmak üzere İstanbul’u tam üç kez ziyaret
etmiştir.
Bu ziyaretlerin bazılarında İstanbul dışına çıkarak
imparatorluğun başka bölgelerine de giden Kayzer’in Osmanlı topraklarına son
gelişi, iki büyük devletin kader birliği yaparak ittifak kurduğu; ancak sonu
her iki ülke için de acıklı bitecek olan Birinci Dünya Savaşı’na denk
getirilmiştir. İmparator, bu son ziyareti sırasında bazı Almanların Türklerin
yanında çarpıştığı Çanakkale Cephesi’ni de programına almış ve yarımadadaki
muharebe alanlarını dolaşmıştır. Öte yandan Kayzer’in İstanbul ziyaretlerinin
özellikle ikincisi, şehirde büyük ilgi uyandırmış; dönemin gazete ve
dergilerinde geniş olarak yer bulmuştur. Bu sıralarda giderek yaygınlaşmakta
olan kartpostal yayıncılığı da bu konuya duyarsız kalmamış ve II. Wilhelm, hem
savaş öncesi yıllarda hem de savaş sırasındaki Osmanlı-Alman ittifakı
günlerinde gerek İstanbul gerek Almanya’da çıkarılan çok sayıda kartpostala
konu olmuştur.
1859 yılında
Berlin’de dünyaya gelen Wilhelm, İngiltere Kraliçesi Victoria’nın ilk torunu
idi. İlginçtir, Kraliçe Victoria’nın bir diğer torunu V. George da Birinci
Dünya Savaşı sırasında Britanya tahtının sahibi olacaktı. Yani iki yakın
akrabanın (kuzen) başında bulunduğu İngiltere ve Almanya savaşta karşı
cephelerde yer alacaktı. Daha da ilginci ise, bir başka kuzen Çar II.
Nicholas’ın yine Birinci Dünya Savaşı sırasında Rusya İmparatorluğu tahtında
oturmasıydı. Farklı ülkelerin hanedan mensuplarının siyasî nedenlerle
birbirleriyle evlenmelerinin 19. Yüzyıl’da yaygın ve olağan olması ortaya böyle
“dikkate değer” bir durum çıkarmıştı. Bu nedenle Birinci Dünya Savaşı, aynı
zamanda “Kuzenler Savaşı” olarak da anılacaktı.
Wilhelm’in adını aldığı dedesi I. Wilhelm, 9 Mart 1888’de
ölmüş; yerine onun oğlu III. Frederick adıyla imparator olmuştu. Ancak III.
Frederick, ağır bir kanser hastasıydı ve tahta çıkışının 99. günü o da hayatını
kaybetmişti. Böylece onun oğlu 29 yaşındaki II. Wilhelm, aynı yılın 15 Haziran
günü yeni Alman İmparatoru olarak ülkesinin başına geçmişti. Bu sırada
“şansölye” olarak Alman Birliği’nin kurucusu Prusyalı ünlü devlet adamı Otto
von Bismarck görevdeydi. II. Wilhelm’in ülkesindeki ilk büyük icraatı, bir
“Alman efsanesi” olan Bismarck’ı dış politikaya ilişkin görüş ayrılıkları
nedeniyle görevinden almak olmuştu. Bismarck, bu konularda tedbirli ve
ihtiyatlı; genç Wilhelm ise daha atak ve hırslı idi.
KAYZER İSTANBUL’A GELİYOR... Yıl 1889... Kayzer Wilhelm’in
tahta çıkışı, ülke olarak birliğini tamamlamış ve Avrupa’da önemli bir devlet
olarak beliren Almanya’nın çağın en güçlü emperyalist devleti İngiltere ile
rekabet etmeye başladığı bir döneme denk gelmiştir. İngiltere, bu sıralarda
Süveyş Kanalı’nın açılmasıyla Hindistan’a ve Uzak Doğu’daki sömürgelerine ulaşımda
önemli bir avantaj elde etmiş; buna karşılık olarak da Almanya, doğuya kara
üzerinden ulaşım stratejisi çerçevesinde önce Bağdat’a ve sonunda da Hicaz’a
kadar uzanacak bir demiryolu imtiyazı peşinde koşmaya başlamıştır. Böyle bir
hat, Almanlara Mezopotamya petrollerine kolay ulaşımın yolunu açacak aynı
zamanda da Basra Körfezi’nde bir liman imkânı sağlayacaktı. Bu, Almanya’nın
Afrika’da mevcut birkaç sömürgesi ile bağlantısı bakımından da önemliydi.
Wilhelm, 1889 yılında İstanbul’a geldiğinde ülkede İstanbul-İzmit
arasında bir tren hattı mevcuttu ve bir Alman firmasına bu hattı -bu hat
1892’de tamamlanacaktır Ankara’ya kadar uzatmak için bir imtiyaz verilmişti.
Kayzer’in ziyareti ise bu hattın bu defa yine Almanlar tarafından Konya’ya
kadar uzatılması sonucuna yol açacaktı. O sırada tahtta bulunan Sultan II.
Abdülhamit; İngiliz, Fransız ve Ruslardan ümidini kestiği için Almanya ile
yakınlaşmaya önem veriyordu. Bu nedenle II. Wilhelm, tahta çıktığında kendisine
tebrik mesajı ve hediyeler göndermiş; yeni imparatoru İstanbul’a davet etmişti.
Kayzer Wilhelm’in bu
ilk İstanbul ziyareti, Atina yoluyla gerçekleşti. Kız kardeşi Sophia, Yunan
Veliaht Prensi Konstantin ile evleniyordu ve İmparator, bu düğüne katılacaktı.
Bu nedenle de deniz yolunu tercih etmişti. Wilhelm, 2 Kasım 1889’da Atina
üzerinden İstanbul’a ulaştı. Burada daha sonraki ziyaretlerinde de kalacağı
Şale Köşkü’nde ağırlandı. Şale Köşkü’nün bazı kısımları kendisi için özel
olarak inşa edilmişti. İmparator; ziyareti sırasında şehrin tarihî cami, bina
ve müzelerini gezdi. İstanbul’da bulunan Almanlarla görüştü ve Sultan II.
Abdülhamit tarafından şerefine verilen ziyafetlere katıldı. Avrupa siyaset
sahnesi yeni şekillenmelere doğru gidiyor ve belki de 600 yıllık Osmanlı
Devleti’nin kaderi belirleniyordu...
KAYZER’İN İKİNCİ ZİYARETİ... YIL 1898... Kayzer Wilhelm, ilk
ziyaretinin ardından 9 yıl sonra 1898 yılının Ekim ayında İstanbul’a yeniden
gelmişti. Tarih, Osmanlı İmparatorluğu üzerindeki Alman nüfuzunun giderek
artmakta olduğu bir dönemin başlangıcıydı ve ziyaret, adeta bu gerçeği
vurgulamak üzere bir “gövde gösterisi” şeklinde tertiplenmişti. Nitekim
ziyaret, gerek İstanbul gerek Avrupa basınında geniş şekilde yankı bulacaktı.
Ziyaret programına bu defa Suriye ve Kudüs de dâhil edilmişti. Ziyaretin görünürdeki
amacı ise Kayzer Wilhelm’in Kudüs’te yeni inşa edilen Alman kilisesinin
açılışına katılmak arzusu idi. İstanbul’daki Alman elçisinden Kayzer’in böyle
bir niyeti olduğunu öğrenen Sultan II. Abdülhamit, fırsatı kaçırmak istememiş
ve Alman İmparatoru’nun en iyi şekilde ağırlanması için büyük çaba harcamıştı.
İmparator ve eşi Victoria, seyahatlerini yine hanedanın
adını taşıyan “Hohenzollern” yatıyla yapmaktaydılar. Refakatlerinde de bazı
Alman savaş gemileri bulunmaktaydı. Yat, ilk olarak 17 Ekim 1898 günü Çanakkale
önlerinde Osmanlı Devleti’nin eski Berlin Büyükelçisi ve Hariciye Nazırı Said
Paşa’nın da aralarında bulunduğu yüksek düzeyli bir heyet tarafından topatışlarıyla
karşılandı. Kayzer, karşılama heyetini de yatına alarak İstanbul’a doğru yoluna
devam etti ve Hohenzollern 18 Ekim’de yine top atışlarıyla karşılandığı
Dolmabahçe önlerinde demirledi. Heyet, ikinci gün İstanbul’da bulunan müzeleri
ziyaret etti. Ertesi gün at üzerinde tarihî İstanbul surları gezildi ve yoğun
geçen birkaç günün ardından 22 Ekim 1898 tarihinde İmparator ve ailesi Hayfa’ya
hareket etti.
Kayzer’in bir haftaya yakın süren İstanbul ziyareti sona
ermiş, gezinin ikinci ve belki de en önemli kısmı başlamıştı. Bunun hikâyesini
de Prof. İlber Ortaylı’dan okuyalım: “İmparator’un asıl Haçlı Seferi
“Hohenzollern” yatı 25 Ekim’de Hayfa’da demirledikten sonra başladı.
Yöneticileri, eşrafı ve ruhanî reisleriyle bütün Suriye, İmparator’u görülmedik
bir tantana ile karşıladı. Yol boyu resmî görevliler dışında, Katolik ve
Protestan Alman kolonisi kendisine eşlik ettiler, İmparator’a yüksek rütbeli
127 Osmanlı memur ve askeri refakat ediyordu. Kendisini karşılamak için Hassa
Ertuğrul Alayı önceden Hayfa’ya hareket etmiş, hepsine yeni üniformalar
giydirilmişti. İmparator ve kalabalık maiyyeti 29 Ekim’de atla Kudüs’e ulaştı,
İmparator’u bu beldede bütün ruhanî reisler karşıladı. O simdi bir hacı
rolündeydi. Ruhanî reislerin hepsine bol bol ihsanlarda bulundu. Sadece
Protestanların değil, Katolik Almanların da imparatoru olduğunu göstermek için,
Katoliklerin ruhanî reisi Kardinal Piavi’ye en yüksek nişanlardan biri olan
Roiher Adler orden’i tevcih etti. Katolik misyon reisleri ise ‘imparatorun
tarihî toprakları şereflendirmesinden kıvanç duyduklarını ve gelecek için
umutlarının arttığını’ belirttiler. İmparator hac seferi sırasında,
Filistin-Alman kolonisinin (Alman Yahudileri dahil) misyon reisleriyle ayrı
ayrı görüştü, her birine vaat ve ihsanlarda bulundu. Ağlama Duvarı’nı, Rum
Ortodoks Kilisesi’ni ve hatta Mescidu’l-Aksa’yı bile ziyaret etti”.
Kayzer, 31 Ekim 1898 günü ise bu ziyaretinin en önemli
amaçlarından biri olan Kudüs’teki Alman kilisesinin (Erlöserkirche) açılışını
yaptı. Kilisenin açılışı “Reformasyon Günü” olarak bilinen ve Protestanlığın
ilan edildiği tarihin yıldönümü olan güne denk düşecek şekilde planlanmıştı.
Wilhelm, açılış töreninde Alman milliyetçiliğine vurgu içeren konuşmasından
sonra Hayfa’da demirli bulunan yatına döndü. Buradan hareketle de 12 Kasım’da
Beyrut’ta karaya çıkıp 13 Kasım’da trenle Şam’a geçti ve Emevi Camii’nde
Selahattin Eyyubi’nin mezarını ziyaret ederek meşhur konuşmasını yaptı. Kayzer,
bütün Osmanlı coğrafyasında büyük yankı uyandıran bu konuşmada şunları
söylüyordu:
“Burada bütün
zamanların en kahraman askeri Sultan Selâhaddin’in mezarı önündeyim.
Majesteleri Sultan Abdülhamid’e misafirperverliğinden dolayı teşekkür borçluyum.
Gerek Majeste Sultan, gerekse Halifesi olduğu dünyanın her tarafındaki 300
milyon Müslüman bilsinler ki, Alman İmparatoru onların en iyi dostudur”.
Kayzer’in bu ziyaretinde İslamiyet’e yaptığı vurgular o
kadar güçlüydü ki “kendisinin Protestanlığı bırakıp Müslüman olduğu” şeklinde
bir dedikodu bile ortalıkta dolanmaya başlamıştı. İmparatorluk çevreleri bu
dedikoduları hiçbir zaman yalanlamamıştı. Belli ki gerçek dışı bu söylentinin
Osmanlı coğrafyasında “şüyu bulmasına” siyasî nedenlerle o sırada göz yumulması
tercih edilmişti. Osmanlı Hükümeti, ziyaretin başarılı geçmesi için büyük çaba
harcamış; misafirlerin rahat etmeleri için hiçbir fedakârlıktan kaçınmamıştı.
Öte yandan, bu vesile ile Sultan Abdülhamit’le Kayzer arasında da samimi bir
dostluk kurulmuştu. Çok değil, 20 yıl kadar sonra iki büyük imparatorluğun da
sonunu getirecek bir “talihsiz” ittifakın temelleri belki de bu seyahat
sırasında atılmıştı..
. KAYZER’İN ÜÇÜNCÜ ZİYARETİ VE SONUN BAŞLANGICI... YIL
1917... Kayzer’in İstanbul’a üçüncü ziyareti, 1917 yılının Eylül ayında
Almanya’nın müttefiklerine moral vermek için yapılan Balkan seyahati
çerçevesinde gerçekleşti. İtilaf donanmasının deniz yollarını tutması
dolayısıyla demiryolu ulaşımının tercih edildiği seyahat sırasında ev sahibi bu
defa Sultan Reşat olmuştu. Sofya üzerinden Osmanlı topraklarına giren
İmparator’a ilk karşılama, 15 Ekim 1917 tarihinde Küçükçekmece Tren
İstasyonu’nda yapıldı. Burada Şehzade Ziyaeddin Efendi, Başkumandan Vekili
Enver Paşa ve Almanya Büyükelçisi Hakkı Paşa bekliyordu. Hep beraber
İmparator’un içinde bulunduğu vagona binilerek İstanbul’a hareket edildi.
Sirkeci İstasyonu’nda da Sultan Reşat, yanında diğer oğlu Şehzade Ömer Hilmi
Efendi olduğu halde hazır bulunuyordu. Sirkeci İstasyonu’ndaki karşılama
töreninden sonra Sultan Reşat sağına II. Wilhelm, karşısına da Enver Paşa’yı
alarak saltanat arabasına bindi ve yolun iki tarafında biriken halkın ve
öğrencilerin tezahüratları ve denizden atılan selamlama toplarının gürültüsü
altında hep birlikte İmparator’un kalacağı Şale Köşkü’ne gidildi. İmparator’a
mihmandar olarak tahsilini Almanya’da yapmış olan ve Çanakkale Muharebeleri
sırasında 3’üncü Kolordu Komutanlığı görevinde bulunan Esat Paşa seçilmişti.
Kayzer’in İstanbul ziyareti, bol cami ve müze ziyareti ile
bol ziyafetten oluşuyordu. Sultan Reşat ile birkaç defa görüştüler. Bu
görüşmelerden birinde Sultan Reşat, Kayzer’e “mareşal” unvanını vermişti. Bunun
üzerine Kayzer, ziyaretin geri kalan kısmında Osmanlı mareşali üniformasıyla ve
mareşallik kılıcıyla dolaştı. Bu arada, eski dostu devrik Sultan Abdülhamit’in
kaldığı Beylerbeyi Sarayı’na bir memurunu göndererek hatır sormayı da ihmal
etmemişti.
İmparator’un programının anlamlı bir bölümü de Çanakkale
muharebe sahasına ziyareti olmuştu. Kayzer, 16 Ekim 1917 akşamı Sultan’ın
Dolmabahçe Sarayı’nda onuruna verdiği yemekten sonra saat 22.00 civarında
sarayın önünden Yavuz zırhlısına bindi ve yanında Enver Paşa ile Esat Paşa
olduğu halde Çanakkale’ye doğru hareket etti. İmparator’u taşıyan Yavuz
zırhlısı, 17 Ekim 1917 Çarşamba günü sabahı Çanakkale’ye ulaştı. II. Wilhelm,
saat 09.00’da askerî bir törenle karaya çıkarak otomobille Hamidiye Tabyası’na
geçti. Burada kendisine 18 Mart 1915 günü ve Çanakkale Boğaz Muharebeleri
hakkında harita üzerinde bilgi verildi ve Boğaz muharebeleri sırasında
batırılan bir İngiliz gemisinin maketi hediye edildi. Tahtadan kalem kutusu
şeklindeki gemi maketinin üzerinde “Çanakkale, 18 Mart 1915” ibaresi
bulunuyordu.
II. Wilhelm, daha sonra Gelibolu Yarımadası’na geçerek
Anafartalar, Arıburnu ve diğer muharebe alanlarını gezdi. Çanakkale’de 5’inci
Ordu Komutanı görevinde bulunmuş olan Liman von Sanders Paşa, kendisine
muharebe sahası ve muharebelere hakkında bilgi aktarımı yapıyordu. Kayzer, aynı
gün saat 17.00’de askerî törenle tekrar Yavuz zırhlısına binerek İstanbul’a
hareket etti ve ertesi sabah İstanbul’a ulaştı. Aynı gün akşamı ise yine Sultan
Reşat’ın kendisi için Dolmabahçe Sarayı’nda verdiği yemeğe katıldı, yemekten
sonra da İstanbul’dan ayrıldı.
Uğurlama için karşılamada olduğu gibi Sultan Reşat, Kayzer’i
saltanat arabasıyla Sirkeci’ye kadar götürmüştü. Bu arada saat gece 22.30’u
geçmiş olmasına rağmen caddelerde yine binlerce kişi toplanmış; alkışlar ve
tezahüratlarla Kayzer’i uğurlamışlardı. II. Wilhelm’in treni, istasyonda
bulunan resmî erkânın selam ve alkışları arasında saat 23.00’de Sirkeci’den
hareket etti. Şehzade Ziyaeddin Efendi, Harbiye Nazırı Enver Paşa ve Berlin
Sefiri Hakkı Paşa yine Küçükçekmece’ye kadar Alman İmparatoru’nun yanında
bulundular. Böylece II. Wilhelm’in Osmanlı Devleti’ne gerçekleştirdiği üçüncü
ve son ziyareti sona erdi.
14 ilkbahar 2021 İzmir’in simgesi Saat Kulesi. İzmir’in
Konak Meydanı’nda bulunan ve Sultan Abdülhamit’in tahta çıkışının 25. yıldönümü
münasebetiyle 1901 yılında açılan kulenin saati, Kayzer II. Wilhelm’in
hediyesidir.
VE KAYZER TAHTINI BIRAKIYOR... Kayzer Wilhelm, tüm
karizmatik kişiliğine rağmen tahta çıktıktan bir süre sonraki bazı beyan ve
davranışları ile ve uluslararası ilişkilerde yaptığı bazı diplomatik gaflar
sonucu Avrupa’daki prestijini epey
sarsmıştı. Birinci Dünya Savaşı sırasında ülkesindeki siyasî ağırlığı da
giderek azalmış ve fonksiyonu, ödül törenleri vb. sembolik görevlerin icrasına
indirgenmişti. Tarihçiler, Kayzer’in savaş süresindeki liderlik konumunun
“yetersiz ve etkisiz” olduğu noktasında birleşmiş görünmektedirler. Bu sırada
her ne kadar ülkedeki önemli görevlere atamalar hâlâ kendisinin onayından geçse
de idaredeki karar verme sürecinin dışına itilmiş ve imparatorluk aslında
Hindenburg ve Ludendorff gibi güçlü generallerin etkisinde adeta bir askerî
diktatörlüğe doğru sürüklenmişti. 1918’in Ekim Kasım’ına gelindiğinde ise
Almanya’da konjonktür tümüyle değişmiş; isyanlar başlamış ve artık bir
“cumhuriyet”e doğru yol alan ülkede Wilhelm’in hem orduda hem o sırada kurulmuş
olan sivil hükümette hem de Alman halkı nezdindeki desteği tümüyle çökmüştü.
Wilhelm, şartların
zorlamasıyla başka çaresi kalmadığı için 9 Kasım 1918’de tahttan feragat etti.
Ertesi gün de bir tren ile Birinci Dünya Savaşı’nın tamamında tarafsızlığını
muhafaza etmiş olan Hollanda’ya sürgüne gitti. Kısa bir süre sonra imzalanan ve
müttefiklerle Almanya arasındaki savaşı resmen bitiren Versailles
Antlaşması’nın 227. maddesi “uluslararası ahlâka ve antlaşmaların kutsiyetine
karşı işlediği suçlar” nedeniyle Wilhelm’in kovuşturulmasını öngörüyordu.
“Tarihi galipler yazar” düsturuna uygun olarak, müttefikler savaştaki yaklaşık
9 milyon asker ve 7 milyon sivilin ölümünün tek sorumlusu olarak Almanya’yı
görüyorlardı.
Müttefiklerin taleplerine rağmen Hollanda Kraliçesi
Wilhelmina ve Hollanda Hükümeti, Wilhelm’i iade etmedi. ABD Başkanı Wilson da
Wilhelm’in savaş suçlusu olarak yargılanmasının “uluslararası düzeni
istikrarsızlaştıracağı ve barışı kaybettireceği” gerekçesiyle iadeye karşı çıkmıştı.
Bir ilginç not da Wilhelm’in kuzeni İngiltere Kralı V. George’un eski
Kayzer’den “tarihin kaydettiği en büyük cani” olarak bahsetmesi ancak Başbakan
Lloyd George’dan gelen “Kayzer’i asalım!” çığlıklarına muhalif kalmasıydı.
Sürgün yıllarını Hollanda’nın küçük bir kasabasında satın
aldığı evde geçiren bir zamanların kudretli Kayzer’i II. Wilhelm, 3 Haziran
1941 yılında, Almanya’nın Sovyetlere yönelik askerî harekâtının başlamasından
sadece birkaç hafta önce 82 yaşında hayatını kaybetti.
No comments:
Post a Comment