Emekli Büyükelçi A. Bülent Meriç : Türkiye Montrö Boğazlar
Sözleşmesinden Vazgeçebilir mi? Kanal İstanbul aslında bir ABD projesi midir?
27 Mart 2021
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Mustafa Şentop, 24
Mart 2021 günü Habertürk televizyonunda katıldığı canlı yayında, “Sayın
Cumhurbaşkanımız isterse , İstanbul Sözleşmesi’den bir kararname ile çekildiği
gibi, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’den de, diğer uluslararası antlaşmalardan da
çekilebilir.” diyerek hem Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası antlaşmalardan
ayrılma usulünü, hem de 85 yıldır başarıyla uygulanan Montrö Boğazlar Rejimi’ni
tartışmaya açmıştır.
Sayın Meclis Başkanı’nın görüşlerine muhalefetin tepkisi
maalesef çok zayıf kalmıştır.
Sayın Şentop, uluslararası antlaşmalardan ayrılma bağlamında,
“Anayasanın 90. maddesine göre üç adım var. Birinci adım imzalanma aşaması. Bu
yürütmenin yetkisindedir bizde. Ya Dışişleri Bakanı, hükümet yetkilisi veya
diplomat imzalar. İkinci aşaması antlaşmanın onaylanmasının uygun bulunması. Bu
parlamentonun yetkisindedir. Bunu biz kanunla yapıyoruz. Üçüncü aşama onaylanma
aşaması. Burada da yetki daha önce Bakanlar Kurulu’ndaydı, şimdi yeni sistemde
Cumhurbaşkanında. Cumhurbaşkanı onayladıktan sonra yürürlüğe girer. Meclis’in
uygun bulması onaylama izni veriyor. Cumhurbaşkanı onaylamayabilir. Parlamento
aşaması onaylamayı zorunlu kılan bir aşama değildir.” demiştir.
Böylece, bir hukukçu olan Sayın Şentop zihninde, bir TBMM
Başkanından beklenmeyecek şekilde, demokrasinin ve dillerden düşmeyen milli
iradenin temsil edildiği kurumunu sahipleneceğine, uluslararası antlaşmalardan
çıkmayı sadece Sayın Cumhurbaşkanının iradesine bağımlı hale getirmiştir.
Uluslararası antlaşmalardan çıkılmasının usulü, İstanbul
Sözleşmesi’nin feshedilmesi bağlamında yetkili kurumlarımızın karar vereceği
bir konudur. Nitekim, ana muhalefet partisi bu konuyu Danıştay’ın
değerlendirmesine getirmiştir. Yüksek Mahkeme, Sayın Şentop gibi tersine yorum
mantığına bağlı kalırsa, kanaatimce yeni sistemin bir demokrasi açığı daha
ortaya çıkmış olacaktır.
Esas konumuz Sayın Cumhurbaşkanımızın kendi deyişiyle “inatla”
üzerinde durduğu Kanal İstanbul projesi ve bunun Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne
etkisidir.
Siyasi otoritenin neden Kanal İstanbul projesi üzerinde ısrarla
durduğu kamuoyunda uzun süredir tartışılmakta ve bu durum iktidar tarafından
Boğazlardaki trafiği hafifletme; muhalefet tarafından ise ekonomik rant sağlama
mülahazasına bağlanmaktaydı. İktidar, 20 milyar ABD Doları tutacağı resmen
belirtilen, ama maliyetinin daha yüksek olacağı tahmin edilen bu projenin
gerekliliği hususundaki gerekçeyi ayrıntılı izah etmeye ihtiyaç hissetmemişti.
Sayın TBMM Başkanının ifadesi, canlı yayında kendisine yöneltilen
soruların baskısı altında metinden ayrılarak yapılan bir şahsi beyan değilse,
Kanal İstanbul’un gerisinde, esasta, Türkiye’nin çevresindeki jeo stratejik
dengeyi değiştirmeye yönelik bir düşüncenin bulunduğunu açığa çıkarmıştır. Bu,
Türkiye’nin geleceği açısından son derece riskli bir adım olacaktır.
Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Lozan Barış Antlaşması ile birlikte
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu antlaşmasıdır. 1923 Lozan Antlaşması’nda
İstanbul ve Çanakkale boğazlarının yönetimi bir uluslararası komisyona bırakılmıştı.
1936 Montrö Sözleşmesi ile uluslararası komisyonun yetkileri Türkiye’ye
devredilmiştir. Boğazlar üzerinde Türkiye’nin egemenliği tesis edilmiş ve
silahsızlandırma statüsüne son verilmiştir.
Montrö, dünyanın ikinci büyük savaşa doğru gittiği dönemde,
uluslararası koşulları akıllıca kullanan Atatürk’ün dış politika dehasının bir
ürünüdür.
Sözleşme Türkiye’nin; Karadeniz’e kıyısı olan ve kıyısı olmayan
devletlerin çıkarları arasında bir denge sağlamıştır.
Türkiye’nin çıkarları, savaş gemilerinin geçişinin önceden
Türkiye’ye bildirilmesi, savaş gemilerine sayı ve tonaj bakımından getirilen
sınırlamalar, geçişin gündüz yapılması, Boğazların üstünden savaş uçağı
uçmasının yasaklanması, kıyıdaş devletlerin denizaltılarının ancak
Karadeniz’deki üslerine gitmek amacıyla, gündüz ve su yüzeyinde seyretmeleri
koşullarıyla geçmesi, Türkiye’nin girdiği bir savaş durumunda Boğazlardan geçiş
rejiminin Türkiye’nin takdirine bırakılması gibi hükümlerle korunmaktadır.
Karadeniz devletlerinin güvenliği, kıyıdaş olmayan devletlerin
savaş gemilerine getirilen sınırlamalarla sağlanmaktadır.
Kıyıdaş olmayanlar toplam 45 bin tondan fazla savaş gemisini
Karadeniz’de bulunduramamakta; bunlar en fazla 21 gün kalabilmekte ve
Boğazlardan bir seferde 9’dan veya 15 bin tondan fazla gemiyi
geçirememektedirler.
Günümüzde savaş gemilerinin tonajlarında büyük değişiklikler
olduğu göz önünde bulundurulduğunda Montrö’nün, Karadeniz’in, kıyıdaş devletler
arasında bir barış ve istikrar alanı olması imkanını verdiği açıklık
kazanmaktadır.
Karadeniz’e kıyısı bulunmayan devletlerin çıkarları ise, ticaret
gemileri için serbest geçiş rejimi ile korunmuştur.
Montrö Sözleşmesi’in yapıldığı tarihten bugüne kadar geçen 85
yılda uluslararası sistemde ve koşullarda meydana gelen değişikliklere rağmen
söz konusu denge başarıyla korunmuştur.
1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin uluslararası boğazlardan
geçiş rejiminde, yukarıda değinilen yetkilerden hiçbiri kıyı devletine
verilmemiştir.
Bu gerçek karşısında, Türk heyetinin çabaları sonucu, Sözleşme
metnine, rejimi uluslararası anlaşmalarla düzenlenen boğazların statülerinin
saklı tutulacağına dair bir madde eklenmiştir. Bir başka değişle, Montrö
Sözleşmesi ortadan kalkarsa, Türkiye’nin Boğazlardan geçiş konusunda sahip
olduğu yetkileri koruması beklenemez.
Montrö Boğazlar Rejimi’nin Türkiye’nin eliyle ortadan
kaldırıldığı ve Kanal İstanbul’un trafiğe açıldığı ortamda, hem Boğazlar, hem
Kanal İstanbul, Türkiye’nin egemenlik alanı içerisinde bulunmakla birlikte,
ticaret ve savaş gemileri arasında ayırım gözetilmeksizin serbest geçiş
rejimine tabi birer uluslararası su yolu statüsünü taşıyacaklardır.
Bu durumda anılan su yollarında zararsız geçiş hakkının mı,
yoksa transit geçiş hakkının mı geçerli olacağı tartışmaya açılacaktır. Transit
geçiş hakkı, karasularında uygulanan zararsız geçiş hakkına nazaran kıyıdaş
devletin egemen yetkilerini daha sınırlayıcı niteliktedir. Süveyş Kanalı’nın
uluslararası statüsünü düzenleyen 1888 İstanbul Sözleşmesi, Panama Kanalı’nın
statüsüne dair 1903 ve 1977 antlaşmaları ve Uluslararası Daimi Adalet
Divanı’nın 1921 Kiel Kanalı kararı bu durumu teyit etmektedir.
Öte yanda, Türkiye’nin hangi gemilerin Boğazlardan, hangilerinin
Kanal İstanbul’dan geçeceğini belirleme yetkisi de bulunmayacaktır.
Dolayısıyla, Kanal İstanbul’un Boğazlardaki trafiği
hafifleteceği argümanı gerçeği yansıtmamaktadır.
Montrö Sözleşmesi’nin feshedilmesini ve Kanal İstanbul’un
devreye sokulmasını bir de jeo stratejik planda değerlendirmekte fayda
vardır. Karadeniz deniz alanını da kapsayan “Büyük Karadeniz Havzası” bugün
stratejik önemi çok yüksek bir bölgedir. Avarasya ana karasında hakim durumda
bulunan Rusya, 1993 yılından beri izlediği “Yakın Çevre” politikasıyla SSCB’in
dağılmasıyla kaybettiği, periferisindeki tampon alanı yeniden kazanmayı
hedeflemektedir.
Rusya ayrıca, Suriye ve Libya krizlerinden yararlanarak
Akdeniz’deki stratejik hesaplara katılmıştır.
Kuşak ve Yol Projesi ile gerek Büyük Karadeniz Havzasını, gerek
Akdeniz’i ilgi alanı içerisine alan Çin ile Rusya arasında, karşılıklı çıkar
temelinde bir stratejik işbirliğinin geliştiği görülmektedir.
Gücünü denizlerdeki hakimiyetinden alan ABD ise, bir yanda Rusya
ve Çin arasındaki stratejik işbirliğini bozmak ve Avarasya coğrafyasında
gerçekleşmesine yardımcı olduğu renkli devrimler neticesi ortaya çıkan yandaş
rejimlerle Rusya’yı ana karanın kuzeyine hapsetmeye; diğer yanda ise, Çin’i
çevrelemek suretiyle Kuşak ve Yol Projesi’ni akamete uğratmaya çabalamaktadır.
Atlantikçi bazı Avrupa Birliği üyesi devletler de ABD’ne, bu mücadelesinde
yardımcı olmaktadırlar.
Montrö rejimi ABD’in Karadeniz deniz alanında istediği gibi
askeri varlık göstermesini engellemektedir.
2008 yılında Gürcistan-Rusya; 2013 yılında ise Ukrayna-Rusya
krizlerinin tırmandırılması, Montrö’nün hükümlerine hassasiyetle uyan Türkiye’nin
sayesinde önlenmiştir.
Montrö’den en fazla ABD ve onun Karadeniz’deki stratejik
ortakları olan Bulgaristan, Romanya ve Gürcistan şikayetçidir. ABD’in elinde 15
bin tonun altında savaş gemisi çok azdır. 45 bin tondan fazla gemi ya da uçak
gemisini uzun süre bulunduramamaktadır. ABD denizaltılarının girişi ise mümkün
değildir.
Montrö feshedildiği ve Kanal İstanbul devreye girdiği takdirde,
ABD bu sınırlamalardan kurtulacak ve Karadeniz’de dilediği gibi askeri varlık
gösterebilecektir. Böylece, Doğu Akdeniz’den sonra Karadeniz de uluslararası
sistemin önde gelen aktörlerinin boy gösterdikleri, rekabet ettikleri bir barut
fıçısına dönebilecektir.
Bugün, Deniz Kuvvetlerimizin Karadeniz’de üstünlüğü devam
etmektedir. Rus donanması eskimiştir ve yenilenmesi gerekmektedir. Diğer
kıyıdaş devletlerin donanmaları ise Türkiye’ninki ile rekabet edebilecek
nitelikte değildir.
Acaba, güneyinden ve batısından Batılı stratejik ortakları
tarafından kuşatılmış bulunan Türkiye, Deniz Kuvvetlerinin bu askeri
üstünlüğünü feda etmek ve kendi elleriyle kuzeyinden de çevrelenmek mi
istemektedir?
Dış politika, doğası gereği sorunları çözme mantığı üzerinde
kurgulanmalıdır.
Zamanın dış politikası ise sanki ülkenin başına yeni sorunlar
çıkarmaya ayarlanmıştır.
Bu anlaşılması zor tutum karşısında şu soruyu sormak
meşrulaşmaktadır:
Kanal İstanbul bir Amerika projesi midir?
No comments:
Post a Comment