Kılıçdaroğlu’nun strateji arayışı
Roj Esir Girasun, “Kılıçdaroğlu’nu uzlaşmacı ve ikna edici bir moderatör olarak önümüzdeki dönem siyasetinde görmeye devam etme ihtimalimiz, muhalefetin diğer aktörlerinin de beraber yol yürüme isteğiyle paralel olacak” diyor.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanı olarak göreve geldiği 2010 yılının hemen öncesi AK Parti iktidarının en parlak yıllarıydı. 2007 seçimleriyle beraber sağ siyasetin 1980 sonrasındaki iki büyük dinamosu Demokrat Parti ve Anavatan Partisi (ANAP) siyaseten marjinalize olmuş; Saadet Partisi tabanı büyük oranda AK Parti’ye eklemlenmeye başlamıştı.
Hem seküler sağdan hem koptuğu milli görüş geleneğinden siyasi partilerin AK Parti karşısındaki bu zayıf hali; CHP’nin artık İslamcılığı tehdit göstererek kıyıdaki seküler sağ oyları kazanabilmesi dışında bir siyaset alanı bırakmamıştı.
Önce Şaban Dişli’nin istifasının önünü açan sürecin belgelerini açıklayan sonrasında AK Parti’nin o dönem ağır toplarından Dengir Fırat’la girdiği tartışmada başarılı performans gösteren Kılıçdaroğlu, sonraki 10 yılda da yolsuzluklarla en çok anılacak Melih Gökçek’e karşı girdiği ikili tartışmalarda sunduğu belgelerle adından sıklıkla söz ettirdi.
2009 yerel seçimlerinde CHP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkan adayı olan Kılıçdaroğlu, partisinin oylarını %25 oranında arttırarak kamuoyunun yakından tanıdığı bir isim haline geldi.
Deniz Baykal’ın 2010 yılının Mayıs ayında Türkiye’nin gündemini sarsan kaset olayı sebebiyle istifa etmesi, zaten epeydir kamuoyu önünde parlamakta olan Kılıçdaroğlu’nun olağan genel başkan adayı olarak olağanüstü kongreye gitmesini sağladı.
2010 yılında askeri vesayet karşıtlığı, özgürlükçü anayasa gibi vaatleri öne çıkararak müttefiklerinin de desteğiyle bir anayasa referandumuna giden AK Parti’nin eli oldukça güçlüydü.
En sağdan en sola geniş kesimlerin destek açıklamalarıyla yapılan “Evet” kampanyasının karşısına “Hayır” kampanyasıyla çıkan çiçeği burnunda genel başkan, estirdiği bireysel rüzgârın tersine dönemin “Evetçi” rüzgârına karşı başarılı olamadı.
CHP’nin son seçimde aldığı oyların tamamına yakınını Hayır’da tutmasına rağmen muhalefetin kalan kısmının, özellikle de MHP’nin kendi seçmenini Hayır’a ikna edemeyişinin de etkisiyle Kılıçdaroğlu’nun da içinde olduğu “Hayır Bloku” sandıktan büyük bir yenilgi aldı.
Kılıçdaroğlu’nun bundan sonraki seçim serüvenleri de büyük başarılarla anılmadı. Seküler sağı konsolide etmeyen çalışan, merkezdeki oyları hedefleyen ve o dönemde muhalefet olan MHP ile birlikte doğru işler yaparak sonuçları bekleme üzerine kurulu stratejisi Kılıçdaroğlu’nun muzaffer lider olarak anılmasına yetmeyecekti.
2002 seçimlerinde ANAP, Genç Parti ve DYP’nin aldığı %20’nin üstündeki merkez oyların büyük çoğunluğunun AK Parti’ye yönelmesine, Saadet Partisi’nin erimesine ve muhafazakâr siyaset alanı içinde AK Parti’ye alternatif olarak ortaya çıkan HAS Parti’nin dağılmasına değin birçok faktör, Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP’nin, sırtını klasik cumhuriyetçi/Atatürkçü tabana yaslayarak siyaset yapma lüksünü ortadan kaldırdı. Üstüne de merkez sağdaki boşluğu dolduracak isimlerden İslami muhalefete birçok ismi yanında taşımak zorunda kaldı.
2014 yerel seçimlerinde Baykal’ın eski dişli rakibi olan, merkez-sağ imajı güçlü Sarıgül’ü İstanbul’dan, MHP’nin 2009 yerel seçimlerinde adayı olarak sürpriz bir başarıya imza atan Mansur Yavaş’ı Ankara’dan, eski AK Partili Lütfü Savaş’ı Hatay’dan aday yapması, Kılıçdaroğlu’nun önümüzdeki seçimlerde de nasıl bir yol izleyeceğinin işaretlerini vermişti.
CHP’li seçmenin gönlünü hoş tutacak adaylardan ziyade CHP’nin kemik tabanı haricindeki değişik kesimlerden oy alabilecek isimlerin ön plana çıkarılması Kılıçdaroğlu’nun CHP’yi farklı kitlelerle buluşturma çabasının ürünlerindendi.
2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ekmeleddin İhsanoğlu tercihi her ne kadar o günden bugüne sıklıkla eleştirilse de Kılıçdaroğlu’nun muhafazakarların gönlünü kazanmadan ve muhalefeti büyük ölçüde bir araya getirmeden seçim kazanmasının imkansızlığını anladığına dair önemli bir işaret olarak kayda geçti.
Öyle ki Kılıçdaroğlu 7 Haziran 2015 seçimleri öncesinden bugüne gelen süreçte belki henüz kendisinin de hiç kullanmadığı bir sloganın icracısı olacaktı: “Partini Değil Muhalefeti Büyüt!”
2018 Cumhurbaşkanlığı seçiminde Kılıçdaroğlu’nun Saadet Partisi ile birlikte Abdullah Gül’ü Cumhurbaşkanı adayı yapma isteği; parti içinde rakiplerinin ağır eleştirileri ile olası bir yenilginin yaratacağı liderlik krizinin yanında CHP’nin siyasetini yeterince sert bulmayan seküler milliyetçi CHP’lileri henüz kurulan İYİ Parti’ye kendi eliyle teslim etme riskini de barındırıyordu.
HDP’nin barajı aşamama ihtimali sebebiyle gündeme gelen “CHP seçmeninin emanet oyları” tartışmalarını “demokratik tutum” diyerek cesaretlendirmesi ve baskın seçim sebebiyle seçime katılım imkânı zorlaşan İYİ Parti’ye vekil transfer ederek seçime katılımın önünü açması Kılıçdaroğlu’nun bu yöndeki önceliğinin açık işaretiydi.
CHP içindeki ulusalcıların ideal cumhurbaşkanı adayı ve kendisinin son kurultaydaki en büyük rakibi olan İnce’nin adaylığına onay veren Kılıçdaroğlu, arzu ettiği yol bu olmasa da Gül’ün adaylığı çabasındaki başarısızlık sonrası hem parti içi demokrasi mesajı vermiş hem de CHP’den muhalefetin diğer parçalarına akabilecek oyların önünü kesebilecek bir strateji izlemiş oldu.
2019 yerel seçimlerinde merkeze yakın duran aday tercihleriyle eleştiri oklarını üzerine çeken Kılıçdaroğlu, parti içindeki muhalefetin “ikinci Ekmeleddin vakası olur” diyerek karşı çıktığı İmamoğlu’nu ve ülkücü olması sebebiyle karşı çıkılan Mansur Yavaş’ı tabanına ve parti içi muhalefete rağmen aday göstererek bu şehirleri kazanmayı başardı.
Kılıçdaroğlu bugün, CHP içindeki tartışmaların muhasebesiyle olduğu kadar zorunlu şartların dayatmaları sebebiyle siyaset yapmayı öğrendi/öğreniyor. Acil bir ihtiyaç haline geldiği için toplumun farklı kesimlerine ulaşmanın yollarını arıyor. HDP’lilerin onurunu incitmeden ve İYİ Parti’li milliyetçileri ürkütmeden Saadet Partisi ile yol yürürken, içeride halen arada beliren katı laikçi damara karşı kalkan olmak Kılıçdaroğlu’nun sınavının zor yanları.
Yine elitist kodları güçlü CHP geleneğinin temsilcileriyle ters düşmekten çekinmeyen bir siyaset izlerken içeride başka bir sol popülist diskurla siyaset yapmayı önerenlerle nasıl baş edeceği de Kılıçdaroğlu için cevabı verilmesi kolay olmayacak sorular.
Bugün Erdoğan’ın, tabanını daha önce bir çözüm sürecine sonrasında ise milliyetçi ve devletçi bir dile nasıl ikna ettiği çıplak gözlerle görülüyor. Bu durum Erdoğan’ın başarısı olduğu kadar dönüştürücü siyasetin Türkiye’deki zeminine dair önemli işaretler de içeriyor.
Kılıçdaroğlu’nun ise parti içinde yavaş ama etkili bir dönüşüm sağlamasındaki başarısını parti tabanını dönüştürme konusunda gösterdiğini söylemek pek mümkün değil. Siyasetin, gücünün önemli bir kısmını sayısal başarılardan aldığı muhakkak ama değişim iddiasının cesurca dile getirilemediği bir sayısal başarının orta vadede kalıcı bir siyasal başarıya ulaşamayacağını da hatırda tutmak gerekiyor.
Bugün sosyal demokrat bir parti olma iddiasındaki CHP, Kılıçdaroğlu döneminde tüzük ve kongrelerde bu iddiasının altını çizerken, Suriyeli mülteciler konusunda zaman zaman aşırı sağcı siyasetle yarışır bir dil kullanmasıyla, demokrasi iddiasının mülteci karşıtı oylarla takas edilebildiği kaygısını güçlendiriyor.
Bu durum da CHP’deki demokratik değişim iddiasının teorisi ve yol haritası olan zihinsel bir değişimden ziyade iktidardan uzak olmaktan kaynaklanan bir liberalleşmenin zorunlu sonucu olabileceği konusunda kafa karışıklığını arttırıyor.
AK Parti iktidarının seçimi kaybetme ihtimali arttıkça yeni dönemin ana aktörlerinden biri olma ihtimali güçlenen CHP’nin, seçimi “dostlarla” kazanabileceğine dair önemli bir referansı var. Ancak bu referans, iyi bir yönetim sergilenebileceğinden emin olmaya yetmiyor.
Erdoğan sonrası Türkiye için “güçlendirilmiş eski”ye dönmekten daha fazlasını ortaya koymak ve buna dair kamuoyunun güvenini kazanmak gerekiyor. Dört başı mamur bir anayasa önerisinin olmayışı, nasıl bir ekonomik program yürüteceğine dair bütünlüklü bir manzara sunamayışı ve dış politikada özgün karakterini ortaya koyamayışı gibi handikaplar, seçimlerin muhalefet blokundaki en güçlü adayı olan CHP’nin ülke yönetme konusunda aynı güveni vermekte başarısız olmasının başlıca sebepleri olarak sıralanabilir.
Hasılı, “genel başkan ve hatip” Kılıçdaroğlu çoğu kimse tarafından başarılı bulunmuyor olsa da alışık olunmayan liderlik tarzıyla ve iyi bir stratejist olmasıyla Türkiye siyasetinin hatırlananları arasına adını yazdırmış durumda.
Kılıçdaroğlu’nu Türkiye siyasetindeki güçlü liderlerden biri olarak değil ama uzlaşmacı ve ikna edici bir moderatör olarak önümüzdeki dönem siyasetinde görmeye devam etme ihtimalimiz, muhalefetin diğer aktörlerinin de beraber yol yürüme isteğiyle paralel olacak.
Kılıçdaroğlu’nun son iki seçimde getirdiği denklemi ne oranda büyütebileceği sorusunun cevabı, farklı kesimleri aynı yolda birlikte yürümeye ikna ve teşvik etme becerisinin Adalet Yürüyüşü ile başlayan serüveni açısından bir başarı ölçütü olacak.
ROJ ESİR GİRASUN KİMDİR?
1992 Diyarbakır doğumlu olan Girasun, Artuklu Üniversitesi Kürdoloji bölümü mezunudur. MAZLUMDER ve Hak İnisiyatifi Diyarbakır şubelerinde yöneticilik yapmıştır. 2018 yılından bu yana Diyarbakır merkezli Rawest Araştıma’da genel müdür olarak görev yapmaktadır.
No comments:
Post a Comment