Altılı platform kalıcı barışın teminatı olabilir
Türkiye
ve Azerbaycan yetkililerinin son dönemlerde Ermenistan ile ilişkiler konusunda
yaptıkları açıklamalar, sorunların kalıcı çözüme kavuşturulması, bölgesel
işbirliği ve genel olarak bölgenin geleceği açısından umut veriyor.
Araz Aslanlı |18.12.2020
İstanbul
Türkiye ve Azerbaycan yetkililerinin son dönemlerde
Ermenistan ile ilişkiler konusunda yaptıkları açıklamalar, sorunların kalıcı
çözüme kavuşturulması, bölgesel işbirliği ve genel olarak bölgenin geleceği
açısından umut veriyor. Tabii eğer Ermenistan kendisine de zarar veren saldırgan
tutumundan vazgeçerek yapıcı bir tutum sergilemeye başlarsa...
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Karabağ zaferi dolayısıyla
düzenlenen askeri törene katılmak üzere gerçekleştirdiği son Bakü ziyareti
sırasında hem Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev ile birlikte düzenlediği
basın toplantısında hem de askeri törende yaptığı konuşmada Ermenistan ile
ilişkiler konusunda önemli açıklamalar yaptı. Cumhurbaşkanı Erdoğan bölgede
oluşması arzu edilen altılı platformun herkesin kazanacağı bir girişim olduğunu,
Ermenistan’ın da bu sürece katılarak olumlu adımlar atmasının
Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde yeni bir sayfa açabileceğini ifade etti.
Türkiye’nin kapılarını Ermenistan’a kapatma gibi bir derdinin asla olmadığını,
Ermenistan halkına kini bulunmadığını, barışın ve işbirliğinin mümkün
olabileceğini, bunun için Ermenistan’ın saldırgan söylem ve politikalarından
vazgeçmesi gerektiğini vurguladı.
Hatırlanacağı üzere Erdoğan 2008 yılında da Kafkas İstikrar Paktı (Kafkas
İstikrar ve İşbirliği Platformu) önerisinde bulunmuş, Rusya, Azerbaycan ve
Gürcistan’ı ziyaret ederek girişimine destek aramıştı. Fakat Rusya ile
Gürcistan arasındaki savaş sonrası gerginlik, Türkiye-Rusya ilişkilerinin
durumu, ABD başta olmak üzere Batılı ülkelerin bu girişime sıcak bakmaması ve
Türkiye’nin bu günküyle kıyaslandığında bölgesel etkinliğinin daha zayıf olması
nedeniyle bu girişim başarıyla sonuçlanmamıştı. Konu ilk defa 18 Kasım 1999’da
dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından İstanbul’daki Avrupa Güvenlik
ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) zirvesinde ortaya atılmış fakat arka planda
kalmıştı.
Sözde “soykırım” iddialarının ortaya
çıkışını, tarihsel gelişimini, günümüzde hâlâ nasıl baskı aracı olarak
kullanılmaya çalışıldığını araştıran herkes, bölgeyle ilgili emperyalist
çıkarları bulunan ülkelerin, lobinin ve Ermenistan’daki siyasal güçlerin bu
konu üzerinden Ermeni toplumunu nasıl esir aldıklarını iyi bilmektedir.
Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev de ortak basın toplantısında
bölgedeki üçlü işbirliği formatlarını (Türkiye-Azerbaycan-Gürcistan,
Azerbaycan-Rusya-İran ve Türkiye-Rusya-İran) örnek göstererek bu işbirliği
formatlarını genel bir formata dönüştürmenin mümkün olduğundan bahsetti. Ayrıca
Ermenistan’ın son savaştan ders çıkarması ve geleceğe daha olumlu bakması
halinde, onun da bu formatta yer alabileceğini özel olarak vurguladı.
Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da yaptığı açıklamalarda,
Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin geleceğine Azerbaycan ile birlikte karar
vereceklerini, komşularına yönelik toprak iddialarından vazgeçerse
Ermenistan’ın da işbirliğinin bir parçası olacağını, Ermenistan ve halkının
bundan kazançlı çıkacağını ifade etti.
Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin geçmişi
Aslında Türkiye’nin bu söylemi yeni değil. Türkiye henüz SSCB dağılmadan
önce, bölgeyle ilgili olarak, Ermenistan’ı da kapsayacak şekilde, işbirliği
ortamının oluşturulması arzusunda olmuştu. Fakat uzun yıllardan beri Ermenistan
toplumuna zerk edilen Türkiye ve Türk düşmanlığının yanı sıra, Sovyetler
Birliği’nin dağılması sırasında vuku bulan Ermenistan’ın Azerbaycan’a yönelik
toprak talepleri ve daha sonraki işgalci saldırıları hem bu ülkenin içerisindeki
gelişmelerin hem de dış politikasının belirleyici unsurları olmuştu ve kuşkusuz
Türkiye ile ilişkiler de bu süreçten nasibini almıştı.
Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin ilk dönemlerine baktığımız zaman,
Ermenistan’ın olumsuz tavırlarına rağmen, Türkiye’nin ilişkileri geliştirmeye
yönelik politikalarını görmekteyiz. Ermenistan Parlamentosu’nun 23 Ağustos
1990’da kabul ettiği Bağımsızlık Bildirgesi’nin 11. maddesinde, Türkiye’nin
Doğu Anadolu Bölgesi için “Batı Ermenistan” ifadesine yer verilmiş, aynı
zamanda sözde “Ermeni Soykırımı”nın uluslararası alanda tanınması çabaları
vurgulanmıştı. Ermenistan anayasasının 13. maddesinin 2. paragrafında, devlet
armasında Ağrı dağının da bulunduğu belirtilmektedir. Ermenistan, çeşitli
dönemlerde ortaya attığı, Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınırı belirleyen
1921 tarihli Kars ve 1920 tarihli Gümrü antlaşmalarının yürürlükte olmadığı
iddiasını, son dönemlerdeki gelişmelere rağmen, belirli ölçülerde halen
savunmaktadır.
Ermenistan genel anlamda komşularına
yönelik saldırgan politikasını değiştirmeden ve komşularının toprak
bütünlüklerine saygı göstermeden, Türkiye-Ermenistan ilişkilerini geliştirme
girişimlerinin başarısız olacağı açıktır ve nitekim başarısız olmuştur. Ermenistan’ın
bu yanlış politikaları sadece Türkiye ile ilişkiler konusunda değil, genel
anlamda bir başarısızlık, “başarısız devlet” modeli doğurmaktadır.
Ermenistan’ın Azerbaycan’a yönelik işgalci politikasının yanı sıra, henüz
bağımsızlık mücadelesi sırasında, Türkiye’ye karşı açıkça saldırgan bir tavır
içerisine girmesine rağmen, Türkiye Cumhuriyeti Eylül 1991’de incelemelerde
bulunmak üzere Kafkasya ve Türkistan (Orta Asya) ülkelerine heyetler yollarken
Ermenistan’ı da ihmal etmemişti. 16 Aralık 1991 tarihinde Ermenistan’ın
bağımsızlığını tanıyan Türkiye, bağımsızlığının ardından ekonomik güçlüklerle
karşılaşan Ermenistan’a insani yardımda bulunmuştu. Türkiye ayrıca toprakları
üzerinden Ermenistan’a insani yardım malzemesi gönderilmesine imkân tanımıştı. Ermenistan
25 Haziran 1992’de kurulan Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü’ne (KEİ) Türkiye
tarafından kurucu üye olarak davet edilmişti. Fakat Ermenistan’ın ısrarla
sürdürdüğü çatışmacı tutum nedeniyle, Türkiye’nin Ermenistan ile diplomatik
ilişki kurması mümkün olamamıştır.
Bu dönemlerde zaman zaman sözde “soykırım” iddialarını bir kenara
bırakmanın ve Türkiye ile ilişki geliştirmenin gerekliliğinden bahsedenler
olmuşsa da, Ermenistan genelde saldırgan siyasetini sürdürmeye devam etmiştir.
Bardağı taşıran damla ise Ermenistan’ın Azerbaycan’ın Kelbecer bölgesini işgal
etmesi ve sonrasında Türkiye’ye yönelik toprak iddialarını resmî dilde ifade
etmesi olmuştur. Türkiye Nisan 1993 başlarında Azerbaycan’a yönelik işgal
girişimlerini sürdüren Ermenistan’ı uyarmış, Ermenistan’ın işgalci tavrını
sürdürmesi üzerine önce kara sınırını ve daha sonra hava koridorunu
kapatmıştır.
İlişkilerdeki sorunların nedenleri ve Türkiye’nin
koşulları
Türkiye Ermenistan ile ilişkilerini sınırları kapatma, uçak seferlerini
iptal etme ve hava koridorunu kapatma şeklinde sınırlandırırken ilişkilerin
geliştirilmesini şu koşullara bağlamıştır: Ermenistan’daki “soykırım”
saplantısı kalksın; Ermenistan Türkiye’ye yönelik toprak talebinden vazgeçsin;
Ermenistan tarafından işgal edilmiş Azerbaycan toprakları geri verilsin ve
göçmenlerin evlerine dönüşüne müsaade edilsin; Azerbaycan’ın diğer bölgeleri
ile Nahçıvan arasındaki koridor açılsın.
Türkiye için Ermenistan ile ilişkilerin olumsuzluğu bir hedef olmamış, bu
nedenle de sonraki süreçte Türkiye Ermenistan ile ilişkileri geliştirmek için
defalarca girişimlerde bulunmuş, fakat olumlu sonuç alamamıştır. Örneğin
1995’te Ermenistan’dan olumlu bir cevap gelir umuduyla İstanbul-Erivan arasında
uçak seferlerine imkân veren H-50 hava koridorunun açılmasına izin verilmişti.
Ermenistan’ın buna karşılık attığı adımlar ise Türkiye’ye yönelik daha sert
tepkiler şeklinde olmuştu. Ermenistan hem uluslararası kuruluşlar ve yabancı
devletler nezdinde Türkiye’yi suçlamaya devam etmiş hem de PKK terör örgütüne destek
vermiştir.
Ermenistan’ın Türkiye’ye yönelik saldırgan tavrı resmî ve gayri resmî
düzeyde süreklilik arz etmiştir. Örneğin Ermenistan Devlet Başkanı Robert
Koçaryan 6-8 Eylül 2000 tarihleri arasında New York’ta gerçekleştirilen
Birleşmiş Milletler (BM) Milenyum Zirvesi’nde yaptığı konuşmasını, tamamen
Türkiye’yi sözde “soykırım” yapmakla ve bunu kabul etmemekle suçlamak üzerine
kurmuştu. Kasım 2004’te ise önce Koçaryan Avrupa Parlamentosu (AP) Başkanı
Josep Borrell’e yazdığı mektupta Türkiye’nin “soykırımı” tanımamasının onun
Avrupa Birliği (AB) üyeliğine engel teşkil ettiğini vurgulamış, ardından
Ermenistan Dışişleri Bakanlığı sözde “soykırımın” uluslararası alanda tanınması
çabalarının en üst düzeyde süreceğini açıklamıştı. 9 Aralık 2004’te Dışişleri
Bakanı Vartan Oskanyan’ın AB’yi Türkiye’ye daha fazla baskı yapmaya çağırması,
konuya ilişkin başka bir örnek teşkil etmişti. Ermenistan eski Devlet Başkanı
Serj Sarkisyan’ın hem başbakan olduğu sırada (örneğin 23 Ekim 2007’deki ABD
ziyareti sırasında) hem devlet başkanlığı sırasında (örneğin BM Genel
Kurulu’nda yaptığı konuşmalarda, Erivan’da düzenlenen resmî törenlerde, basına
yaptığı açıklamalarda, yabancı ülkeleri ziyaretlerinde) sözde “soykırım”
iddialarının tüm dünyada tanınması için çaba sarf edeceklerini açıklamıştı.
Erivan’da her yıl 24 Nisan’da düzenlenen resmî törenlerde Türk bayrağı
yakılmış, hatta Türk bayrağı anma töreninin gerçekleştirildiği yere serilerek
törende bulunanların bayrağı ayakları altına almaları sağlanmıştır.
Protokoller süreci
Tüm bunlara rağmen, Türkiye iyi ilişkilerden yana olması sebebiyle,
yıllardır gizli yürüttüğü Ermenistan ile diyalog (bazı Dışişleri Bakanlığı
yetkililerinden ve bilim insanlarından oluşan ortak komisyon) çalışmalarına
2008 yılından itibaren farklı boyut kazandırmaya başlamış, 2008 yazından
itibaren Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde hızlı gelişmeler yaşanmıştı. En
önemli gelişmelerden biri Eylül 2008’de eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün
Azerbaycan’da büyük tepkilere neden olan “futbol diplomasisi” çerçevesinde
Erivan’ı ziyareti olmuştu.
Bu dönemde Cumhurbaşkanı Gül’ün ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun
Ermenistan ile ilişkiler konusundaki tutumu nedeniyle Azerbaycan-Türkiye
ilişkilerinde olumsuz bazı gelişmeler yaşanma ihtimali varken, dönemin
Başbakanı Erdoğan’ın bu konudaki sıkıntıları gidermek üzere gerçekleştirdiği
Azerbaycan ziyareti ve Azerbaycan parlamentosunda yaptığı konuşma Azerbaycan’ı
rahatlatmıştı.
Yine de 10 Ekim 2009’da Türkiye ile Ermenistan arasında daha önce paraf
edilmiş olan protokoller büyük bir törenle İsviçre’de imzalanmıştı. Fakat daha
sonra protokoller konusunda olumlu bir gelişme yaşanmamış, her iki tarafta da
olumlu tablodan ziyade karşılıklı suçlayıcı beyanlar daha çok dikkat çekmişti.
Hatta Türkiye-Ermenistan protokolünün imzalandığı gün erken saatlerde Dışişleri
Bakan Yardımcısı Şavarş Koçaryan’ın mevcut Türkiye-Ermenistan sınırının
"soykırım" sonucunda oluştuğunu öne sürmesi ve "şartlar
değiştiği takdirde var olan sınırın yeniden sorgulanabileceğini"
açıklaması, Ermenistan’da konuya bakışın çok değişmediğinin göstergelerinden
olmuştu. Bu süreçte de AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan
20 Ekim 2009 tarihinde AK Parti TBMM grup toplantısında yaptığı konuşmada,
hükümetin ve şahsının, Azerbaycan Milli Meclisi’nde yaptığı konuşmanın
arkasında olduğunu vurgulayarak “Herkes şundan emin olsun: Biz Azerbaycan
bayrağını Türk bayrağı gibi, Azerbaycan topraklarını, Türkiye toprakları gibi
aziz ve kutsal bildik, yine öyle biliriz. Bakü’de yatan şehitlerimiz, bunun
şanlı şahitleridir” demek suretiyle Azerbaycan’a güvence vermiş ve
Azerbaycan-Türkiye ilişkilerinde fitne peşinde olanlara fırsat vermemişti.
Ermenistan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan 22 Nisan 2010 tarihinde yaptığı
televizyon konuşması ile protokollerin onay sürecinin dondurulduğunu
açıklamıştı. 16 Şubat 2015 tarihinde ise Sarkisyan’ın protokolleri Ermenistan
parlamentosundan geri çektiği açıklanmıştı.
Sonraki yıllarda Türkiye Azerbaycan’ın toprak bütünlüğüne desteğini daha
güçlü bir biçimde ifade etmiş, Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin gelişmesi için
Ermenistan’ın uluslararası hukuka uygun davranması gerektiğini vurgulamıştır.
Türkiye için Ermenistan ile ilişkilerin
olumsuzluğu bir hedef olmamış, bu nedenle de sonraki süreçte Türkiye Ermenistan
ile ilişkileri geliştirmek için defalarca girişimlerde bulunmuş, fakat olumlu
sonuç alamamıştır.
İlişkilerin geleceği
Türkiye-Ermenistan ilişkilerindeki mevcut durumun (sınır kapılarının kapalı
olmasının) sorumlusu Türkiye değildir. Yukarıda anlatıldığı üzere, Türkiye
Ermenistan’ın bağımsızlığını ilk tanıyan ülkelerden birisi olmasına rağmen
Ermenistan’dan olumlu karşılık bulmamış, tam aksine, Ermenistan’ın toprak
iddiaları ve sözde “soykırım” suçlamalarıyla karşılaşmıştır. Türkiye aleyhtarı
bu faaliyetler hem Ermenistan yetkilileri hem Ermenistan’daki siyasi partiler
ve sivil toplum örgütleri hem de Ermeni lobisi tarafından yürütülmüştür.
Sözde “soykırım” iddialarının ortaya çıkışını, tarihsel gelişimini,
günümüzde hâlâ nasıl baskı aracı olarak kullanılmaya çalışıldığını araştıran
herkes, bölgeyle ilgili emperyalist çıkarları bulunan ülkelerin, lobinin ve
Ermenistan’daki siyasal güçlerin bu konu üzerinden Ermeni toplumunu nasıl esir
aldıklarını iyi bilmektedir.
Ermenistan genel anlamda komşularına yönelik saldırgan politikasını
değiştirmeden ve komşularının toprak bütünlüklerine saygı göstermeden,
Türkiye-Ermenistan ilişkilerini geliştirme girişimlerinin başarısız olacağı
açıktır ve nitekim başarısız olmuştur. Ermenistan’ın bu yanlış politikaları
sadece Türkiye ile ilişkiler konusunda değil, genel anlamda bir başarısızlık,
“başarısız devlet” modeli doğurmaktadır.
İlişkilerin gelişmesi ancak Ermenistan’ın uluslararası hukuka ve iyi
komşuluk ilişkilerinin ruhuna uygun davranması halinde söz konusu olabilir.
Ermenistan’ın bunu yapmadan, Batılı ülkelerin desteğiyle Türkiye üzerinde baskı
kurma girişimleri daha önce defalarca denenmiş ve sonuçsuz kalmıştır.
İlişkilerin geleceği için, Ermenistan’ın komşularına yönelik tüm toprak
iddialarından mutlaka vazgeçmesi, Türkiye’ye yönelik saldırgan söylemlerini
terk etmesi, resmî belgelerinde Türkiye’nin toprak bütünlüğünü hiçe sayma
girişimleri olarak nitelendirilebilecek ifadeleri değiştirmesi gerekmektedir.
Hiç kuşkusuz, bunlar yapılınca, Ermenistan da dahil olmak üzere bölge ülkeleri
arasında işbirliği güçlendirilebilir, Kafkasya bir barış, istikrar, refah
bölgesine dönüştürülebilir. Aksi takdirde, Türkiye ve Azerbaycan yıllardır
geliştirdikleri projeleri sürdürmeye ve bunlara yenilerini eklemeye devam eder.
Kaybeden ise sadece bu projelerin dışında kalarak kendisini hapseden, söylem ve
adımlarıyla sadece bölge dışı güçlerin bölgedeki emperyalist politikalarına
yardımcı olan Ermenistan olur.
[Azerbaycan Devlet Gümrük Akademisi Daire Başkanı olan Araz Aslanlı aynı
zamanda Kafkasya Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Araştırmalar Merkezi
(QAFSAM) Başkanıdır]
No comments:
Post a Comment