Bir Hatıra Pulunun Atatürk ve
İnönü Dönemlerindeki Dış Politikamız Hakkında Hatırlattıkları, Düşündürdükleri
06 Aralık 2020 E. Büyükelçi Tugay Uluçevik
Paylaş
Değerli araştırmacı ve yazar, özellikle
Ermenilerin sözde “soykırım” iddia ve iftiralarını belgelere dayanarak çürüten
eserleri olan Mehmet Arif Demirer Ankara Koleji’nden arkadaşımdır. Ortaokul ve
lise yıllarında birlikte izcilik yapmıştık. Zaman zaman ülkemizle ilgili
konular ve sorunlar hakkında görüş alışverişinde bulunuruz.
Son bir sohbetimizde bana Türkiye’de 15
Temmuz 1939 tarihinde yayınlanmış olan bir hatıra pulu serisinden söz etti.
“Amerika Birleşik Devletleri İstiklâlinin 150. Yıldönümü Hatırası” pulları. 6
adet puldan oluşan bir seri.
Devletlerin, özellikle aralarında yakın
dostluk ilişkileri olanların, birbirlerinin mutlu ve şerefli günlerinin
sevincini paylaşmaları çerçevesinde, o günlerin anısına hatıra pulu
bastırmaları uygulaması öteden beri vardır. Bu uygulama, devletlerarası
münasebetlerde devletlerin karşılıklı olarak “iyi muamelede bulunma”,
birbirleriyle “güzel ve hoş geçinme” arzularının bir ifadesi olarak teamül
(gelenek) şeklinde kendini gösterir. Devletler hukukunda eski dilde rastlanan
“mücâmele-i düvelliye” veya “mücâmele” kavramları devletler arasındaki bu çeşit
davranış biçimini ifade eder.
Filateli (pulculuk) kataloglarına
baktığımız zaman günümüzde de Türkiye’nin çeşitli yabancı devletlerle ortak
hatıra pulları çıkardığını veya önemli uluslararası günlerin veya olayların
anısına pul bastırdığını görüyoruz.
Bununla beraber, ABD’nin bağımsızlığının
150. Yıldönümünü kutlamak için Türkiye’nin 1939’da çıkardığı hatıra pulu
serisini olağan bir hatıra pulu yayınlama olayı olarak algılanmasının eksik ve
hattâ yanlış değerlendirmeye sebep olacağı görüşündeyim.
Bu pul serisi, hem hedefi, temel
ilkeleri ve öncelikleri Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından belirlenmiş ve
uygulanmış olan Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikasının nitelikleri
bakımından olduğu kadar, yayınlandığı dönemin dış siyasî şartları bakımından da
anlam ve önem taşımaktadır.
Bahis konusu hatıra pulu serisi Ulu
Önderimiz Atatürk’ün ebediyete intikalinden 7 ay sonra yayınlanmıştır. Bu
olguyu, dış politikamızın Atatürk’ten sonra da esas itibarıyla O’nun zamanında
belirlenmiş olan şekil ve nitelikleriyle sürdürüldüğünün somut kanıtlarından
biri olarak görmekteyim.
Konuyu üç perspektiften değerlendirmek
istiyorum:
I. Atatürk’ün dış politikasının
nitelikleri ve başlıca uygulamaları;
II. Atatürk’ün döneminde, özellikle
Roosevelt’in başkanlığı sırasında Türk – Amerikan ilişkileri;
III. İnönü dönemindeki dış
politikamızın ve hatıra pulunun çıkarıldığı 1939 yılının genel dünya şartları
bakımından özellikleri.
“Atatürk dönemi” 19 Mayıs 1919’dan 10
Kasım 1938’e kadar uzanan 19 yılı kapsamaktadır.
O’na ATATÜRK soyadı TBMM tarafından 24
Kasım 1934 tarihinde verildi.
İstiklâl Savaşımızı ve ilk 11 yılında da
Devletimizi “Gazi Mustafa Kemâl” olarak yönetmişse de, ben sunumumda,
başlangıçtan itibaren Büyük Önderimizin ismini ATATÜRK olarak zikredeceğim.
Çünkü, ben O’nun Milletimiz için ATATÜRK olarak dünyaya geldiğine inanmaktayım.
Dış politika söz konusu olduğunda
Atatürk döneminin şu üç ayrı devrede irdelenmesinin amaca daha uygun olacağını
düşünüyorum:
1.Millî Mücadele;
2.Lozan Barış Konferansı;
3. Türkiye Cumhuriyeti devresi.
Çünkü, genel ilkeler ve temel nitelikler
aynı olmakla beraber, dış politikada takınılmış olan tutumların, yapılan
uygulamaların her devrenin kendine özgü şartlarından kaynaklanan
sebep ve saikleri ve uygulanış şekilleri olabilmektedir.
I. ATATÜRK DÖNEMİNİN DIŞ POLİTİKASININ
NİTELİKLERİ VE BAŞLICA UYGULAMALARI
1. Dış politikanın nitelikleri:
A. Millî Dış Politika:
Millî Mücadele yıllarındaki ve
sonrasındaki Atatürk’ün dış politikasının en başta gelen ayırıcı niteliği (eski
dilde “fârik vasfı”) “millî” olmasıdır.
Atatürk Büyük Nutuk’ta “Türkiye'nin,
Türk milletinin takip etmesi lâzım gelen siyasi prensip” hakkındaki görüşünü
şu sözlerle açıklamıştır:
“Bizim kendisinde açıklık ve tatbik
kabiliyeti gördüğümüz siyasî meslek (okul, ekol, öğreti), millî siyasettir.
Dünyanın bugünkü genel şartları ve asırların beyinlerde ve karakterlerde
biriktirdiği hakikatler karşısında hayalperest olmak kadar büyük hata olamaz.
Tarihin ifadesi budur; ilmin, aklın, mantığın ifadesi böyledir…. Milli
siyaset dediğim zaman kastettiğim mânâ ve öz şudur: Milli sınırımız dahilinde,
her şeyden evvel kendi kuvvetimize dayanarak mevcudiyetimizi muhafaza ederek
millet ve memleketin hakiki saadet ve bayındırlığına çalışmak ... Rastgele sonu
gelmez emeller peşinde milleti meşgul etmemek ve zarara uğratmamak ... Medeni
cihandan, medeni ve insani muamele ve karşılıklı dostluk beklemektir.” [1]
B: Barışçı Dış Politika:
Millî Mücadelemizin başlamasıyla
birlikte izlenen ve kurucu irade tarafından Türkiye Cumhuriyeti için de
belirlenen dış politika, tarih bilinci içinde hedefi açık olarak belli, akılcı,
gerçekçi, dengeli, devletler arasında egemen eşitlik ve “ahde vefa” [2] ilkesine
saygılı; güvenilir, öngörülebilir, inandırıcı, diyaloga açık ve “barışa”
yönelik olmuştur.
C. Sadece
Millî Menfaatlere Yönelik Dış Politika:
Atatürk’ün dış politika anlayışında ve
uygulanmasında iç siyaset kaygılarına, güdülerine, hamasete ve maceracılığa yer
verilmemiştir. Dış politikamız siyasî, tarihî, dinî vs. dogmalardan, ön
yargılardan, saplantılardan arındırılmış ve tarih bilincine sahip olarak sadece
millî menfaatlerimize uygun hedeflere yöneltilmiştir.
Bu gerçeğe, değerli meslek Büyüklerimden
merhum Büyükelçi Aptülahat Akşin “Atatürk’ün Dış Politika İlkeleri Ve Diplomasisi”
adlı eserinde şu ifadelerle işaret etmiştir:
“(Atatürk)duygularıyla
değil belki gerçeklere bakarak, ülkenin genel menfaatlerine uygun gördüğü yolda
davranmasını bilen bir devlet adamı idi.” [3]
D. Eşitlik
İlkesi
Atatürk’ün dış politika için nazarî
plânda savunduğu ve uluslararası ilişkiler uygulamalarında hassasiyetle
gözettiği temel ilkeler arasında “eşitlik” başta gelmiştir. Emperyalist
güçlerin Osmanlı Devleti’ne kabul ettirdiği kapitülasyonların sonuçlarının
ıstırabını yaşamış bir vatansever olarak, Milletimize ve Devletimize uluslararası
camiada eşitlik esasına göre kayıtsız ve şartsız egemenliğini ve bağımsızlığını
kazandırmak O’nun için tutku ve ülkü olmuştur.
Misak-ı Millî’nin lafzen ve ruhen
temelini oluşturan temel ilkelerin de “egemenlik” ve “eşitlik” olduğu da bir
olgudur.[4]
E. Atatürk İttifak İlişkileri Hakkında
İhtiyatlıydı:
Atatürk döneminde Dışişleri Bakanlığında
önemli görevler ifa etmiş olan merhum Büyükelçi Aptülahat Akşin Atatürk’ün
ittifak politikası hakkındaki anlayışına ve görüşlerine dair şu açıklamaları
yapmaktadır: [5]
“Atatürk dış politikasının ayırt
edici bir başka vasfı da başka devletlerle askerî ittifaklardan ve
bağlantılardan kaçınmak isteyişi olmuştur. Çünkü her ittifak, bu ittifakın
sarih ve zımni olarak aleyhine müteveccih olduğu devlet veya devletler
nezdinde şüphe ve rahatsızlık, hattâ güvensizlik doğurur ve binnetice mukabil
ittifak veya kombinezonları tahrik eder. Bu ise, herkesle iyi geçinmek isteyen
ve kimsenin toprakları ve menfaatleri aleyhinde art düşünce ve davranışı
olmayan Türkiye’nin ana dış politika ilkelerine aykırı olurdu. (Meğer ki işin
içinde sarih hayatî menfaatlerimizi tehdit eden bir durum olsun)…...Sovyet
Rusya ile samimi ve pürüzsüz iyi komşuluk münasebetleri güttük, fakat müttefik
değildik. İki ülke münasebetlerini düzenleyen 1925 Antlaşması bir ittifak
antlaşması değildi…..Atatürk’ün ittifaklardan, hele büyük devletler
kombinezonlarından uzak kalmak istemesinin sebebi şu idi: Bir büyük devletle
ittifak halinde iki müttefik devlet arasındaki münasebetler kolaylıkla hâmi (himaye
eden, koruyan) ve mahmi (himaye olunan, korunan) münasebetleri
haline inkilâb edebilirdi (dönüşebilirdi) ve bu ittifakların
karşılığı çoklukla zayıf milletin sırtından çıkarılırdı.
Babıâli’nin Çarlık Rusya’sıyla Mısırlılara karşı varlığını korumak için,
yaptığı Kanlıca Antlaşması’yla, bedeli Kıbrıs’la ödenen ve Osmanlı
İmparatorluğunu Rusya’ya karşı korumayı hedef tutan Türk – İngiliz Antlaşması
bunun tarihî örnekleridir…..Atatürk’ün Balkan devletleriyle bağıtlamış olduğu
İttifak Antlaşması Balkan statükosunun korunmasını hedef tutan bir istisna
idi…..Atatürk bu ittifakın imzalanmasından sonra bir hayli kaygılandığını
saklamamıştır…..İran, Irak ve Afganistan’la Saadabat Antlaşması yapıldı.
Kendileriyle herhangi bir siyasî ve toprak ihtilâfımız olmayan bu kardeş
ülkelerle yaptığımız bu Pakt bir istişare paktından ibaretti.”
Büyükelçi Aptülahat Akşin bu çok iyi
anlaşılır anlatımı ile konuya yeterince ışık tutmuş bulunmaktadır.
2. Millî Mücadele Yıllarında Dış
Politika:
Atatürk önderliğindeki Millî
Mücadelemiz, sadece askerî alanda, cephede belirli düşmanlara karşı cereyan
etmiş değildir. Mücadelemizin amacı ve nihai hedefi hakkında içte ve dışta
başlayan yanıltıcı, baltalayıcı propaganda karşısında milletlerarası topluma
gerçeklerin anlatılması; mücadelemize siyasî ve maddî destek sağlanması
ihtiyacı da ortaya çıkmıştır. Bunun için de dış siyaset ve diplomasi cephesinde
de kararlı bir mücadele verilmiştir.
Millî Mücadelemizde adımlar atılmaya
başlarken, Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda milletimizin ve vatanımızın
geleceğini tayin etmek üzere galip devletlerle yapılacak barış antlaşmasının
temeli olarak, “mutlak egemen bir Türk Devleti kurulması” emelinin yanında,
içeride ve dışarıda çeşitli görüşler ve teklifler de ortaya atılmıştır.
Bunlar arasında “İngiltere’nin
himayesinin kabul edilmesi” ve bilhassa “Amerikan manda idaresinin altına
girilmesi” Sivas Kongresi’nin sonuçlanmasına kadar milli mücadele kulislerinde
dolaşan düşünceler olmuştur. “Millî egemenlik ve eşitlik” ve “vatanın bütünlüğü
ve bölünmezliği” ilkelerinden yoksun bu düşünceler, teklifler karşısında Mustafa
Kemal Paşa kurtuluş için Milletimizi tek ve kesin bir hedefe kilitlemeği
başarmıştır. Atatürk Nutuk’ta bu konuda şunları söylemiştir:
“Efendiler,….bir tek karar vardı. O
da milli hakimiyete dayalı, kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk devleti
tesis etmek! İşte, daha İstanbul'dan çıkmadan evvel düşündüğümüz ve Samsun'da
Anadolu topraklarına ayak basar basmaz tatbikatına başladığımız karar, bu karar
olmuştur.” [6]
Gerçekten, Büyük Önderimiz Samsun’a ayak
bastıktan sonra yayımlanan Amasya Tamimi’nde “Vatanın bütünlüğünün,
Millet’in istiklâlinin tehlikede olduğu” ilân edilmiştir.
“Milletin bağımsızlığını yine
milletin azim ve kararının kurtaracağına” olan inanç ifade edilmiştir.
“Milletin hal ve vaziyetini göz
önünde tutmak ve haklarının sesini cihana işittirmek için her türlü tesir ve
denetimden uzak bir milli heyetin varlığının elzem” olduğu
vurgulanmıştır.
“Milli bir kongrenin süratle
toplanması” için Milletimize çağrıda bulunulmuştur.
Erzurum Kongresi’nde “milli sınırlar
içinde Vatanımızın parçalanamaz bir bütün olduğu” beyan edilmiştir.
Sivas Kongresi’nde de Atatürk “ya
istiklâl ya ölüm” sözünü dile getirmiştir.
Bu sözlerle Milletimize, milli
mücadelemizin temel ilkeleri bildirilmiş; ana hedefini içeren parola
verilmiştir.
Böylece “Vatan’ın bölünmez bütünlüğü”
ve “Millet’in kayıtsız şartsız egemenliği” temelinde yeni bir Türk
Devleti kurma tek ve kesin hedefine yönelik Millî Mücadelemiz “ya istiklâl
ya ölüm” parolasıyla başlamış ve kesin zaferle sonuçlanmıştır.
Böylece, Milletimize Sèvres
Andlaşması’nı dayatarak vatanımızı parçalayıp paylaşmak emlinde olan
emperyalist güçlere, esas itibariyle Misak-ı Millî hudutları içinde “eşit
egemen bağımsız Türkiye” temelinde bir barış andlaşması yapmaktan başka bir
seçenek bırakılmamıştır.
A. Savaş Dış Politika Aracı Olamaz
Asker olan Atatürk savaşın dış politika
aracı olarak kullanılmasını reddeden, karşılaşılan sorunların hallinde
diplomasiyi kullanan bir önderdi. Bir hitabında savaş hakkındaki anlayışını şu
şekilde dile getirmiştir:
“Behemehal şu ve bu sebepler için,
milleti harbe sürüklemek taraftarı değilim. Harp zarurî ve hayatî olmalı.
Hakikî kanaatim şudur: Milleti harbe götürünce vicdanımda azap duymamalıyım,
öldüreceğiz diyenlere karşı, “ölmeyeceğiz” diye harbe girebiliriz. Lâkin,
hayatı millet tehlikeye maruz kalmayınca, harp bir cinayettir.” [7]
Mustafa Kemal Paşa, vatanımızın düşman
istilâ ve işgaline uğraması; bu durumun sonuçlarının antlaşma ile milletimize
zorla kabul ettirilmek istenmesi; Osmanlı Devleti’nin “kapitülasyon”
cenderesi içinde milletlerarası camianın eşit bir üyesi olarak hareket etme
yeteneğini kaybetmiş olması; bu yüzden de Hükûmet’in vatanımızın parçalanıp
paylaşılması tertipleri karşısında direnme iradesi ve gücü ortaya koyamaması;
istiklâlimizin, egemenliğimizin ve vatanımızın bütünlüğünün barışçı yollardan
sağlanması ümidinin de tamamen yok olması üzerine, İstiklâl Savaşımızı, Millî
Mücadelemizi başlatmıştır. Savaşa, vatanımız işgalden kurtarıldıktan sonra
egemen eşitlik temelinde gerçekçi ve kalıcı bir barışı emperyalist devletlere
kabul ettirmek amacıyla başvurmuştur. Bu suretle bölgesel ve evrensel
barışa da katlıda bulunulacağına inanmıştır.
B. Evrensel Barış Ve Huzur Hedefi
Millî Mücadelemizin önderlerinin
“evrensel barış ve huzura” verdiği değer, önem ve öncelik Erzurum ve Sivas
Kongrelerinde kabul edilen Bildirilerin 7. Maddelerinde diğer hususlar
meyanında yer alan, “âdil ve insanca şartları ihtiva eden bir barışın …..
âcilen kararlaştırılması, insanlığın selâmeti ve dünyanın huzuru namına başlıca
milli emellerimizdendir” şeklindeki ifade ile de başlangıçta açıkça
dünyaya ilân edilmiştir.
C. Atatürk Millî Mücadelemizde Kendi
Şahsî İradesini Değil Millet’in İradesini Hâkim Kılmıştır:
Sahip olduğu emsalsiz önderlik
vasıflarına, askerî dehasına ve şahsî karizmasına rağmen Mustafa Kemal
Paşa Millî Mücadelemize kendi kişisel iradesini değil, Millet’in iradesini
hâkim kılmıştır.
Yukarıda da bahsedildiği üzere, Atatürk
Samsun’da Anadolu’ya ayak basar basmaz Millet’in temsilcilerini Millî
Mücadelenin arkasında toplamak için düzenlemelere girişmiştir. Amasya’da
Anadolu’daki bütün ordu, kolordu, tümen kumandanlarına ve valilere yaptığı
tamimle Sivas’ta bir millî Kongre’nin en kısa sürede toplanmasını teminen
hazırlık yapılması çağrısında bulunmuştur. Erzurum Kongresi’nin kararlarının
uygulanmasını sağlamak için Temsil Heyeti oluşturulmuştur. Mustafa Kemal Paşa
Temsil Heyeti’nin Reisi olarak görev yapmıştır. Sivas Kongresi’nden sonra
Temsil Heyeti, TBMM’nin kurulmasına kadar geçen zaman zarfında, Millî Mücadelenin
“yürütme organı” gibi hareket etmiştir. Atatürk, Milletimize yaptığı çağrıları,
Anadolu’daki askerî birlik Komutanlarına ve Valilere gönderdiği mesajları
“Heyet-i Temsiliye” adına imzalamıştır. 23 Nisan 1920 günü Ankara’da açılan
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Millî Mücadelenin yürütülmesinde en üst
irade olmuştur. Mustafa Kemal Paşa’nın kumandası altındaki kahraman ordumuz
zafere ulaşmış; Vatanımız düşman işgalinden kurtarılmıştır.
D. Millî Mücadele Yıllarında Halkla
İlişkiler, İletişim ve Kamu Diplomasisi: [8]
Kaynaklar Mustafa Kemal Paşa’nın Millî
Mücadelemizi sadece mahir bir kumandan olarak değil, aynı zamanda, tecrübeli
bir siyaset adamı ve diplomat ustalığıyla sevk ve idare etmiş olduğunu ortaya
koymaktadır.
Günümüzde çağımızın teknik ve teknolojik
olanaklarıyla yürütülen iletişim siyasetinin, halkla ilişkiler ve kamu
diplomasisi faaliyetinin, Atatürk tarafından içe ve dışa dönük
veçheleriyle, hem Millî Mücadele boyunca savaş şartları içinde, hem istiklâlden
sonra Cumhuriyet döneminde, 1920’lerin, 1930’ların sınırlı teknik imkân ve
vasıtalarıyla gerçekleştirilmiş olduğu tartışılmaz bir gerçektir.
Atatürk’ün Büyük Nutuk’taki “bir
taraftan…İstanbul ricaliyle haberleşirken, bir taraftan da muhtelif vasıtalarla
kamuoyunu yokluyordum. Vereceğim kararın tatbikinin temini için ordunun
görüşünü almak da pek mühimdi” [9] şeklindeki
ifadesi de bu gerçeğin kanıtlarından biridir.
Sivas Kongresi’nde “Amerikan mandası”
konusunda kriz boyutlarına da ulaşma istidadı gösteren tartışmalar sırasında
iletişim tekniklerinin Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları tarafından hünerle
uygulanması sayesinde “istiklâl ve millî hakimiyet” hedefinden sapma
olmamıştır.
Millî Mücadele boyunca alınan kararlar,
yayınlanan bildiriler ve meydana gelen gelişmeler o günlerde mevcut iletişim
kanallarından sürekli olarak halkın bilgisine sunulmuştur. Halkla ilişkiler
faaliyeti olarak dönemin en tesirli iletişim vasıtası olan yazılı basından,
özellikle İrade-i Milliye ve Hâkimiyet-i Milliye Gazetelerinden istifade
edilmiştir. Yeni gazetelerle bu imkânın artırılmasına çalışılmıştır.
Ayrıca, TBMM’nin açılışından 17 gün önce
6 Nisan 1920'de kurulan Anadolu Ajansı da iç ve dış kamuoylarının Millî
Mücadelemiz hakkında muntazaman aydınlatılmasında önemli tarihî görevler ifa
etmeye başlamıştır.
Millî Mücadelemizle ilgili gelişmeler o
yıların önde gelen haber ajansları ve gazeteleri tarafından izlenmiş ve dünya
basınında haber konusu olmuştur. Mustafa Kemâl Paşa ve Mücadele’nin üst
kadrosuna dahil şahsiyetler yabancı gazetecilere verdiği mülâkatlarla o günün
şartlarında kamu diplomasisi uygulamışlardır.
Erzurum Kongresi’nden itibaren Millet’in
temsilcileriyle teker teker veya küçük gruplar halinde iletişim kurulmuş,
konular hakkında onların da görüşleri alınmıştır.
Erzurum ve Sivas Kongreleri esnasında
tüm gelişmeler bölgesel Kumandanlıklara da iletilmiştir. Böylece millî harekete
olan desteklerinin devamlılığı sağlanmıştır.
Mustafa
Kemal Paşa'nın Havza’da 28 Mayıs 1919 tarihinde yayınladığı Tamim’de halka “büyük
ve heyecanlı mitingler” düzenlenmesi çağrısı yapılmıştır. İlk protesto
mitingi 30 Mayıs 1919 günü gerçekleşmiş ve halk “her türlü saldırının
silâhla önleneceğine dair” and içmiştir. Bu mitingi takip eden
günlerde Anadolu’daki birçok kasabanın ve kentin ileri gelenleri, belediye
başkan ve üyeleri, sivil ve askerî erkân tarafından İstanbul'a, başta Amerikan
Başkanı Wilson olmak üzere, İngiltere Başbakanı Lloyd George’a ve diğer bazı
devletlerin Liderlerine çok sayıda protesto telgrafı gönderilmiştir.[10]
E. Amerikalı Gazetecinin Gözlemi:
ABD Başkanı Wilson’un 1918 yılının
başlarında bilinen “ilkelerini” yayınlamasından sonra, bu ilkelerin ABD’nin
menfaatlerine hizmet edebilmesini teminen Orta Doğu halkları üzerinde
uygulanabilecek manda sisteminin incelenmesi maksadıyla bizzat Başkan Wilson
tarafından “Amerikan King-Crane Komisyonu” kurulmuştur. [11] Bu
Komisyon üyesi Charles R. Crane 1919 yaz aylarında Küçük Asya’da incelemelerde
bulunmak üzere İstanbul’a gönderilmiştir. Sivas Kongresi’ne gözlemci olarak
davet edilen R. Crane zamanının müsait olmadığı gerekçesiyle yerine, yine o
sıralarda İstanbul’da bulunan Chicago Daily News gazetesinin Avrupa muhabiri
Louis Edgar Browne’nin Kongre’yi izlemekle görevlendirilmesini sağlamıştır.
Browne Sivas Kongresi boyunca Sivas’ta
kalmış, Mustafa Kemâl Paşa ve Kongre’nin önde gelen şahsiyetleri ile yakın
temas içinde olmuştur. Browne Chicago Daily News’da çıkan Kongre hakkındaki
seri yazılardan birinde şunları anlatmıştır: [12]
“Kongre’nin vardığı kararları
Dahiliye Nazır’ına telgrafla haber verdikleri zaman, Nazır bunları Padişah’a
bildirmeyi reddetti ve Mustafa Kemâl ile Rauf’a ‘hainler ve caniler’ diye hitap
etti. Bunun üzerine onlar da Dahiliye Nazır’ına ‘İngilizlere birkaç meteliğe
satılmış ucuz balık’ diye hitap ederek cevap verdiler.
…..Mustafa Kemâl telgrafhanede benim de
hazır bulunduğum bir Genel kurul topladı. Rauf Bey bütün konuşmaları bana
tercüme etti. Mustafa Kemâl derhal zecrî hareketlerin lâzım olduğunu ısrarla
söyleyince (Rauf Bey) pek sevindi. Bununla beraber Mustafa Kemâl Anadolu’nun
desteği olmadan harekete geçmeği reddetti.
O akşam şahit olduğum kadar verimli bir
haberleşme asla işitmedim. Yarım saat içinde Erzurum, Erzincan, Musul,
Diyarbakır, Samsun Trabzon, Ankara, Malatya, Harput, Konya ve Bursa telgrafla
Sivas’a bağlandı. Hattın bir başında Mustafa Kemâl, diğer başında da sırasıyla
bu şehir ve vilâyetlerin askeri komutanları ve mülkî amirleri yer almışlardı.
Bütün durum olduğu gibi izah edildi. Bir tek istisna ile Anadolu, Mustafa
Kemâl’e kendi kararıyla hareket etmesi ve sonuna kadar götürmesi için talimat
verdi (İstisna teşkil eden vilâyet, İtalyan taburlarının işgali altındaki
Konya’ydı).”
F. İstanbul’un İşgali ve Atatürk’ün
Faaliyetleri:
İtilâf Devletlerinin 16 Mart 1920 günü
İstanbul’u işgal etmeye başlaması üzerine Atatürk’ün içe ve dışa yönelik
yaptığı faaliyetler de iletişim ve kamu diplomasisinin tarihî örneklerini
oluşturmaktadır.
İtilâf Devletleri İşgal Komutanlığı
öncelikle İstanbul’daki telgraf merkezlerini ele geçirerek halkımıza bir resmî
bildiri yayınlamak istemiştir. Atatürk Anadolu’ya gönderdiği telgraflarla
düşman kuvvetlerinin bildirisinin alınmasını ve cevaplandırılmasını önlemiştir.
Ayrıca İstanbul'daki İngiliz, Fransız,
İtalya Siyasî Temsilcilerine, Amerika Siyasî Temsilcisine, bütün tarafsız
Devletler Dışişleri Bakanlıklarına ve Fransa. İngiltere, İtalya Meclisi
üyelerine verilmek üzere Antalya'da İtalyan Temsilciliği'ne 16 Mart 1920 günü
şu Bildiri’yi yapmıştır:
“İstanbul'da bütün resmi daireler,
milli bağımsızlığımızı temsil eden Meclis-i Mebussan dahi dahil olmak üzere,
İtilaf devletleri askeri kuvvetleri tarafından resmen ve zorla işgal edilmiş ve
milli emeller dairesinde hareket eden birçok vatanperver şahısların
tutuklanmasına da teşebbüs olunmuştur. Osmanlı milletinin siyasi hakimiyet ve
hürriyetine havale edilen bu son darbe, hayat ve mevcudiyetini ne pahasına
olursa olsun müdafaa etmeye azmetmiş olan biz Osmanlılardan ziyade, yirminci
asır medeniyet ve insanlığının mukaddes saydığı bütün esaslara, hürriyet,
milliyet, vatan hissiyatı gibi bugünün insan topluluklarına esas olan bütün
umdelere ve bu umdeleri vücuda getiren insanlığın genel vicdanına
indirilmiştir. Biz, haklarımızı ve bağımsızlığımızı müdafaa için giriştiğimiz
mücadelenin kutsiyetine ve hiçbir kuvvetin bir milleti yaşama hakkından mahrum
edemeyeceğine inanıyoruz. Tarihin bugüne kadar kaydetmediği bir suikast teşkil
eden ve Wilson prensiplerine dayalı bir mütarekenin, milleti müdafaa
vasıtalarından tecrit etmiş olmasından doğan bir hileye de dayanması hasebiyle,
ait oldukları milletlerin şeref ve haysiyetiyle dahi bağdaşmayan bu hareketin
mahiyetinin takdirini resmi Avrupa ve Amerika'nın değil, ilim ve irfan ve
medeniyet Avrupa ve Amerika’sının vicdanına bırakmakla yetinir ve bu hadiseden
doğacak büyük tarihi mesu1iyete son defa bir daha herkesin nazarı dikkatini
çekeriz. Davamızın meşruiyet ve kutsiyeti, bu müşkül zamanlarda, Cenabı Hak'tan
sonra en büyük yardımcımızdır. (Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Heyeti
Temsiliyesi) Mustafa Kemal” [13]
Atatürk’ün, aynı gün Milletimize hitaben
yayınladığı Bildiri de şöyledir:
“İtilaf devletlerinin şimdiye kadar
memleketimizi taksime yol bulmak için başvurdukları muhtelif tedbirler
malûmdur.
Evvelâ, Ferit Paşa ile anlaşarak Milleti
müdafaasız bir halde yabancı idaresine esir etmek ve memleketin muhtelif mühim
kısımlarını galip devletlerin sömürgelerine ilave eylemek düşünülmüştü. Kuvayi
Millîye'nin milletin genel desteği ile bağımsızlığın müdafaası hususunda
gösterdiği azim ve metanet, bu tasavvuru altüst etti.
İkinci olarak, Kuvayi Millîye'yi
aldatmak ve onun müsaadesiyle doğuda bir üstünlük kurma siyaseti takip etmek
için Heyeti Temsiliye’ye müracaat edildi. Heyet, Millet’in bağımsızlığını ve
memleketin bütünlüğünü temin etmedikçe ve bilhassa işgal sahalarının
tahliyesine teşebbüs olunmadıkça, hiçbir türlü müzakereye yanaşmadı.
Üçüncü olarak, Kuvayi Milliye ile birlikte
hareket eden hükümetlerin icraatına müdahale etmek suretiyle milli birliği
sarsmak ve hainane muhalefetleri teşvik ve cüretlerini artırmaya sevk eylemek
yolu takip olundu. Milli birliğin teşkil ettiği metanet ve dayanışma karşısında
bu saldırılar da eridi.
Dördüncü olarak, memleketin mukadderatı
hakkında endişe verici kararlar verildiğinden bahsolunmak suretiyle kamuoyuna
baskı yapılmaya başlandı. Namusu ve memleketi müdafaa uğrunda her fedakarlığı
göze almış olan Osmanlı milletinin azim ve iradesi önünde, bu tehditler dahi
fayda vermedi.
Nihayet bugün İstanbul'u zorla işgal
etmek suretiyle Osmanlı Devleti'nin yedi yüz senelik hayat ve hakimiyetine son
verildi. Yani, bugün Türk milleti, medeni kabiliyetinin, hayat ve bağımsızlık
hakkının ve bütün geleceğinin müdafaasına davet edildi. İnsanlık cihanının
takdirkar bakışları ve İslâm aleminin kurtuluş emelleri, hilâfet makamının
yabancı tesirlerinden kurtarılmasına ve milli bağımsızlığın büyük mazimize
lâyık bir iman ile müdafaa ve teminine bağlıdır. Giriştiğimiz bağımsızlık ve
vatan mücahedesinde Cenabı Hakk'ın yardımı ve inayeti bizimledir. Anadolu ve
Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyeti Temsiliyesi namına Mustafa Kemâl”
Atatürk, yine aynı gün, Anadolu’daki
bütün Valilere ve Kumandanlara “Heyeti-i Temsiliye namına Mustafa Kemâl”
imzasıyla gönderdiği talimatla “İstanbul'un ve resmi makamların, bilhassa
Meclisi Mebusan'ın İtilâf devletleri tarafından resmen ve zorla işgal edilmiş
olması karşısında İtilâf devletleri temsilcilerine ve bütün tarafsız devletler
hariciye nezaretleriyle İtilâf devletlerinin Millet Meclisi riyasetlerine
protesto telgrafları çekilmesini ve mitingler düzenlenmesini”
sağlamıştır.
Aynı zamanda bütün İslâm alemine de
hitap eden bir bildiri yayınlamıştır.
G. Erzurum ve Sivas Kongrelerinde Millî
Mücadele İçin Dış Destek ve Yardım Konusu:
Büyük Önderimiz Mustafa Kemâl Atatürk
Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Vatanımızın içine düştüğü durumu Büyük
Nutuk’ta şu sözlerle tasvir etmiştir:
“1919 senesi Mayıs’ının 19. günü
Samsun’a çıktım. Vaziyet ve manzara-ı umumiye (durum ve genel
manzara): Osmanlı Devleti’nin dahil bulunduğu grup, Harb-i
Umumî’de mağlûp olmuş Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şeraiti (şartları) ağır
bir mütarekename imzalanmış. Büyük harbin uzun seneleri zarfında, millet,
yorgun ve fakir bir halde. Millet ve memleketi Harb-i Umumî’ye sevk edenler,
kendi hayatları endişesine düşerek, memleketten firar etmişler. Saltanat ve
hilâfet mevkiini işgal eden Vahdettin, mütereddi (soysuzlaşmış), şahsını
ve yalnız tahtını temin edebileceğini tahayyül ettiği denî (alçakça) tedbirler
araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın riyasetindeki kabine âciz,
haysiyetsiz, cebîn (korkak), yalnız padişahın iradesine tâbi
ve onunla beraber şahıslarını vikaye edebilecek (koruyabilecek) herhangi
bir vaziyete razı. Ordu’nun elinden esliha (silâhlar) ve
cephanesi alınmış ve alınmakta… İtilâf Devletleri, mütareke
ahkâmına (hükümlerine) riayete (uymaya) lüzum
görmüyorlar. Birer vesile ile, İtilâf donanmaları ve askerleri İstanbul’da.
Adana vilâyeti Fransızlar; Urfa, Maraş, Ayıntap (Antep) İngilizler tarafından
işgal edilmiş. Antalya ve Konya’da İtalyan kıtaat-ı askeriyesi (askerî
birlikleri); Merzifon ve Samsun’da İngiliz askerleri bulunuyor. Her
tarafta, ecnebi (yabancı) zabit (subay) ve
memurları ve hususî adamları faaliyette. Nihayet, mebde-i
kelâm (sözün başlangıcı ) kabul ettiğimiz tarihten dört gün
evvel, 15 Mayıs 1919’da İtilâf Devletlerinin muvafakatiyle Yunan ordusu İzmir’e
ihraç ediliyor (çıkarılıyor)…..” [14]
Atatürk’ün Büyük Nutuk’ta tasvir ettiği
bu duruma düşürülmüş olan Vatanımızı düşman işgalinden kurtarmak ve Milletimize
bağımsızlığını ve egemenliğini kazandırmak için Mustafa Kemal Paşa ve O’nun
önderliğine inanmış vatanseverler, İstiklâl Savaşımızı başlatma kararlılığıyla
Milletimizi seferber etmek üzere Samsun’dan yola çıkmışlardır.
Bununla beraber, Millî Mücadele
önderlerimiz, Vatanımızın ve Milletimizin içinde bulunduğu durumun ağır
şartlarının, Atatürk’ün Nutuk’taki ifadesiyle “Millet’in yorgun ve fakir bir
halinin” ve İstiklâl Savaşımızın gerektirdiği âcil ihtiyaçların
bilinci içinde olmuşlardır.
Bu bilinçle Erzurum ve Sivas
Kongrelerinin Bildirilerinde 7. Madde olarak yer alan hükümde uluslararası
topluma şu çağrıyı yapmışlardır:
“Milletimiz insani, muasır (çağdaş) gayeleri
yüceltir, teknik, sınaî ve ekonomik durumu ve ihtiyacımızı takdir eder. Böylece
Devlet ve Milletimizin iç ve dış bağımsızlığı ve Vatanımızın bütünlüğü saklı
kalmak şartıyla, …..milliyet esaslarına saygılı olan ve memleketimize karşı
istilâ emeli gütmeyen herhangi bir devletin teknik, sınaî, ekonomik yardımını
memnuniyetle karşılarız.”
Millî Mücadelemize karşı olan unsurlar
ve Birinci Dünya Harbi’nden sonra akdedilecek andlaşmayla ABD’nin manda
idaresinin altına girmemizi tercih eden Erzurum ve Sivas Kongrelerinin bazı
üyeleri anılan 7. Madde’nin doğrudan doğruya ABD’yi ve Amerikan mandasını
işaret ettiğini öne sürmüşlerdir.
Atatürk’ün bu iddialara karşılık ifade
ettiği görüş şöyle olmuştur:
“Madde muhteviyatı mantık dairesinde
okunup incelenince ne manda ve ne de Amerika'nın mandaterliğini talep fikri
mevcut olmadığı tahakkuk eder…..Bu maddenin hangi noktasında manda ve
mandaterin Amerika olacağı fikri vardır? Olsa olsa ‘herhangi devletin fenni,
sınai, iktisadi yardımını memnuniyetle karşılarız’ sözlerinden manda fikrine
kapılanlar bulunabilir. Fakat mandanın mana ve maksadı bu olmadığı muhakkaktır.
Her zaman ve bugün dahi bu açıklık dairesinde vuku bulacak yardımları
memnuniyetle karşılamaktayız ve karşılarız. Nitekim Ankara-Ereğli ve
Keller-Diyarbakır şimendiferlerinin inşası için bir İsveç grubunun ve
Kayseri-Sivas-Turhal hatlarının inşası için de bir Belçika grubunun fenni,
sınai, iktisadi yardımını memnuniyetle kabul ettik ve mesela Ankara şehrinin ve
diğer Anadolu şehirlerimizin bir an evvel inşalarında ve bütün diğer şimendifer
hatlarımızın, yollarımızın, limanlarımızın inşaları teklifinde bulunacak
yabancı sermayedarların yardımlarını memnuniyetle kabul ederiz. Yeter ki,
memleketimize sermaye getireceklerin devlet ve milletimizin dahili ve harici
bağımsızlığını ve vatanımızın bütünlüğünü ihlale yönelik gizli emelleri
olmasın. Bu maddede yer alan ‘milliyet esaslarına riâyetkâr ve memleketimize
karşı istilâ emeli beslemeyen herhangi devlet’ ifadesinden Amerika Devleti
mânâsı çıkarılmaya da mahal yoktur. Çünkü bu esaslara riayetkâr dünya
devletleri arasında yalnız Amerikalılar değildir. Meselâ, İsveç Devleti,
Belçika Devleti aynı vasıfta devletler değil midir? Bu devletlerden herhangi
birinin mandaterliği de söz konusu olabilir mi? Bir de eğer Amerika Devleti'ne
bir ima yapılmak istenseydi, ‘herhangi devletin’ yerine ‘bir devletin’ veya hiç
olmazsa sadece ‘devletin’ kelimesiyle yetinilmek lâzım gelirdi. Dolayısıyla
maddenin izah ettiği şartlar dahilinde fennî, sınaî, iktisadî yardımın iyi
karşılanmasının bütün devletleri kapsar olduğu açıktır.” [15]
Sivas Kongresi’nde Amerikan Manda
idaresinin talep edilmesi yolunda çeşitli delegelerin yaptığı ısrarlı
teşebbüslerin önünün alınması maksadıyla Rauf (Orbay) Bey’in teklifi
üzerine ABD Senatosu Başkanı’na bir telgraf yazılması kararlaştırılmıştır.
Telgrafta, bir barış antlaşmasıyla Osmanlı İmparatorluğu halkı ve
toprakları hakkında keyfi kararlar alınmadan evvel, Osmanlı İmparatorluğu’nun
her köşesindeki şartların önyargısız net bir bakışla incelenmesi
maksadıyla, Senato’dan bir heyetinin gönderilmesi daveti yapılmıştır. [16]
Atatürk Nutuk’da bu konuda şunları ifade
etmiştir:
“Efendiler, pek uzun ve münakaşalı devam
eden bu manda müzakeresi, taraftarlarını susturacak orta yollu bir çare ile son
buldu. Hem de bu çareyi teklif eden, yine Rauf Bey oldu. Amerika'da senelerden
beri aleyhimizde yapılmakta olan olumsuz propagandaların doğurduğu fikir
cereyanını düzeltmek için her şeyden evvel Amerika Kongresi'nden memleketimizi
inceleyecek ve hakikati görecek bir heyeti davet etmek." Bu teklif
oybirliği ile kabul olundu. Kongre Divanı Riyaseti'nin imzalarıyla bu yolda bir
mektup müsveddesi hazırlandığını hatırlıyorsam da, bu mektubun gönderilebilip
gönderilemediğini pek iyi hatırlamıyorum. Esasen bu mektuba özel olarak
ehemmiyet atfetmiş değildim.”
H. Tarihî ve İdeolojik Saplantılardan
Arınmış Millî Çıkarları Gözeten Gerçekçi Dış Politika: Türk – Rus Yakınlaşması
Millî Mücadelemiz başlarken Atatürk’ün
Birinci Dünya Savaşı’nın galip Müttefik Devletlerine karşı denge ve destek
sağlamak için diplomasisini yöneltebileceği iki Devlet vardı. Biri ABD, diğeri
Rusya.
a. ABD
İle Yakınlaşma Olamadı: ABD Müttefiklerin yanında 1917 yılında
savaşa girmişti. ABD Başkanı Wilson Dünya Savaşı’nın sonunda yapılacak Barış
Andlaşması için esas alınması düşüncesiyle 1918 başında bir “İlkeler Bildirisi”
yayınlamıştı. Bildiri’de yer alan “milliyetler ilkesinden” Osmanlı Devleti’nin
geleceği ve Millî Mücadelemizin siyasî zemini bakımından yararlanılabileceğini
hem İstanbul’da, hem Millî Mücadele’ye katılmak için Anadolu’ya geçen aydınlar
arasında başlangıçta düşünenler olmuştu.
O dönemde, Ermeniler, Rumlar ve hattâ İngilizler
kendi kısır çıkarları için ABD’yi Yakın Doğu’da sorunların içine çekmek
istemişlerdir. ABD’nin ağırlığından yararlanarak kendi emellerine
ulaşabileceklerini düşünmüşlerdir. ABD’yi bu yönde harekete geçirebilmek için
de özellikle Amerikan kamuoyunun, dolayısıyla Kongre’nin dikkatini ve tepkisini
çekecek iddialar ortaya atmışlardır. Bu iddialar başlıca şunlar olmuştur:
Birincisi, Osmanlı Devleti’nin
ülkesindeki Amerikan vatandaşlarının hayatlarının tehlikede olduğu; ikincisi de
azınlıkların Türkler karşısındaki durumlarının zayıf olduğu ve Türklerin bu
durumdan yaralanacakları.[17]
Bununla beraber, çok geçmeden meydana
gelen iktidar değişikliği ile ABD, dış siyasette 1823’den sonra uygulanmış olan
“kabuğuna çekilme” politikasına dönmüştü. Böylece “Wilson İlkeleri” havada
kalmış ve tatbik edilememişti.
b. Bolşevik Rusya İle Yakınlaşma: Atatürk’ün dış politikada tarihî ve ideolojik
saplantılara yer vermeyen, sadece millî çıkarları en başta gözeten
gerçekçi uygulamasının en somut örneklerinden biri, Millî Mücadelemiz sırasında
Bolşeviklerle, yani Sovyetler Birliği ile sağladığı yakınlaşma ve elde ettiği,
siyasî, malî ve silâh, cephane ve askerî malzeme destek ve yardımları olmuştur.
Türk – Rus ilişkilerinin tarihi, Osmanlı
Devleti’nin genişleyerek İmparatorluk haline gelmeye başlamasıyla birlikte Rusya’nın
hasmane politikalarıyla, tutumlarıyla karşı karşıya kaldığını ortaya
koymaktadır. Rusya, sürekli olarak sıcak denizlere, Akdeniz’e inmek için
Boğazları ele geçirme, Osmanlı Devleti’ni zayıflatma, parçalama teşebbüslerinde
bulunmuştur. Bu sebeple de Osmanlı Devleti’nin tarihte kendisiyle en çok
sayıda savaş yaptığı ülke Rusya olmuştur. Bu tarihî gerçeklerle de
aslında Atatürk ve Millî Mücadele’nin öne çıkan komutanları Rusya’yı hep
“tarihî düşman” olarak görmüşlerdir.
TBMM Hükûmeti’ni Moskova’da Büyükelçi
olarak temsil etmiş bulunan Ali Fuat Cebesoy Paşa bu konuda hatıratında şöyle
diyor:
“O zamanki siyasî vaziyete göre,
İngilizlerin emperyalizmine set çekebilecek gibi görünen…..Birleşik Amerika
Devleti vardı. Fakat Amerika da gelecekteki cihan (dünya) siyasetinde
tutacağı yüksek mevkii göremeyerek eski infiratçı (yalnızcı) siyasetine
dönmüştü. İngiliz Emperyalizminin cidal (mücadele, muharebe) sahnesinden
Amerikalılar çekilince, Türkiye mecburen asırdîde (yüzyıllık,
yüzyıllardan beri ) düşmanı olan ve ilân ettiği insaniyet prensibine
sadakat iddiasında bulunan Ruslara (teveccüh eylemişti) yönelmişti.” [18]
Bellidir ki, Atatürk Millî Mücadele’nin
hedefine ulaşabilmesi için sahada kazanılacak askerî zaferler kadar, bu
zaferleri kolaylaştıracak hesaplı bir gerçekçi diplomasinin uygulanmasına da
ihtiyaç olduğunu görmüştür. Bu ihtiyacın farkındalığı içinde tarihî ve
ideolojik kaygı ve saplantılardan tecerrüt ederek uluslararası konjonktürün
ortaya koyduğu fırsatlardan yararlanma dirayetini göstermiştir. Atatürk’ün
Millî Mücadele’yi başlattıktan sonra Sovyetler Birliği ile gerçekleştirdiği
yakınlaşma ve yaptığı anlaşma bu gerçeğin tarihî nitelikteki en somut
örneğidir.
Bilindiği üzere, Rusya’daki 1917 Ekim
Bolşevik ihtilâliyle kurulan Sovyetler Birliği çok geçmeden Çarlık Rusya’nın
Dünya Savaşı’ndaki müttefikleriyle hasım haline gelmiştir. Böylece Bolşevik
yönetimi de Millî Mücadele hareketimiz gibi batılı emperyalist güçlere karşı
direnmeye, onlarla mücadele etmeye ve savaşmaya başlamıştır. Bolşevikler
gerçekleştirdikleri devrimden hemen sonra başlayan Anadolu’daki Millî
bağımsızlık hareketinin kendi emelleri bakımından yararlanılabilecek bazı
fırsatlar yarattığını düşünerek Millî Mücadele hareketimiz karşısında hayırhah
bir duruş sergilemiştir.
Gerçek odur ki, konjonktür TBMM
Hükûmetiyle Sovyetler Birliği Hükûmeti arasında o yıllarda doğal bir menfaat
birliği oluşturmuştur. Bununla beraber bir amaç birliğinden söz etmek mümkün
değildir. İki taraf birbirlerine farklı maksatlarla yaklaşmışlardır. İki
tarafın da bu yakınlaşmadan duydukları tedirginlikler de olmuştur.
Bolşevik Hükümeti ile TBMM Hükümeti arasındaki en belirgin hattâ tek ortak
noktayı emperyalist güçlere karşı olma teşkil etmiştir. Kurulan ilişkiler
oldukça hassas dengelere dayanmıştır.
Büyükelçi Aptülahat Akşin ismini
yukarıda kaydettiğim eserinde bu konuda şunları anlatmaktadır:
“Türkiye’yi Ruslarla anlaşmaya
zorlayan sebepler önemli ve hayati idi. Rusların da bizimle anlaşmaya
ihtiyaçları vardı. Fakat iki tarafı anlaşmaya sevk eden sebepler ve amaçlar
aynı değildi. Biz samimi olarak Bolşevik Rusya ile iyi komşuluk ve işbirliği
etmek ve onlardan silâh yardımı görerek, her iki tarafın da mağduru olduğu batı
emperyalizmine karşı bir baraj yapmak istiyorduk. Onlar ise bizi, genel olarak
her yerde yaptıkları gibi, kendi politikaları yararına ve kendi milli
emellerini gerçekleştirmek için kullanmak, batı devletleri ile yaptıkları
müzakerelerde bizden ivaz (ödün) olarak faydalanmak,
Türkiye’de, kendilerine bağlı ve sadık bir komünist idare kurmak, kısacası bir
Rus peyki haline getirmek istiyorlardı…. Atatürk Rusların bize
karşı olan sürprizlerle dolu olduğunu anlıyordu. Bunun içindir ki O’nun , Rusya
ile münasebetlerimizin başladığı tarihten itibaren Bolşeviklere karşı durumu
son derece ihtiyatlı idi. Mustafa Kemâl’in İtilâf Devletleriyle Bolşevik Rusya
arasındaki dengeli politikası bir şaheserdi…”” [19]
Lord Kinross da “ATATÜRK” adlı eserinde
o dönemdeki Türk – Rus yakınlaşmasını ve işbirliğini “köprüden geçinceye
kadar ayıya dayı denir” atasözüne atıf yaparak değerlendiriyor. Şöyle
diyor:
“ ‘Köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı
demeli.’ [20] Bu
bir Türk atasözüdür. Deli Petro’dan ve onun genişleme siyasetinden bu yana, her
kuşak bir Türk - Rus Savaşı’na şahit olmuştu. Şimdi, Batı’dan gelen saldırı
karşısında Kemalistler de Bolşevikler de, tarihlerinin bu noktasında,
tereddütlü adımlarla da olsa, birbirlerine yaklaşmak için bazı zorlukları
sineye çekmek zorundaydılar. (Esasen) Kemal de, Anadolu’ya ayak bastığı andan
itibaren, sırf müttefiklere göz dağı vermek için de olsa,
Sovyetlerle uyuşmayı ihtiyatlı şekilde düşünmeye başlamıştı.” [21]
Başlangıçta Bolşevik liderlerin
Atatürk’ün Anadolu’da başlattığı hareket ile işbirliğinde bulunmada gönülsüz ve
nazlı davrandıkları görülmüştür. Bolşevikler, Ankara’ya yanaşmanın Batı ile
olan çeşitli çıkarlarını baltalamasından endişe etmişlerdir.
c. Doğu
Cephesi, Gümrü Andlaşması: Bolşevikler, Ermenilere
1919 yılında Doğu Anadolu’da topraklarımıza yaptıkları saldırılarda
destek vermişlerdir. Bu saldırılar sonucunda Ermeniler, Sarıkamış, Kars,
Ardahan, Artvin, Batum ve Iğdır gibi yörelerimizi ele geçirmişlerdir.
Bolşevik Rusya 1920 yazında Ermenistan
ile bir anlaşma yapmıştır. Bu anlaşmayla hemen hemen bütün ahalisi Türk olan
Nahçıvan Ermenistan’a bırakılmıştır.
Bu tehlikeli gelişmeler üzerine
Eylül 1920'de Doğu Cephesi'nde taarruza geçen Kâzım Karabekir komutasındaki 15.
kolordumuz, Mîsâk-ı Millî sınırları içinde olan Sarıkamış, Kars, Ardahan,
Artvin, Batum ve Tuzluca ve Iğdır'ı geri almış ve Gümrü'yü de işgal
etmiştir.
Bunun üzerine Ermeniler barış talep etme
zorunda kalmış ve 2 Aralık 1920 tarihinde Gümrü Andlaşması imzalanmıştır.
Gümrü Andlaşması TBMM Hükûmeti’nin
akdettiği ilk anlaşma olarak tarihe geçmiştir.
Bu Andlaşma’nın asıl önemi, Andlaşma’nın
10. Maddesinde Ermenistan’ın Sèvres Andlaşması’nın açıkça “yok hükmünde”
kabul etmiş olmasıdır.
d. Batı Cephesi, I. İnönü Zaferi: Batı Cephesinde de İsmet Paşa’nın kumandası
altındaki ordularımızın Yunan ordusuna karşı 10 Ocak 1921’de kazandığı I. İnönü
Zaferi de, Millî Mücadelemizde sadece askerî alanda değil, diplomaside de bir
dönüm noktası olmuştur.
I. İnönü Zaferi o güne kadar yenilemez
olduğu düşünülen emperyalist güçlerin desteğindeki Yunan Ordusunun Anadolu’daki
ilerleyişinin durdurulabileceğini ve hattâ yenilebileceğini göstermiştir.
e. Londra Konferansı’na Davet: Millî Mücadele Hareketi’nin Hem Doğu, hem Batı
cephelerinde sağladığı başarıların diplomasimize olumlu yansıması
gecikmemiştir.
İngiltere TBMM Hükûmeti’ni 21 Şubat
1921’de Londra’da açılan Konferans’a davet etmiştir. Bu davet Atatürk
diplomasisinin doğru yönde ilerlediğinin ilk habercilerinden biri olmuştur.
f. Moskova Andlaşması: Aynı günlerde Moskova’ya giden TBMM heyeti 16
Mart 1921’de “TBMM Hükûmeti” ile “Rusya Sosyalist Federatif Cumhuriyeti
Hükûmeti” arasında çeşitli kaynaklarda “Kardeşlik Andlaşması”
olarak da adlandırılan “Moskova Andlaşması’nı” imza etmiştir. Andlaşma’nın
Dibacesi’nde “halkların kendi kaderini tayin etme” ilkesi ve
iki taraf arasında “emperyalizme karşı mücadele dayanışmasının”
varlığı vurgulanmıştır.
Bu Andlaşma ile Bolşevik Rusya Misak-ı
Millî’yi tanıyan ilk Devlet olmuştur. Gerçekten de Moskova anlaşması ile TBMM
hükümeti, sınır meselesinde Batum, Ahıska ve Ahılkelek dışında Misâk-ı Millî’de
öngörülen sınırları Sovyet Rusya’ya kabul ettirmiştir.
Türkiye ile Rusya arasındaki bugünkü
sınır o zaman belirlenmiştir.
İki taraf arasında akdedilmiş olan eski
antlaşmalar iptal edilmiştir. Osmanlı Devleti’nin Çarlık Rusya’ya karşı
üstlendiği malî yükler silinmiş, kapitülasyonlar kaldırılmıştır.
Moskova Andlaşması’nın en önemli
sonuçlarından biri de Türkiye’nin Türk Dünyası’na açılan kapısı mahiyetindeki
Türk yurdu Nahçıvan’ın statüsü hakkında olmuştur. Bu konuyu aşağıda ayrıca ele
alacağım.
Moskova Antlaşması ile doğu sınırlarını
emniyet altına alan TBMM Hükûmeti Batı Cephesi’ndeki ordularının gücünü
kuvvetlendirme imkânı bulmuştur. Bu imkân Yunan kuvvetlerine karşı nihai zafer
elde etmemize katkı yapmıştır.
Bu gelişmelerden hemen sonra, 1917’de
Osmanlı İmparatorluğu ile diplomatik münasebetleri kesilmiş ve Millî Mücadele
hareketimize de hayırhah nazarlarla bakmayan ve oldukça mesafeli davranan
ABD’nin tutumunda da olumlu yönde değişiklikler görülmeye başlanmıştır.
g. II. İnönü Zaferi: 1 Nisan 1921’de kazanılan II. İnönü zaferi de,
TBMM Hükûmeti’nin diplomaside arka arkaya gelmeye başlayan anlamlı başarılı
sonuçlarının kapısını aralamıştır.
İtalyanlar Antalya’dan Temmuz 1921’de
çekilmiştir.
h. Sakarya Meydan Muharebesi Zaferi: Diplomaside başarı Kapısının tamamen açılması, 1921
yılının 23 Ağustos ve 13 Eylül günleri arasında 22 gün 22 gece kesintisiz süren
Sakarya Meydan Muharebesini Başkumandan Mustafa Kemal Paşa’nın, Atatürk’ün sevk
ve idaresindeki şanlı ordumuzun zaferiyle sonuçlanasıyla mümkün olmuştur.
İtalyanlar Anadolu’da işgal ettikleri
yerleri tamamen boşaltmışlardır.
İngilizler ise ellerindeki Türk esirleri
serbest bırakmışlardır.
i. Kars Andlaşması: Sakarya Zaferi’ni takiben 13 Ekim 1921’de TBMM
Hükûmeti ile üç Sovyet Cumhuriyeti Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan arasında
Kars antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşma ile Türk-Sovyet sınırı son ve kesin
şeklini almıştır. Nahçıvan’ın Moskova Andlaşması ile belirlenen statüsü teyit
edilmiştir.
j. Türkiye – Fransa Ankara
Antlaşması: Sakarya Zaferinin en önemli
siyasî sonucu da 20 Ekim 1921’de Fransızlarla imzalanan Ankara Antlaşması
(İtilafnamesi) olmuştur.
Bu Antlaşma Büyük Millet Meclisi
Hükümeti’nin, Kurtuluş Savaşı içinde İtilaf Devletleri’nden biriyle ve bir
batılı devletle yaptığı ilk anlaşmadır.
Ankara Antlaşması ile Birinci Dünya
Savaşı öncesinde kurulmuş bulunan İtilaf Devletleri bloğu parçalanmıştır. İngiltere
Anadolu’da yalnız kalmıştır.
Fransa’nın Türkiye’yi ve Misak-ı
Millî’yi resmen tanıması, İngiltere’nin Doğu Akdeniz politikasını
desteklemekten vazgeçtiğini göstermesi açısından da önem arzetmiştir.
Fransa ile yapılan Ankara Antlaşması ile
birlikte Türkiye Güney cephesini güvenceye almış ve buradaki askerlerini de
Batı Cephesine kaydırmıştır.
k. Türk - Rus Yakınlaşmasının Diğer
sonuçları: Ayrıca, 2 Ocak 1922’de Ukrayna
ile Dostluk ve Kardeşlik Antlaşması imzalanmıştır.
Böylece, Atatürk’ün Fransa ve İtalya’yı
İngiltere’den, ABD’’yi de her üçünden ayırma; böylece batı kampını bölme ve
Anadolu’yu işgal eden Batı’ya karşı Sovyet Rusya’yı denge unsuru olarak
kullanma stratejisi başarıya ulaşmıştır. [22]
Denilebilir ki Millî Mücadele
önderlerinin Bolşeviklerle kurduğu ilişki ve gerçekleştirilen yardımlaşma
“Komünizme hayır, Sovyetlere evet” [23] anlayışıyla
ve ihtiyatla yürütülmüştür.
İ. Türk – Rus Yakınlaşmasında Teminat
Altına Alınan “Türk Kapısı” Nahçıvan:
Atatürk, temel amacı ve nihai hedefi
Vatanımızın düşman işgalinden kurtarılması ve Türk Milleti’nin bağımsızlığının
ve egemenliğinin sağlanması olan Millî Mücadelemiz sonunda Devletimizin Doğu
sınırının Türk dünyasına açılan bir kapı ile bitişik olmasına önem atfetmiştir.
Halkının hemen hemen tamamı Türk olan Nahçıvan’ı da böyle bir kapı olarak
görmüştür. Bu sebeple de, Nahçıvan ile ilgili gelişmeler, Türk dünyasına
ilişkin konulara önem veren Atatürk tarafından Millî Mücadele hareketinin
başından itibaren dikkatle ve hassasiyetle takip edilmiştir. I. Dünya
Savaşı’nın sonucu olarak bölgeden Türk kuvvetlerinin çekilmesiyle birlikte
başlayan Ermenilerin Nahçıvan’a yönelik saldırıları ve Türk halkına yaptıkları
katliamlar, Atatürk’ün (Mustafa Kemâl Paşa) Başkanlığındaki Heyet-i Temsiliye
tarafından batılı devletler nezdinde sürekli olarak protesto edilmiştir. Aynı hassasiyet
kurulmasından sonra TBMM tarafından gösterilmiştir.
10 Ağustos 1920 tarihinde Sèvres
Antlaşması’nın imza edildiği, Atatürk’ün Bolşevik Rusya ile yakınlaşma
sağlamaya karar verdiği ve bu yönde teşebbüslerde bulunulduğu dönemde Bolşevik
Rusya Azerbaycan’ın ve Ermenistan’ın Sovyeteştirilmesi süreciyle
meşgul bulunuyordu. Bu süreç içinde ve Azerbaycan’ın Komünist yönetiminin de
göz yumması sonucunda, Nahçıvan ile Zengezor Ermenistan’ın hakimiyeti altına
girmiştir. [24]
Ayrıca, Ruslar da Ermenilere birtakım
iktisadî yardım vaadinde bulunmuşlardır.
Nahçıvan’ın Ermenistan’ın eline geçmesi,
o yılların şartlarında, Türkiye’nin Azerbaycan ile ve hattâ Rusya ile stratejik
önemde bir ulaşım yolunun kesilmesine yol açacak bir gelişme olmuştur.
Bu gelişme 5 ay önce açılmış olan
TBMM’de heyecan yaratmıştır. Nahçıvan halkından Millî Mücadele’nin
önderlerine ve TBMM üyelerine gelemeye başlayan çok
sayıda mektup da uyanan heyecanı daha da arttırmıştır.
Nahçıvan konusunda TBMM’de bu hava
sürerken Eylül 1920'de Doğu Cephesi'nde taarruza geçen Kâzım Karabekir
komutasındaki 15. kolordumuz, Mîsâk-ı Millî sınırları içinde olan Sarıkamış,
Kars, Ardahan, Artvin, Batum ve Tuzluca ve Iğdır'ı geri almış ve
Gümrü'yü de işgal etmiştir.
Bunun üzerine Ermeniler barış talep etme
zorunda kalmış ve 2 Aralık 1920 tarihinde Gümrü Andlaşması imzalanmıştır.
Andlaşma’nın 2. Maddesi’nde “….Aşağı
Karasu'nun döküldüğü yerden geçen çizginin güneyindeki (Nahçıvan, Şahtahtı,
Şarur) bölgesinde daha sonra bir plebisitle saptanacak yönetim biçimine ve bu
yönetimin kapsayacağı topraklara Ermenistan karışmayacak ve işbu bölgede
şimdilik Türkiye koruyuculuğunda bir yerel yönetim kurulacaktır ”
hükmü yer almıştır.
Buna göre, Nahçıvan-Şahtahtı-Şarur
bölgesi geçici olarak (“şimdilik”) Türkiye’nin koruyuculuğuna bırakılmıştır.
Gümrü Andlaşması’nda Nahçivan konusunda
elde edilen sonuca rağmen, Atatürk Nahcivan’ı Ermenistan’ın hakimiyeti altına
girmesine yol açmayacak daimi statüye kavuşturmak istiyordu.
TBMM Hükûmeti ile Bolşevik Rusya
arasında Moskova’da bir andlaşma yapılması hususunda iki taraf arasında görüş
birliğine varılması üzerine Moskova’ya gidecek heyetimizin başkanı olarak
İktisat Vekili Yusuf Kemal (Tegirşek) Bey atanmıştır.
Prof. Dr. Faruk Sümer’in Yusuf Kemâl
Bey’den dinleyip naklettiğine [25] göre,
bu görevlendirilmeden sonra Atatürk tarafından kabul edilen Yusuf Kemâl
Bey, yapılan görüşmede Atatürk’e "Paşam Ruslar Nahçıvan üzerinde ısrar
ederlerse ne yapalım" diyerek kesin talimatını almak istemiştir.
Atatürk “Nahçıvan Türk Kapısıdır. Bu
hususu nazar-ı itibara alarak elinizden geleni yapınız” cevabını vermiştir.
Türk heyetinin Moskova’daki temasları ve
Andlaşma üzerindeki müzakere çetin cereyan etmiştir. Esasen, Bolşevik Dışişleri
Bakanı Çiçerin heyetimize soğuk davranmıştır. Ümit kırıcı sözler
söylemiştir. Nahçıvan konusu üzerindeki müzakere de oldukça gergin bir havada
geçmiş ve uzun sürmüştür. Yusuf Kemâl Bey başlangıçta Nahçıvan'ı
Türkiye himayesine almak istemiş ve ısrarlı olmuştur. Bu olmayınca
Türkiye ile Azerbaycan’ın ortak himayesi altına konulması teklifini yapmıştır.
Çiçerin katı davranmıştır. Sonunda Heyetimiz Stalin ile görüşme talep etmiştir.
Heyetimizin Stalin ile yaptığı görüşmelerde ilerleme sağlanmış, ancak, Nahçıvan
konusunda müzakere biraz uzamıştır. Stalin Yusuf Kemâl Bey’e “Nahçıvan
üzerinde niçin bu kadar ısrar ediyorsunuz” diye sormuş. Yusuf Kemâl Bey “orası
Türk kapsıdır da onun için” cevabını vermiş. Stalin gülmüş ve gündemdeki
başka bir konuya geçmiş. Sonunda Andlaşma metni üzerinde mutabakata varılmış.
Ortaya çıkan ve 16 Mart 1921 günü imza
edilen Moskova Andlaşması’nın III. Maddesi’nde Nahçıvan hakkında şu hüküm yer
almıştır:
“İşbu Andlaşmanın Ek I (C)’de
belirlenen sınırlar içerisinde bulunan Nahçıvan bölgesinin üçüncü bir devlete
verilmemesi şartıyla Azerbaycan’ın himayesi altında özerk statüye sahip olması
her iki âkit tarafça kabul edilmiştir. Nahçıvan topraklarının doğuda
Aras’ın talveği, batıda Dagna dağı (3829)-Velidağı (4121)-Bagarzik (6587) ve
Kömürlüdağı (6930) çizgisi arasında sıkışmış üçgen kesiminde, bu toprakların
Kömürlü dağından (6930) başlayarak Seray Bulak dağı (8071)-Ararat istasyonundan
geçerek Karasu ile Aras’ın birleştiği yerde sona eren sınır hattı, Türkiye,
Azerbaycan ve Ermenistan temsilcilerinden oluşan komisyon tarafından
belirlenecektir.”
Türk heyetinin gayretleri sayesinde
Azerbaycan’ın toprak bütünlüğü kısmen de olsa korunmuş; Nahçıvan’ın üçüncü bir
ülkeye devredilmez kaydıyla Azerbaycan’a bağlı “özerk bir Cumhuriyet” olmasına
karar verilmiştir. Nahçıvan’ın Azerbaycan ya da Türkiye’nin olduğu gerçeği
Ermeniler ve Ruslara kabul ettirilmiştir. Böylece Nahçıvan’ın “Türk Kapısı”
olma özelliği korunabilmiştir.
Moskova Anlaşması’yla TBMM Hükûmeti
sayesinde Nahçıvan Ermenilerden alınmış ve “özerk” statüde Azerbaycan’ın
korumacılığı altına konulmuştur. Böylece Nahçıvan’ın “Türk Kapısı” olma
özelliği korunabilmiştir.
Ankara'ya dönüşünde Yusuf
Kemâl Bey Atatürk tarafından kabul edildiğinde sonucu arzederken "Muhterem
Paşam Nahçıvan üzerinde elden geleni
yaptık” demiş. Bu söz üzerine Atatürk “kapımız mevcudiyetini
muhafaza ediyor, bizim için mühim olan budur” cevabını vermiştir.
Yukarıda da işaret edildiği üzere, yedi
ay sonra 13 Ekim 1921’de TBMM Hükûmeti ile üç Sovyet Cumhuriyeti Azerbaycan,
Gürcistan ve Ermenistan arasında Kars antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşma ile
Türk-Sovyet sınırı son ve kesin şeklini almıştır. Nahçıvan’ın Moskova
Andlaşması ile belirlenen statüsü 3 Sovyet Cumhuriyeti tarafından da teyit
edilmiştir.
Türkiye, 1921 yılında imzalanan Moskova
ve Kars Antlaşmaları ile Azerbaycan’ın himayesi altındaki Nahçıvan Özerk
Bölgesi’nin günümüze kadar statüsünün belirleyicisi ve garantörü
olmuştur.
TBMM Hükûmeti’nin bir diğer çabası
da, Azerbaycan’a egemen bir devlet gibi muamele etmek ve başka
devletlerin de bu şekilde davranmasına yol açmak olmuştur. Bu amaçla Azerbaycan
ile ayrı bir anlaşma imzalamak istemiştir. Oysa Sovyet Azerbaycan Hükümeti TBMM
ile ayrı bir anlaşma yapmaya yanaşmamıştır.[26]
J. Osmanlı
Hükûmeti’nin Millî Hareket “Bolşevik” Propagandası:
Atatürk’ün Millî Mücadele hareketini
başlatmasıyla birlikte İstanbul Hükûmeti, hareketi baltalamak için Anadolu’da
yıkıcı bir propaganda başlatmıştır. Bu çerçevede ağırlıklı olarak Millî
Hareket’in Bolşevik Rusya ile yakınlaşma arayışında bulunması da konu
edilmiştir. Propaganda faaliyeti Avrupa ve ABD’de de yapılmıştır. Bu
kampanyaya çeşitli basın organları, bazı cemiyetler ve bilhassa İtilaf
Devletleri destek vermiştir.
Atatürk’ün bu propagandaya Büyük Nutuk’
da değinmiş ve şunları da ifade etmiştir:
“…..Milletimizin asil harekâtını kötüye
yormaktan ve ilan etmekten geri kalmayan kötü niyetli alçakların çok olduğu
muhakkaktır. Fakat, çok esef vericidir ki, bu kötü niyetli mel’unların başında,
sonsuza dek yaşayacak devletimizin Sadrazamı Ferit Paşa ve nezaret mevkilerinde
bulunan Adil Bey, Süleyman Şefik Paşa gibi devlet adamları bulunuyor.
Memleketimize takım takım Bolşevikler girdiğini ve millî harekâtın Bolşevik
harekâtı olduğunu resmen ilân eden ve yayan bu bedbahtlardır….” [27]
I. Dünya Savaşı sonunda Avrupa’da
sağlanacak barış düzeninin temellerini oluşturması düşüncesiyle 1918
yılında 14 maddelik “Barışın Prensipleri Bildirisi” yayınlamış olan ABD Başkanı
Wilson için savaş sonrasında bağımsız bir Ermenistan devleti kurulması
fikri bir saplantı ve tutku haline gelmiştir. İngiltere, Fransa ve İtalya
bağımsız Ermenistan devletinin ABD’nin manda idaresi altında kurulmasını
savunmuşlardır. Başkan Wilson, ABD’nin Ermeniler üzerinde manda idaresi
görevini yüklenmesi halinde ne gibi sorumluluklar altına gireceğinin
incelenmesi maksadıyla bölgeye bir heyet gönderilmesini
kararlaştırmıştır. Oluşturulan heyete Tümgeneral James G. Harbord
başkanlık etmiştir. Bazı kaynaklarda, heyetin ABD tarafından oluşturulmuş
olmasına rağmen, Paris Barış Konferans’ı namına görev yaptığı belirtilmektedir.
İnceleme bölgesine gitmek üzere önce
İstanbul’a gelen heyet Anadolu’ya geçmiş ve General Harbord 22 Eylül 1919 günü
Sivas’ta Atatürk ile görüşmüştür. Görüşmeden sonra Atatürk Harbord’a ifade
etiklerini bir muhtıra şeklinde yazılı olarak da General’e iletmiştir. Bu muhtırada
Bolşevizm hakkında şu ifadelere yer verilmiştir:
".....Bolşeviklere gelince,
ülkemizde bu öğretinin hiçbir yeri olamaz. Dinimiz, geleneklerimiz ve sosyal
yapımız bütünüyle böyle bir düşüncenin yerleşmesine uygun değildir. Türkiye'de
ne büyük kapitalistler ne de milyonlarca işçi vardır. Öte yandan tarımsal bir
problemimiz yoktur. Son olarak sosyal yönden dinsel ilkelerimiz, Bolşevizm’i
benimsemekten bizi uzak tutmaktadır. Türk Milleti’nin bu öğretiye karşı hiçbir
eğilimi olmadığının ve daha da ötesi, gerektiğinde savaşmaya hazır olduğunun en
iyi kanıtı, Ferit Paşa'nın Bolşevizm’in ülkede yayıldığı ya da yayılmak üzere
olduğu yolundaki gerçek dışı söylentilerine karşı Millet’in duyduğu
kaygılardır…..” [28]
K. Millî Mücadele Döneminde
Konuşmalarda Dış Politika
Atatürk’ün TBMM’de yaptığı konuşmalar
Millî Mücadele yıllarındaki dış politikamızın esasları ve seyri hakkında somut
açıklamaları içermektedir. Bu konuşmalardan bazı alıntılar yıllar itibarıyla
aşağıda yer almaktadır:
a. Atatürk, 24 Nisan 1920 (Mustafa Kemâl
Paşa, TBMM Başkanı): “….Yine en önemli kurallardan
birisi, devletin, milletin iç ve dış bağımsızlığı idi. Millet bağımsızlığından
vazgeçmiyor ve vazgeçmeyecek esas kabul edilmiştir. Ancak, bu ana şart daima
saklı ve saygıdeğer tutulmak üzere, ülkemizin bayındırlık durumunu, milletimizin
varlığını ve genel olarak düşünce düzeyimizi göz önünde tutacak olursak, bütün
dünyadaki gelişme ile bunu karşılaştırdığımızda itiraf etmek zorundayız ki,
biraz değil, çok geri durumdayız. Bu nedenle durumu değiştirmek için çok büyük
kaynaklara, çok çeşitli araca, kısacası her şeye ihtiyacımız vardır.
Milletimizin ilerleme ve yükselmesi için ve ülkenin bayındırlığı için, ihtiyaç
duyduğumuz her şeyi dışarıdan almak konusunda doğal olarak tam bir olgunlukla
hareket edeceğiz, dış ilgi ve yardımı tamamen uygun göreceğiz. Ancak arz
ettiğim gibi, bağımsız kalmak görünüş ve yetkisini daima korumak şartı ile...
Erzurum Kongresi’nin esas şartları bunlardan oluşuyordu.” [29]
b. Atatürk, 1 Mart 1921 (Mustafa Kemâl Paşa, TBMM
Başkanı): “Türkiye Büyük Millet Meclisinin bir yıldan beri olgun bir
başarı ile sürdürdüğü ve uyguladığı iç ve dış politika, fiili sonuçları ile
tamamen açıklığa kavuşmuştur.”
“…..politikamızda belirli olan
prensiplere bu güne kadar bağlı kaldığımız gibi, bundan sonra da, milletin
geliştirilmesini, egemenliğin korunmasını sağlayacak olan bu politikamızı
korumaya devam edeceğimiz tabiidir…..”
“Dış politikamızda, milletin yararına
gerekli bulunan esasları içine alan tamamen bağımsız ve bağlantısız bir
politika izleyeceğiz. Meclisimiz ve Meclisimizin hükûmeti cenkçi ve
maceraperest olmaktan uzaktır. Tam tersine barış ve esenliği tercih
eder…..bu esaslar içinde gerek doğu ve gerek Batı devletleri ile daima
iyi ilişkiler ve dostluk bağları aramaktayız. Doğuda Azerbaycan, Kuzey Kafkas
ve Afganistan hükümetleriyle samimi ve cidanî ilişkiler kurduğumuz gibi,
Irak ve Suriye islâm halkıyla da fevkalâde samimi bağlar kurduk. Bizce önemli
olan bu bağları korumaktayız.”
“İran hükûmetiyle de ilişkilerimiz
vardır. Bunu doğrulamak görevimizdir. Ermenistan ve Gürcistan ile aramızdaki
ilişkilerin de yakında düzeleceğini ve milli yararlarımıza uygun bir şekle
ulaşacağını ümit ederiz.”
“Rus Bolşevik Cumhuriyetiyle mevcut
ilişkilerimiz iyi bir şekilde oluşmakta ve devam etmektedir. Ve bu ilişkiyi
halen Moskova'da bulunan yetkili heyetimizin katıldığı konferansta daha ciddi
esaslara dayandırarak kuvvetlendirmeye çalışmaktayız. Bu çalışmamızın tamamen
millet arzusuna uygun olacağına şüphe yoktur.”
“Batı alemine gelince; itilâf
devletlerinden bazılarıyla zaman zaman yarı resmi temaslar yapılmış ve daima
memleket ve milletimizin yararına olmak şartıyla dünyada barış ve huzuru
sağlama imkânı artmıştır. İngiliz siyasi devlet adamları, bizim barışsever
amaçlarımızı daima anlamamış görünmüşlerdir.”
“Milletimizin bir yıllık uğraşı
sonucunda var oluşu ve bağımsızlığının savunulması konusundaki azim ve
kararının sarsılmaz olduğu açıkça görüldü. Milletimiz, İstanbul'da padişahın
huzurlarında toplanan Saltanat Meclisi’nde ayağa kalkılarak alınan karara
dayanılarak İstanbul hükûmetinin kabul ettiği Sèvres Antlaşması’nın altındaki
idam kararının yok etme niteliğini anladı. Milletimiz Sèvres Antlaşması’nın Türkiye'de
uygulama alanı bulamayacağını, kararlı mücadelesi ile maddeten ispat ettikten
sonra, itilâf devletlerinin siyasi devlet adamları bizimle görüşmeye gerek
duymuşlardır.”
“Geçen yılın bu günlerinde gelen
barışla ilgili haberler, herkese üzüntü veriyordu; her tarafta düşmanların
maddi ve manevi hücumları ile karşı karşıya idik. Herkes bize karşı idi. Bu gün
bütün dünya davamızın kutsallığını anlamış bulunuyor. İnsanlık dünyası ve
medeniyet bize her taraftan günden güne artan bir güler yüz gösteriyor. Geçen
yılın bu günlerini derin bir kaygı ve üzüntü içinde yaşayan milletimiz, bu
yılın aynı günlerinde kararlı ve metin olup şunun eserini görmekle övünmelidir.
Geçen yılın bize getirdikleri en büyük yıkım ve uğursuzluk Sèvres Antlaşması
idi. Efendiler, düşmanların bütün bir yıllık çabalarına karşılık sonuçta bugün
Sèvres Andlaşması hükümleri fiilen ve hükmen yoktur.” [30]
c. Atatürk, 1 Mart 1922 (Mustafa Kemâl
Paşa, TBMM Başkanı): “….Bu yıl dış ilişkilerimiz
sonuçlarına göre, bizce hayırlı birçok güzel olayla doludur…..Rusya ve Doğu
devletleriyle ilişkilerimizin bu günkü durumu, dünyanın ekonomik ve politik
durumundan doğan değişmesi mümkün olmayan birtakım tabii nedenlerin etkisinde
hepimizin yararına, emeline uygun bir biçimde gelişmekte ve sağlamlık
kazanmaktadır…..Ülkemizin gerek politik gerek ekonomik ölüm hükmünü ilan eden
Sevr Antlaşmasının uygulanmasına engel olmak üzere, ulusumuzun girişmek zorunda
kaldığı kararlı mücadelesi karşısında, o antlaşmanın bize zorla kabul
ettirilemeyeceğini birçok kanlı mücadelelerden sonra anlayan İtilâf devletleri,
bizi Londra'ya davet etmişlerdi. Pek az süre önce asi sayılan Hükümetimizin
böyle bir konferansa resmen davet edilmesi, ulusumuz yönünden önemli bir siyasi
başarıdır. Bu davet Sevr Antlaşmasının fiilen ve hükmen yok olduğunu göstermesi
dolayısıyla da, giriştiğimiz bu mücadele yolunda, başarıyla bir aşamaya
ulaştığımızı görmekteyiz. Milli Misakımız içinde akdedilebilecek bir barışı
imzalamaya hazır olduğumuzu bütün dünyaya göstermek amacıyla katıldığımız bu
konferanstan hiçbir sonuç çıkmadı. Londra Konferansı görüşmeleri sırasında ne
kadar anlaşmaya yatkın hareket ettiğimizi hepiniz biliyorsunuz. Belki, olayı
silah kuvvetiyle çözümleyebileceğini zanneden Yunanistan anlaşmaya
yanaşmadı…..Geçen yıl Fransızlarla esirlerin değiştirilmesi hakkında başlatılan
ve iyi bir şekilde sonuçlandırılan görüşmeler, Ankara'da imzalanan Türkiye -
Fransa anlaşması ile sona erdi…..Bu anlaşmanın genel ve temel bir önemi vardır
ki, o da bununla Sevr Antlaşmasını sağlayan İtilâf devletlerinin önemli bir
taraftarı olan Fransa'nın adı geçen antlaşmanın uygulanmasının mümkün
olmadığını fiilen ve hukuken kabul etmiş olmasıdır….. İç politikamızda olduğu
gibi, dış politikamızda da ana amacımız Misakı Milli hükümlerini içermektedir.
Misak-ı Millî’yi kabul ederek, maddi ve manevi alanda tam bağımsızlığımızı
kabul edenleri derhal dost kabul ederiz. Tam ve gerçek bağımsızlığımızı açık ve
samimi şekilde ilk önce kabul ederek, bize barışma elini uzatan Rus Şuralar
(Sovyetler) Cumhuriyeti ile dostluk bağlarımızın kuvvetlendirilmesi dış politikamızın
temelidir. Bu temel tam bağımsızlığımızı kabul edecek herhangi bir devletle
ilişki kurmamıza tabiî ki engel olamaz…..”
L. Büyük Zafer:
Atatürk, Türk Milleti’ni düşmanla
andlaşmaya dayanan barış ve huzur ortamına kavuşturmak için İstiklâl
Savaşımızda kesin zaferin elde edilmesi gerektiğinin idraki içindeydi. Atatürk
bunu da gerçekleştirdi.
Atatürk, 19 Mayıs 1919 Pazartesi günü
Samsun’da başlattığı kurtuluş, millî bağımsızlık ve egemenlik mücadelesini 9
Eylül 1922 Cumartesi günü İzmir’de kesin askerî zaferle sonuçlandırmıştır. Bu
kesin sonucu getiren de O’nun verdiği emirle 26 Ağustos 1922
Cumartesi günü şafakla başlayan Büyük Taarruzun 30 Ağustos Çarşamba günü
Dumlupınar’da Büyük Zaferle sonuçlanması ve 1 Eylül Cuma günü Dumlupınar’da
verdiği “Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz'dir. İleri!” emri [31] üzerine
düşmanın takip edilerek 9 Eylül’de İzmir’in işgalden kurtarılması olmuştur.
Vatanımız düşman işgalinden, Milletimiz de emperyalizmin esaretinden
kurtarılmıştır.
Atatürk Büyük Taarruz’u Nutuk’ta şu
sözlerle anlatmaktadır:
“…..26 Ağustos sabahı Kocatepe'de hazır
bulunuyorduk. Sabah saat 5.30 da topçu ateşimizle taarruz başladı…. 26, 27
Ağustos günlerinde, yani iki gün zarfında düşmanın Karahisar'ın güneyinde 50 ve
doğusunda 20-30 kilometre uzunluğunda bulunan müstahkem cephelerini düşürdük.
Mağlup olan düşman ordusunun bütün kuvvetlerini, 30 Ağustos'a kadar Aslıhanlar
civarında kuşattık. 30 Ağustos'ta icra ettiğimiz muharebe neticesinde (buna
Başkumandan Muharebesi unvanı verilmiştir) düşmanın ana kuvvetlerini imha ve
esir ettik. Düşman ordusu başkumandanlığını yapan General Trikopis de esirler
arasına dahil oldu. Demek ki, tasavvur ettiğimiz kati netice beş günde alınmış
oldu. 31 Ağustos 1922 günü ordularımız ana kuvvetleriyle İzmir genel
istikametinde hareket ederken, diğer kısımlarıyla da düşmanın Eskişehir ve
kuzeyinde bulunan kuvvetlerini mağlup etmek üzere hareket ediyorlardı….
Başkumandan Muharebesi'nin neticesine kadar her gün büyük muvaffakiyetlerle
gelişen taarruzumuzu resmi tebliğlerde gayet ehemmiyetsiz harekattan ibaret
gösteriyorduk. Maksadımız, vaziyeti mümkün olduğu kadar cihandan gizlemekti.
Çünkü, düşman ordusunu tamamen imha edeceğimizden emin idik. Bunu anlayıp,
düşman ordusunu felâketten kurtarmak isteyeceklerin yeni teşebbüslerine meydan
vermemeyi münasip görmüş idik. Hakikaten, bizim hareketimizi hissettikleri
zaman ve taarruzumuzu müteakip müracaatlar vaki olmuştur. Mesela, taarruz
etmekte bulunduğumuz sırada İcra Vekilleri Reisi olan Rauf Bey'den, mütareke
hakkında İstanbul'dan bildirimde bulunulduğuna dair 4 Eylül 1 922 tarihli bir
telgraf almıştım…. Afyon Karahisar - Dumlupınar
Meydan Muharebesi ve ondan sonra düşman ordusunu tamamen imha veya esir eden ve
kılıç artıklarını Akdeniz'e, Marmara'ya döken harekatımızı izah ve
vasıflandırmak için söz söylemeyi lüzumsuz sayarım. Her safhasıyla düşünülmüş,
hazırlanmış, idare edilmiş ve zaferle neticelendirilmiş olan bu harekât, Türk
ordusunun, Türk subaylar ve kumanda heyetinin yüksek kudret ve kahramanlığını
tarihte bir daha tespit eden muazzam bir eserdir. Bu eser, Türk Milleti’nin hürriyet
ve bağımsızlık fikrinin ölümsüz abidesidir. Bu eseri vücuda getiren bir
milletin evlâdı, bir ordunun başkumandanı olduğumdan, ilelebet mesut ve
bahtiyarım.” [32]
3. Lozan Barış Konferansı Döneminde Dış
Politika
Ordularımızın İzmir’i de düşman
işgalinden kurtarması ateşkesi sağlamıştır.
A. Mudanya Mütarekesi:
İşte bu kesin Zafer üzerine Vatanımızı
işgal etmiş bulunan İtilâf Devletleri Ankara Hükümeti’ne mütareke teklif
etmişlerdir. Ankara Hükûmetiyle 11 Ekim 1922’de imzalan Mütareke ile Osmanlı
İmparatorluğu siyaseten ve hukuken sona ermiştir.
Mudanya Mütarekesi müzakereleri
sırasında teati edilen notalarla arış görüşmeleri için Lozan’da bir Konferans
toplanmasına karar verilmiştir.
B. Ülkenin Durumu ve İhtiyaçları:
Savaş alanında Millî Mücadele zafere
ulaşmışsa da ve savaş fiilen sona ermişse de millî müstakil varlığımız için
yapılacak daha çok ve büyük işler vardı. Çünkü Vatanımız, Balkan Savaşlarında,
Birinci Dünya Harbi yıllarında, işgal döneminde, kurtuluş ve istiklâl savaşımız
sırasında harap olmuştu. Kaynakları tükenmiş, çok fakirleşmişti.
Öncelikle, savaş durumunun hukuken de
sona erdirilmesi gerekiyordu. Milletimiz kendi bağımsız ve egemen Devletine
sahip olmalıydı. Bu Devlet uluslararası plânda tanıtılmalıydı. İç ve dış
güvenlik sağlanmalıydı. Milletin yaraları sarılmalı; ülke yeniden inşa
edilmeli, neredeyse durmuş vaziyetteki ekonomik hayat harekete geçirilmeliydi.
Köklü inkılâpların gerçekleştirilmesine, çağdaş reformların yapılmasına, eğitim
alanında hızlı hamlelere ihtiyaç vardı. Ordumuzun yeniden yapılandırılması ve
donatılması da ihmal edilemezdi. Bu muazzam işlerin gerçekleştirilebilmesi için
de Türkiye’nin dost dış yardımlara ve siyasî, diplomatik ve ekonomik desteğe de
elbette ihtiyacı olacaktı.
Bütün bu gerçekler Türkiye’nin
bölgesinde uzun yıllar barış ve güvenlik içinde yaşamasını zorunlu
kılıyordu. Bunun için de dostane yaklaşımlarla barışçı ve dengeli bir dış
politika izlenmesi gerekiyordu.
C. Atatürk’ün Amerikalı Gazeteciye
Cevabı:
Mustafa Kemal Paşa 17 Ocak 1921
tarihinde United Telegraph Gazetesi Muhabirine verdiği mülâkatta [33] kendisine
tevcih edilen “Gelecekte ne gibi bir politika izleyeceksiniz?” sorusuna
şu cevabı vermiştir:
"Memleketimiz haraptır; milletimiz fakirdir, eğitimimiz
aşağı seviyededir, ekonomimiz zayıftır. Memleketimizi imar ve milletimizi
aydınlatma ve refaha kavuşturma yegâne ve kat'i emelimizdir. Binaenaleyh sulh
ve sükûn içinde medeniyetin ciddî çalışmalarına muhtacız. Gelecekteki
politikamız bu ihtiyaçları tatmine matuf olacaktır.”
D. Lozan Barış Konferansı ve Barış
Andlaşması:
TBMM Hükûmeti’nin İsmet Paşa
(İnönü) başkanlığında Lozan Barış Konferansı’na katılan Heyeti, Lozan
Konferansı’nın “kurtlar sofrası” mahiyetindeki masasında ve bu masanın üzerine
kurulduğu kaygan diplomasi zemininde 11 Kasım 1922 – 24 Temmuz 1923 tarihleri
arasında cereyan eden çetin diplomatik müzakereler sonucunda, Türkiye’yi
çevreleyen iç ve dış ağır şartların gerektirdiği amaç ve hedeflere uygun bir
Andlaşma elde etmiştir.
Atatürk’ün emsalsiz önderliğinde
kazandığımız İstiklâl Savaşımız, TBMM Hükûmeti’nin Dışişleri Bakanı İsmet
Paşa’nın 24 Temmuz 1923 Salı günü Lozan Barış Konferansı’nda imzaladığı Barış
Andlaşması ile taçlanmıştır.
Atatürk’ün Andlaşma’nın imza edildiği
gün İsmet İnönü’ye gönderdiği tebrik mesajının Büyük Nutuk’da yer alan metni
şöyledir:
“Lozan'da Delege Heyeti Reisi, Hariciye
Vekili İsmet Paşa Hazretleri'ne,
Millet ve Hükümet’in Zatıâlileri’ne
vermiş olduğu yeni vazifeyi muvaffakiyetle tamamladınız. Memlekete bir dizi
faydalı hizmetlerden ibaret olan ömrünüzü bu defa da tarihi bir muvaffakiyetle
taçlandırdınız. Uzun mücadelelerden sonra vatanımızın barış ve bağımsızlığa
kavuştuğu bugünde parlak hizmetiniz dolayısıyla Zatıalinizi, muhterem
arkadaşlarımız Rıza Nur ve Hasan Beyleri ve mesainizde size yardım eden bütün
Delege Heyeti üyelerini teşekkürlerle tebrik ederim.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi
Başkumandan Gazi Mustafa Kemal”
Atatürk, Büyük Nutuk’unda Lozan Barış
Andlaşması’nı şu ifadelerle değerlendirmiştir:
“….Bu andlaşma, Türk Milleti
aleyhine asırlardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması'yla tamamlandığı
zannedilmiş büyük bir suikastın yıkılışını ifade eder bir vesikadır. Osmanlı
devrine ait tarihte, emsali görülmemiş bir siyasi zafer eseridir.”
Lozan Barış Andlaşması, Türkiye’nin,
mutlak bağımsız ve egemen bir devlet ve milletlerarası camianın hukuken eşit
bir üyesi olarak doğduğunu tescil eden belgedir.
TBMM’nin 29 Ekim 1923 günü “Türkiye
Cumhuriyeti” olarak ilân ettiği Devletimizin “tapu senedi” mahiyetindedir.
Lozan Andlaşması, aynı zamanda da genel
olarak dış siyasetimizin, özel olarak da Kıbrıs ve Türk-Yunan münasebetlerine
dair strateji ve politikalarımızın “ahde vefa” ilkesi esas alınarak
yürütülmesinde on yıllar boyunca gözettiğimiz dengelerin oluşturulmasını
sağlayan unsurlar manzumesidir.
Bu dengeler için dış siyaset
terminolojimizde “Lozan dengesi” kavramı kullanılmaktadır.
E. Atatürk’ün TBMM’deki Konuşmalarında
Lozan Barış Konferansı:
Atatürk TBMM’de, Türkiye’nin Lozan barış
Konferansı’na uyuşma arzusuyla ve barış elde etme amacıyla katılmış olduğunu
vurgulayan konuşmalar yapmıştır. Konuşmalarından bazı alıntılar aşağıdadır.
a. Atatürk, 1 Mart 1923 (Mustafa Kemâl
Paşa, TBMM Başkanı): “Bildiğiniz gibi, uyguladığımız
politika, barışsever bir politikadır. Ülkemizi hiçbir hak ve hukuka dayanmadan
çiğnemek ve çiğnetmek girişimi, muzaffer Ordumuzun önemli ve cansiperane
çabaları ile layık olduğu başarısızlığa uğratılmış ve ulusumuz tarihin çok az
kaydettiği bir zafer kazanarak sevgili yurdumuzu kurtarmıştır. Barışın
sağlanması için her fırsattan yararlanan hükümetimiz, büyük zaferimizden sonra
da harekâtı durdurarak ateşkesi sağlamış ve uzun gecikme ve zorluklarla ancak
20 Kasım’da açılan Lozan Konferansı’na gerçek bir uyuşma arzusu ile
katılmıştır. Konferanstaki delegelerimiz, bütün Konferans boyunca Türk
Milleti’nin her medeni ve yetenekli millet gibi yaşamaktan başka bir amacı
olmadığını sürekli biçimde, sabırla açıkladılar. Konferans’tan kesin sonuç
alınamadı. Türk Milleti’nin, idari, mali, ekonomik ve hukuki bağımsızlığına ve
yaşamına kendisinin sahip çıkması, hiçbir milleti rahatsız etmemesi gereken
ölümsüz bir doğal haktır. Bu kadar doğal bir gerçeği kabul etmek, barışın
sağlanması için yeterlidir. Fakat yıllardan beri olduğu gibi, Türk Milleti’nin hayat
hakkını herhangi bir şekilde ruhen, fiilen ve gerçek şekilde kabul etmemekte
direnmek ne sonuç verirse versin, Türk Milleti bağımsızlığını gönül rahatlığı
ve vicdan rahatlığı ile kabul etmektedir ve bunu sürdürecektir. Görüyorsunuz
ki, dünya barışını sağlamak şimdi ve sonra müttefiklerin elindedir…” [34]
b. Atatürk, 13 Ağustos 1923 (Gazi
Mustafa Kemâl Paşa, TBMM Başkanı):
“Bu yasama dönemi, aynı zamanda, yeni Türkiye Devletinin, yeni tarihinde
mutlu bir geçiş dönemine rastlamaktadır…..Dış ilişkilerimiz konusunda fazla bir
şey söylemeye gerek görmüyorum. Bu konudaki kararlı özelliğimiz dünyada
bilinmektedir. Bütün komşularımızla ve diğer devletlerle dost bir şekilde
geçinmeye ve karşılıklı saygı ve bağlılığa dayanan politikamızı sürdürmeye
kararlılığımız kesindir. Ayrıca şunu da açıklığa kavuşturmak isterim ki, barış
dönemine gerçek bir içtenlikle ve ciddi bir sükûn isteği ile
giriyoruz…..
Efendiler,….vatan dediğimiz kutsal
varlığa genel olarak bakalım. Onun, yaşam için, uygarlık için erişilebilecek
her şeyden yoksun bir kara toprak alandan oluşan bir biçimde bırakılmış
olduğunu görürüz. Kara toprak alanın altında defineler ve üstünde soylu ve
kahraman bir Millet yaşıyor. İşte biz, bütün bu uzun ve dayanılması zor
mücadeleleri bu kutsal ata mirasının özgür ve bağımsız sahibi olduğumuzu ve sonsuza
dek olacağımızı kanıtlamak için yapmış bulunuyoruz. Vatan ve milletin
bağımsızlığı, dokunulmazlığı adına yapmış bulunuyoruz. Bundan sonraki
çalışmalarımızda da amacımız aynı dokunulmazlık ile huzur ve güvenliğin
sağlanması ve korunması olacaktır…” [35]
4. Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurulmasından
İtibaren Atatürk Döneminde Dış Politika
A. Dış Politikanın Güttüğü Hedefler:
İstiklâl Savaşımızın öncelikli tek
hedefi vatanımızı düşman işgalinden kurtarmak ve Milletimizi kendi bağımsız ve
egemen devletine kavuşturmak olmuştur. Bu hedeflerin gerçekleşmesinden sonra da
Atatürk devrindeki dış politikamızın öncelikli amacının ve hedefinin Türkiye
Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının, egemenliğinin, toprak bütünlüğünün ve üniter
anayasal yapısının korunması ve millî güvenliğinin sağlanması olduğunu söylemek
yanlış olmaz.
Lozan Andlaşması’ndan sonra Türkiye’nin
stratejik önemi azalmamış, aksine artmıştır. 1923’den sonra Türkiye Avrupa’nın
bütün güçlü Devletleriyle komşu durumuna gelmiştir. Sovyetler Birliği Doğu
bölgemizde komşumuz olmuştur. İngiltere Irak manda idaresi ve Kıbrıs
vasıtasıyla; Fransa da Suriye manda idaresiyle sınırdaş olarak Türkiye’nin
Güneyine yerleşmişlerdir. 12 adayı ve Meis’i ele geçirmiş olan
İtalya da Akdeniz’deki komşumuz olmuştur.
Güçlü devletlerle sınırdaş komşu olması
Türkiye’nin Millî Mücadele’den sonra gerçekçi, dengeli bir dış politika takip
etmesini zorunlu kılmıştır.[36]
Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan
itibaren Dış Politikada şu ana hedeflere yönelmiştir.
i. Millî bağımsızlığımızın ve
egemenliğimizin korunması;
ii. Yapılan barışın devamlı kılınması;
iii. Hayat tarzımızda ve yönetim
şeklimizde çağdaşlaşmanın sağlanması.
Bu hedeflere ulaşmak için de “ahde
vefa” ilkesinin gözetildiği; Türkiye’nin ülkesinde hakim kılmak
istediği demokrasi, laiklik, sosyal adalet, hukuk devleti gibi çağdaş
değerlere saygılı devletlerle barış içinde yaşamayı, ilişki ve işbirliğini
güçlendirmeyi amaçlayan dengeli bir dış siyaset güdülmüştür. [37] Türkiye
Cumhuriyeti komşularıyla ve dünyanın diğer belli başlı Devletleriyle dış
ilişkiler ağını örmeye başlamıştır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk 15 yılında
uyguladığı dış politikaya ve elde edilen sonuçlara dair somut ifadeler
Cumhurbaşkanı Atatürk’ün ve Başbakan İnönü’nün TBMM’deki konuşmalarında yer
almaktadır. Örneklerini aşağıya kaydediyorum.
B. Başbakan İsmet İnönü’nün TBMM’deki
Konuşmasında Dış Politika:
Türkiye Cumhuriyeti’nin birinci
Hükûmeti’nin Başbakanı İsmet Paşa (İnönü) programını TBMM’ne sunarken dış
politikamızı şu ifadelerle açıklamıştır:
a. İsmet Paşa, Başvekil, 30 Ekim 1923: “Cumhuriyet Hükümeti’nin münasebatı hariciyede (dış
ilişkilerde) üssülesası (en temel ilkesi) Türkiye
Cumhuriyeti’nin mevcudiyetini (varlığını) ve tamamiyetini (bütünlüğünü) sağlam
tutarak menafi-i hayatiyesini (hayatî menfaatlerini) göz
önünden ayırmamak esası dâhilinde müsalemeti (karşılıklı
barışı), huzuru, hüsnü münasebatı (iyi ilişkileri) mümkün
olduğu kadar tevsi (genişletmek) ve teyid emekten ibarettir. Hemhudutlarımızla (sınırdaşlarımızla) ve…henüz
münasebata (ilişkilere) girmediğimiz devletlerle samimî bir
dostluk tesisi için bütün kuvvetimizi sarf edeceğiz. Göreceğimiz hüsnüniyete (iyi
niyete) fazlasıyla mukabele edeceğiz. Bu esaslar dâhilinde Türkiye
Cumhuriyeti menafii hayatiyesini (hayatî menfaatlerini) muhafaza
etmek (korumak) için son derece dikkatli olacaktır.” [38]
C. Cumhurbaşkanı Atatürk’ün TBMM
Konuşmalarında Dış Politika:
Atatürk’ün dış politika hakkında çok
sayıda konuşması vardır. Biz bu incelemede TBMM’nin yasama dönemlerini açış
konuşmalarından alıntılarla konuyu işleyeceğiz.
a. 1 Mart 1924 (Gazi Mustafa Kemal Paşa,
Reisicumhur) : “Cumhuriyet’in siyaset-i hariciyede veçhesi (yüzü) müstakimane (düz
biçimde) ve halisane (samimiyetle) olarak sulhun (barışın) ve
muahedatın (antlaşmaların) muhafazasına (korunmasına) müteveccihtir (dönüktür).” [39]
b. 1 Kasım 1924 (Gazi Mustafa Kemâl
Paşa, Reisicumhur): “İzninizle dış politika durumumuz
konusunda bir özet vermek istiyorum. Geçen yasama yılında, Lozan Barış
Antlaşması yürürlüğe konulmuştur. Bu şekilde uzun savaş yıllarından sonra
süregelmiş olan zor dönem ortadan kalkmış ve Türkiye Cumhuriyeti ile antlaşma
imzalayan devletler arasındaki ilişkiler normal duruma girmiştir. Sonuca
bağlanmamış sorunlar, antlaşmanın öngördüğü doğal bir akışa bırakılmıştır.
Musul ili için hak ve adalete uygun olarak kabul edileceğini umduğumuz kararı
beklemekteyiz. İkinci olarak, statükonun korunmasında ortaya çıkan
anlaşmazlığın Milletler Cemiyeti Meclisi’nde geçici bir şekilde düzeltilmesi
için başvuruda bulunulduğu haber alınmıştır. Fransa Cumhuriyeti ile geçen yıl
başlarında ortaya çıkmış olan sınır olayı ivedi olarak ortadan kaldırıldıktan
sonra; iki Cumhuriyet arasında yakın, açık ve dostça duygular sevindirici bir
biçimde gelişmektedir. İtalya ile politik ve ekonomik ilişkilerimizin
içtenlikle gelişme gösterdiğini sevinerek bildiririm. Eski dostumuz Rusya
Sovyet Cumhuriyeti’yle ilişkilerimiz dostluk çerçevesinde her gün daha çok
gelişmekte ve ilerlemektedir. Cumhuriyet hükümetimiz, Rusya Sovyet Cumhuriyeti
ile gerçek ve iyi ilişkilerini geçmişte olduğu gibi, politik prensip
saymaktadır. Lehistan Cumhuriyeti ile ilişkilerimiz dostane bir şekilde
gelişmektedir…..Geçen yasama döneminde onaya arz edilmemiş olan yeni
antlaşmalar, yüce Meclis’e sunulacaktır. Yüce Meclis’in kabullerine sunulacak
olan bu antlaşmalar ile, Türkiye Cumhuriyeti’nin, Amerika, İspanya, İsveç,
Felemenk, Çekoslovakya devletleriyle resmî ilişkilerimizi yeni kurallara göre
kurmuş olacağını bilgilerinize sunarım. İran ile ve Afganistan ile
ilişkilerimiz dostane olarak devam etmektedir.” [40]
c. 1 Kasım 1925 (Gazi Mustafa Kemâl
Paşa, Reisicumhur): “Türkiye Cumhuriyeti’nin
uluslararası uygarlık ailesinde ihmal edilmemesi gerekli bir güç ve barışçılık
unsuru olduğu geçen bir yıl içinde bir kez daha belirlenmiştir. Aramızda siyasi
ilişkilerin resmen kurulmamış olduğu devletlerle yeniden antlaşmalar yapılmıştır.
Yeniden yapılmış olan antlaşmalar Yüce Meclis’e sunulacaktır…” [41]
d. 1 Kasım 1926 (Gazi Mustafa Kemâl Paşa, Reisicumhur): “Dış
politikamız öteden beri özlediğimiz barış ve dostluk yolunda olumlu sonuçlarla
gelişmektedir…. Biz uluslararası ilişkilerde karşılıklı güven veren
ve bu güvene uymayı amaçlayan, açık ve buna sahip çıkan politikanın en sıcak
taraftarıyız.” [42]
e. 1 Kasım 1927 (Gazi Mustafa Kemâl
Paşa, Reisicumhur):: “Cumhuriyet’in iç ve dış
politikası, gelecekte de saygınlık, kuvvet ve doğruluk ve Türk Milleti’nin
bütün güçlerini onun zenginliği, mutluluğu ve gelişmesine yöneltmesi ve bu
konulara yoğun ilgi göstermesi ile belirlenecektir. Cumhuriyet’in varlığına ve
yönetimine ve ulusun yararına karşı olabilecek içte ve dışta herhangi bir kötü
niyete karşı, her an korumaya hazır bulunmak, dışta dostluklara ve barışçı
çalışmalara yardımcı ve vefakâr olmak ve içte vatandaşların güvenlik içinde
çalışması ve gelişmesini sağlamak yeni çalışma döneminde de gerçekleştirmeye
çalışacağımız temel amaç olacaktır.” [43]
f. 1 Kasım 1928 (Gazi Mustafa Kemâl
Paşa, Reisicumhur):: “Dış politikamızda dürüstlük,
ülkemizin güvenliği ve gelişmesinin korunmasına önem verilmesi prensibi,
davranışlarımıza rehber olmaktadır. Önemli reform ve gelişmeler içinde bulunan
bir ülkenin, hem kendisinde hem çevresinde barış ve huzuru gerçek olarak arzu
etmesinden daha kolay açıklanabilecek bir konu olamaz. Bu samimi arzudan
esinlenmiş olan dış politikamızda, ülkenin korunması, güveninin sağlanması,
vatandaşların haklarının herhangi bir saldırıya karşı bizim tarafımızdan
savunulması konuları, özellikle göz önünde tuttuğumuz noktalardır. Kara,
deniz ve hava kuvvetlerimizi bu ülkede barış ve güvenliği koruyabilecek bir
durumda bulundurmaya bu nedenle çok önem veriyoruz. Cumhuriyet hükümeti,
uluslararasında güvenlik anlaşmalarının imzalanması için özel bir çaba
göstermektedir. Bize önerilen Kellogg Anlaşması’na katılmak için de aynı
içtenlikle uygun görüşümüzü bildirdik.” [44]
g. 1 Kasım 1929 (Gazi Mustafa Kemâl
Paşa, Reisicumhur): “Dışişlerinde dürüst ve açık olan
politikamız özellikle barış düşüncesine dayanmaktadır. Uluslararası herhangi
bir sorunumuzu barış vasıtalarıyla çözümlemeye çalışmak, bizim yararımıza ve
zihniyetimize uygun bir yoldur. Bu yol dışında bir öneri ile karşılaşmamak için
güvenlik prensibine ve onun dayanaklarına çok önem veriyoruz. Uluslararası
barış havasının korunması için Türkiye Cumhuriyeti, gücü içerisinde herhangi
bir görevden geri kalmayacaktır.” [45]
h. 1 Kasım 1930 (Gazi Mustafa
Kemâl, Reisicumhur) : “Dış politikamızda barış ve
iyi ilişkiler amacı, içtenlikle izlenecektir. Uluslararası ilişkiler de
dostluklara bağlı ve hiçbir ülkeyi karşısına almayan açık ve dürüst düşünce
biçimimizin gittikçe daha iyi anlaşılmakta olduğunu ümit ederim.” [46]
i. 1 Kasım 1931 (Gazi Mustafa Kemâl,
Reisicumhur): “Dış politikamızın barışçı ve
doğruluklu niteliği, geçen yıl içinde bir kez daha görülmüştür. Yakın
komşularımızla ilişkilerimizde samimiyet artmıştır. Uluslararası alanda, her
devletle iyi ilişkide bulunmakla olumlu sonuçlar elde etmekteyiz. Türkiye'nin
güvenliğini amaçlayan hiçbir ülkeyi karşısına almayan bir barış yolu izlemek,
bizim değişmez prensibimiz olacaktır.” [47]
j. 1 Kasım 1932 (Gazi Mustafa Kemâl, Reisicumhur): “Bütün
ulusların güçlükle göğüs germeye uğraştığı zorluklar içinde ulusumuz büyük
canlılık, hükümetimiz yerinde davranış göstermektedir. Komşularımızla ve bütün
uluslarla ilişkilerimiz ciddi, içten, barış ve güven fikrine dayalı olarak
gelişmektedir. Dostlar arasında dürüst bir durumun korunması bizim
her zaman çok önem verdiğimiz bir esastır. [48]
k. 1 Kasım 1933 (Mustafa Kemâl,
Reisicumhur): “Balkanlarda ve Orta Avrupa'daki
devletler arasında Türkiye Cumhuriyeti, ancak politikasının dürüst ve açık
niteliği nedeniyle gerçek yerini korumaktadır. Özen gösterilmesi gereken bu
politikanın gereğini dikkatle göz önünde bulundurmaktayız. Türkiye Cumhuriyeti’nin
diğer devletlerle ilişkilerinin, aradaki antlaşmaların hükümlerine ve
uluslararası dostluk gereklerine uygun olarak genellikle iyi olduğunu
söyleyebilirim.” [49]
l. 1 Kasım 1934 (Gazi Mustafa Kemâl,
Reisicumhur) : “Dışişlerindeki aralıksız
çalışmalarımızda, genel politikamız, ulusal ülkümüze uygun olarak
yürütülmüştür. Bundan ötürü, Büyük Millet Meclisini ulus işlerine gösterdiği
özen, ulusumuzun canlılığı, gerçekten övünç ile anılmaya değer…Uluslararası
politika, geçen yıl içinde korunma kaygısına düştü. Bu yüzden de bütün ülkeler
de silahlanmaya hız verildi. Cumhuriyet Hükûmeti de, bu nedenle bir yandan
ulusal koruma gücünü pekiştirmeye çalışırken, bir yandan da barışın
sarsılmaması için ulusların birlikte çalışmasına umut veren yoldan ayrılmamak
uğrunda elinden geleni esirgememiştir. Cumhuriyet Türkiye'sinin, dostluklarına
çözülmez bağlılığı, geçmiş yıllarda, türlü durumlarda denemiştir. Ulusumuzun
dünyaca tanınmış özlülüğünün gereği de karşılıklı verilmiş sözü tutmaktır.
Bunun için ne kadar özenildiği, bundan böyle de özenileceği bellidir. Balkan
Antlaşması Balkan devletlerinin, birbirlerinin varlıklarına özel saygı
beslemesini göz önünde tutan mutlu bir belgedir. Bunun, sınırların
korunmasında, gerçek bir değeri olduğu açıkça bellidir. Ankara'da toplanmış
olan Balkan antlaşma divanının verimli ve yerinde çalışmalarını, ulusumuz sevgi
ile karşıladı.” [50]
m. 1 Kasım 1935 (Kemâl Atatürk,
Reisicumhur): “Olaylar, Türk ulusuna iki önemli
kuralı yeniden hatırlatıyor: Yurdumuzu ve haklarımızı koruyabilecek güçte
olmak. Barışı koruyacak uluslararası çalışma birliğine önem vermek. Barışın
bozulması nedeniyle üzüntü duymamak imkânsızdır. Bu durumda bu günkü ağır
anlaşmazlıkların ortadan kalkması, uygar insanlığın başlıca dileği olmalıdır.
Bizim barış ülküsüne ne kadar bağlı olduğumuzu, bu ülkünün güvenlik altına
alınmasındaki dileğimizin ne kadar köklü olduğunu açıklama gereği görmüyorum.
Bu konuda çalışan Milletler Cemiyeti’nin deneylerden yararlanarak prensiplerini
geliştirmesi ve barışı korumak için gücünü artırması en üstün arzumuzdur…Son
uluslararası olaylar Türk Ulusu için kuvvetli bir hava ordusunun ne denli
önemli olduğu konusunda bir kanıt olmalıdır. Çok emekle kurduğumuz, canımızla
korumaya ant içtiğimiz kutsal yurdun, havadan saldırılara karşı güvenlik
altında bulunması demek, bize saldıracaklara, kendi yurtlarında bizim de aynı
zararları yapabileceğimize güvenimiz demektir…” [51]
n. 1 Kasım 1936 (Kemâl Atatürk,
Reisicumhur): “Bu yıl içinde uluslararası
bakımdan bizim için mutlu olaylar oldu. İngiltere kralı sayın Majeste VIII.
Edward'ın ziyaretini ve Boğazlarda yeni rejimin Montrö antlaşması hükümlerine
göre uygulanmasının başladığını, bunların başında sayabilirim….Türkiye'nin
hakkını kabul etmekle iyi dostluk ve anlayış gösteren Montrö antlaşmasını
imzalayanların aynı zamanda kritik bir görünüm taşıyan uluslararası bu önemli
dönemde, dengenin sağlanması için herkesin çabasını gerektiren genel barış
konusuna da önemli katkıları oldu. Tarihte birçok kez tartışma ve tutku nedeni
olan Boğazlar, artık tam anlamı ile Türk egemenliği altında, yalnız ticaret ve
dostluk ilişkilerinin ulaşım yolu haline girmiştir. Bundan böyle
savaşan herhangi bir devletin savaş gemilerinin Boğazlardan geçmesi yasaktır.
Bu nedenle, karada ve denizde büyük komşumuz Sovyet Rusya ile aramızdaki, on
beş yıldan bu yana her türlü deneyden geçmiş olan dostluğun, ilk gündeki güç ve
içtenliğini bütünüyle koruyacağına ve doğal gelişimini sürdüreceğini söylemekle
de ayrıca mutluluk duyarım. Bu yıl içinde, Afganistan'ın değerli dışişleri ve
savunma bakanları ile görüşmekten de memnun oldum. Dost ve müttefik
Yugoslavya'nın Sayın Başbakan’ı ve Dışişleri Bakanı’nın Milli Bayramımızda
aramızda bulunması bize ayrı bir sevinç verdi. Balkanlılar arasındaki
kardeşliğin sağlamlaştırılması, bizim öteden beri başlıca amacımızdır. Türk -
Yugoslav bağlılığı bunun önemli belirtisidir. Diğer müttefiklerimiz ve
dostlarımız ile de ilişkilerimiz iyi ve içtendir. Balkanlarda, Batı Asya'da ve
Doğu Akdeniz'de sağlanan barışın devamı, eski dünyanın diğer birçok yerlerine
oranla, daha sağlam görünmektedir. Türkiye'nin bütün devletlerle
ilişkilerinin iyi olduğunu, sevinerek belirtmek isterim….Milletimizi gece
gündüz uğraştıran başlıca büyük bir sorun da, gerçek sahibi öz Türk olan
İskenderun - Antakya ve bölgesinin geleceğidir. Bunun üzerinde, ciddiyet
ve önemle durmak zorundayız. Her zaman dostluğuna çok önem verdiğimiz Fransa
ile aramızda tek ve büyük sorun budur. Bu konunun gerçek ayrıntılarını bilenler
ve hakka inananlar, ilgimizin gücünü ve içtenliğini iyi anlar ve doğal
bulurlar. Önümüzdeki yıl, görüşmeler ve silahlanma yarışları için, büyük bir
hazırlık yılı olacağa benziyor. Devletler arasındaki uyuşmazlıkların
anlaşmalara varmasını içtenlikle dileriz.” [52]
o. 1 Kasım 1937 (Kemâl Atatürk, Reisicumhur): "Dış politikamız, geçen yıl içinde de, barış
ve uluslararası işbirliği yolunda gelişmiş ve yürüdüğümüz yolun değişmez
olduğunu bir kez daha belirtmiştir. Milletler Cemiyeti’nin geçirmekte olduğu
çetin dönemlerde, Cumhuriyet Hükûmeti, bu uluslararası kuruluşa olan
bağlılığını, her alanda göstererek barış idealine en uygun yoldan
ayrılmamıştır. Büyük bir milli davamız olan Hatay olayının geçirdiği dönemler
tarafınızdan bilinmektedir. Milletler Cemiyeti yüksek yönetimi altında
yapılmakta olan görüşmeler, Hatay halkına yaraşan mutlu ve bağımsız yönetime
kavuşması yolunda amaçladığımız gayeyi sağlayacak belgelerin kabul ve imzası
ile sonuçlanmıştır. Yeni Hatay rejiminin yürürlüğe girmesine kısa bir süre
kaldı. Bu rejimi, kendileri ile dostça bir düşünce doğrultusunda işbirliği
yapmış olduğumuz Fransızların, iyi niyetle ve istenen amaca ulaşmayı sağlayacak
biçimde uygulamaya başlayacaklarından şüphe edilmemelidir. Yarınki Türk -
Fransız ilişkilerinin dilediğimiz yolda gelişmesinde Hatay konusunun iyi bir yönde
gelişmesi, önemli bir ölçü ve etken olacaktır, düşüncesindeyiz. Balkan
politikamız, çok mutlu bir işbirliği yaratmayı sürdürerek kendisine çizilmiş
olan barış yolunda her gün daha verimli sonuçlarla ilerlemektedir. Cumhuriyet
Hükümet’inin doğuda uygulamakta bulunduğu dostluk ve yakınlık politikası yeni
ve güçlü bir adım attı. Sadabat’ ta dostlarımız Afganistan, Irak ve İran ile
imza etmiş olduğumuz dörtlü Antlaşma, büyük bir sevinçle kayda değer barış
eserlerinden biridir. Bu Antlaşma’nın çevresinde toplanan devletleri, aynı
amacı sürdüren ve barış içinde gelişmeyi içtenlikle isteyen hükümetler
arasındaki işbirliğinin gelecekte de iyi sonuçlar vereceğinden emin
bulunmaktayız. Cumhuriyet Hükûmeti’nin, komşularıyla ve diğer büyük küçük
devletlerle olan ilişkilerinde uyumlu bir düzen ve gelişme göze çarpmaktadır.
Barış yolunda nereden bir çağrı geldiyse, Türkiye onu ilgi ile karşıladı ve
yardımlarını esirgemedi. İspanya olayları nedeniyle Akdeniz ve Karadeniz'de
alınması gereken önlemlere, Cumhuriyet Hükûmeti en geniş bir düşünce ile
katıldı. Dünyanın her yanında olduğu gibi, bizi ilgilendiren alanlarda ve bu
arada Akdeniz'de barış ve dengenin korunması, bizim yakından ve ilgi ile
izlediğimiz bir konudur….Doğu Akdeniz ve Karadeniz suları ile Balkanlarda ve Yakın
Doğuda, geçen yıl belirttiğim ilişkiler aynen sürdürülmüştür….Dış politikamızın
belirgin özelliğini kısaca anlatmış olmak için diyebilirim ki, tuttuğumuz
politik yol ve hedeften ayrılmıyoruz. Son yıllarda uluslararası ilişkilerde
sürekli değişiklikler olmasına karşın biz bu karışıklığın ortasında,
barışseverlik dolu duygularla karşılıklı dostluklarımıza uygun hareket
ediyoruz….” [53]
p. 1 Kasım 1938 (Reisicumhur Kemâl Atatürk’ün
rahatsızlığı sebebiyle konuşma metni Başbakan Celâl Bayar tarafından okunmuştur):
“Dış politikamızın son yıl içindeki gelişmeleri
geçen yıl ana niteliklerini belirttiğim kurallar içinde gelişmiştir. Son aylar
içinde barış, çetin bir sınav geçirdi. Şimdi süresini ancak bir zaman sonra
anlayabileceğimiz yeni bir sessizlik dönemi içindeyiz. Barış, ulusları refah ve
mutluluğa eriştiren en iyi yoldur. Fakat bu kavram bir kez ele geçirilince
sürekli özen, ilgi bekler ve her ulusun ayrı ayrı hazırlığını gerektirir.
Ülkemizin her gün daha çok güçlenmesini sağlamak için her alanda her türlü
ihtimale karşı koyabilecek bir durumda bulunmak ve dünya, olaylarının bütün
gelişimini büyük bir dikkatle izlemek, barışsever politikamızın dayandığı
kuralların başlıcalarıdır. …..Cumhuriyet Hükûmeti en yakın komşuları ile
olduğu kadar en uzak devletlerle olan ilişkilerini, dostluklarını, anlaşmalarını
ona göre düzenlemeyi bilmiş ve böylece dış politikamızı sağlam kurallara
dayandırmıştır.
Balkan politikamız, Balkan devletlerinin
ayrı ayrı ve ortak yararlarının en açık bir belirtisidir. Balkan uluslarından
her birinin ayrı ayrı güçlenmesi de barış yolundaki dinamik düşünce biçiminin
fiili bir örneğidir…..aynı dinamizm ve aynı yüksek amaçlar, Sadabat Antlaşması
hükümleri ile, ilgililerin geçmişten miras kalmış boş inanışlarını bir anda
yıkarak ilişkilerini yeni ve verimli temellere dayandırmayı bildiklerini
göstermiştir. Türkiye'nin diğer devletlerle olan ilişkileri geçen yıl açıklıkla
belirttiğim yolda dostça gelişimler izleyerek ilerlemeyi sürdürüyor. Hatay
sorununun son yıl içinde geçirmiş olduğu evreleri bilmektesiniz. Bu milli
davayı bir Türk - Fransız dostluk anlaşması ile sonuçlandırmak yolundaki
çalışma başarı ile sona erdi. Türk ve Fransız askerlerinin geçici ve ortak
işgali, bu anlaşmanın açık belirtisi oldu. Bu nedenle sükun yerleşti ve
seçimler tamamlandı. Sonunda Hatay, Millet Meclisine ve bağımsızlığına kavuştu.
Bağımsız Hatay devleti bu gün güvenlik güçlerini düzenlemek ve ülkenin iç
güvenliğini de kendi kendine sağlamakla uğraşmaktadır. Bunun da yakında
başarılacağını ümit ediyoruz. Geçen yıl “yarınki Türk - Fransız ilişkilerinin
dilediğimiz yolda gelişmesine Hatay işinin iyi bir yönde gelişmesi temel bir
ölçü ve unsur olacaktır” demiştim. Doğrusu, Hatay işindeki Türk - Fransız
anlaşması iki devlet arasındaki ilişkileri çok dostça bir duruma getirmiştir.
Birkaç gün önce ülkemizi ziyaret eden Almanya'nın seçkin Ekonomi Bakanı Bay
Funk ile 150 milyon marklık bir kredinin esaslarında anlaşmaya varılmıştır.
Ayrıntılar yakında iki hükümet arasında belirlenecektir…. Egemenliğe kavuşan
dost Mısır devleti ile imzalanan bir de dostluk ve konsolosluk sözleşmesi
bulunmaktadır. Büyük komşu ve dostumuz Sovyet Birleşik Cumhuriyeti ile geçen
yıl içinde yeni bir sınır anlaşması imza edilerek iki ülkenin sınır ilişkileri
bu şekilde iki tarafın deneylerinin gösterdiği sağlam temellere bağlanmıştır.
Yine geçen yıl içinde, İtalya hükümeti, Montrö'de imza edilen ve devletlerin
katılımına açık bırakılan Boğazlar Antlaşmasına katılmış ve bu büyük komşu
ülkenin bize karşı olan dostça tutumuna ülkemiz de aynı dostça duygularla
karşılık vermiştir.” [54]
D. Atatürk’ün Dış Politikasının
Cumhuriyet Dönemindeki Başlıca Somut Sonuçları
Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonraki
dönemde Atatürk’ün Liderliği altında takip edilen dış siyasetimize
ve elde edilen başlıca sonuçlara gelince:
a. Yurt’ta Sulh, Cihanda Sulh İlkesi: Atatürk’ün ve İnönü’nün konuşmalarından yaptığım alıntıların
ortaya koyduğu gerçek şudur:
Türkiye, Lozan Barış Andlaşmasıyla
kurulan hassas stratejik dengeleri koruyarak komşularıyla ve uluslararası
toplumun diğer üyeleriyle uzun yıllar boyunca dostluk ve iyi komşuluk
ilişkileri içinde kalmayı başarmıştır.
Atatürk’ün 1931’de ifade buyurduğu “Yurtta
Sulh Cihanda Sulh” [Yurtta Barış Dünyada Barış] vecizesi çağdaş Türkiye’nin
dış politikasının temel ilkesi olmuştur.
“Yurtta Sulh, Cihanda Sulh”
ilkesi Anayasamızın “Başlangıç” bölümünde zikredilmektedir. Böylece aynı
zamanda bir Anayasa ilkesi vasfındadır.
Atatürk’ün 10. Yıl Nutkunda Türk Milleti
için gösterdiği “muasır medeniyet seviyesine ulaşma” hedefi ile de
kanaatimce, dış politikamızın ana yönü “batı” olarak işaret edilmiştir.
Atatürk döneminde, Türkiye, komşularıyla,
yakın çevresiyle ve Batı devletleriyle çok sayıda ikili anlaşma yapmıştır. Çok
taraflı andlaşmalara katılmıştır.
b. Briand – Kellog Paktı: Türkiye, 1928 yılında ABD Dışişleri Bakanı Frank B.
Kellogg ile Fransa Dışişleri Bakanı Aristide Briand öncülüğünde imzalanan ve
temel ilkeleri, “savaşın millî politika vasıta olarak kullanılmasının
yasaklanması” ve “devletler arasındaki ihtilâfların savaş ile değil
barışçı yollardan halledilmesi” olan Briand – Kellogg Paktı’na 1929 yılında
katılmıştır.
Paktı imzalayan diğer devletler
şunlardır: ABD, Fransa, İngiltere, İtalya, Almanya, Polonya, Belçika,
Çekoslovakya, Japonya ve Sovyetler Birliği.
Atatürk’ün barışçı dış politikası
sayesinde Yunanistan ile uzunca bir dostluk dönemi yaşanmıştır. O kadar ki, 1934
yılında Yunanistan Başbakanı Venizelos Atatürk’ü Nobel Barış Ödülü için aday
göstermiştir.
Türkiye, Balkan Devletleriyle ikili
dostluk ve tarafsızlık anlaşmaları imzalamıştır.
9 Şubat 1934’te de Türkiye’nin
inisiyatifi neticesinde Türkiye, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya arasında “Balkan
Antantı” olarak bilinen Pakt kurumuştur.
1937’de Türkiye, İran, Irak ve
Afganistan arasında “Sadabat Paktı” olarak tarihe geçen bir saldırmazlık
anlaşması yapılmıştır.
Böylece, Türkiye önce Batı’da, sonra
Doğu’da bir güvenlik sistemi kurmuş ve kendisi için önemli olan bu iki bölgede
barış politikasını kuvvetlendirmiştir.
c. Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne
(Cemiyet-i Akvam) Üye Olması
Atatürk Birinci Dünya Savaşı’nı sona
erdiren Versay [Versailles] barış Konferansı’nda alınan kararla 10 Ocak 1920
tarihinde kurulan Milletler Cemiyeti’ne [League of Nations] Türkiye
Cumhuriyeti’nin üye olmasının Teşkilât’tan bir davet gelmesi halinde
düşünülebileceğini çeşitli vesilelerle ifade etmiştir. 1932 yılında
Türkiye’nin Milletler Cemiyeti bakımından önemini değerlendiren Teşkilât Genel
Sekreterliği bir hal çaresi arayışına girmiştir. Sürdürülen istişarelerden
sonra İspanya Daimî Temsilcisi Türkiye’nin üyeliğe davet edilmesini tavsiye
eden bir karar tasarısı hazırlamıştır. Karar tasarısını şu ülkelerin
temsilcileri imzalamışlardır:
Almanya, Arnavutluk, Avustralya,
Avusturya, Bulgaristan, Çekoslovakya, Danimarka, Estonya, Finlandiya, Fransa,
Hollanda, Guatemala, İngiltere, İran, İspanya, İsveç, İsviçre, İtalya, Japonya,
Kolombiya, Küba, Litvanya, Macaristan, Panama, Polonya, Romanya, Yeni Zelanda,
Yugoslavya ve Yunanistan.
Karar Tasarısı İspanya tarafından Genel
Kurul’a sunulmuş ve 6 Temmuz 1932 günü görüşülerek kabul edilmiştir. Genel
Sekreter Türkiye’ye üyelik daveti yapması için görevlendirilmiştir. Gereken
davet resmen yapılmış ve Türkiye daveti kabul ettiğini bildirmiştir. Genel
Kurul Türkiye’yi Milletler Cemiyeti’ne üye olarak kabul eden Kararı 19 Temmuz
1932 tarihinde alkışlarla kabul etmiştir.
Türkiye, günümüzdeki Birleşmiş Milletler’in
temeli oluşturan Milletler Cemiyeti’nin önemli organlarına seçilme başarısını
göstermiştir. Bu organlar ve üstlenilen görevler şunlardır:
▪1934’de, Afganistan’ın Milletler
Cemiyeti’ne üyelik başvurusunu incelemek üzere kurulan özel komisyon başkanlığı
ve raportörlüğü;
▪1934-1936 döneminde, 4 Daimî
(İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya) ve önceleri 4, sonraları 9 geçici üyeden
oluşan Konsey üyeliği;
▪1935’de Konsey’in 84’üncü ve 85’inci
dönem başkanlığı;
▪1937’de Milletler Cemiyeti’nin Genel
Kurul Başkanlığı (Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras). [55]
d. Montrö (Montreux) Boğazlar Sözleşmesi
Lozan Boğazlar Sözleşmesi ile o günlerin
şartlarında Türkiye’nin Boğazlar üzerindeki egemenliğine çeşitli kısıtlamalar
getirilmişti. Atatürk dünyaca kabul edilen üstün liderlik vasıfları ve barışçı
dış politikası sayesinde 1936 yılında Montrö’de imzalanan ve tarihe Montrö
Sözleşmesi olarak geçen uluslararası sözleşme ile bu kısıtlamaların
kaldırılmasını sağlamıştır. Böylece Boğazlar Türkiye Cumhuriyeti’nin mutlak
egemenliği altına girmiştir.
Montrö Boğazlar Sözleşmesini Türkiye ile
beraber, Bulgaristan, Fransa, İngiltere, Yunanistan, Japonya, Romanya,
Sovyetler Birliği ve Yugoslavya imzalamışlardır.
Montrö Boğazlar Sözleşmesi Atatürk
Türkiye’sinin “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” felsefesinin ve barışçı dış
politika uygulamasının en somut sembolüdür.
Montrö Konferansı’na ev sahipliği
yapan İsviçre’nin “Siyasî Daire” Başkanı Motta dahil, Konferans’a
katılan Devletlerin temsilcilerinin ve Konferans’ı yönetenlerin tamamı,
Türkiye’nin “Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin” tadili için yaptığı teşebbüste
seçtiği yolun, dünya diplomasi tarihi için, anlaşmaların kuvvet kullanılarak
veya tek taraflı olarak ortadan kaldırılması veya tadil teşebbüsünde
bulunulması yerine, sorunların barışçı yol ve yöntemlerle halledilmesi ilkesi
bakımından tarihe geçen bir örnek olay teşkil ettiğini vurgulayan, Türkiye’yi
öven ve alkışlayan konuşmalar yapmışlardır.
Konferans’ın Onursal Başkanlığı’na
seçilmiş olan İsviçreli Motta Konferans’ı açış konuşmasında “Türkiye
Cumhuriyeti Hükûmeti, diplomatik önemli bir sorunun çözüme bağlanmasında,
yüksek düzeyde dürüst davranmanın ve en uygun yöntemi kullanmanın en istenir
güzel bir örneğini vermiş olmaktadır” demiştir. [56]
e. Hatay’ın Türkiye’ye Katılması
Hatay Vilâyetimiz, Osmanlı döneminde
İskenderun Sancağı olarak adlandırılıyordu. Burasının eski Türk ve uluslararası
belgelerde genellikle “İskenderun Sancağı” veya sadece “Sancak”
ismiyle zikredildiğini görüyoruz. Hatay adı 1936 yılında Atatürk tarafından
verilmiştir.[57]
Hatay konusuyla Atatürk çok
yakından ilgilenmiş ve kararlılıkla takip etmiştir. Atamız, 1923’de
ziyaret ettiği Adana’da “kırk asırlık Türk Yurdu ecnebi elinde kalamaz” sözünü
dile getirmiştir. Hatay konusu “Millî Dava” olarak nitelemiştir.
Lozan Andlaşması’yla Türkiye’nin
hudutları dışında bırakılmış olan Hatay, Fransa ile yürütülen etkili bir
diplomasi sonucunda savaşa başvurulmadan Eylül 1938’de bağımsız bir devlet statüsünü
kazanmıştır.
Hatay Meclis’i 23 Temmuz 1939
tarihinde de Türkiye katılma kararı almıştır. Böylece Atatürk barışçı dış
politikası bu konuda da Türkiye’nin sorunları müzakere yoluyla halletme arzu,
irade ve kararlılığını ortaya koymuştur.
İskenderun Körfezi’ni de içinde alan
Hatay’ın ülkemize katılmasıyla, Türkiye’nin konumunun stratejik değeri, millî
güvenlik, ekonomi, dış ticaret, deniz ulaştırması, enerji nakli, denizaltı
servetlerinin çıkarılması, turizm vs. alanlarında, özellikle Doğu Akdeniz itibarıyla,
artmıştır.
II. ATATÜRK DÖNEMİNDE, ÖZELLİKLE
ROOSEVELT’İN BAŞKANLIĞI ZAMANINDA TÜRK -- AMERİKAN İLİŞKİLERİNDE KAYDEDİLEN
GELİŞMELER:
1. Atatürk’ün ABD’ne Genel Bakışı:
Millî Mücadelemiz başladığı zaman
Osmanlı Devleti ile ABD arasında diplomatik münasebetler 1917 yılında resmen
kesilmiş bulunuyordu. Çünkü Birinci Dünya Savaşı’nda iki devlet karşı bloklarda
yer almışlardı. Osmanlı Devleti’ndeki Amerikan menfaatlerini gözetmeyi İsveç
üstlenmişti. Amerika’daki Osmanlı menfaatlerini İspanya korumaktaydı.
ABD Almanya’ya karşı İtilâf
Devletleri’nin yanında Nisan 1917’de Birinci Dünya Savaşı’na girdiği zaman,
Atatürk Ordu Kumandanı olarak Doğu’da çeşitli cephelerde Osmanlı Kuvvetlerinin
başında bulunuyordu. ABD’nin katılmasıyla savaşın dengelerinin ve seyrinin
değiştiğine tanıklık etmişti.
Millî Mücadelemizi başlatma kararını
aldığı dönemde de Atatürk, ABD’nin dünya siyasetindeki ve uluslararası
ilişkilerdeki rolünün, ağırlığının farkında bulunuyordu.
Atatürk, Amerikan bağımsızlık mücadelesi
ve bu mücadeleye yön ve şekil veren idealler hakkında bilgi sahibiydi. Başta
İngiltere olmak üzere Batı Avrupa emperyalizmine karşı başlatılacak olan Millî
Mücadelemiz gibi Amerikan bağımsızlık mücadelesi de esas itibariyle İngiliz
emperyalizmine karşı gerçekleştirilmişti.
Diğer taraftan, 20’inci yüzyılın ilk
çeyreğinde ABD, İngiltere ve Fransa’nın aksine emperyalist bir
Devlet de değildi. Gerçi, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti ve ABD
birbirine karşı olan bloklarda yer almışlardı. Bununla beraber
birbirleriyle hiçbir cephede savaşmamışlardı. Bu sebeple de, ABD savaş sonunda
Osmanlı Devleti’ni parçalamak üzere hazırlanan Sèvres Antlaşması’nı imzalayan
devletler arasında yer almamıştı.
Ayrıca, ABD Başkan’ı Wilson’un
yayınladığı 14 ilkeden oluşan “İlkeler” Bildirisinde yer alan “milliyetler
ilkesi” ve özellikle “Osmanlı İmparatorluğu'nun Türk bölümlerine güvenli bir
egemenlik temin edilmesini” öngören XII. İlke, Millî Mücadelemizin
“millî bağımsızlık ve egemenlik” hedefi ile bağdaşmaktaydı.
Bu olgular karşısında Atatürk,
İngiltere, Fransa ve İtalya’nın, maşa gibi kullandıkları Yunanistan’ı da
yanlarına alarak millî mücadelemize karşı oluşturdukları cepheyi dengeleme
düşüncesiyle, ABD’ni yanımıza çekebilmek için bazı teşebbüslerde bulunmuştur. O
dönemin şartlarında bu çabalar sonuç vermemiştir.
Çünkü, Millî Mücadelenin başlamasından
sonra ABD’de yerleşik Ermeni ve Yunan unsurlar Türkler aleyhindeki
faaliyetlerini arttırmışlardır. Türkiye düşmanları Atatürk’ün hareketinin
Osmanlı topraklarındaki azınlıkların kaderini daha da büyük tehlikelere
atacağı; Amerikan misyoner faaliyetlerinin, Amerikalıların Anadolu’da açtığı
okul ve hastanelerin zarar göreceği gibi kamuoyunu bulandıran iddialarda
bulunmuşlardır.
ABD, bir taraftan 1823’de ilân ettiği
“Monroe” Doktrini uyarınca uyguladığı “kabuğuna çekilme”
[isolationism] politikasının icabı olarak, diğer taraftan da
Türkiye karşıtlarının propagandalarının tesiri altında Millî Mücadelemiz
hakkında hayırhah bir tutum ve davranış içinde olmamıştır. Anadolu’daki gelişmelere
esas itibariyle bağımsız bir Ermenistan kurulmasını sağlama niyetiyle
yaklaşmıştır. ABD’nin güttüğü ana hedef, “Osmanlı İmparatorluğu ne şekilde
parçalanırsa parçalansın, kim ‘mandater’ olursa olsun, bu topraklarda ekonomik
ve ticarî bakımdan ‘açık kapı’ veya ‘’fırsat eşitliği’ ilkesinin” uygulanmasını
gerçekleştirme olmuştur.
Öte yandan, Anadolu’da uzun zamandan
beri faaliyet gösteren Amerikalı misyonerlerin ve özel Amerikan
okullarında okumuş bazı Türk aydınların etkisiyle Anadolu’da
Amerikan manda idaresinin kurulması yönünde ortaya çıkan düşünceler ve dile
getirilen istekler karşısında Atatürk’ün “ya istiklal, ya ölüm” parolasıyla
katı ve kesin bir tavır takınmasının da, ABD’ni Türk Millî hareketinden uzak
durmaya sevketmiş olabileceğini düşünmekteyim.
2. Millî Mücadele Döneminde ABD’ne
Verilen Dostluk Mesajları:
Atatürk vatanımızı işgalden kurtarmak
için başlattığı mücadelenin maksat ve hedefi hakkında kamu diplomasisi yoluyla
ABD kamuoyuna mesajlar vermekten geri kalmamıştır. Bunun neticesinde de Millî
Mücadelemizle ilgili haberler ABD’nin önde gelen gazetelerinde çoğu kez
olumlu haber ve yorum konusu olmuştur.
A. Gazeteci Louis Edgar Browne’nin Sivas
Kongresi’ni İzlemesi:
Browne’nin Sivas Kongresi sırasında
başta Atatürk, ayrıca Rauf Orbay olmak üzere Millî Mücadele’nin önderleriyle
yakın ve yoğun temas ve görüşmelerde bulunmuş olduğunu belirtmiştim. Browne’nin
Sivas’tan gönderdiği Atatürk’ün Anadolu’da başlattığı Millî Kurtuluş ve
Bağımsızlık hareketinin gerçeklerini ortaya koyan haberler, yorumlar ve
mülâkatlar Chicago Daily News’da yayınlanmıştır. Amerikan Stanford
Üniversitesi’nin Tarih Profesörlerinden Fredrick Latimer gazeteci Browne’nin
Sivas’tan yazdığı yazılar hakkında “Amerikan kamuoyu ve dünyanın büyük bir
kısmı, bu büyük olayın ilk haberlerini ve Mustafa Kemâl ile milliyetçi
hareketin ilk doğru tasvirlerini Louis E. Browne vasıtasıyla Chicago
Daily News’un sayfalarından aldılar ” demektedir. [58]
Browne Sivas’tan ABD’ne gönderdiği
yazılarında, Mustafa Kemâl’in önderliğindeki milliyetçi hareketin başarıya
ulaşacağına dair inancının ifadesi olan değerlendirmeler, yorumlar yapmıştır.
Browne, Büyük Zafer’den ve İzmir’in de
düşman işgalinden kurtarılmasından sonra Denver, Colorado’dan bir
Amerikalı arkadaşına yazdığı 22 Eylül 1922 tarihli mektubunda şunları ifade
etmiştir:
“Bir seneden fazla bir zamandan beri bir
Colorado çitliğinde çift sürüyorum…….Oh ne mutlu! İzmir’den gelen son haberler
beni ne kadar memnun ediyor. Her günün yeni gelişmeleri, omuzlarımdan yılların
yükünü alıyor.”
Profesör Latimer, Browne’nin
“omuzlarından büyük bir yükün kalktığına” dair ifadesini “Browne bu başarıyı
senelerce evvel, dünyada kimsenin inanmadığı bir zamanda (1919’da) hesaplamış
ve bu istikamette yazmıştır. Bir mesuliyet altına girmişti. Şimdi söyledikleri
hakikat olmuştu” şeklinde değerlendirmiştir.
Millî Mücadelemizin gücü, amacı, hedefi
hakkında ABD ve hattâ Avrupa kamuoylarını tarafsız ve doğru değerlendirmelerle
bilgilendirdiği için gazeteci Browne’ye o dönemde Sivas’ta çıkan
İrâde-i Milliye gazetesinin 17 Eylül 1919 tarihli nüshasında açık teşekkür yayınlanmıştır.
B. Atatürk – General Harbord Görüşmesi:
Amerikalı General Harbord’un Sivas’ta
Atatürk’ü ziyaretini, bu ziyaretin amacını, Atatürk’ün Bolşevik Rusya ile olan
yakınlaşması konusu ve Millî Hareket’in Bolşevizm yanlısı olduğu yolunda
Osmanlı Hükûmeti’nin yaptığı propagandası hakkında Amerikalı’ya olan
açıklamasını yukarıda nakletmiştim.
Atatürk’ün General Harbord ile
görüşmesinin en yakın tanığı görüşmede tercümanlık yapmış olan Prof. Hulûsi Y.
Hüseyin (Pektaş)’dır. O’nun ifadesine göre, General Harbord, Mustafa Kemal
Paşa'ya veda ederken elini sıkmış ve şu sözleri söylemiştir:
"Eğer Amerikan ordusunda
muvazzaf bir subay olmasaydım, gelir sizinle birlikte mücadelenizi izlerdim.” [59]
Atatürk Amerikalı General Harbord ile
görüşmesinden Büyük Nutuk’da şu sözlerle bahsetmektedir:
“Efendiler,
hatırlarınızda olsa gerektir ki, memleketimizde ve Kafkasya'da incelemeler
yapmak üzere Amerika hükümeti General Harbord'un riyaseti altında bir heyet
göndermişti. Bu heyet Sivas’a geldi. 22 Eylül 1919 günü General Harbord ile
uzun uzadı ya konuştuk. General’e, milli harekâtın maksat ve gayesi ve milli
teşkilât ve birliğin ortaya çıkış sebebi, gayrimüslim unsurlara karşı olan
hissiyat ve yabancıların memleketimizdeki olumsuz propagandası ve icraatı
hakkında tafsilatlı ve delilli olarak beyanatta bulundum. General'in bazı garip
sorularına da muhatap kaldım. Meselâ, Milletiniz tasavvur edilebilen her türlü
teşebbüs ve fedakârlıkta bulunduktan sonra dahi muvaffak olunamazsa ne
yapacaksın? Verdiğim cevapta -hatırımda aldanmıyorsam- demiştim ki: Bir millet
mevcudiyet ve bağımsızlığını temin için tasavvur edilebilen teşebbüsleri ve
fedakârlığı yaptıktan sonra muvaffak olur. Ya muvaffak olamazsa demek, o
milletin ölmüş olduğuna hükmetmek demektir. Dolayısıyla Millet hayatta oldukça
ve fedakârane teşebbüslerine devam eyledikçe muvaffakiyetsizlik söz konusu
olamaz. Generalin sorduğu sorudan asıl maksadın ne olabileceğini araştırmak
istemedim. Fakat verdiğim cevabın O’nun tarafından takdirle karşılandığını
bugün yeri gelmişken zikretmek isterim.”
C. Gazeteci Clarence Streit’e Verilen
Mülâkat: [60]
Atatürk, Birinci İnönü zaferinden sonra
Ankara’ya gelen Amerika’nın o dönemdeki önde gelen gazetecilerinden Clarence
Streit’i 3 Mart 1921 günü Ankara Garı'ndaki konutunda kabul etmiştir. Yapılan
mülâkatta Atatürk, Türklerle Amerikalıların hiçbir zaman savaşmamış olduklarına
işaret ederek ABD ile münasebetleri kuvvetlendirmek istediğini söylemiştir.
Gazeteci Streit Atatürk ile yaptığı
söyleşi ve Ankara’daki izlenimleri hakkındaki anılarını şöyle aktarmıştır:
“Benimle 2 saat boyunca rahatça
Fransızca konuştu…. Gözlerinde düşlerini gerçekleştiren bir idealist ifadesi
vardı. Bende güçlü bir karakter izlenimi yarattı. Yaşam biçimi ve liderliğinde
gösterişten, kendini beğenmişlikten eser yoktu. Makam arabası ve konutunu
koruyan korumalardan başka, diğer devlet başkanlarının sahip oldukları onda
yoktu…. Atatürk Ankara'da yürürken görülebiliyordu, insanlarla şakalaşırken,
konuşurken sıcaktı…”
Streit, ayrıca, Atatürk hakkında “Batı'daki
diktatör suçlamalarının gerçeği yansıtmadığını gözlemlediğini; Türkiye'de o
dönem hiçbir yerde Atatürk fotoğrafını görmediğini” belirtmiştir.
D. Laurence Shaw Moore’a verilen
Mülâkat: [61]
Gazeteci Atatürk, sonraları Christian
Science Monitor muhabirliği yapmış olan Amerikalı gazeteci Laurence Shaw
Moore’u 1921 yılının Ağustos ayında Sakarya muharebesi için Ankara’dan ayrılmadan
bir gün önce o zamanki Ankara Halk Evi binasında kabul etmiştir.
Atatürk, gazeteciye, diğer hususlar
meyanında “biz, Türkiye’nin bağımsızlığını ve bütünlüğünü kurtarmaya
çalışıyoruz. Allah’ın yardımı ve Türk milletinin yenilmez gücüne dayanarak
amacımıza ulaşacağız” mesajını vermiştir.
Shaw Moore 1955’de Türkiye’ye yeniden
geldiği zaman kendisiyle röportaj yapan Cumhuriyet gazetesinden Metin Ergin’e
Atatürk ile yaptığı mülâkattaki izlenimlerini şu ifadelerle nakletmiştir:
“Kurban Bayramı sabahı kalktığım
zaman Ankara Camiinin önünde sokakta namaz kılan 5000 kişilik kalabalığı
görünce makinemi alarak dışarı fırladım ve ilginç resimler çektim. Başkomutan
Mustafa Kemal, o tarihî namazdan sonra halkın büyük gösterileri arasında
Sakarya Savaşı’na hareket etti.
Mustafa Kemal’in gidişinden iki gün önce
Doğu’dan gelen kahraman Türk çocukları, Başkomutan önünde bir geçit töreni
yapmışlardı. Bu kahramanların giysileri yırtık pırtık, silâhları derme çatma
olduğu, üstelik bir kısmının ayağında postal bile bulunmadığı hâlde çelik gibi
inançla geçit töreni yapıyorlardı. Bu coşkulu durumu görünce kararımı verdim:
‘Böyle bir millet yenilemez!’ Mustafa Kemal bende kendine ve Türk milletine son
derece güveni olan ve sonuna kadar savaşmaya kararlı olan büyük önder izlenimini
bıraktı. Bakışları son derece etkili idi. Kendisinde güçlü görünmek için yapay
bir durum sezilmiyordu. Aksine önderlik özelliklerine sahip bir insan olduğu
belliydi. O’nun ülküsüne ben de inanmış ve bir işe girişeceği zaman uygun
ortamını bulup önünde sonunda başaracağını anlamıştım. O kadar ki Atatürk’ün
inkılâplarını bile bilerek en uygun zamanda yaptığına dair verdiğim kararda
yanılmadığımı zaman gösterdi.”
2. Lozan Barış Konferansı Döneminde
ABD’ne Verilen Dostluk Mesajları
A. Chester İmtiyazı:
Atatürk Türkiye’nin kalkınması için dış
destek ve yatırımların gerekli olduğunu görüyordu. Bu konuda o yılların
şartları ve Millî Mücadele’nin gerçekleri karşısında emperyalist Avrupa değil
ABD tercih edilmiştir. TBMM Hükûmeti 10 Nisan 1923 tarihinde “Ottoman-American
Development Company” ile demiryolu ve maden işletmeciliğine dair bir anlaşma
imza etmiştir. ABD’nin Yakın Doğu'daki ilk büyük ölçekli maden çıkarma
anlaşması olan Chester Projesi adını emekli amiral Colby Mitchell Chester'den
almıştır. Sonradan Şirket’in sözleşme şartlarını yerine getiremeyeceği
anlaşıldığından Anlaşma Türkiye tarafından 18 Aralık 1923'te feshedilmiştir.
Proje uygulanmamıştır.
B. Atatürk’ün
Isaac F. Marcosson’a Verdiği Mülâkat:[62]
Atatürk 1923 yılının Temmuz ayı içinde
de İstanbul’a gelen, orada bir süre kaldıktan sonra Ankara’ya geçen The
Saturday Evening Post Dergisi yazarı Isaac F. Marcosson’a bir mülâkat
vermiştir. Bu mülâkat anılan Dergi’nin 20 Ekim 1923 tarihli sayısında
yayınlanmıştır.
Atatürk’ün ifadelerinden bazı alıntıları
aşağıya kaydediyorum:
“Birleşik Devletlerin ideali, bizim de
idealimizdir. Büyük Millet Meclisi’nin 1920 Ocak ayında ilân ettiği Millî
Misakımız, sizin Bağımsızlık Beyannamenize çok benzer. O, sadece, Türk
ülkesinin istilâdan kurtulmasını ve kendi kaderimize hâkim olmamızı ister.
Bağımsızlık, hepsi bu. O, halkımızın misakı, anayasasıdır ve ne pahasına olursa
olsun, bu misakı korumaya kararlıyız.”
“Türkiye de, Amerika da, demokratik
rejimlerdir. Gerçekten, şu andaki Türk Hükümeti, dünyadaki en demokratik
hükümettir. Halkın mutlak egemenliğine dayanır ve onun temsilcisi olan Büyük
Millet Meclisi, yargı, yasama ve yürütme organıdır. Kardeş demokrasiler olarak,
Türkiye ile Amerika arasında en sıkı ilişkiler olmalıdır.”
“Ekonomik ilişkiler alanında Türkiye ile
Birleşik Devletler, her iki taraf için de en büyük yarar sağlayacak şekilde,
birlikte çalışabilirler. Zengin ve çeşitli millî kaynaklarımızın, Amerikan
sermayesi için çekici olması gerekir. Biz, gelişmemizde Amerikan yardımını
memnuniyetle karşılarız; çünkü bütün başka ülkelerin sermayesinden farklı
olarak Amerikan parası, Avrupa milletlerinin bizimle ilişkilerine can veren
siyasal entrikalardan uzaktır. Başka bir ifadeyle Amerikan sermayesi, yatırılır
yatırılmaz bayrağını çekmeye kalkmaz.”
“Bu bakımdan Amerika’ya olan inancımızın
ve itimadımızın bir somut delili olarak Chester imtiyazını verdik. Bu aslında
Amerikan halkına vermiş olduğumuz bir hediye olmuştur.” [ We have already given
one concrete evidence of our faith and confidence in America by granting the
Chester Concession. It is really a tribute to the American people.]
“Hayatım boyunca, Washington ve
Lincoln’ün hayat ve eserlerinden ilham aldım. İlk on üç devletle yeni Türkiye
arasında ilginç bir benzerlik vardır. Sizin atalarınız, İngiliz boyunduruğunu
kaldırıp attı. Türkiye de, üzerindeki bütün rüşvet ve yiyicilikle birlikte
taşıdığı eski imparatorluk boyunduruğunu, daha da kötüsü başka milletlerin
bencil müdahalelerini kaldırıp attı. Biz şimdi, yeni bir milletin doğuşuna
şahit olan bir doğum sürecinin içindeyiz. Amerikan yardımıyla amacımıza
ulaşacağız.”
“Biliyor musunuz, Washington ve Lincoln
niçin beni daima etkilemişlerdir?.....Onlar, sadece Birleşik Devletlerin şerefi
ve kurtuluşu için çalıştılar; oysa, öbür başkanların çoğu, öyle görünüyor ki,
kendilerini tanrılaştırmaya çabaladılar. Kamu hizmetinin en yüksek şekli,
bencil olmayan çabadır.”
“Pan-İslâmizm, din ortaklığına dayanan
bir federasyon demekti. Pan-Turanizm ise, ırka dayanan aynı çeşit bir çaba ve
ihtiras ortaklığını temsil ediyordu. Her ikisi de yanlıştı. Pan-İslâmizm fikri,
asırlar önce Viyana kapılarında, Türklerin Avrupa’da ulaştıkları en kuzey
noktada öldü. Pan-Turanizm de, Doğu ovalarında mahvolup gitti.
Bu hareketlerin her ikisi de yanlıştı;
çünkü, kuvvet ve emperyalizm anlamına gelen fetih fikrine dayanıyorlardı. Uzun yıllar
emperyalizm, Avrupa’ya hâkim oldu. Ancak emperyalizm ölüme mahkûmdur. Bunun
cevabını, Almanya’nın Avusturya’nın, Rusya’nın ve geçmişteki Türkiye’nin
yıkılışında bulursunuz. Demokrasi, insan ırkının ümididir.”
“Bir Türkün ve savaş için yetişmiş benim
gibi bir askerin böyle konuşması size garip gelebilir. Oysa, yeni Türkiye’nin
temelindeki fikir aynen budur. Biz, zor kullanma, fetih istemiyoruz. Rahat
bırakılmamızı ve kendi ekonomik ve siyasal kaderimizi kendimizin tayin etmesini
istiyoruz. Yeni Türk demokrasisinin tüm yapısı, bunun üzerine kuruludur; şunu
da ilâve edeyim ki, bu demokrasi, Amerikan düşüncesini temsil eder; şu farkla
ki, siz kırksekiz devletsiniz, biz bir tek büyük devletiz.”
“Yüzlerce yıl boyunca Türk
İmparatorluğu, Türklerin azınlıkta olduğu karmaşık bir insan yığınıydı. Daha
başka sözde azınlıklarımız da vardı ve bunlar, sıkıntılarımızın büyük kısmının
kaynağı olmuşlardı. Bu, ve eski fetih düşüncesi… Türkiye’nin gerilemesinin bir
sebebi, bu güç yönetim işi yüzünden kendisini tüketmiş olmasıydı. Eski
İmparatorluk çok büyüktü ve her an kendisini problemlere açık buluyordu.”
“Oysa, eski kuvvet, fetih ve yayılma
fikri, Türkiye’de ebediyen ölmüştür. Eski İmparatorluğumuz, Osmanlıydı. Bu da,
kuvvet ve zor demekti. Bu artık anlamını kaybetmiştir. Biz şimdi Türküz,
yalnızca Türk. İşte bunun içindir ki, Woodrow Wilson’un gayet iyi ifade ettiği
self-determinasyon idealine dayanan, Türklere ait bir Türkiye istiyoruz. Bu,
milliyetçilik demektir ama, Avrupa’nın pek çok yerlerinde self-determinasyonu engelleyen
bencil türden bir milliyetçilik değil. Ne de keyfî gümrük duvarları ve sınırlar
demek. Bizim milliyetçiliğimiz, ticarette açık kapıyı, ekonominin yeniden
canlandırılmasını, bir vatanda beliren gerçek anlamda ülkesel bir
vatanseverliği ifade eder. Kan ve fetihle dolu bunca yıldan sonra nihayet
Türkler, bir anavatana kavuşmuşlardır. Bunun sınırları belirlenmiş, dert
kaynağı olan azınlıklar dağıtılmıştır. İşte bu sınırların içinde mevkiimizi
korumak ve kendi kurtuluşumuz için çalışmak istiyoruz. Kendi evimizin
efendileri olmak istiyoruz.”
“…..Avrupa’da barışı ve yeniden inşayı
engellemiş olan şey nedir? Sadece şu: Bir milletin diğerine müdahalesi. Daha
önce bahsettiğim, haris, bencil milliyetçiliğin bir parçası. Bu, ekonominin
yerine siyasetin geçmesi sonucunu doğurmuştur. Alman tamirat tazminatı
kördüğümü, bunun yalnızca bir örneğidir. Küçük çaplı siyaset, dünyanın baş
belasıdır.”
“Bizim güçlükle kazandığımız Türk
bağımsızlığını engellemeye çalışan, milliyetçiliğimizi kötüleyen, bunun doğu
komşularımızı fethetme arzusunu maskeleyen bir kamuflajdan ibaret olduğunu
söyleyen, ekonomiyi yönetecek yetenekte olmadığımızı ileri süren milletler var.
Bakalım, göreceğiz.”
C. Lozan Barış Konferansı Döneminde
ABD’nin Tutumu:
ABD Birinci Dünya Harbi’nde Osmanlı
Devleti ile savaşmadığı ve Sèvres Antlaşması’nı imzalamadığı için Lozan
Barış Konferansı’na savaşın galip devletlerinden biri olarak
katılmamıştır. Konferans’ta “gözlemci” olarak temsilci bulundurmuştur.
Amerikan heyeti başta kapitülasyonlar
olmak üzere ticarî, ekonomik ve buna ilişkin konularda ve Patrikhane,
Ermeni sorunu, Boğazlar konularında aktif tutum takınmıştır.
Lozan Barış Konferansı’nın sonlarına
yaklaşılırken Amerika’daki Ermeni ve Rum-Yunan lobileri ile bütün Türk
düşmanları Rum Ortodoks Kilisesi’ni de kullanarak harekete geçmişlerdir. “Lozan
Antlaşmasına hayır” sloganı altında yeni ve güçlü bir Türk düşmanlığı
kampanyası başlatılmıştır.
ABD Dışişleri Bakanlığı’na
“topraklarında yaşayan Hıristiyanların can ve mal güvenliğine dikkat etmeyen
Türkiye ile bir andlaşma müzakere edilmemesini” isteyen mektuplar yağmıştır.
Lozan Barış Andlaşması’nın
imzalanmasından bir hafta sonra 30 Temmuz 1923 tarihli New York Times’da Arsak
Mahdesiyan isimli ABD vatandaşı Ermeni’nin “Antlaşma’nın yeni bir savaşın
tohumlarını ektiği ve Ermeni ulusuna ihanet oluşturduğu” iddiasının yer
aldığı mektubu yayınlanmıştır.
D. ABD Senatosu’nda Onaylanamayan
Türkiye – ABD “Dostluk ve Ticaret Andlaşması”:
Atatürk Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından
sonra barışçı bir siyaset gütmek ve bütün dünya ülkeleriyle dostluk ilişkileri
kurmak istemiştir. Bu istekle, Osmanlı İmparatorluğu ile diplomatik
ilişkileri 1917 yılında kesilmiş olan ABD ile diplomatik ilişki kurmaya elbette
önem ve öncelik vermiştir. ABD tarafında da bu istek görülmüştür. ABD de Ankara
Hükümetini tanıma arzusunda olmuştur.
Lozan Barış Konferansı’nın
kapanmasından sonra İsmet Paşa bir süre daha Lozan’da kalmıştır.
Lozan’daki ABD heyetiyle temasları sürdürmüştür.
İsmet İnönü “Hatıralar” isimli kitabında
bu konuda şunları anlatıyor:
“Lozan Muahedesi (Andlaşması) gibi
Amerika ile de bir muahede imzalayarak, iki memleket arasında tabiî
münasebetler kurulmasını temin edecektik. Böyle bir muahede için Amerikalılar
arzu gösterdiler. Hükûmet’ten izin aldım ve görüşmelere başladık. Amerikalılar,
bütün Lozan Müzakereleri esnasında sulh yapılması için yardımcı oldular, fakat
kapitülasyonlar üzerinde, kuvvetli devletlerin asırlardan beri takip ettikleri
politikada müttefikleri engellemediler, desteklediler. Ne vakit
kapitülasyonlardan bahis açılırsa, ne vakit iktisadî imtiyazlardan
bahsolunursa, Amerikalılar, açık kapı politikasının taraftarı olduklarını;
Amerika tebaasının bulunduğu her yere donanmaları ile gitmek hakkını muhafaza
ettiklerini söylerlerdi. Bu görüşlerini her vesile ile belli etmişlerdir.
Müşahit (gözlemci) olarak görüşlerini teyit ederlerken
ve Amerika’nın cihan (dünya) politikasını söylerlerken
Türklere karşı yardımcı olmayı ve sempatik görünmeyi ihmal etmemişlerdir. Bunu
bir politika olarak mümkün olan ölçüde takip etmişlerdir. Lozan’da
Amerikalılarla muahede müzakerelerine bu hava içinde yeniden başladık….” [63]
Neticede 6 Ağustos 1923 günü Lozan’da
Türkiye ile ABD arasında bir “Dostluk ve Ticaret Andlaşması” [The Turco –
American Treaty of Amity and Commerce] imzalanmıştır. Andlaşma’yı İsmet
Paşa ile ABD Temsilcisi Joseph Grew imza etmişlerdir. Andlaşma’da iki
ülke arasında normal diplomatik ve konsolosluk ilişkilerinin yeniden
başlatılması ve dostane münasebetlerin kurulması da öngörülmüştür. Ayrıca
“Suçluların İadesi Anlaşması” imzalanmıştır.
Bir taraftan Lozan Barış Andlaşması’nın
imzalanmasıyla birlikte yoğunlaşan Türkiye aleyhtarı propaganda kampanyanın
etkisiyle, diğer taraftan da ABD Kongresi’nde Andlaşma’nın kapitülasyonlara
dair hükmüne ortaya çıkan itirazlar sebebiyle, Lozan’da ABD ile imzalanan
Andlaşma’nın onay için ABD Kongresi’nde oylamaya sunulması üç buçuk yıl
almıştır. Nihayet, 18 Ocak 1927 günü ABD Senatosu’nda yapılabilen
oylamada Andlaşma’nın onaylanması, gerekli üçte iki çoğunluk- 6 oy eksiğiyle –
sağlanamadığı için, reddedilmiştir.
E. Türkiye – ABD Arasında “Modus Vivendi
ve Diplomatik İlişkilerin Kurulması”:
Bu durumda Türkiye ve ABD, diplomatik
ilişki kurabilmesi için ABD Kongresi’nden onay almayı gerektirmeyen yönteme
başvurmuşlardır. Nota teatisi yoluyla 17 Şubat 1927 tarihinde bir “modus
vivendi” yapmışlardır. Böylece iki Devlet arasında o tarihe kadar “ad hoc”
zeminde yürütülen ilişkilerin yerini “de jure” diplomatik ilişkiler almıştır.
Aynı yıl içinde karşılıklı Büyükelçi teati edilmiş ve büyükelçiler görevlerine
başlamışlardır.
F. Türkiye ile ABD Arasında İlk
Andlaşma:
Türk Amerikan ilişkilerinin bu olumlu
seyri içinde iki Devlet arasında 1 Ekim 1929 tarihinde “Ticaret ve Seyr-ü
Sefain” antlaşması imzalanmıştır. Bu Antlaşma Türkiye Cumhuriyeti’nin ABD ile
akdettiği ilk anlaşmadır. Taraflar birbirlerine “en ziyade müsaadeye mazhar
millet” (en çok gözetilen ulus) [most favoured nation] imtiyazını
tanımışlardır.
G. İlişkiler Somut Muhtevadan Yoksun:
Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerdeki
gelişmeler ana noktaları itibariyle böyle olmakla beraber, iki ülke
ilişkilerinin ve işbirliğinin yaklaşık ilk on onbeş yılında dostane
havasına rağmen somut zengin bir muhteva kazanabilmiş olduğunu söylemek mümkün
değildir.
Bunun dönemin özellikle ABD’den ve
1929’da zirve yapan dünya ekonomik buhranından kaynaklanan sebepleri
olmuştur. Birinci Dünya Savaşı’nın ertesinde ABD izolasyonist (yalnızcı)
politikalar uygulamaya başlamıştır. Wilson’dan sonra Başkan seçilen Harding
döneminde ABD milletlerarası işbirliğini öneren bir devlet olmasına rağmen
Wilson’dan sonra Başkan seçilen Harding döneminde Milletler Cemiyeti’ne dahi
üye olmaktan kaçınmıştır. İçe, iç ekonomik konulara dönmüş; ticarî büyümeye ve
sanayide genişlemeye önem ve öncelik vermiştir. Avrupa konularından uzak
durmuş; Türkiye ile fazla ilgilenmemiştir. Uzak doğuda Japonya’dan gelebilecek
muhtemel tehditlere odaklanmıştır.[64]
İki Devlet arasında yüksek düzeyde
özellikle Cumhurbaşkanları arasında belirli vesilelerle ve önemli bir olay
vukuunda (milli gün kutlaması, taziye, vs.) yapılan yazışmalarla, iki Devlet’in
Büyükelçilerinin güven mektuplarını sunma törenlerinde protokol icabı
olarak yapılan konuşmalarla karşılıklı dostane mesajlar verilmiştir. Bunlardan
öne çıkan örnek olayları aşağıda zikredeceğim.
Devlet Başkanları arasındaki yazışmalara
ilâve olarak, ABD’nin önde gelen gazetelerinde Türkiye ve Atatürk hakkında
olumlu yayınlar yer almıştır. ABD’nin ünlü TIME Dergisi Atatürk’ü 1923’de ve
1927’de kapak konusu yapmıştır. Türk basınında ABD ile dostluğa verilen öneme
dair haber ve yorumlar çıkmıştır.
a. İki Amerikalı Pilotun New York –
İstanbul Arasında Uçuşu:
R.Boardman ve J.Polando adlı iki
Amerikalı pilot kullandıkları “Bellanca CH-300” tipi uçakla 28 Temmuz 1931 günü
New York’tan havalanıp “non-stop” 49 saat 20 dakika uçarak 30 Temmuz günü
İstanbul Yeşilköy havaalanına iniş yapmışlardır. Bu uçuş ilk en uzun mesafe
non-stop dünya rekoru olarak tarihe geçmiştir. Olay Türkiye’de büyük ilgi
uyandırmıştır. Gazeteler olayın haberlerini günlerce manşette vermişlerdir.
Atatürk bu rekor uçuş hadisesinden Türk
– Amerikan ilişkileri açısından yararlanmasını bilmiştir.
İki Amerikalı pilotu o günlerde
bulunduğu Yalova’da kabul etmiştir. ABD’nin o dönemdeki Ankara Büyükelçisi Grew
Atatürk’ün bu jestini şu sözlerle değerlendirmiştir:
“Mucizelerin mucizesi! Gazi
havacıları Yalova’da kabul etmek istediğini bildirdi. Halbuki ünlü
yabancıların, Amirallerin, Generallerin, Bakanların o özel mekâna ulaşmaları
çoğu zaman mümkün olamamakta veya en iyi ihtimalle günlerce beklemeleri
gerekmekteydi. Şimdi ise Amerika’nın bu iki çocuğu Gazi tarafından
gecikmeden onurlandırılabilmeleri için hemen çağırmaktaydı.”[65]
Atatürk bu münasebetle ABD Başkanı
Hoover’e gönderdiği dostluk mesajında şunları ifade etmiştir:
“Amerikalı kahramanlar Türk Ulusunun
kalbini sevinçle doldurmuştur. Başarmış oldukları harikulade işin sonunda bu
cesur gençlerin yüzlerinde gördüğüm neşe ve azim ifadesi bana şu inancı verdi
ki, insanlık için kazandıkları bir büyük zafer onlar için yalnız bir
başlangıçtır. Asil ve muhterem şahsiyetiniz aracılığı ile bu büyük kahramanları
yetiştiren şanlı ulusunuzu kutlamak benim için büyük bir zevktir.”
ABD Başkanı Atatürk’ün mesajını dostane
sözlerle cevaplandırmış; ayrıca Ankara Büyükelçisi vasıtasıyla da mesajdan ve
Amerikalı pilotlara bahşedilen şereften duyduğu memnuniyeti Ankara’ya duyurmuştur.[66]
Amerikalı pilotlara Türkiye’de
misafirperverlik gösterildiğine ve havacıların Atatürk tarafından
kabullerine dair haberler ABD basın yayın organlarında
birinci sayfada geniş yer bulmuştur. Türk – Amerikan ilişkileri hakkında
olumlu yazılar çıkmıştır.
b. ABD Genelkurmay Başkanı Orgeneral
Mac Arthur’un Türkiye’yi ziyareti:
ABD Genelkurmay Başkanı Orgeneral Mac
Arthur 25-28 Eylül 1932 tarihlerinde Türkiye’ye resmî bir ziyarette
bulunmuştur. Bu o vakte kadar ABD’den Türkiye’ye yapılmış olan en yüksek
düzeydeki ziyaret olmuştur.
Misafir General Atatürk tarafından 27
Eylül günü İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nda kabul edilmiştir.
Açık kaynaklarda yer alan bilgilere
göre, görüşmede, General Mac Arthur, Türkiye'de gördüğü iyi kabulden dolayı
teşekkür etmiş ve Amerika Başkanı’nın selâmlarını kendisine iletmiştir. Atatürk
de Amerika Başkanına mukabil selâmlarının bildirilmesini istemiştir.
General’in, ziyaret ettiği Ankara'yı
beğendiğini; zamanla Ankara’nın çok büyük bir şehir haline geleceğini
düşündüğünü ve orada gördüğü çiftlik ve içinde bulunan Marmara köşkünü de
çok beğendiğini söylemesi üzerine, Atatürk, çiftliğin yerinde yedi sene önce
çıplak ve bataklık bir yer bulunduğunu; işe bir aygır ve iki küçük traktörle
başlanıldığını; bu işi Ankara'da yerleşmenin mümkün olduğunu ispat maksadıyla
ile yaptığını ifade etmiştir.
General Mac Arthur, dünya ekonomik
buhranı sebebiyle Amerika’da şartların zorluğundan ve çok sayıda işsiz
bulunduğundan bahisle, Türkiye'nin ziraat memleketi olmasından dolayı ekonomik
buhranın Türkiye'deki etkisinin yok denecek kadar hafif olduğunu bildiğini
vurgulamıştır. Atatürk cevaben dünya ekonomik krizinin üstesinden
gelinebilmesinin ilim, fen ve çalışma sayesinde olacağını düşündüğünü;
vaziyetin normale doğru gideceğini ümit ettiğini ve Türkiye'nin ekonomik
buhrandan daha fazla etkilenmesine yol açması tehlikesine rağmen, yine de
gelişmiş bir sanayi kurmayı hedeflediklerini söylemiştir.
Dünyadaki muhtemel gelişmelerden söz
açılınca Atatürk, dünyada henüz güvenliğin tam olarak kurulamamış olması
sebebiyle silahlanmanın terk edilmesinin akıllıca bir iş olmayacağını
düşündüğünü ifade etmiştir.
Mac Arthur Ankara’da Genelkurmay Başkanı
Mareşal Fevzi Çakmak tarafından kabul edilmiş ve onuruna askerî resmigeçit
düzenlenmiştir. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın Ankara dışında olan Başbakan
İsmet İnönü’ye misafirin Ankara’daki temasları hakkında gönderilen telgrafında
Mac Arthur’un şu sözlerine yer verilmiştir:
“Bu sene altı memleket ziyaret ettim
ve altı ordu gördüm. Bunların arasında gerek teçhizat gerek talim terbiye
itibarıyla Türk ordusunun derecesine varan bir diğerine tesadüf etmiş değilim.”
Amerikalı General’in Millî Savunma
Bakanı Zekâi Bey ile yaptığı görüşmede Türkiye’nin, önce Fransa’dan temin etmek
istediği, fakat, Fransız firmasının şartnameye uymaması sebebiyle bir Amerikan
firmasına sipariş edilmiş olan avcı uçakları konusu da açılmıştır. Mac Arthur,
Türkiye’nin sipariş verdiği Amerikan şirketi hakkında olumlu görüş
bildirmiştir. Birkaç gün sonra 2 Ekim 1932 tarihli New York Times gazetesinde
Türkiye'nin 24 adet Curtiss Hawk-II uçağı satın alacağı haberi çıkmıştır.
Mac Arthur kendisine refakat eden
mihmandar subayımıza Türk Ordusu hakkında şu sözleri dile getirmiştir:
“Türk Ordusu ile talebelik zamanımdan
beri alâkadar oluyorum. Bu sebeple Türk harp tarihini büyük bir dikkat ve alâka
ile tetkik ettim Bu husustaki hislerim takdirle doludur….” [67]
General Mac Arthur İstanbul’da Taksim
Cumhuriyet Abidesi’ne çelenk koymuştur. Çelengin üstündeki yazı bandında “Gazi
Mustafa Kemal’e ve Türk Ordusu’na Amerikan Ordusunun Büyük Hayranlık ve
Takdirinin Nişanesi” ibaresi yer almıştır.[68]
ABD’de çıkan “The Caucasus”
dergisi 1951 yılında General Mac Arthur’un ziyaretinden 19 yıl sonra
Atatürk’ün görüşmede General’e olan ifadelerinin ayrıntısını
açıklamıştır. Dergi’nin açıklamaları ertesi gün 8 Kasım 1951 tarihli Cumhuriyet
gazetesinde yer almıştır.
Gazete’de yer alan bilgilere göre, Mac
Arthur Atatürk’ün Avrupa’nın durumu hakkındaki düşüncesini öğrenmek
istemiştir. Atatürk şunları söylemiştir:
“Versailles Andlaşması Birinci Dünya
Savaşı’na neden olmuş olan âmillerden hiçbirini yok edemediği gibi, aksine
dünün başlıca rakipleri arasındaki uçurumu büsbütün derinleştirmiştir.
Çünkü, yenen devletler, yenilenlere barış şartlarını zorla kabul ettirirken, bu
ülkelerin etnik, jeopolitik ve ekonomik özelliklerini asla göz önüne almamışlar
ve sadece düşmanlık duygularından beslenmişlerdir. Böylelikle bugün, içinde
yaşadığımız barış dönemi sadece ateşkesten ibaret kalmıştır. Eğer siz
Amerikalılar, Avrupa işleriyle ilgilenmekten vazgeçmeyerek, Wilson’un
programını uygulamakta ısrar etseydiniz, bu ateşkes dönemi uzar ve bir gün
sürekli bir barışla sonuçlanabilirdi. Bence, dün olduğu gibi yarın da,
Avrupa’nın geleceği Almanya’nın alacağı duruma bağlıdır. Olağanüstü bir
dinamizme sahip olan bu 70 milyonluk çalışkan ve disiplinli millet, üstelik
millî tutkularını kamçılayabilecek siyasî bir cereyana kendisini kaptırdı mı,
er geç Versailles Anlaşması’nın bozulmasına girişecektir.”
Atatürk bu bağlamda “Almanya’nın
İngiltere ve Rusya hariç olmak üzere, bütün Avrupa kıtasını işgal edebilecek
bir orduyu kısa bir zamanda oluşturabileceğini; bundan dolayı savaşın 1940-46
yılları arasında başlayacağını; Fransa’nın güçlü bir ordu yaratmak için gereken
özellikleri yitirdiğini ve İngiltere’nin adalarını savunmak için, bundan sonra
Fransa’ya güvenemeyeceğini” sözlerine eklemiştir.
ABD’nin takınması gerekebilecek tutum
hakkında da Atatürk muhatabına “Amerika’nın geçen savaşta olduğu gibi, bu
savaşta da tarafsız kalamayacağını ve Almanya’nın ancak Amerika’nın müdahale
etmesiyle yenileceğini” ifade etmiştir.
O yıllarda Avrupa’ya yönelen asıl tehdit
ve tehlike konusunda da Atatürk tahmin ve düşüncesini şu sözlerle açıklamıştır:
“Avrupa devlet adamları, başlıca
anlaşmazlık konusu olan önemli siyasî konuları, her çeşit millî egoizmlerden
uzak ve yalnız herkesin yararına olarak, son bir çaba ve tam bir iyi niyetle
ele almazlarsa, korkarım ki felâketin önü alınamayacaktır. Çünkü, Avrupa sorunu
İngiltere, Fransa ve Almanya arasındaki anlaşmazlıklar sorunu olmaktan artık
çıkmıştır. Bugün Avrupa’nın doğusunda bütün uygarlığı ve hatta bütün insanlığı
tehdit eden yeni bir güç belirmiştir. Bütün maddî ve manevî imkânlarının
hepsini birden, dünya ihtilâli amacı uğruna seferber eden bu korkunç güç,
üstelik Avrupalılar ve Amerikalılarca henüz bilinmeyen yepyeni bir siyasî
yöntem uygulamakta ve düşmanlarının en küçük hatalarından bile kusursuz olarak
yararlanmasını bilmektedir. Avrupa’da ortaya çıkacak bir savaşın başlıca
kazananı ne İngiltere, ne Fransa, ne de Almanya’dır. Sadece Bolşevizm’dir.
Rusya’nın yakın komşusu ve bu ülkeyle en çok savaşmış bir millet olarak biz
Türkler, orada gelişen olayları yakından izliyor ve tehlikeyi bütün
çıplaklığıyla görüyoruz. Uyanan doğu milletlerinin anlayışlarını kusursuzca
sömüren, onların millî isteklerini okşayan ve kinleri kışkırtmasını bilen Bolşevikler,
yalnız Avrupa’yı değil, Asya’yı da tehdit eden başlıca güç durumunu
almışlardır.” [69]
Mac Arthur Atatürk’e cevaben “Düşüncelerinize
tamamen katılıyorum” demiş ve “Avrupa’da başlayacak bir savaş, mutlaka
Asya’ya da yayılacaktır. Ancak, büyük devletlerin Avrupa’daki yenilgilerini,
Japonya, Asya’daki emellerini uygulamak için fırsat bilecektir” demiştir.
Görüşmenin sonunda Atatürk gülerek
muhatabına “görüşlerimizde tam bir mutabakat var. Ancak temenni edelim ki,
vaziyeti biz yanlış görelim ve dünyanın mukadderatını ellerinde tutan devlet
adamları haklı çıksınlar.” [70]
Atatürk’ün milletlerarası sahnede
gelecek on yıl içinde meydana gelebilecek gelişmelere dair ABD Genelkurmay
Başkanı’na ifade ettiği kehanet gibi tahminleri, ziyaret yapıldığı günlerde
basında yayınlanmamıştır. Bunun sebebi olarak aklıma, hem Türkiye’nin, hem
ABD’nin o dönemdeki diğer devletlerle olan kendi ikili ve çok taraflı
ilişkileri bakımından hassasiyet yaratabilecek nitelikteki bu beyanların
kamuoyuna aktarılmaması hususunda Atatürk’ün ve Mac Arthur’un o görüşmede
birbirlerine asker sözü vermiş olabilecekleri ihtimali gelmektedir.
Özellikle Atatürk’ün Bolşevizm’den ve
Rusya’dan yakın gelecekte gelebilecek tehdit ve tehlikeler hakkında muhatabına
açık sözlü tahminlerde bulunduğu dönemde Türkiye ve Sovyet Rusya arasında çok
dostane münasebetler cereyan etmekteydi. Nitekim Atatürk, Mac Arthur ile
yaptığı görüşmeden bir ay sonra TBMM’deki nutkunda Sovyetler Birliği ile olan
ilişkilerimiz hakkında “Bu yıl seçkin bir Sovyet heyetinin karşı ziyaretini
kabul ettik. Bu ziyaretin onuncu yıl bayramına rastlaması, iki ülke arasındaki
ilişkilerinin derin samimiyetini gösteren mutlu bir neden olmuştur. İki
ülkenin zor zamanlarında kurulmuş olan, beş yıldır türlü sınavlardan daha
güçlenerek çıkmış bir dostluğun her zaman yüksek değer taşıdığı ve uluslararası
barış için değerli ve önemli bir etken olduğu da kabul edilmelidir.” [71]
H. Atatürk - Roosevelt Döneminde Dostluk
İlişkileri: [72]
a. İlk Mesaj Teatileri:
ABD’de Franklin Delano Roosevelt’in
1933’de başlayan Başkanlığı döneminde Cumhurbaşkanları düzeyinde kurulan samimi
dostluk, Türk ve Amerikan kamuoylarına da karşılıklı dostluk havası meydana
getirmiştir.
F.D. Roosevelt seçildikten fakat henüz
göreve başlamadan önce Şubat ayında Miami’de bir suikast teşebbüsüne
hedef olmuş ve yaralanmadan kurtulmuştur. Bu münasebetle Atatürk Başkan
Hoover’e bir mesaj göndermiş ve olaydan duyduğu üzüntüsünü ve Türk halkının
Amerikan halkına olan dostluk duygularını ifade etmiştir.
Atatürk, Roosevelt’e Mart ayında göreve
başlaması üzerine tebrik; kısa bir süre sonra da Kaliforniya eyaletinde
Los Angeles merkezli meydana gelen deprem felâketi sebebiyle geçmiş olsun ve
taziye telgrafları göndermiştir. Atatürk’ün bu dostane mesajlarına, Roosevelt
dostane ifadelerle cevap vermiştir.
Bu mesajları, iki hafta kadar sonra
Atatürk’ün gönderdiği yeni bir taziye mesajı takip etmiştir. ABD’nin Akron
isimli yolcu balonunun 1933 Nisan başında kazaya uğraması ve çok can kaybı
meydana gelmesi üzerine Atatürk Roosevelt’e şahsı ve Türk Milleti adına üzüntü
beyan eden bir taziye mesajı göndermiştir. Roosevelt bu mesajı kendisinin ve
Amerikan halkının dostluk duygularını yansıtan bir mesajla cevaplandırmıştır.
b. Dünya Ekonomik Durumu ve
Silâhsızlanma Çalışmaları Hakkında Mesajlaşma:
Roosevelt dünyanın siyasî ve ekonomik
alanlarda karşı karşıya bulunduğu tehditler, tehlikeler, alınmasında fayda
gördüğü âcil tedbirler ve silâhsızlanma çalışmaları hakkında dünyanın önde
gelen devletlerinin Liderlerine ve bu çerçevede Atatürk’e 16 Mayıs 1933
tarihli bir mesaj göndermiştir.
Atatürk, 18 Mayıs 1933 tarihli cevabî
mesajında, diğer hususlar meyanında, Türkiye’nin dünya barış davasına olan
bağlılığını, yaptığı katkıları, Türkiye’nin Cenevre Silâhsızlanma
Konferansı’ndaki aktif tutumunu, ABD gibi Türkiye’nin de, saldırı vasıtalarının
imhasından ve savunmanın kuvvetlendirilmesinden yana olduğunu
vurgulamıştır. Ayrıca şunu ifade etmiştir:
“Silahsızlanma Konferansı hakkında
sizinle aynı düşüncede olarak belirtmek isterim ki, erişilmesi istenen netice
çok mühimdir. Bu neticenin gerçekleşmesi de, bütün dünyanın refahının kaynağı
olan sükûnet ve güvenlik ideali uğruna özel menfaatlerin
terkedilmesine bağlıdır.”
c. ABD’nin Yeni Büyükelçisi’nin Güven
Mektubu Sunma Törenindeki Konuşmalar:
ABD’nin yeni Ankara Büyükelçisi Robert
P. Skinner Güven Mektubu’nu 16 Ekim 1933 günü Atatürk’e sunmuştur. Büyükelçi
törende yaptığı konuşmada, özetle, göreve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun
10 yıldönümü günlerine tesadüf etmesinin anlam ve önemi üzerinde durmuş; bu
kutlu yıldönümü için ABD Cumhurbaşkanı’nın tebrikini dile getirmiş; Amerikan
halkının Türkiye’ye dostane ilgi gösterdiğini vurgulamış ve bu ilginin başta
gelen sebebinin Atatürk’ün ilham verici liderliği altında Türkiye’nin on yıl
içinde gösterdiği olağanüstü gelişme olduğunu ifade etmiştir.
Atatürk cevabî konuşmasında başlıca
şunları söylemiştir:
“…..Saygıdeğer Amerika
Cumhurbaşkanı’nın Cumhuriyetimizin 10.Yıldönümü sebebiyle bana gelen tebrik ve
dileklerinden dolayı çok duygulandım. Kendilerine, gösterdikleri bu incelikten
ve ilgiden dolayı teşekkürlerimi sunarım. Eziyetli bir mücadele sonunda ve
büyük özverilerle Cumhuriyet idaresini kuran Türkiye, kurtuluşu için vatansever
liderlerinin dahice yönetimi altında şanlı mücadeleler yapmış ve dünyaya yüksek
vatanseverliğini ve kahramanlığını göstermiş olan Amerikan milletini övgüyle
anmaktadır. Büyük Cumhuriyetinizin vatandaşlarının memleketimizde
gerçekleşmesine çalıştığımız yenilik hareketlerine karşı derin ilgi göstermekte
olduğu hakkındaki sözlerinizden çok memnun oldum. Saygıdeğer Amerika Cumhurbaşkanı’nın,
memleketin iktisadî kalkınması yolunda geçen uygulamalarını ilgi ve dikkatle
izlemekteyiz. Bu uygulamaların başarılı olmasını candan ve gönülden dileriz….”
d. Başkan Roosevelt’in Cumhuriyet’in 10.
Bayramı Kutlama Mesajı ve Atatürk’ün Cevabı:
Başkan Roosevelt 29 Ekim 1933 günü
Atatürk’e bir kutlama mesajı göndermiş, mesajında Cumhuriyetimizin 10.
Yıldönümü münasebetiyle “en sıcak ve samimi” tebrikini sunmuş ve “geçen
bu on sene zarfında Zatı Alileri’nin faal ve şuurlu idaresi altında Türkiye,
dünyanın en gelişmiş milletleri arasına girmekle kalmayıp, uluslararası barış
mücadelesinin de başlıca lideri olmuştur" sözlerine yer vermiştir.
Atatürk, cevabî mesajında Roosevelt’e
ifade ettiği iyi dilekler ve kutlama için teşekkür etmiş ve “bütün Türkiye
tarafınızdan girişilen asil işi hakiki bir alâka ile takip etmekte ve dost
memleket için tamamıyla gerçekleşmesini temenni eylemektedir. Büyük Amerika
Cumhuriyeti’nin mümtaz Reis’inden bu bayram günlerinde gelen dostluk sözleri
bütün Türk Milleti’nce hissolunacaktır….”
e. Başkan Roosevelt’in Özel Jesti:
Vaşington Büyükelçimiz Ahmet Muhtar Bey
Cumhuriyet bayramımız münasebetiyle 29 Ekim 1933 akşamı, New York'da,
"Türkiye'nin Amerikalı dostlarının” da katıldığı büyük bir yemek
vermiştir. Başkan Roosevelt bu yemeğe bir mesaj yollamıştır. Mesajda, diğer
hususlar meyanında şu ifadeler yer almıştır:
“….Bir milletin tarihinde on sene
gibi kısa bir müddet bir dönüm noktası teşkil edebilir, fakat bu müddet
bilhassa Türk Milleti’nin tarihinde pek hususi bir ehemmiyeti haiz bir dönüm
noktasıdır. Bu nispeten kısa müddet zarfında Türk Milleti hayatında ve
müesseselerinde husule getirdiği ve derin akisler yapan değişiklikler sayesinde
terakki yoluna büyük bir emniyetle girmiş ve bütün dünyanın dikkat ve
hayranlığını üzerine celbetmeye muvaffak olmuştur.
Dünyanın istikrar, sulh ve terakki
içinde millî hayat süren memleketleri arasına girmeye ve hakikaten kendisine
yaraşan mevkii almağa muvaffak olan Türkiye'nin Devlet Reisi Gazi Mustafa Kemal
Hazretlerinin bu uğurda ve maksat için sarfetmekte olduğu kudretli hamleleri,
Amerikan milleti sempati dolu bir alâka ile takip etmektedir. Derin ve çeşitli
olan Türk reformlarının muvaffakiyetindeki harikulâde ehemmiyettir ki, samimi
tebriklere sebep teşkil etmektedir. Bu fırsattan istifade ederek sizlere
iştirak ediyorum. Türkiye Cumhuriyeti Reisine devamlı muvaffakiyeti için kalbî
tebriklerimi ve Türk Milletine refah ve saadeti için dost dileklerimi sunarım.”
f. Atatürk’ün Roosevelt’in Jestine
Cevabı:
Atatürk, ABD Başkanı Roosevelt’in
Vaşington Büyükelçimizin New York’ta düzenlediği Cumhuriyet’in 10. Yıldönümü
yemeğine gönderdiği kutlama mesajından duyduğu memnuniyeti bir mesajla
ifade etmiştir.
Vaşington Büyükelçiliğimizce ABD
Yönetimine ulaştırılan mesajda Atatürk Amerikan Milleti’ne ve Başkanı’na
teşekkür etmiş ve şöyle demiştir:
“….On yaşını bitiren Cumhuriyetimiz
daha kurulurken kendine çizdiği hareket hattını adım adım takip etmiş ve bu
kısa müddet içinde yakın mazinin biriktirdiği karanlıkları dağıtmaya muvaffak
olmuştur. Türk Cumhuriyeti’nin en esaslı umdelerinden biri olan ‘yurtta sulh
cihanda sulh’ gayesi insaniyetin ve medeniyetin refahı ve gelişmesinde en
esaslı amil olsa gerektir. Buna elimizden geldiği kadar hizmet etmiş ve etmekte
bulunmuş olmak bizim için iftihara medardır. Türkiye’de doğan inkılâp güneşi
yükselerek hararetini neşrettikçe, Türk Milleti’nin kalbi bütün dünyanın büyük
ve takdire şayan eserlerine karşı sıcak bir muhabbetle dolmakta ve bütün
gelişme ilkelerini tamimiyle benimsemektedir. İşte bu derin takdir ve
anlayışladır ki, Türk Milleti, daha çok evvel aydınlanan Birleşik Amerika
Milletlerine ve onların kudretli Başkanı’na karşı hadsiz bir sevgi ve cazibe
hissetmektedir. Sayın Roosevelt’in büyük faaliyetleri Türkiye’de derin bir
alaka ile takip edilmektedir. Bu bilgili faaliyetin Amerikan Milleti için
amaçladığı refahı sağlamasını ve böylece dünyadaki acıların hafifletilmesine
hizmet etmesini Türkler yürekten temenni etmektedirler…”
g. Atatürk ve Roosevelt Arasında Pul
Diplomasisi:
1935 Mart ayı içinde ABD’nin Ankara
Büyükelçisi Dışişleri Bakanlığımıza müracaatla ABD Başkanı Roosevelt’in pul
koleksiyonculuğuna pek meraklı olduğunu ifadeyle Türkiye’nin yeni çıkacak posta
pullarından zamksız bir takımın bedeli karşılığında kendilerine verilmesini
talep etmiştir.
Atatürk ABD Büyükelçiliği’nin bu
talebinden haberdar olunca pulları Roosevelt’e kendi imzasıyla göndereceğini
söylemiş; sadece son çıkan pul serisinin değil, Türk Posta İdaresi’nce o vakte
kadar çıkarılmış pul serilerinin de gönderilmek üzere ve derhal hazırlanması
emrini vermiştir.
Türkiye’de o güne kadar yayınlanmış
pullar zamklı olduğu için o pullardan birer takım zamklı, son olarak
çıkan “Uluslararası Kadınlar Birliği” temalı pullardan da zamksız bir
takım ABD Başkan’ı Roosevelt’e sunulmak üzere Vaşington Büyükelçiliğimize
gönderilmiştir.
Bir yıl sonra dünyaca ünlü Amerikalı
bağımsız (freelance) fotoğrafçı, kısa ve dokümanter film yapımcısı Julien Bryan
Türkiye hakkında bir dokümanter film hazırlamak arzusuyla 1936 yılının Eylül
ayında Türkiye’ye gelmiştir. Dünyanın çeşitli ülkelerinde meydana gelen başlıca
devrimler, köklü değişiklikler hakkında kendi sesiyle izahlı çarpıcı kısa
filmler hazırlamış olan Julien Bryan’ın amacı, bu defa Atatürk’ün
gerçekleştirdiği inkılâplar neticesinde Türkiye’de meydana gelmiş olan köklü
değişiklikleri gösteren bir dokümanter film yapmak olmuştur. Bu çerçevede
Atatürk’ün günlük hayatını filme almak istemiştir. Atatürk bu isteğini kabul
etmiş ve Julien Bryan’ı iki gün süreyle İstanbul’da Florya Köşkü’nde misafir
etmiştir. Bryan hazırladığı filme “Yeniden Doğan Türkiye” (Reborn Turkey) adını
vermiştir. ABD’de çeşitli Eyaletlerde, kulüplerde, enstitülerde,
müzelerde, Vaşington’da Türkiye Büyükelçiliği’nde ve diğer bazı
Büyükelçiliklerde gösterilmiştir. Mahallî gazetelerde haber ve Türkiye hakkında
olumlu yorum konusu olmuştur. Filmin Atatürk Türkiye’sinin ABD kamuoyuna
tanıtılması bakımından çok faydalı ve etkili olduğu kaynaklarda ifade
edilmektedir.
Başkan Roosevelt’in Julien Bryan’ı ve
eşini davet etmesi üzerine 27 Mart 1937 akşamı Beyaz Evde Roosevelt’in seçkin
özel davetlilerinin huzurunda gösterilmiştir. [73]
ABD Başkanı Roosevelt Atatürk’e 6 Nisan
1937 tarihli şu mektubu göndermiştir:
“Azizim Bay Cumhurbaşkanı,
Ahiren Türkiye’de Bay Julien Bryan
tarafından alınmış olan filmi, birkaç akşam evvel, Beyaz Ev’de seyrettim.
Nispeten kısa bir zamanda meydana getirdiğiniz pek çok şayan-ı hayret hususatı
görünce hissettiğim şevk ve heyecanı size arz etmek istedim.
Kıymetli şahsiyetinizin, evinde ve
plajda küçük kızınız ile oynarken çekilmiş olan resimlerinizi seyretmekle
bilhassa bahtiyar oldum. Bu, sizin ve benim bir gün birbirimize mülâki olmak
fırsatı bulacağımız ümidini bende bir kat daha takviye etti.
Nadir olan istirahat zamanlarımda, bana
göndermek lütfunda bulunduğunuz Türk posta pulları koleksiyonunu
seyretmekteyim. Bunlar üzerinde resmedilmiş olan manzaraları, bir gün kendi
gözlerimle görmeyi ümit ediyorum.
Samimi saygılar ve halisâne
temennilerimle.
Vefakârınız
Franklin D. Roosevelt”
Roosevelt’in Türkiye’de gerçekleştirilen
başarılı işler hakkında takdir ifade eden, Türkiye’yi ziyaret etme ve Atatürk
ile buluşma arzusunu iade eden bu çok dostane mektubuna Atatürk “iki Devlet’in
“umumi sulh ve insanlığın saadetini” sağlama ortak hedefini güttüklerini
vurgulayan dostane üslup ve muhteva taşıyan 25 Mayıs 1937 tarihli şu cevabî
mektubu göndermiştir:
“Azizim Bay Cumhurbaşkanı,
Ahiren Türkiye’de Bay Julien Bryan
tarafından alınmış olan filmi seyretmekten duyduğunuz memnuniyeti bildiren 6
Nisan 1937 tarihli lütufkâr mektubunuzu hakiki sevinç ile aldım. Mektubunuzda,
ahvalü şerait müsaade eder etmez, birbirimize bir gün mülâki olacağımız ümidini
de izhar buyuruyorsunuz.
Samimi duygularınız ve modern Türkiye’de
elde edilen terakki hakkındaki takdirkâr telâkkinizden dolayı size fevkalâde
müteşekkir olduğuma inanmanızı rica ederim, Bay Cumhurbaşkanı.
Bu fırsattan istifade ederek Amerika
Birleşik Devletleri hakkındaki hayranlığımı tekrar bildirmek isterim, bilhassa
ki, bizim iki memleketimiz, umumi sulh ve insanlığın saadetini istihdaf eden
aynı ideali gütmektedir.
Size bir an evvel mülâki olmak benim de
samimi arzum olduğundan harikulade işler yapmış sevimli ve kuvvetli
şahsiyetinizi Türkiye’de selâmlayacağım güne sabırsızlıkla intizar ediyorum.
Samimi duygular ve hâlisane
temennilerimle,
Vefakârınız,
K. Atatürk”
Atatürk ile Roosevelt arasındaki bu
dostane yazışma ABD’de Türkiye’de basında haber
ve yorum konusu olmuştur. İki Devlet arasında güçlenen dostluk vurgulanmıştır.
11 Temmuz 1937 günkü Cumhuriyet
Gazetesi’nde Yunus Nadi’nin “İki Büyük Cumhurbaşkanı Arasında” başlıklı
baş yazısı çıkmıştır. Yazının alt başlığında “İki büyük milletin iki büyük
şefinin mektuplarında karşılıklı sevgi ve saygı en yüksek ifadelerini bulmuştur”
ibaresi yer almıştır.
14 Temmuz 1937 tarihli Ulus Gazetesi de
Falih Rıfkı Atay’ın “İki Mektup” başlıklı baş makalesini yayınlamıştır.
1 Ağustos 1937 günkü New York Times
Gazetesi konuya “Roosevelt, Atatürk rejimini övüyor” başlıklı bir
haber olarak yer vermiştir.
Haberin alt başlıkları olarak “Türkiye
Cumhurbaşkanı yanıt olarak buradaki yönetime olan hayranlığını ifade ediyor.
Erken buluşma umudu. Ankara'yı ziyaret daveti yapıldı... Ülkelerin aynı
idealleri paylaştıkları dile getirildi” ibareleri kullanılmıştır.
Haber şöyledir:
“Dün kamuoyuna açıklananı mektuplara
göre, Cumhurbaşkanı Roosevelt, Türkiye Cumhurbaşkanı Kemal Atatürk'ün 14 yıl
önce Cumhurbaşkanı olduğundan bu yana ülkeyi yeniden inşa etmede gösterdiği
başarılara hayranlık duyduğunu ifade etti. Türk lider Türkiye ile ABD'nin aynı
idealleri paylaştığını açıkladı.
Cumhurbaşkanı Roosevelt de bir gün
Türkiye'yi ziyaret etme umudunu dile getirdi ve ABD Başkanı'nı başarılarından
ötürü öven Cumhurbaşkanı ATATÜRK, erken ziyaret davetinde bulundu.”
Atatürk’ün kamu diplomasini maharetle
kullanması, Roosevelt’in pul koleksiyonu hobisini öğrenince bir jest yapma
cihetine gitmesi ve ünlü bir fotoğrafçının kendisinin günlük yaşamını
görüntülemesine müsaade etmesi, ve buna benzer tutum ve davranışları sayesinde
Türkiye ile ABD arasında dostane ilişkilerin gelişmesinin kapısı açılmıştır.
Atatürk’ün Türkiye’de gerçekleştirdiği inkılâpların, çağdaşlaşma yolundaki
hamlelerinin ABD kamuoyu tarafından öğrenilmeye başlanmasıyla da iki Devlet
arasında karşılıklı yarar esasına göre somut işbirliği için yol taşları
döşenmeye başlamıştır.
Ne yazık ki, Atatürk’ün o dönemin
şartları ve ihtiyaçlarında ABD ile dostane ilişki ve işbirliğini geliştirme
yolunda attığı sınırlı, fakat, anlamlı adımlarını sürdürmesine ömrü vefa
etmemiştir.
III. İNÖNÜ DÖNEMİNDEKİ DIŞ
POLİTİKAMIZIN VE HATIRA PULUNUN ÇIKARILDIĞI 1939 YILININ GENEL DÜNYA ŞARTLARI
BAKIMINDAN ÖZELLİĞİ
1. Atatürk’ün Dış Politikasına Bağlılık:
Atatürk’ün ebediyete intikali, dünyada
ve özellikle Avrupa’da siyaset sahnesinde tehlikeli fırtınaların hazırlayıcısı
ve habercisi olan sert fakat istikrarsız rüzgârların estiği bir
dönemde vukubulmuştur. Dünya Avrupa’da başlayacak genel bir savaşa doğru hızla
kaymaya başlamıştır.
Uluslararası konjonktürün ağırlaşan
şartlarında Büyük Önderimiz Atatürk’ten sonra TBMM tarafından Cumhurbaşkanı (Reisicumhur)
seçilen İsmet İnönü, Atatürk’ün “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” düsturunun
savunucusu ve uygulayıcısı olmuştur.
İnönü, 11 Kasım 1938 günü Cumhurbaşkanı
seçilmesini müteakip TBMM’ne hitaben yaptığı ilk konuşmasında dile getirdiği “sulh
ve terakki (gelişme) yoluna bütün gayretlerini asîl bir
surette vakfetmiş olan Milletimiz” sözündeki “sulh” vurgusu ile dış
politikamızın barışçı vasfının korunacağının ilk işaretini vermiştir.
Harplerin ülkeler için sebep olduğu çok
ağır insanî ve maddî kayıpları, acıları, yoklukları, sefaleti Atatürk gibi
yaşayarak görmüş olan İnönü, Atatürk’ün “barışçı, dengeli ve gerçekçi” dış
politikasına sadık kalarak Türkiye’yi İkinci Dünya Savaşı’nın dışında tutmayı,
savaş felâketine uğramasını önlemeyi başarmıştır. Bunu başarmak hiç de kolay
olmamıştır.
2. İkinci Dünya Savaşı’nda “Aktif
Tarafsızlık”:
Cumhurbaşkanı İnönü 1 Kasım 1940 günü
TBMM’nin Yasama Yılını açış konuşmasında Dünya Savaşı karşısında Türkiye’nin
tutumunu şu sözlerle ifade etmiştir:
“….Türkiye’nin, hudutları haricinde
bir karış toprakta gözü, bir hakkı ihlâle niyeti yoktur. Bize, emniyetimize, o
emniyetle müteradif (eş anlamlı) olan hayatî menfaatlerimize tecavüz niyetinde
olmayan hiçbir Devlet, bizim siyasetimizden endişe ve bizi, hakkımızın
mahfuziyetini (korunmasını) istediğimizden dolayı, muaheze edemez (kınayamaz).
Bizim harp harici vaziyetimiz, bize karşı ayni iyi niyeti gösteren ve tatbik
eden bütün Devletlerle en normal münasebetlere mâni değildir. Kezalik, harp
harici vaziyetimiz, bizim topraklarımızın, deniz ve havalarımızın muharipler
(savaşanlar) tarafından birbiri aleyhine kullanılmasına istisnasız olarak
mânidir ve biz muharebeye girmedikçe katî ve ciddî olarak mâni kalacaktır….”
Türkiye, İkinci Dünya Savaşı boyunca
“aktif tarafsızlık” olarak nitelendirebileceğimiz bir politika izlemiştir.
Harbin resmen başlamasıyla birlikte bir taraftan 19 Ekim 1939 tarihinde
İngiltere ve Fransa ile üçlü “Karşılıklı Yardım Antlaşması” imza etmiş, diğer
taraftan da Almanya’nın husumetini celbetmemek için Almanya’ya Savaş ilânında
bulunmamıştır. Almanya ile 18 Haziran 1941 tarihinde “Dostluk Antlaşması”
yapmıştır. Yine Almanya ile Ekim 1941’de ticari mübadelelerin tanzimine dair
anlaşma ve Aralık 1942’de kredi anlaşması imza etmiştir.
3. ABD İle Dostluk İlişkileri:
A. Ticaret Anlaşması:
Türk – Amerikan ilişkilerinde de İnönü
döneminin dış politikasının ilk belirtileri, Atatürk’ün Roosevelt ile
kişisel plânda oluşturduğu dostluğun açtığı yolda yürüneceğini ortaya
koymuştur.
Nitekim, iki Devlet arasında “Karşılıklı
Ticaret Anlaşması” yapılması için Atatürk hayattayken başlatılmış olan
müzakereler sonuçlanmış ve Anlaşma 1 Nisan 1939 tarihinde Ankara’da
imzalanmıştır. Anlaşma 16 Haziran 1939 tarihinde TBMM tarafından onaylanmıştır.
B. Diplomasi Vasıtası Olarak Hatıra
Pulu:
Kısa bir süre sonra Türkiye PTT İdaresi
tarafından 15 Temmuz 1939 günü “Amerika Birleşik Devletleri İstiklalinin 150.
yıl Dönümü Hatırası” olarak bir seri pul yayınlanmıştır.
Türkiye’nin yaptığı bu jestin önemi ve
anlamı vardır. Bu jestle Türkiye hem ABD Devleti’ne ve halkına, hem de özel
olarak ABD Başkanı Roosevelt’e dostane biçimde hitap etmiş olmaktadır.
Hobileri arasında pul koleksiyonculuğu
da bulan Roosevelt’in ilgi ve dikkatini çekecek bir vasıtayla dostluk mesajı
verilmiştir.
Böylece, İnönü de, Atatürk’ün yolunu
izleyerek, hatıra pulunu etkili bir diplomasi enstrümanı olarak kullanmıştır.
Altı parçadan oluşan pul serisinin, iki
pulunun üzerinde Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Amerika Birleşik Devletleri’nin
Birinci Cumhurbaşkanları olarak Atatürk’ün ve Washington’un portreleri, diğer
iki pulun üzerinde de görevdeki Cumhurbaşkanları olarak İnönü’nün ve
Roosevelt’in portreleri yer almıştır. Son iki pulda da Türk ve Amerikan
bayrakları resmedilmiştir.
C. Sovyet Rusya’nın Emelleri Belli
Oluyor; ABD İle İlişkiler Daha Dostane Gelişiyor:
Türkiye’ye II. Dünya Savaşı genişleyerek
sürdükçe, Türkiye, Almanya’ya karşı savaş açarak bir cephe oluşturması
yönünde İngiltere, Fransa, Sovyetler Birliği ve daha ölçülü olarak da
ABD’nin baskılarına maruz kalmaya başlamıştır.
Aynı zamanda Sovyetler Birliği’nin Savaş
ertesine dair Türkiye hakkındaki tarihî emel ve tasavvurları da giderek Türkiye’yi
ciddi suretle endişeye düşürecek ölçüde belirginlik kazanmıştır.
Sovyetler Birliği’nin, ya savaşa giren
ve Alman işgaline uğrayan Türkiye’nin kurtarıcısı olma veya Savaş sonunda
karşısında harpte iyice yıpranmış ve zayıf düşmüş bir Türkiye bulma hayal ve
tasavvuru içinde Türkiye’nin Almanya’ya karşı bir cephe açmasında
ısrarlı olduğu anlaşılmıştır. Ayrıca Türkiye, Savaş’ın gelişmeleri içinde
Sovyet Rusya’nın bütün Orta Avrupa’yı ve Balkanları işgali altına alacağını ve
Avrupa’da hakim bir dünya gücü olarak ortaya çıkacağını görmüştü. Bu
değerlendirmeyi Cumhurbaşkanı İnönü ve Başbakan Şükrü Saraçoğlu Adana’da 1943
başında buluştukları İngiltere Başbakanı Churchill’e ifade etmişlerdi.[74]
Bu gelişmeler içinde, Türkiye’nin fiilen
savaşa girmesi konusunda ve özellikle Silâhlı Kuvvetlerimizin duyduğu
ihtiyaçlar bakımından ABD Başkanı Roosevelt Türkiye’ye karşı anlayışlı bir
tutum göstermiştir. Meselâ, Churchill, Stalin ve Roosevelt 1 Aralık 1943’de
Tahran’da buluştukları zaman Türkiye konusunda Türkiye’nin taleplerini haklı
bulan Roosevelt ile Churchill arasında görüş ayrılığı ortaya çıkmıştır.
İnönü TBMM’de 1 Kasım 1944 günü yaptığı
konuşmada Türkiye’nin ABD ile ilişkileri hakkında “Birleşik Amerika ile
münasebetlerimiz ve temaslarımız ikinci cihan harbi esnasında daha artmış ve
daha dostane olmuştur. İki memleket arasındaki münasebetlerin gelecekte daha
geniş ve daha yakın olacağını ümit ediyoruz” ifadelerini kullanmıştır.
TBMM’de 1 Kasım 1945 tarihinde yaptığı
konuşmasında da İnönü ABD’nin Türkiye ile ilgili tutumu hakkında şu açıklamayı
yapmıştır: “….4 Aralık 1941 tarihinde Amerika Cumhurbaşkanı Türkiye’nin
savunması, Amerika savunması için hayati bir ehemmiyette olduğunu beyan ederek,
kendiliğinden ve bir sözleşme imza etmeksizin bize ödünç verme ve kiralamadan
malzeme vereceğini ilân etmiştir. Amerika ile Ödünç verme ve Kiralama
Sözleşmesinin imzalanması 23 Şubat 1945 tarihindedir…..Amerika Birleşik
Devletleri ile münasebetlerimiz artan bir dostluk içinde gelişmektedir.
Amerika’nın Birleşmiş Milletler Anayasasının prensiplerini samimi olarak her
millet için takip edeceğine güveniyoruz…”
D. Yalta Konferansı’nda Sovyetler
Birliği’ni Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin Tâdilini İstediğini Açıklıyor. ABD ve
İngiltere Karşı Çıkmıyor: [75]
İkinci Dünya Savaşı’nın galip
Devletlerinin Liderleri Roosevelt, Stalin ve Churchill Şubat 1945’te Yalta’da
buluştukları zaman, Stalin Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin günün şartlarının ve
ihtiyaçlarının gerisinde kaldığını öne sürerek tadilini istemiştir. Boğazlarda
Rusya’ya üs verilmesi düşüncesini ortaya atmıştır.
Roosevelt, Stalin’in bu talebine karşı
çıkmak yerine, düşüncesizce, kendisinin de devletler arasındaki silâhlı sınır
ve sınırlamalardan hoşlanmadığını; ABD’nin Kanada ile üç bin kilometrelik
silâhsız bir sınırla bir asırdan beri yan yana yaşadığını söylemiştir. Böylece,
Sovyetlerin hiçbir engelle, sınırlamayla karşılaşmadan Karadeniz’den Boğazlar
yoluyla sıcak denizlere açılmasına âdeta yeşil ışık yakmıştır.
Churchill de, Montrö Sözleşmesi’nin
tâdili lüzumunu kabul etmiş; Karadeniz’de en büyük Devlet sıfatıyla Rusya’nın
dar bir çıkış kapısına bağımlı kalmaması gerektiğini düşündüğünü söylemiş;
bununla beraber Türkiye’ye egemenlik ve toprak bütünlüğünün garanti edileceği
bir teminat verilmesi gerektiğini de sözlerine eklemiştir.
E. Türkiye Almanya’ya ve Japonya’ya
Savaş İlân Ediyor:
Yalta’da üç Lider ayrıca Milletler
Cemiyeti’nin yerine kurulacak Birleşmiş Milletler’e sadece 1 Mart 1945 tarihine
kadar Almanya’ya ve Japonya’ya savaş ilân etmiş Devletlerin kurucu üye olarak
katılabilecekleri yolunda bir karar almışlardır.
Türkiye Savaş’ı Almanya’nın
kaybedeceğine dair yaptığı tespitlerle 20 Nisan 1944’de Almanya’ya yaptığı krom
ihracını durdurmuştur. 2 Ağustos’ta Almanya, ardından Japonya ile diplomatik
münasebetlerini kesmiştir. Üç liderin Yalta’da aldıkları karar karşısında da
Türkiye 23 Şubat 1945’de önce Almanya’ya sonra da Japonya’ya savaş ilân
etmiştir. Böylece Türkiye Birleşmiş Milletler Teşkilâtı’na kurucu üye olarak
katılmıştır.
Roosevelt ve Churchill, Yalta’da
Savaş’tan sonra Rusya’nın uluslararası sahnede oynamak istediği rolü ve bu
çerçevede Türkiye hakkındaki emel ve niyetini hiç veya tam olarak
kavrayamamışlardır ki Stalin’in 1936 Montrö Boğalar Sözleşmesi’nin tadili için
yaptığı teklifi baştan reddeden bir tutum takınamamışlardır. Aksine Roosevelt
toplantıda, Sovyetler Birliği’nin hiç sıkıntıya uğramadan sıcak denizlere,
Akdeniz’e, ulaşma serbestliğini elde etmesine çanak tutacak sözler
sarfetmiştir. Özellikle Roosevelt’in Sovyetler Birliği’nin Türkiye’ye, Türk
Boğazlarına yönelik gerçek niyetlerini anlayabilmesi için ömrü yeterli
olmamıştır. Oysa bir sene sonra Stalin’in niyetleri, emelleri gözle
görülür hale gelmiştir.
F. ABD Başkanı Roosevelt’in Ölümü ve
İnönü’nün Taziye Mesajları:[76]
ABD Başkanı Franklin Delano Roosevelt 12
Nisan 1945 tarihinde ölmüştür.
a. Radyo Mesajı: Cumhurbaşkanı İsmet İnönü Amerikan halkına 13 Nisan
akşamı radyoda yaptığı konuşma ile taziyede bulundu. Konuşmanın metni şöyle:
“Bugün Birleşik Amerika Milletleri en
değerli bir vatandaşlarını, bütün insanlık âlemi asil ve büyük bir evlâdını,
Türk Milleti kıymetli bir dostunu kaybetmiş bulunuyor. Bu ani ve acıklı
ölüm dolayısıyla duyduğum derin teessür hislerinin, bütün vatandaşlarımın
kalpten gelen samimi duygularının da ifadesi olduğuna eminim.
Kendisi ile şahsi temaslarımda yüksek
meziyetlerine hayran kaldığım bu büyük insan, memleketimizin hayırhahı ve her
işte adalet ve hakkın taraftarı idi. İnsan vücudunun tahammülü fevkinde
mütemadi bir gayret göstererek harp ve sulh için bir çalışma numunesi olmuştu.
Muharebe meydanında sonuna kadar çarpışan er gibi, vazife başında sonuna kadar
uğraşarak kahramanca ölmüştür.
Başkan Roosevelt’in faaliyetinin
semereleri yalnız mensup olduğu geniş memleket ve büyük millete münhasır
kalmayıp, dehasından ve insanlığın saadetine ait yüksek fikirlerinden bütün
cihan faydalanmakta idi.
Düşmanlara karşı zaferin en ön safta
âmili olan Roosevelt’in ufukta zaferi gördükten sonra gözlerini kapaması
hepimiz için bir tesellidir.
Hak ve adaletin korunması için giriştiği
muazzam davayı sevk ve idarede gösterdiği kudret ve muvaffakıyeti, yarınki
dünyaya, beşer imkânları derecesinde, azami bir sulh ve sükûn devresi temini
suretiyle, tamamlamağa hazırlanıyordu. Müdafaa eylediği fikirler istikbalde
devletler arasındaki münasebetlere hâkim olunca Roosevelt adı milletlerarası
anlaşmanın bir timsali olarak kalacaktır.
En büyük ölünün önünde eğilerek
hatırasını saygı ile analım. Türk milleti adına, Birleşik Amerika
Milletlerine kalbimizin bütün derinliğinden taziyelerimizi sunarız.”
b. Eşine Gönderilen Mesaj:
“Madame Franklin Delano Roosevelt
The White House
Washington D.C.
Sayın zevciniz ve Amerika Birleşik
Devletleri’nin Başkanı Roosevelt’in, derin acı ile öğrendiğimiz ölümü
dolayısıyla kalbî teessürlerimi arzederim. Böyle beklenmedik bir surette sizi
müteellim eden (acılı kılan) büyük yasınız bütün Türk milletinin yasıdır. Büyük
ölümün ebedî hâtırası önünde eğilirken derin ve kalbi taziyetlerimin kabulünü
rica ederim.
İsmet İnönü”
c. Yeni ABD Başkanı Harry Truman’a
Gönderilen Mesaj:
“Ekselans Truman
Amerika Birleşik Devletleri
Cumhurbaşkanı
Washington D.C.
Başkan Roosevelt’in âni vefatı beni pek
derin bir teessür içinde bıraktı. Müstakbel barış teşkilâtının temellerini
atmak için, yüksek himayesi altında, bir dünya konferansının toplanmağa
hazırlandığı bu sırada vukua gelen bu acı olduğu kadar beklenmedik hâdise
karşısında bütün Türk Milleti benim duygularımı paylaşmaktadır.
Kendisiyle şahsi temaslarımda bu büyük
adamın sadece dost Amerikan Milleti’ne değil bütün dünyaya, minnet ve hatırası
tarihte ebedileşecek olan hizmetlerde bulunmasına imkân vermiş olan yüksek
vasıflarını, insanî hislerini ve açık kalpliliğini yakından takdir etmek
fırsatını bulmuştum.
Başkan Roosevelt’in manevî huzurunda
eğilirken Birleşik Milletler’in uğradığı bu yası gerek kendi adıma ve gerek
Türk Milleti adına paylaşır ve ekselânsınızdan yürekten taziyetlerimin kabulünü
rica ederim.
İsmet İnönü”
G. ABD’nin Jesti, Ölen Vaşington
Büyükelçisi M. Münir Ertegün’ün Cenazesinin USS Missouri Zırhlısı ile
İstanbul’a Getirilişi:
Vaşington Büyükelçimiz Mehmet Münir
Ertegün 11 Kasım 1944 tarihinde vefat etmiştir. Devem etmekte olan II. Dünya
Savaşı sebebiyle nâşının ABD Hükûmeti tarafından diplomatik teamüllere uygun
şekilde zamanında Türkiye’ye nakli mümkün olamamıştır. Washington'daki
Arlington Millî Mezarlığı'nda geçici olarak muhafaza edilmiştir. Savaşın son
ermesiyle ABD, Büyükelçimizin nâşını güvertesinde Japonya’nın Savaş’ta
teslim belgesini imzalamış olduğu USS Missouri zırhlısı ile İstanbul’a
nakletmiştir. Missouri’ye USS Providence kruvazörü ve USS Power destroyeri
refakat etmiştir. Gemide Başkan Truman’ın Özel Temsilcisi Weddell ve ABD’nin
Avrupa’daki deniz kuvvetlerinin Komutanı Oramiral Hewitt da yer almıştır.
Missouri 5 Nisan 1946 Cuma günü İstanbul
limanında demirlemiştir. Merhum Büyükelçi Ertegün’ün aynı gün İstanbul’da
toprağa verilmiştir.
Başkan Truman’ın Özel Temsilcisi verdiği
demeçte “biz Missouri ile Türkiye’ye iki millet arasındaki büyük dostluğu
sembolize etmek için geldik. Missouri’yi getirmekle milletlerarası nezaket
sahasında en yüksek bir jest yapmak istedik” demiştir.[77]
Özel Temsilci Weddell ve Oramiral Hewitt
Ankara’ya geçmişlerdir. Cumhurbaşkanı İnönü ve Başbakan Saraçoğlu tarafından
kabul edilmişlerdir.
İnönü yabancı bir basın mensubuna
verdiği demeçte “Amerikan Donanmasına mensup gemiler bize ne kadar yakın
bulunursa, o kadar iyi olur” şeklinde bir ifade kullanmıştır.
Saraçoğlu’nun da demecinde “Birleşik
Amerika ve İngiltere, saldıran bir devletin tarafını tutacak bile olsalar,
varlığımız uğruna dövüşmekten başka bir ihtimal hatırımıza gelmez" dediği
basında çıkmıştır.[78]
ABD’nin jesti ve Misouri’nin İstanbul’a
gelip 4 gün kalması Türk basınında ABD’nin dostluğunu övgüyle vurgulayan haber
ve yorumların çıkmasına vesile olmuştur.
ABD’nin Büyükelçi Ertegün’ün nâşını ABD
donanmasının Missouri gemisiyle Türkiye’ye nakletmesi, devletler arasındaki
nezaket ve dostluk icaplarının çok ötesinde önem ve mahiyet taşıyan tarihî bir
olaydır. Cenazenin nakli, Churchill’in ABD’nin Missouri Eyaleti’nin Fulton
kasabasındaki Westminster Koleji’nde 5 Mart 1946’da “demir perde”
(iron curtain) kavramını telâffuz ettiği döneme rastlamış, hattâ
rastlatılmıştır. Churchill Fulton’daki konuşmasında Türkiye’yi de zikrederek “Türkiye
ve İran, kendilerinden yapılmakta olan taleplerden ve Moskova Hükümeti'nin
uygulamakta olduğu baskıdan derinden kaygılı ve rahatsızdırlar” dediği de
bu çerçevede hatırlanmalıdır.
Churchill’in dünya siyaset sahnesinde
oluşan kamplaşma ve kutuplaşmaya ve ayrıca Türkiye ve İran’a yöneltilen
taleplere ve baskılara Missouri eyaletinde işaret ettikten sonra ABD Japonya’yı
teslim alan Missouri zırhlısını Akdeniz’e, Ege’ye İstanbul’a, Boğazlara, oradan
Pire’ye göndererek Stalin’e “sıcak deniz Akdeniz’de, Doğu Akdeniz havzasında
biz de varız; Sovyet yayılmacılığına, komünizmin yayılmasına, Türk boğazlarını
kontrol etmene göz yummayız” mesajını iletmiştir.
Aynı zamanda da Türkiye’ye, Türk
kamuoyuna ses getiren etkili bir dostluk mesajı vermiştir.
“Amerikan Devlet Yönetimi ve 1946
Karadeniz Boğazları Tartışması” başlıklı bir makalede [79] şu
bilgi yer almaktadır:
“15 Ağustos 1946’da Beyaz Ev’de
yapılan değerlendirmede, Truman yönetimi Rusya'nın Karadeniz boğazlarını ortak
kontrol etme taleplerinin Türkiye'yi kontrol etme ve hakimiyet kurma arzusunu
yansıttığı; Sovyetlerin Türkiye’yi kontrolüne izin verilirse, Rusya'nın
Yunanistan'ı, Türkiye'yi ve tüm Yakın ve Orta Doğu'yu kontrol etmesini durdurmanın,
imkânsız değilse bile, zor olacağı sonucuna varmıştır.”
Yine makaledeki bilgiye göre, toplantıda
hazır bulunan Dışişleri Bakan Vekili Dean Acheson Sovyetlerin karşısında
ABD’nin sağlam durması gerektiğini vurgulamış; ancak bunun, Rusya’nın
yine de tutumundan caymaması ve ABD’nin de takındığı tavrını
değiştirmemesi halinde silâhlı çatışmaya yol açabileceğinin idraki içinde
yapılması lâzım geldiğini söylemiş. Başkan böyle bir ihtimale hazır olduğunu
ifade etmiş.
Öyle sanıyorum ki, Missouri zırhlısının
İstanbul’a gelişi insanî nitelikli ve diplomasi teamülü icabı olan bir olay
gibi görünse de, NATO ittifakının Türkiye ve Yunanistan’ı da kapsayacak biçimde
ortaya çıkmasına uzanan yola döşenen ilk taşlardan birini oluşturmuştur.
SONUÇ
1939 yılında yayınlanan, 6 adet puldan
oluşan, toplam nominal değeri 39,5 kuruş olan ve çoğu kez “pul” deyip
geçtiğimiz bir hatıra pulu serisinin Türk ve dünya tarihinin son 81 yılı
hakkında ancak sayısız ciltlerce kitap halinde anlatılabilecek,
yorumlanabilecek olayları içinde barındırdığını, temsil ettiğini,
düşündürdüğünü, araştırma yapmaya zorladığını hissederek, görerek duyduğum
hayreti dile getirmemin, bu yazı için varabileceğim tek sonuç
olduğunu düşünüyorum.
Ankara, 2 Aralık 2020
[1] GAZİ M. KEMÂL, Nutuk, Kaynak Yayınları, Eylül
2015, pdf. S. 337 https://sarizeybekokullari.com.tr/Mustafa_Kemal_Ataturk-Nutuk.pdf
[2] “Ahde Vefa” kavramı Devletler Hukuku ilkesi
olarak taraf devletlerin yaptıkları andlaşmalara ve anlaşmalara uyma
zorunluluğunu ifade eder.
[3] Aptülahat AKŞİN, Emekli Büyükelçi, Atatürk’ün
Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, XVI. Dizi –
Sa.56, 2. Baskı, Ankara, 2019, s. 87
[4] Aptülahat AKŞİN, s. 35 – 36.
[5] Aptülahat AKŞİN, Emekli Büyükelçi, ibid.,s.123 –
125.
[6] GAZİ M. KEMÂL, a.g.e., s. 38.
[7] Atatürk bu sözleri 15 Mart 1923 tarihinde
Adana’da çiftçilere hitaben yaptığı konuşmada dile getirmiştir. Bazı
kaynaklarda bu sözdeki “cinayettir” kelimesi “cinnettir” olarak verilmektedir.
[8] Bu konuda bknz. T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÜRK
İNKILÂP TARİHİ ENSTİTÜSÜ, MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİNDE HALKLA İLİŞKİLER,
(1918-1922), Yüksek Lisans Tezi, Sezai Kürşat ÖKTE, Ankara-2013, https://dspace.ankara.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12575/31660/okte.pdf?sequence=1
[9] GAZİ M. KEMÂL, Nutuk, a.g.e., s.213.
[10] MUSTAFA KEMAL PAŞA'NIN TÜRK KURTULUŞ Savaşı’nda
İZLEDİGİ İLETİŞİM STRATEJİSİ, Osman ÖZSOY, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/26149
[11] Resmî adı: “The 1919 Inter-Allied Commission on
Mandates in Turkey” (Türkiye’de Manda Yönetimi hakkında 1919 Müttefikler
arası Komisyon).
[12] Prof. Frederick LATIMER, Sivas Kongresi’nde
Amerikalı Bir gazeteci, Hayat Tarih Mecmuası, Yıl: 1, Cilt: 2, Sayı: 9,
Ekim 1965, s. 83 – 87.
[13] Mustafa Kemâl Atatürk, NUTUK, https://sarizeybekokullari.com.tr/Mustafa_Kemal_Ataturk-Nutuk.pdf
[14] GAZİ M. KEMÂL, Nutuk, a.g.e., s.31
[15] Mustafa Kemâl ATATÜRK, NUTUK.
[16] Doç. Dr. Cemal Güven, Millî Mücadele’de Mustafa
Kemâl Paşa’nın Yabancılarla Temas Ve Görüşmeleri, Eğitim Kitabevi, Nisan 2012,
s.63-65.
[17] Deniz BİLGEN, ABD’li Gözüyle Sivas Kongresi,
Kaynak Yayınları: 384, Ocak 2004, s. 22.
[18] Ali Fuat CEBESOY, Moskova Hatıraları, Haz. Osman
Selim Kocahanoğlu, Temel Yayınları, Yayın No: 135, Tarih/Kültür Dizisi: 27,
İstanbul, Ekim 2002, s. 113 – 114.
[19] Aptülahat AKŞİN, a.g.e., s. 49 ve 68.
[20] ‘Until you have crossed the bridge, you should
call the bear your uncle.”
[21] Lord KINROSS, ATATÜRK, The Rebirth Of A Nation,
November 1964, Weidenfeld And Nocolson, 20 New Bond Street London W I, s. 240.
[22] Türk Dış Politikası (Editör: Baskın ORAN), Cilt
I: 1919-1980, İletşim Yayınları, 2001, Dönemin Bilançosu, Baskın ORAN, s.
97-109.
[23] Türk Dış Politikası, a.g.e., s. 109
[24] İbrahim Ethem ATNUR, Mustafa Kemâl (ATATÜRK) ve
Nahçıvan, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/687301 ,
Ayrıca bknz. Dr. Elçin NECİYEV, AZERBAYCAN’IN SOVYETLEŞTİRİLMESİ SÜRECİNDE
KARABAĞ PROBLEMİ https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/639705
[25] Türk Dünyası Tarih Dergisi, Nisan 1992, Altıncı
Yıl, Sayı. 64, s. 5, Mustafa Kemâl Paşa: Nahçıvan Türk Kapısıdır…Dinleyip
nakleden: Faruk SÜMER.
[26] MEHMET ALİ BOLAT, YENİ TÜRKİYE İÇİN KARS
ANTLAŞMASI’NIN ÖNEMİ MEHMET ALİ BOLAT, https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/925953 .
[27] GAZİ M. KEMÂL, Nutuk, a.g.e., s. 151.
[28] James G. Harbord, CONDITIONS IN THE NEAR EAST:
REPORT OF THE AMERICAN MILITARY MISSION TO ARMENIA,
https://fatsr.org/wp-content/uploads/2018/06/Harbord-report.pdf
[29] https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/1d1yy1.htm
[30] TBMM I. DÖNEM, 2. Yasama Yılını Açış
Konuşması. https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/1d3yy.htm
[31] “TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ ORDULARI!
Afyonkarahisar - Dumlupınar büyük meydan
muharebesinde zalim ve mağrur bir ordunun asıl muharebe birliklerini
inanılmayacak kadar az bir zamanda imha ettiniz. Büyük ve necip milletimizin
fedakârlıklarına lâyık olduğunuzu ispat ediyorsunuz. Sahibimiz olan büyük Türk
Milleti, istikbalinden emin olmaya haklıdır. Muharebe meydanlarındaki maharet
ve fedakârlıklarınızı, yakından müşahede ve takip ediyorum. Milletimizin
hakkınızdaki takdirlerine vasıta olmak görevimi durmadan ve sürekli bir şekilde
yerine getireceğim.
Başkumandanlığa tekliflerde
bulunulmasını cephe Kumandanlığına emrettim. Bütün arkadaşlarımın Anadolu'da
daha başka meydan muharebeleri verileceğini göz önüne alarak ilerlemesini ve
herkesin fikrî güçlerini, kahramanlık ve vatanseverliğini, birbirleriyle
yarışırcasına göstermeye devam eylemesini talep ederim.
Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz'dir.
İleri!”
[32] GAZİ M. KEMÂL, Nutuk, s. 513 – 514.
[33] https://www.atam.gov.tr/ataturkun-soylev-ve-demecleri/turk-bagimsizlik-davasinin-niteligi
[34] TBMM’nin I. DÖNEM, 4. Yasama Yılını Açış
Konuşmaları, Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. 1, C. 28, Sayfa. 2, https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/1d4yy.htm
[35] TBMM’nin II. DÖNEM 1.Yasama Yılını Açış
Konuşmaları, Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. II, C. 1, Sayfa 36, https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/2d1yy.htm
[36] OLAYLARLA TÜRK DIŞ POLİTİKASI, Cilt I (1919 –
1973, 1987, Mehmet GÖNLÜBOL, Cem SAR (1919-1939) Dönemi, s. 59.
[37] Bknz. http://www.mfa.gov.tr/ataturk-doneminde-turk-dis-politikasi.tr.mfa
[38] İrfan Neziroğlu ve Tuncer Yılmaz (ed).,
Hükümetler, Programları ve Genel Kurul Görüşmeleri, Cilt 1, (24 Nisan 1920 – 22
Mayıs 1950), Ankara, TBMM, 2013, s. 85. https://www.tbmm.gov.tr/yayinlar/hukumetler/hukumetler_cilt_1.pdf
[39] https://www.tbmm.gov.tr/yayinlar/cumhurbaskani_genel_kurul_konusmalari/CB_konusmalari_cilt_1.pdf
[40] Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. II, C. 10, Sa.
1, 1 Kasım 1924, https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/2d2yy.htm
[41] Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. II, C. 19, Sa.
7, 1 Kasım 1925, https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/2d3yy.htm
[42] Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. II, C. 27, Sa.
1, 1 Kasım 1926, https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/2d4yy.htm
[43] Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. III, C. 1, Sa.
4, 1 Kasım 1927, https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/3d1yy.htm
[44] Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. III, C. 5, Sa.
2, 1 Kasım 1928, https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/3d2yy.htm
[45] Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. III, C. 13,
Sa. 2, 1 Kasım 1929, https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/3d3yy.htm
[46] Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. III, C. 22,
Sa. 2, 1 Kasım 1930, https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/3d4yy.htm
[47] Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. IV, C. 4, Sa.
3, 1 Kasım 1931. https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/4d1yy.htm
[48] Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. IV, C. 10, Sa.
3, 1 Kasım 1932, https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/4d2yy.htm
[49] Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. IV, C. 18, Sa.
2, 1 Kasım 1933 https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/4d3yy.htm
[50] Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. IV, C. 25, Sa.
3, 1 Kasım 1934, https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/4d4yy.htm
[51] Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. V, C. 6, Sa.
2, 1 Kasım 1935, https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/5d1yy.htm
[52] Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. V, C. 13, Sa.
4, 1 Kasım 1936, https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/5d2yy.htm
[53] Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. V, C. 20, Sa.
3, 1 Kasım 1937, https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/5d3yy.htm
[54] Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. V, C. 27, Sa.
3, 1 Kasım 1938, https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/5d4yy.htm
[55]Bu konuda bknz. Dr. Üner Kırdar, “Atatürk ve Milletler
Cemiyeti”, Sivil Müdafaa Dergisi, Cilt 14, No.47, Ocak 1972, s.3-16. Ve http://www.butundunya.com/pdfs/2011/06/041-048.pdf
[56] Montreux Boğalar Konferansı, Tutanaklar
Belgeler, Sunuş: Fahri S. KORUTÜRK, Çevirenler: Seha L. MERAY ve Osman OLCAY,
1976, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, No. 390.
[57] T.C. Hatay Valiliği, http://hatay.gov.tr/isim-hikayesi
[58] Prof. Fredrick LATIMER, a.g.e., s. 85
[59] https://dergipark.org.tr/tr/pub/aamd/issue/55300/758739
[60] Clarence K. STREIT, Bilinmeyen Türkler -
Mustafa Kemal Paşa, Milliyetçi Ankara ve Anadolu'da Gündelik Hayat Ocak-Mart
1921.
https://www.atam.gov.tr/ataturkun-soylev-ve-demecleri/sakarya-savasina-gidisinden
bir-gun-once-amerikan-milletine-bir-mesaj-istenmesi-uzerine ;
Cumhuriyet Gazetesi, Tozlu raflar
arasından çıkanlar..., 15 Kasım 2009 Pazar, https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/tozlu-raflar-arasindan-cikanlar-99520
[61] https://www.atam.gov.tr/ataturkun-soylev-ve-demecleri/sakarya-savasina-gidisinden-bir-gun-once-amerikan-milletine-bir-mesaj-istenmesi-uzerine
Cumhuriyet Gazetesi, 17 Mart 1955
Perşembe, s. 5-6 (Cumhuriyet Arşivi), Metin ERGİN, 34 Yıl Evvel Atatürk İle
Konuşan İlk Gazeteci. Ayrıca bknz. Cumhuriyet Gazetesi, 15 Kasım 2004 Salı, s.9
(Cumhuriyet Arşivi).İstiklâl Savaşı’nın Belgesi, Metin ERGİN..
[62] Isaac F. MARCOSSON, Kemal Pasha:The Confilict in
Turkey, The Saturday Evening Post, September 5, 2012.
Dergi’nin Notu: “E-posta ile gelen
istekler üzerine Isaac F. Marcosson’un modern Türkiye’nin Kurucusu Mustafa
Kemâl Atatürk ile 1923 yılında yaptığı mülâkatı burada yayınlıyoruz. https://www.saturdayeveningpost.com/2012/09/kemal-pasha/
[63] İsmet İNÖNÜ, Hatıralar, 2. Kitap, Bilgi
Yayınevi, Kasım 1987, s. 150.
[64] Doç. Dr. Çağrı ERHAN , 1945’e Kadar
Türk-Amerikan İlişkileri, Ankara Üniversitesi SBF. https://www.cankaya.edu.tr/universite_yayinlari/pdf/Gundem_22.pdf
[65] Şuhnaz YILMAZ, Turkish-American Relations, 1800
– 1952, Between the Stars, Stripes and the Crescent, First Published 2015,
Rouledge.
[66] Joseph C. GREW, İlk ABD Büyükelçisi’nin Türkiye
Anıları, Atatürk ve İnönü, Cumhuriyet Yayınları. https://stratejikoperasyon.files.wordpress.com/2014/05/john-grew-atatrk-ve-nn.pdf
[67] Riyaset-i Cumhur Kati-i Umumisi Hikmet Bey
tarafından hazırlanan 28 Eylül 1932 tarihli görüşme zaptı.
Bknz. Mehmet Sait DİLEK, ABD GENELKURMAY
BAŞKANI DOUGLAS MACARTHUR'UN 1932 YILINDA TÜRKİYE ZİYARETİ. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/26147
[68] General Mac Arthur’un Türkiye’yi ziyareti
haberleri için bknz: Cumhuriyet Gazetesi, 26-27-28-29 Eylül 1932.
[69] Lord KINROSS, a.g.e., 463-464. Andrew MANGO,
Atatürk, John Murray, Albemarle Street, London, 1999, s. 487 – 488.
[70] Cumhuriyet Gazetesi, “Atatürk’ün Siyasî Dehasını
Gösteren Yeni Bir Vesika” başlıklı haber, 8 Kasım 1951 Perşembe, s. 1 ve 5.
[71] ATATÜRK’ün TBMM’nin IV. Dönem, 3. Yasama Yılını
Açış Konuşması, 1 Kasım 1933, Millet Meclisi Tutanak Dergisi, D. IV, C. 18, Sa.
2, https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/4d3yy.htm
[72] Atatürk ile Roosevelt arasında teati edilen
mesajlar hk. Bknz. Bilâl N. ŞİMŞİR, Atatürk ve Yabancı Devlet Başkanları, Cilt
I, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1993, s. 211 – 273.
[73]Bu konuda bknz. Enis. DİNÇ, Performing Modernity:
Atatürk on film (1919-1938),
[74] Prof. Dr. Fahir ARMAOĞLU, 20. Yüzyıl Siyasî
Tarihi (1914 – 1980), Cilt. I, 7. Baskı, 1991, s
[75] Bknz. Feridun Cemal ERKİN, Türk – Sovyet
İlişkileri Ve Boğazlar Meselesi, Ankara, 1968, 266 – 267.
[76] İlhan TURAN (Hazırlayan), İsmet İnönü, Konuşma,
Demeç, Makale, Mesaj ve Söyleşileri, 1944 – 1950 (29.12.1944 –
28.05.1950) http://www.ismetinonu.org.tr/ismet-inonu-1944-1950.htm
[77] Cumhuriyet Gazetesi, 6 Nisan 1946 Cumartesi, s.
1-3.
[78] Cüneyt AKALIN, Missouri’nin Ziyaretinin Tarihsel
Anlamı, https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/9930
[79] Jonathan KNIGHT, American Statecraft and the
1946 Black Sea Straits Controversy, Political Science Quarterly, Volume 90,
Number 3, Fall 1975.
https://www.jstor.org/stable/2148296?origin=crossref&seq=1
No comments:
Post a Comment