Monday, December 7, 2020

Bir hatıra pulu serisinin Atatürk ve İnönü Dönemlerindeki Dış Politikamız Hakkında Hatırlattıkları, düşündürdükleri E.Büyükelçi Tugay Uluçevik

 

Bir Hatıra Pulunun Atatürk ve İnönü Dönemlerindeki Dış Politikamız Hakkında Hatırlattıkları, Düşündürdükleri

06 Aralık 2020  E. Büyükelçi Tugay Uluçevik

 

 

 

Paylaş


Değerli araştırmacı ve yazar, özellikle Ermenilerin sözde “soykırım” iddia ve iftiralarını belgelere dayanarak çürüten eserleri olan Mehmet Arif Demirer Ankara Koleji’nden arkadaşımdır. Ortaokul ve lise yıllarında birlikte izcilik yapmıştık. Zaman zaman ülkemizle ilgili konular ve sorunlar hakkında görüş alışverişinde bulunuruz. 

Son bir sohbetimizde bana Türkiye’de 15 Temmuz 1939 tarihinde yayınlanmış olan bir hatıra pulu serisinden söz etti. “Amerika Birleşik Devletleri İstiklâlinin 150. Yıldönümü Hatırası” pulları. 6 adet puldan oluşan bir seri.


Devletlerin, özellikle aralarında yakın dostluk ilişkileri olanların, birbirlerinin mutlu ve şerefli günlerinin sevincini paylaşmaları çerçevesinde, o günlerin anısına hatıra pulu bastırmaları uygulaması öteden beri vardır. Bu uygulama, devletlerarası münasebetlerde devletlerin karşılıklı olarak “iyi muamelede bulunma”, birbirleriyle “güzel ve hoş geçinme” arzularının bir ifadesi olarak teamül (gelenek) şeklinde kendini gösterir. Devletler hukukunda eski dilde rastlanan “mücâmele-i düvelliye” veya “mücâmele” kavramları devletler arasındaki bu çeşit davranış biçimini ifade eder.

Filateli (pulculuk) kataloglarına baktığımız zaman günümüzde de Türkiye’nin çeşitli yabancı devletlerle ortak hatıra pulları çıkardığını veya önemli uluslararası günlerin veya olayların anısına pul bastırdığını görüyoruz.

Bununla beraber, ABD’nin bağımsızlığının 150. Yıldönümünü kutlamak için Türkiye’nin 1939’da çıkardığı hatıra pulu serisini olağan bir hatıra pulu yayınlama olayı olarak algılanmasının eksik ve hattâ yanlış değerlendirmeye sebep olacağı görüşündeyim.

Bu pul serisi, hem hedefi,  temel ilkeleri ve öncelikleri Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından belirlenmiş ve uygulanmış olan Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikasının nitelikleri bakımından olduğu kadar, yayınlandığı dönemin dış siyasî şartları bakımından da anlam ve önem taşımaktadır.

Bahis konusu hatıra pulu serisi Ulu Önderimiz Atatürk’ün ebediyete intikalinden 7 ay sonra yayınlanmıştır. Bu olguyu, dış politikamızın Atatürk’ten sonra da esas itibarıyla O’nun zamanında belirlenmiş olan şekil ve nitelikleriyle sürdürüldüğünün somut kanıtlarından biri olarak görmekteyim.

Konuyu üç perspektiften değerlendirmek istiyorum:

I. Atatürk’ün dış politikasının nitelikleri ve başlıca uygulamaları;

II. Atatürk’ün döneminde, özellikle Roosevelt’in başkanlığı sırasında Türk – Amerikan ilişkileri;

III.  İnönü dönemindeki dış politikamızın ve hatıra pulunun çıkarıldığı 1939 yılının genel dünya şartları bakımından özellikleri.

“Atatürk dönemi” 19 Mayıs 1919’dan 10 Kasım 1938’e kadar uzanan 19 yılı kapsamaktadır. 

O’na ATATÜRK soyadı TBMM tarafından 24 Kasım 1934 tarihinde verildi.

İstiklâl Savaşımızı ve ilk 11 yılında da Devletimizi “Gazi Mustafa Kemâl” olarak yönetmişse de, ben sunumumda, başlangıçtan itibaren Büyük Önderimizin ismini ATATÜRK olarak zikredeceğim. Çünkü, ben O’nun Milletimiz için ATATÜRK olarak dünyaya geldiğine inanmaktayım.

Dış politika söz konusu olduğunda Atatürk döneminin şu üç ayrı devrede irdelenmesinin amaca daha uygun olacağını düşünüyorum:

1.Millî Mücadele;

2.Lozan Barış Konferansı;

3. Türkiye Cumhuriyeti devresi.

Çünkü, genel ilkeler ve temel nitelikler aynı olmakla beraber, dış politikada takınılmış olan tutumların, yapılan uygulamaların   her devrenin kendine özgü şartlarından kaynaklanan sebep ve saikleri ve uygulanış şekilleri olabilmektedir.

I. ATATÜRK DÖNEMİNİN DIŞ POLİTİKASININ NİTELİKLERİ VE BAŞLICA UYGULAMALARI

1. Dış politikanın nitelikleri:

A. Millî Dış Politika:

Millî Mücadele yıllarındaki ve sonrasındaki Atatürk’ün dış politikasının en başta gelen ayırıcı niteliği (eski dilde “fârik vasfı”) “millî” olmasıdır.

Atatürk Büyük Nutuk’ta “Türkiye'nin, Türk milletinin takip etmesi lâzım gelen siyasi prensip” hakkındaki görüşünü şu sözlerle açıklamıştır:

Bizim kendisinde açıklık ve tatbik kabiliyeti gördüğümüz siyasî meslek (okul, ekol, öğreti), millî siyasettir. Dünyanın bugünkü genel şartları ve asırların beyinlerde ve karakterlerde biriktirdiği hakikatler karşısında hayalperest olmak kadar büyük hata olamaz. Tarihin ifadesi budur; ilmin, aklın, mantığın ifadesi böyledir…. Milli siyaset dediğim zaman kastettiğim mânâ ve öz şudur: Milli sınırımız dahilinde, her şeyden evvel kendi kuvvetimize dayanarak mevcudiyetimizi muhafaza ederek millet ve memleketin hakiki saadet ve bayındırlığına çalışmak ... Rastgele sonu gelmez emeller peşinde milleti meşgul etmemek ve zarara uğratmamak ... Medeni cihandan, medeni ve insani muamele ve karşılıklı dostluk beklemektir. [1]

B: Barışçı Dış Politika:

Millî Mücadelemizin başlamasıyla birlikte izlenen ve kurucu irade tarafından Türkiye Cumhuriyeti için de belirlenen dış politika, tarih bilinci içinde hedefi açık olarak belli, akılcı, gerçekçi, dengeli, devletler arasında egemen eşitlik ve “ahde vefa” [2] ilkesine saygılı; güvenilir, öngörülebilir, inandırıcı, diyaloga açık ve “barışa” yönelik olmuştur.

C. Sadece Millî Menfaatlere Yönelik Dış Politika:

Atatürk’ün dış politika anlayışında ve uygulanmasında iç siyaset kaygılarına, güdülerine, hamasete ve maceracılığa yer verilmemiştir.  Dış politikamız siyasî, tarihî, dinî vs. dogmalardan, ön yargılardan, saplantılardan arındırılmış ve tarih bilincine sahip olarak sadece millî menfaatlerimize uygun hedeflere yöneltilmiştir.

Bu gerçeğe, değerli meslek Büyüklerimden merhum Büyükelçi Aptülahat Akşin “Atatürk’ün Dış Politika İlkeleri Ve Diplomasisi” adlı eserinde şu ifadelerle işaret etmiştir:

(Atatürk)duygularıyla değil belki gerçeklere bakarak, ülkenin genel menfaatlerine uygun gördüğü yolda davranmasını bilen bir devlet adamı idi. [3]

D. Eşitlik İlkesi

Atatürk’ün dış politika için nazarî plânda savunduğu ve uluslararası ilişkiler uygulamalarında hassasiyetle gözettiği temel ilkeler arasında “eşitlik” başta gelmiştir.  Emperyalist güçlerin Osmanlı Devleti’ne kabul ettirdiği kapitülasyonların sonuçlarının ıstırabını yaşamış bir vatansever olarak, Milletimize ve Devletimize uluslararası camiada eşitlik esasına göre kayıtsız ve şartsız egemenliğini ve bağımsızlığını kazandırmak O’nun için tutku ve ülkü olmuştur.

Misak-ı Millî’nin lafzen ve ruhen temelini oluşturan temel ilkelerin de “egemenlik” ve “eşitlik” olduğu da bir olgudur.[4]

E. Atatürk İttifak İlişkileri Hakkında İhtiyatlıydı:

Atatürk döneminde Dışişleri Bakanlığında önemli görevler ifa etmiş olan merhum Büyükelçi Aptülahat Akşin Atatürk’ün ittifak politikası hakkındaki anlayışına ve görüşlerine dair şu açıklamaları yapmaktadır: [5]

Atatürk dış politikasının ayırt edici bir başka vasfı da başka devletlerle askerî ittifaklardan ve bağlantılardan kaçınmak isteyişi olmuştur. Çünkü her ittifak, bu ittifakın sarih ve zımni olarak  aleyhine müteveccih olduğu devlet veya devletler nezdinde şüphe ve rahatsızlık, hattâ güvensizlik doğurur ve binnetice mukabil ittifak veya kombinezonları tahrik eder. Bu ise, herkesle iyi geçinmek isteyen ve kimsenin toprakları ve menfaatleri aleyhinde art düşünce ve davranışı olmayan Türkiye’nin ana dış politika ilkelerine aykırı olurdu. (Meğer ki işin içinde sarih hayatî menfaatlerimizi tehdit eden bir durum olsun)…...Sovyet Rusya ile samimi ve pürüzsüz iyi komşuluk münasebetleri güttük, fakat müttefik değildik. İki ülke münasebetlerini düzenleyen 1925 Antlaşması bir ittifak antlaşması değildi…..Atatürk’ün ittifaklardan, hele büyük devletler kombinezonlarından uzak kalmak istemesinin sebebi şu idi: Bir büyük devletle ittifak halinde iki müttefik devlet arasındaki münasebetler kolaylıkla hâmi (himaye eden, koruyan) ve mahmi (himaye olunan, korunan) münasebetleri haline inkilâb edebilirdi (dönüşebilirdi) ve bu ittifakların karşılığı çoklukla zayıf milletin sırtından çıkarılırdı. Babıâli’nin Çarlık Rusya’sıyla Mısırlılara karşı varlığını korumak için, yaptığı Kanlıca Antlaşması’yla, bedeli Kıbrıs’la ödenen ve Osmanlı İmparatorluğunu Rusya’ya karşı korumayı hedef tutan Türk – İngiliz Antlaşması bunun tarihî örnekleridir…..Atatürk’ün Balkan devletleriyle bağıtlamış olduğu İttifak Antlaşması Balkan statükosunun korunmasını hedef tutan bir istisna idi…..Atatürk bu ittifakın imzalanmasından sonra bir hayli kaygılandığını saklamamıştır…..İran, Irak ve Afganistan’la Saadabat Antlaşması yapıldı. Kendileriyle herhangi bir siyasî ve toprak ihtilâfımız olmayan bu kardeş ülkelerle yaptığımız bu Pakt bir istişare paktından ibaretti.

Büyükelçi Aptülahat Akşin bu çok iyi anlaşılır anlatımı ile konuya yeterince ışık tutmuş bulunmaktadır.

2. Millî Mücadele Yıllarında Dış Politika:

Atatürk önderliğindeki Millî Mücadelemiz, sadece askerî alanda, cephede belirli düşmanlara karşı cereyan etmiş değildir. Mücadelemizin amacı ve nihai hedefi hakkında içte ve dışta başlayan yanıltıcı, baltalayıcı propaganda karşısında milletlerarası topluma gerçeklerin anlatılması; mücadelemize siyasî ve maddî destek sağlanması ihtiyacı da ortaya çıkmıştır. Bunun için de dış siyaset ve diplomasi cephesinde de kararlı bir mücadele verilmiştir.

Millî Mücadelemizde adımlar atılmaya başlarken, Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda milletimizin ve vatanımızın geleceğini tayin etmek üzere galip devletlerle yapılacak barış antlaşmasının temeli olarak, “mutlak egemen bir Türk Devleti kurulması” emelinin yanında, içeride ve dışarıda çeşitli görüşler ve teklifler de ortaya atılmıştır.

Bunlar arasında “İngiltere’nin himayesinin kabul edilmesi” ve bilhassa “Amerikan manda idaresinin altına girilmesi” Sivas Kongresi’nin sonuçlanmasına kadar milli mücadele kulislerinde dolaşan düşünceler olmuştur. “Millî egemenlik ve eşitlik” ve “vatanın bütünlüğü ve bölünmezliği” ilkelerinden yoksun bu düşünceler, teklifler karşısında Mustafa Kemal Paşa kurtuluş için Milletimizi tek ve kesin bir hedefe kilitlemeği başarmıştır. Atatürk Nutuk’ta bu konuda şunları söylemiştir:

Efendiler,….bir tek karar vardı. O da milli hakimiyete dayalı, kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk devleti tesis etmek! İşte, daha İstanbul'dan çıkmadan evvel düşündüğümüz ve Samsun'da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz tatbikatına başladığımız karar, bu karar olmuştur.” [6]

Gerçekten, Büyük Önderimiz Samsun’a ayak bastıktan sonra yayımlanan Amasya Tamimi’nde “Vatanın bütünlüğünün, Millet’in istiklâlinin tehlikede olduğu” ilân edilmiştir.

Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararının kurtaracağına” olan inanç ifade edilmiştir.

Milletin hal ve vaziyetini göz önünde tutmak ve haklarının sesini cihana işittirmek için her türlü tesir ve denetimden uzak bir milli heyetin varlığının elzem” olduğu vurgulanmıştır.

Milli bir kongrenin süratle toplanması” için Milletimize çağrıda bulunulmuştur.

Erzurum Kongresi’nde “milli sınırlar içinde Vatanımızın parçalanamaz bir bütün olduğu” beyan edilmiştir.

Sivas Kongresi’nde de Atatürk “ya istiklâl ya ölüm” sözünü dile getirmiştir.

Bu sözlerle Milletimize, milli mücadelemizin temel ilkeleri bildirilmiş; ana hedefini içeren parola verilmiştir.

Böylece “Vatan’ın bölünmez bütünlüğü” ve “Millet’in kayıtsız şartsız egemenliği” temelinde yeni bir Türk Devleti kurma tek ve kesin hedefine yönelik Millî Mücadelemiz “ya istiklâl ya ölüm” parolasıyla başlamış ve kesin zaferle sonuçlanmıştır.

Böylece, Milletimize Sèvres Andlaşması’nı dayatarak vatanımızı parçalayıp paylaşmak emlinde olan emperyalist güçlere, esas itibariyle Misak-ı Millî hudutları içinde “eşit egemen bağımsız Türkiye” temelinde bir barış andlaşması yapmaktan başka bir seçenek bırakılmamıştır.

A. Savaş Dış Politika Aracı Olamaz

Asker olan Atatürk savaşın dış politika aracı olarak kullanılmasını reddeden, karşılaşılan sorunların hallinde diplomasiyi kullanan bir önderdi. Bir hitabında savaş hakkındaki anlayışını şu şekilde dile getirmiştir:

Behemehal şu ve bu sebepler için, milleti harbe sürüklemek taraftarı değilim. Harp zarurî ve hayatî olmalı. Hakikî kanaatim şudur: Milleti harbe götürünce vicdanımda azap duymamalıyım, öldüreceğiz diyenlere karşı, “ölmeyeceğiz” diye harbe girebiliriz. Lâkin, hayatı millet tehlikeye maruz kalmayınca, harp bir cinayettir.” [7]

Mustafa Kemal Paşa, vatanımızın düşman istilâ ve işgaline uğraması; bu durumun sonuçlarının antlaşma ile milletimize zorla kabul ettirilmek istenmesi; Osmanlı Devleti’nin  “kapitülasyon” cenderesi içinde milletlerarası camianın eşit bir üyesi olarak hareket etme yeteneğini kaybetmiş olması; bu yüzden de Hükûmet’in vatanımızın parçalanıp paylaşılması tertipleri karşısında direnme iradesi ve gücü ortaya koyamaması; istiklâlimizin, egemenliğimizin ve vatanımızın bütünlüğünün barışçı yollardan sağlanması ümidinin de tamamen yok olması üzerine, İstiklâl Savaşımızı, Millî Mücadelemizi başlatmıştır. Savaşa, vatanımız işgalden kurtarıldıktan sonra egemen eşitlik temelinde gerçekçi ve kalıcı bir barışı emperyalist devletlere kabul ettirmek amacıyla başvurmuştur.  Bu suretle bölgesel ve evrensel barışa da katlıda bulunulacağına inanmıştır.

B. Evrensel Barış Ve Huzur Hedefi

Millî Mücadelemizin önderlerinin “evrensel barış ve huzura” verdiği değer, önem ve öncelik Erzurum ve Sivas Kongrelerinde kabul edilen Bildirilerin 7. Maddelerinde diğer hususlar meyanında yer alan, “âdil ve insanca şartları ihtiva eden bir barışın ….. âcilen kararlaştırılması, insanlığın selâmeti ve dünyanın huzuru namına başlıca milli emellerimizdendir” şeklindeki ifade ile de başlangıçta açıkça  dünyaya ilân edilmiştir.

C. Atatürk Millî Mücadelemizde Kendi Şahsî İradesini Değil Millet’in İradesini Hâkim Kılmıştır:

Sahip olduğu emsalsiz önderlik vasıflarına, askerî dehasına ve şahsî  karizmasına rağmen Mustafa Kemal Paşa Millî Mücadelemize kendi kişisel iradesini değil, Millet’in iradesini hâkim kılmıştır.

Yukarıda da bahsedildiği üzere, Atatürk Samsun’da Anadolu’ya ayak basar basmaz Millet’in temsilcilerini Millî Mücadelenin arkasında toplamak için düzenlemelere girişmiştir. Amasya’da Anadolu’daki bütün ordu, kolordu, tümen kumandanlarına ve valilere yaptığı tamimle Sivas’ta bir millî Kongre’nin en kısa sürede toplanmasını teminen hazırlık yapılması çağrısında bulunmuştur. Erzurum Kongresi’nin kararlarının uygulanmasını sağlamak için Temsil Heyeti oluşturulmuştur. Mustafa Kemal Paşa Temsil Heyeti’nin Reisi olarak görev yapmıştır. Sivas Kongresi’nden sonra Temsil Heyeti, TBMM’nin kurulmasına kadar geçen zaman zarfında, Millî Mücadelenin “yürütme organı” gibi hareket etmiştir. Atatürk, Milletimize yaptığı çağrıları, Anadolu’daki askerî birlik Komutanlarına ve Valilere gönderdiği mesajları “Heyet-i Temsiliye” adına imzalamıştır. 23 Nisan 1920 günü Ankara’da açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Millî Mücadelenin yürütülmesinde en üst irade olmuştur. Mustafa Kemal Paşa’nın kumandası altındaki kahraman ordumuz zafere ulaşmış; Vatanımız düşman işgalinden kurtarılmıştır.

D. Millî Mücadele Yıllarında Halkla İlişkiler, İletişim ve Kamu Diplomasisi[8]

Kaynaklar Mustafa Kemal Paşa’nın Millî Mücadelemizi sadece mahir bir kumandan olarak değil, aynı zamanda, tecrübeli bir siyaset adamı ve diplomat ustalığıyla sevk ve idare etmiş olduğunu ortaya koymaktadır.

Günümüzde çağımızın teknik ve teknolojik olanaklarıyla yürütülen iletişim siyasetinin, halkla ilişkiler ve kamu diplomasisi faaliyetinin, Atatürk tarafından  içe ve dışa dönük veçheleriyle, hem Millî Mücadele boyunca savaş şartları içinde, hem istiklâlden sonra Cumhuriyet döneminde, 1920’lerin, 1930’ların sınırlı teknik imkân ve vasıtalarıyla gerçekleştirilmiş olduğu tartışılmaz bir gerçektir.

Atatürk’ün Büyük Nutuk’taki “bir taraftan…İstanbul ricaliyle haberleşirken, bir taraftan da muhtelif vasıtalarla kamuoyunu yokluyordum. Vereceğim kararın tatbikinin temini için ordunun görüşünü almak da pek mühimdi” [9] şeklindeki ifadesi de bu gerçeğin kanıtlarından biridir.

Sivas Kongresi’nde “Amerikan mandası” konusunda kriz boyutlarına da ulaşma istidadı gösteren tartışmalar sırasında iletişim tekniklerinin Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları tarafından hünerle uygulanması sayesinde “istiklâl ve millî hakimiyet” hedefinden sapma olmamıştır.

Millî Mücadele boyunca alınan kararlar, yayınlanan bildiriler ve meydana gelen gelişmeler o günlerde mevcut iletişim kanallarından sürekli olarak halkın bilgisine sunulmuştur. Halkla ilişkiler faaliyeti olarak dönemin en tesirli iletişim vasıtası olan yazılı basından, özellikle İrade-i Milliye ve Hâkimiyet-i Milliye Gazetelerinden istifade edilmiştir. Yeni gazetelerle bu imkânın artırılmasına çalışılmıştır.

Ayrıca, TBMM’nin açılışından 17 gün önce 6 Nisan 1920'de kurulan Anadolu Ajansı da iç ve dış kamuoylarının Millî Mücadelemiz hakkında muntazaman aydınlatılmasında önemli tarihî görevler ifa etmeye başlamıştır.

Millî Mücadelemizle ilgili gelişmeler o yıların önde gelen haber ajansları ve gazeteleri tarafından izlenmiş ve dünya basınında haber konusu olmuştur. Mustafa Kemâl Paşa ve Mücadele’nin üst kadrosuna dahil şahsiyetler yabancı gazetecilere verdiği mülâkatlarla o günün şartlarında kamu diplomasisi uygulamışlardır.

Atatürk Samsun’a çıkar çıkmaz Anadolu’daki askerî birlik Kumandanlarıyla ve Valilerle ve İstanbul’daki Hükûmet makamlarıyla haberleşmeyi ve yazışmayı Anadolu’daki telgraf şebekesini kullanarak yapmıştır. Millî Mücadelemizin önderleri Anadolu’nun telgraf sisteminin kontrolleri altında tutulmasına ve şebekenin kesintisiz çalışır vaziyette kalmasına hayatî önem atfetmişlerdir.

Erzurum Kongresi’nden itibaren Millet’in temsilcileriyle teker teker veya küçük gruplar halinde iletişim kurulmuş, konular hakkında onların da görüşleri alınmıştır.

Erzurum ve Sivas Kongreleri esnasında tüm gelişmeler bölgesel Kumandanlıklara da iletilmiştir. Böylece millî harekete olan desteklerinin devamlılığı sağlanmıştır.

Mustafa Kemal Paşa'nın Havza’da 28 Mayıs 1919 tarihinde yayınladığı Tamim’de halka “büyük ve heyecanlı mitingler” düzenlenmesi çağrısı yapılmıştır. İlk protesto mitingi 30 Mayıs 1919 günü gerçekleşmiş ve halk “her türlü saldırının silâhla önleneceğine dair” and içmiştir.  Bu mitingi takip eden günlerde Anadolu’daki birçok kasabanın ve kentin ileri gelenleri, belediye başkan ve üyeleri, sivil ve askerî erkân tarafından İstanbul'a, başta Amerikan Başkanı Wilson olmak üzere, İngiltere Başbakanı Lloyd George’a ve diğer bazı devletlerin Liderlerine çok sayıda protesto telgrafı gönderilmiştir.[10]

E. Amerikalı Gazetecinin Gözlemi:

ABD Başkanı Wilson’un 1918 yılının başlarında bilinen “ilkelerini” yayınlamasından sonra, bu ilkelerin ABD’nin menfaatlerine hizmet edebilmesini teminen Orta Doğu halkları üzerinde uygulanabilecek manda sisteminin incelenmesi maksadıyla bizzat Başkan Wilson tarafından “Amerikan King-Crane Komisyonu” kurulmuştur. [11] Bu Komisyon üyesi Charles R. Crane 1919 yaz aylarında Küçük Asya’da incelemelerde bulunmak üzere İstanbul’a gönderilmiştir. Sivas Kongresi’ne gözlemci olarak davet edilen R. Crane zamanının müsait olmadığı gerekçesiyle yerine, yine o sıralarda İstanbul’da bulunan Chicago Daily News gazetesinin Avrupa muhabiri Louis Edgar Browne’nin Kongre’yi izlemekle görevlendirilmesini sağlamıştır.

Browne Sivas Kongresi boyunca Sivas’ta kalmış, Mustafa Kemâl Paşa ve Kongre’nin önde gelen şahsiyetleri ile yakın temas içinde olmuştur. Browne Chicago Daily News’da çıkan Kongre hakkındaki seri yazılardan birinde şunları anlatmıştır: [12]

Kongre’nin vardığı kararları Dahiliye Nazır’ına telgrafla haber verdikleri zaman, Nazır bunları Padişah’a bildirmeyi reddetti ve Mustafa Kemâl ile Rauf’a ‘hainler ve caniler’ diye hitap etti. Bunun üzerine onlar da Dahiliye Nazır’ına ‘İngilizlere birkaç meteliğe satılmış ucuz balık’ diye hitap ederek cevap verdiler.

…..Mustafa Kemâl telgrafhanede benim de hazır bulunduğum bir Genel kurul topladı. Rauf Bey bütün konuşmaları bana tercüme etti. Mustafa Kemâl derhal zecrî hareketlerin lâzım olduğunu ısrarla söyleyince (Rauf Bey) pek sevindi. Bununla beraber Mustafa Kemâl Anadolu’nun desteği olmadan harekete geçmeği reddetti.

O akşam şahit olduğum kadar verimli bir haberleşme asla işitmedim. Yarım saat içinde Erzurum, Erzincan, Musul, Diyarbakır, Samsun Trabzon, Ankara, Malatya, Harput, Konya ve Bursa telgrafla Sivas’a bağlandı. Hattın bir başında Mustafa Kemâl, diğer başında da sırasıyla bu şehir ve vilâyetlerin askeri komutanları ve mülkî amirleri yer almışlardı. Bütün durum olduğu gibi izah edildi. Bir tek istisna ile Anadolu, Mustafa Kemâl’e kendi kararıyla hareket etmesi ve sonuna kadar götürmesi için talimat verdi (İstisna teşkil eden vilâyet, İtalyan taburlarının işgali altındaki Konya’ydı).

F. İstanbul’un İşgali ve Atatürk’ün Faaliyetleri:

İtilâf Devletlerinin 16 Mart 1920 günü İstanbul’u işgal etmeye başlaması üzerine Atatürk’ün içe ve dışa yönelik yaptığı faaliyetler de iletişim ve kamu diplomasisinin tarihî örneklerini oluşturmaktadır.

İtilâf Devletleri İşgal Komutanlığı öncelikle İstanbul’daki telgraf merkezlerini ele geçirerek halkımıza bir resmî bildiri yayınlamak istemiştir. Atatürk Anadolu’ya gönderdiği telgraflarla düşman kuvvetlerinin bildirisinin alınmasını ve cevaplandırılmasını önlemiştir.

Ayrıca İstanbul'daki İngiliz, Fransız, İtalya Siyasî Temsilcilerine, Amerika Siyasî Temsilcisine, bütün tarafsız Devletler Dışişleri Bakanlıklarına ve Fransa. İngiltere, İtalya Meclisi üyelerine verilmek üzere Antalya'da İtalyan Temsilciliği'ne 16 Mart 1920 günü şu Bildiri’yi yapmıştır:

İstanbul'da bütün resmi daireler, milli bağımsızlığımızı temsil eden Meclis-i Mebussan dahi dahil olmak üzere, İtilaf devletleri askeri kuvvetleri tarafından resmen ve zorla işgal edilmiş ve milli emeller dairesinde hareket eden birçok vatanperver şahısların tutuklanmasına da teşebbüs olunmuştur. Osmanlı milletinin siyasi hakimiyet ve hürriyetine havale edilen bu son darbe, hayat ve mevcudiyetini ne pahasına olursa olsun müdafaa etmeye azmetmiş olan biz Osmanlılardan ziyade, yirminci asır medeniyet ve insanlığının mukaddes saydığı bütün esaslara, hürriyet, milliyet, vatan hissiyatı gibi bugünün insan topluluklarına esas olan bütün umdelere ve bu umdeleri vücuda getiren insanlığın genel vicdanına indirilmiştir. Biz, haklarımızı ve bağımsızlığımızı müdafaa için giriştiğimiz mücadelenin kutsiyetine ve hiçbir kuvvetin bir milleti yaşama hakkından mahrum edemeyeceğine inanıyoruz. Tarihin bugüne kadar kaydetmediği bir suikast teşkil eden ve Wilson prensiplerine dayalı bir mütarekenin, milleti müdafaa vasıtalarından tecrit etmiş olmasından doğan bir hileye de dayanması hasebiyle, ait oldukları milletlerin şeref ve haysiyetiyle dahi bağdaşmayan bu hareketin mahiyetinin takdirini resmi Avrupa ve Amerika'nın değil, ilim ve irfan ve medeniyet Avrupa ve Amerika’sının vicdanına bırakmakla yetinir ve bu hadiseden doğacak büyük tarihi mesu1iyete son defa bir daha herkesin nazarı dikkatini çekeriz. Davamızın meşruiyet ve kutsiyeti, bu müşkül zamanlarda, Cenabı Hak'tan sonra en büyük yardımcımızdır. (Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Heyeti Temsiliyesi) Mustafa Kemal” [13]

Atatürk’ün, aynı gün Milletimize hitaben yayınladığı Bildiri de şöyledir:

İtilaf devletlerinin şimdiye kadar memleketimizi taksime yol bulmak için başvurdukları muhtelif tedbirler malûmdur.

Evvelâ, Ferit Paşa ile anlaşarak Milleti müdafaasız bir halde yabancı idaresine esir etmek ve memleketin muhtelif mühim kısımlarını galip devletlerin sömürgelerine ilave eylemek düşünülmüştü. Kuvayi Millîye'nin milletin genel desteği ile bağımsızlığın müdafaası hususunda gösterdiği azim ve metanet, bu tasavvuru altüst etti.

İkinci olarak, Kuvayi Millîye'yi aldatmak ve onun müsaadesiyle doğuda bir üstünlük kurma siyaseti takip etmek için Heyeti Temsiliye’ye müracaat edildi. Heyet, Millet’in bağımsızlığını ve memleketin bütünlüğünü temin etmedikçe ve bilhassa işgal sahalarının tahliyesine teşebbüs olunmadıkça, hiçbir türlü müzakereye yanaşmadı.

Üçüncü olarak, Kuvayi Milliye ile birlikte hareket eden hükümetlerin icraatına müdahale etmek suretiyle milli birliği sarsmak ve hainane muhalefetleri teşvik ve cüretlerini artırmaya sevk eylemek yolu takip olundu. Milli birliğin teşkil ettiği metanet ve dayanışma karşısında bu saldırılar da eridi.

Dördüncü olarak, memleketin mukadderatı hakkında endişe verici kararlar verildiğinden bahsolunmak suretiyle kamuoyuna baskı yapılmaya başlandı. Namusu ve memleketi müdafaa uğrunda her fedakarlığı göze almış olan Osmanlı milletinin azim ve iradesi önünde, bu tehditler dahi fayda vermedi.

Nihayet bugün İstanbul'u zorla işgal etmek suretiyle Osmanlı Devleti'nin yedi yüz senelik hayat ve hakimiyetine son verildi. Yani, bugün Türk milleti, medeni kabiliyetinin, hayat ve bağımsızlık hakkının ve bütün geleceğinin müdafaasına davet edildi. İnsanlık cihanının takdirkar bakışları ve İslâm aleminin kurtuluş emelleri, hilâfet makamının yabancı tesirlerinden kurtarılmasına ve milli bağımsızlığın büyük mazimize lâyık bir iman ile müdafaa ve teminine bağlıdır. Giriştiğimiz bağımsızlık ve vatan mücahedesinde Cenabı Hakk'ın yardımı ve inayeti bizimledir. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyeti Temsiliyesi namına Mustafa Kemâl

Atatürk, yine aynı gün, Anadolu’daki bütün Valilere ve Kumandanlara “Heyeti-i Temsiliye namına Mustafa Kemâl” imzasıyla gönderdiği talimatla “İstanbul'un ve resmi makamların, bilhassa Meclisi Mebusan'ın İtilâf devletleri tarafından resmen ve zorla işgal edilmiş olması karşısında İtilâf devletleri temsilcilerine ve bütün tarafsız devletler hariciye nezaretleriyle İtilâf devletlerinin Millet Meclisi riyasetlerine protesto telgrafları çekilmesini ve  mitingler düzenlenmesini” sağlamıştır.

Aynı zamanda bütün İslâm alemine de hitap eden bir bildiri yayınlamıştır.

G. Erzurum ve Sivas Kongrelerinde Millî Mücadele İçin Dış Destek ve Yardım Konusu:

Büyük Önderimiz Mustafa Kemâl Atatürk Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda Vatanımızın içine düştüğü durumu Büyük Nutuk’ta şu sözlerle tasvir etmiştir: 

1919 senesi Mayıs’ının 19. günü Samsun’a çıktım. Vaziyet ve manzara-ı umumiye (durum ve genel manzara):  Osmanlı Devleti’nin dahil bulunduğu grup, Harb-i Umumî’de mağlûp olmuş Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şeraiti (şartları) ağır bir mütarekename imzalanmış. Büyük harbin uzun seneleri zarfında, millet, yorgun ve fakir bir halde. Millet ve memleketi Harb-i Umumî’ye sevk edenler, kendi hayatları endişesine düşerek, memleketten firar etmişler. Saltanat ve hilâfet mevkiini işgal eden Vahdettin, mütereddi (soysuzlaşmış), şahsını ve yalnız tahtını temin edebileceğini tahayyül ettiği denî (alçakça)  tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın riyasetindeki kabine  âciz, haysiyetsiz, cebîn (korkak), yalnız padişahın iradesine tâbi ve onunla beraber şahıslarını vikaye edebilecek (koruyabilecek) herhangi bir vaziyete razı. Ordu’nun elinden esliha (silâhlar) ve cephanesi alınmış ve alınmakta… İtilâf Devletleri, mütareke ahkâmına (hükümlerine) riayete (uymaya) lüzum görmüyorlar. Birer vesile ile, İtilâf donanmaları ve askerleri İstanbul’da. Adana vilâyeti Fransızlar; Urfa, Maraş, Ayıntap (Antep) İngilizler tarafından işgal edilmiş. Antalya ve Konya’da İtalyan kıtaat-ı askeriyesi (askerî birlikleri); Merzifon ve Samsun’da İngiliz askerleri bulunuyor. Her tarafta, ecnebi (yabancı) zabit (subay) ve memurları ve hususî adamları faaliyette.  Nihayet, mebde-i kelâm (sözün başlangıcı ) kabul ettiğimiz tarihten dört gün evvel, 15 Mayıs 1919’da İtilâf Devletlerinin muvafakatiyle Yunan ordusu İzmir’e ihraç ediliyor (çıkarılıyor)…..” [14]

Atatürk’ün Büyük Nutuk’ta tasvir ettiği bu duruma düşürülmüş olan Vatanımızı düşman işgalinden kurtarmak ve Milletimize bağımsızlığını ve egemenliğini kazandırmak için Mustafa Kemal Paşa ve O’nun önderliğine inanmış vatanseverler, İstiklâl Savaşımızı başlatma kararlılığıyla Milletimizi seferber etmek üzere Samsun’dan yola çıkmışlardır.

Bununla beraber, Millî Mücadele önderlerimiz, Vatanımızın ve Milletimizin içinde bulunduğu durumun ağır şartlarının, Atatürk’ün Nutuk’taki ifadesiyle “Millet’in yorgun ve fakir bir halinin” ve İstiklâl Savaşımızın gerektirdiği âcil ihtiyaçların bilinci içinde olmuşlardır.

Bu bilinçle Erzurum ve Sivas Kongrelerinin Bildirilerinde 7. Madde olarak yer alan hükümde uluslararası topluma şu çağrıyı yapmışlardır:

Milletimiz insani, muasır (çağdaş) gayeleri yüceltir, teknik, sınaî ve ekonomik durumu ve ihtiyacımızı takdir eder. Böylece Devlet ve Milletimizin iç ve dış bağımsızlığı ve Vatanımızın bütünlüğü saklı kalmak şartıyla, …..milliyet esaslarına saygılı olan ve memleketimize karşı istilâ emeli gütmeyen herhangi bir devletin teknik, sınaî, ekonomik yardımını memnuniyetle karşılarız.”

Millî Mücadelemize karşı olan unsurlar ve Birinci Dünya Harbi’nden sonra akdedilecek andlaşmayla ABD’nin manda idaresinin altına girmemizi tercih eden Erzurum ve Sivas Kongrelerinin bazı üyeleri anılan 7. Madde’nin doğrudan doğruya ABD’yi ve Amerikan mandasını işaret ettiğini öne sürmüşlerdir.

Atatürk’ün bu iddialara karşılık ifade ettiği görüş şöyle olmuştur:

Madde muhteviyatı mantık dairesinde okunup incelenince ne manda ve ne de Amerika'nın mandaterliğini talep fikri mevcut olmadığı tahakkuk eder…..Bu maddenin hangi noktasında manda ve mandaterin Amerika olacağı fikri vardır? Olsa olsa ‘herhangi devletin fenni, sınai, iktisadi yardımını memnuniyetle karşılarız’ sözlerinden manda fikrine kapılanlar bulunabilir. Fakat mandanın mana ve maksadı bu olmadığı muhakkaktır. Her zaman ve bugün dahi bu açıklık dairesinde vuku bulacak yardımları memnuniyetle karşılamaktayız ve karşılarız. Nitekim Ankara-Ereğli ve Keller-Diyarbakır şimendiferlerinin inşası için bir İsveç grubunun ve Kayseri-Sivas-Turhal hatlarının inşası için de bir Belçika grubunun fenni, sınai, iktisadi yardımını memnuniyetle kabul ettik ve mesela Ankara şehrinin ve diğer Anadolu şehirlerimizin bir an evvel inşalarında ve bütün diğer şimendifer hatlarımızın, yollarımızın, limanlarımızın inşaları teklifinde bulunacak yabancı sermayedarların yardımlarını memnuniyetle kabul ederiz. Yeter ki, memleketimize sermaye getireceklerin devlet ve milletimizin dahili ve harici bağımsızlığını ve vatanımızın bütünlüğünü ihlale yönelik gizli emelleri olmasın. Bu maddede yer alan ‘milliyet esaslarına riâyetkâr ve memleketimize karşı istilâ emeli beslemeyen herhangi devlet’ ifadesinden Amerika Devleti mânâsı çıkarılmaya da mahal yoktur. Çünkü bu esaslara riayetkâr dünya devletleri arasında yalnız Amerikalılar değildir. Meselâ, İsveç Devleti, Belçika Devleti aynı vasıfta devletler değil midir? Bu devletlerden herhangi birinin mandaterliği de söz konusu olabilir mi? Bir de eğer Amerika Devleti'ne bir ima yapılmak istenseydi, ‘herhangi devletin’ yerine ‘bir devletin’ veya hiç olmazsa sadece ‘devletin’ kelimesiyle yetinilmek lâzım gelirdi. Dolayısıyla maddenin izah ettiği şartlar dahilinde fennî, sınaî, iktisadî yardımın iyi karşılanmasının bütün devletleri kapsar olduğu açıktır.” [15]

Sivas Kongresi’nde Amerikan Manda idaresinin talep edilmesi yolunda çeşitli delegelerin yaptığı ısrarlı teşebbüslerin önünün alınması maksadıyla Rauf (Orbay)  Bey’in teklifi üzerine  ABD Senatosu Başkanı’na bir telgraf yazılması kararlaştırılmıştır. Telgrafta,  bir barış antlaşmasıyla Osmanlı İmparatorluğu halkı ve toprakları hakkında keyfi kararlar alınmadan evvel, Osmanlı İmparatorluğu’nun her köşesindeki  şartların önyargısız net bir  bakışla incelenmesi maksadıyla, Senato’dan bir heyetinin gönderilmesi daveti yapılmıştır. [16]

Atatürk Nutuk’da bu konuda şunları ifade etmiştir:

“Efendiler, pek uzun ve münakaşalı devam eden bu manda müzakeresi, taraftarlarını susturacak orta yollu bir çare ile son buldu. Hem de bu çareyi teklif eden, yine Rauf Bey oldu. Amerika'da senelerden beri aleyhimizde yapılmakta olan olumsuz propagandaların doğurduğu fikir cereyanını düzeltmek için her şeyden evvel Amerika Kongresi'nden memleketimizi inceleyecek ve hakikati görecek bir heyeti davet etmek." Bu teklif oybirliği ile kabul olundu. Kongre Divanı Riyaseti'nin imzalarıyla bu yolda bir mektup müsveddesi hazırlandığını hatırlıyorsam da, bu mektubun gönderilebilip gönderilemediğini pek iyi hatırlamıyorum. Esasen bu mektuba özel olarak ehemmiyet atfetmiş değildim.”

H. Tarihî ve İdeolojik Saplantılardan Arınmış Millî Çıkarları Gözeten Gerçekçi Dış Politika: Türk – Rus Yakınlaşması

Millî Mücadelemiz başlarken Atatürk’ün Birinci Dünya Savaşı’nın galip Müttefik Devletlerine karşı denge ve destek sağlamak için diplomasisini yöneltebileceği iki Devlet vardı. Biri ABD, diğeri Rusya.

a. ABD İle Yakınlaşma Olamadı: ABD Müttefiklerin yanında 1917 yılında savaşa girmişti. ABD Başkanı Wilson Dünya Savaşı’nın sonunda yapılacak Barış Andlaşması için esas alınması düşüncesiyle 1918 başında bir “İlkeler Bildirisi” yayınlamıştı. Bildiri’de yer alan “milliyetler ilkesinden” Osmanlı Devleti’nin geleceği ve Millî Mücadelemizin siyasî zemini bakımından yararlanılabileceğini hem İstanbul’da, hem Millî Mücadele’ye katılmak için Anadolu’ya geçen aydınlar arasında başlangıçta düşünenler olmuştu.

O dönemde, Ermeniler, Rumlar ve hattâ İngilizler kendi kısır çıkarları için ABD’yi Yakın Doğu’da sorunların içine çekmek istemişlerdir. ABD’nin ağırlığından yararlanarak kendi emellerine ulaşabileceklerini düşünmüşlerdir. ABD’yi bu yönde harekete geçirebilmek için de özellikle Amerikan kamuoyunun, dolayısıyla Kongre’nin dikkatini ve tepkisini çekecek iddialar ortaya atmışlardır. Bu iddialar başlıca şunlar olmuştur:

Birincisi, Osmanlı Devleti’nin ülkesindeki Amerikan vatandaşlarının hayatlarının tehlikede olduğu; ikincisi de azınlıkların Türkler karşısındaki durumlarının zayıf olduğu ve Türklerin bu durumdan yaralanacakları.[17]

Bununla beraber, çok geçmeden meydana gelen iktidar değişikliği ile ABD, dış siyasette 1823’den sonra uygulanmış olan “kabuğuna çekilme” politikasına dönmüştü. Böylece “Wilson İlkeleri” havada kalmış ve tatbik edilememişti.

b. Bolşevik Rusya İle Yakınlaşma: Atatürk’ün dış politikada tarihî ve ideolojik saplantılara yer vermeyen, sadece  millî çıkarları en başta gözeten gerçekçi uygulamasının en somut örneklerinden biri, Millî Mücadelemiz sırasında Bolşeviklerle, yani Sovyetler Birliği ile sağladığı yakınlaşma ve elde ettiği, siyasî, malî ve silâh, cephane ve askerî malzeme destek ve yardımları olmuştur.

Türk – Rus ilişkilerinin tarihi, Osmanlı Devleti’nin genişleyerek İmparatorluk haline gelmeye başlamasıyla birlikte Rusya’nın hasmane politikalarıyla, tutumlarıyla karşı karşıya kaldığını ortaya koymaktadır.  Rusya, sürekli olarak sıcak denizlere, Akdeniz’e inmek için Boğazları ele geçirme, Osmanlı Devleti’ni zayıflatma, parçalama teşebbüslerinde bulunmuştur.  Bu sebeple de Osmanlı Devleti’nin tarihte kendisiyle en çok sayıda savaş yaptığı ülke Rusya olmuştur. Bu tarihî gerçeklerle de   aslında Atatürk ve Millî Mücadele’nin öne çıkan komutanları  Rusya’yı hep “tarihî düşman” olarak görmüşlerdir. 

TBMM Hükûmeti’ni Moskova’da Büyükelçi olarak temsil etmiş bulunan Ali Fuat Cebesoy Paşa bu konuda hatıratında şöyle diyor:

O zamanki siyasî vaziyete göre, İngilizlerin emperyalizmine set çekebilecek gibi görünen…..Birleşik Amerika Devleti vardı. Fakat Amerika da gelecekteki cihan (dünya) siyasetinde tutacağı yüksek mevkii göremeyerek eski infiratçı (yalnızcı) siyasetine dönmüştü. İngiliz Emperyalizminin cidal (mücadele, muharebe) sahnesinden Amerikalılar çekilince, Türkiye mecburen asırdîde (yüzyıllık, yüzyıllardan beri ) düşmanı olan ve ilân ettiği insaniyet prensibine sadakat iddiasında bulunan Ruslara (teveccüh eylemişti) yönelmişti.” [18]

Bellidir ki, Atatürk Millî Mücadele’nin hedefine ulaşabilmesi için sahada kazanılacak askerî zaferler  kadar, bu zaferleri kolaylaştıracak hesaplı bir gerçekçi diplomasinin uygulanmasına da ihtiyaç olduğunu görmüştür. Bu ihtiyacın  farkındalığı içinde tarihî ve ideolojik kaygı ve saplantılardan tecerrüt ederek uluslararası konjonktürün ortaya koyduğu fırsatlardan yararlanma dirayetini göstermiştir. Atatürk’ün Millî Mücadele’yi başlattıktan sonra Sovyetler Birliği ile gerçekleştirdiği yakınlaşma ve yaptığı anlaşma bu gerçeğin tarihî nitelikteki en somut örneğidir.

Bilindiği üzere, Rusya’daki 1917 Ekim Bolşevik ihtilâliyle kurulan Sovyetler Birliği çok geçmeden Çarlık Rusya’nın Dünya Savaşı’ndaki müttefikleriyle hasım haline gelmiştir. Böylece Bolşevik yönetimi de Millî Mücadele hareketimiz gibi batılı emperyalist güçlere karşı direnmeye, onlarla mücadele etmeye ve savaşmaya başlamıştır. Bolşevikler gerçekleştirdikleri devrimden hemen sonra başlayan Anadolu’daki Millî bağımsızlık hareketinin kendi emelleri bakımından yararlanılabilecek bazı fırsatlar yarattığını düşünerek Millî Mücadele hareketimiz karşısında hayırhah bir duruş sergilemiştir.

Gerçek odur ki, konjonktür TBMM Hükûmetiyle Sovyetler Birliği Hükûmeti arasında o yıllarda doğal bir menfaat birliği oluşturmuştur. Bununla beraber bir amaç birliğinden söz etmek mümkün değildir. İki taraf birbirlerine farklı maksatlarla yaklaşmışlardır. İki tarafın da bu yakınlaşmadan duydukları tedirginlikler de  olmuştur.  Bolşevik Hükümeti ile TBMM Hükümeti arasındaki en belirgin hattâ tek ortak noktayı emperyalist güçlere karşı olma teşkil etmiştir. Kurulan ilişkiler oldukça hassas dengelere dayanmıştır.

Büyükelçi Aptülahat Akşin ismini yukarıda kaydettiğim eserinde bu konuda şunları anlatmaktadır:

Türkiye’yi Ruslarla anlaşmaya zorlayan sebepler önemli ve hayati idi. Rusların da bizimle anlaşmaya ihtiyaçları vardı. Fakat iki tarafı anlaşmaya sevk eden sebepler ve amaçlar aynı değildi. Biz samimi olarak Bolşevik Rusya ile iyi komşuluk ve işbirliği etmek ve onlardan silâh yardımı görerek, her iki tarafın da mağduru olduğu batı emperyalizmine karşı bir baraj yapmak istiyorduk. Onlar ise bizi, genel olarak her yerde yaptıkları gibi, kendi politikaları yararına ve kendi milli emellerini gerçekleştirmek için kullanmak, batı devletleri ile yaptıkları müzakerelerde bizden ivaz (ödün) olarak faydalanmak, Türkiye’de, kendilerine bağlı ve sadık bir komünist idare kurmak, kısacası bir Rus peyki haline getirmek istiyorlardı…. Atatürk Rusların bize karşı olan sürprizlerle dolu olduğunu anlıyordu. Bunun içindir ki O’nun , Rusya ile münasebetlerimizin başladığı tarihten itibaren Bolşeviklere karşı durumu son derece ihtiyatlı idi. Mustafa Kemâl’in İtilâf Devletleriyle Bolşevik Rusya arasındaki dengeli politikası bir şaheserdi…”” [19]

Lord Kinross da “ATATÜRK” adlı eserinde o dönemdeki Türk – Rus yakınlaşmasını ve işbirliğini “köprüden geçinceye kadar ayıya dayı denir” atasözüne atıf yaparak değerlendiriyor. Şöyle diyor:

“ ‘Köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı demeli.’ [20] Bu bir Türk atasözüdür. Deli Petro’dan ve onun genişleme siyasetinden bu yana, her kuşak bir Türk - Rus Savaşı’na şahit olmuştu. Şimdi, Batı’dan gelen saldırı karşısında Kemalistler de Bolşevikler de, tarihlerinin bu noktasında, tereddütlü adımlarla da olsa, birbirlerine yaklaşmak için bazı zorlukları sineye çekmek zorundaydılar. (Esasen) Kemal de, Anadolu’ya ayak bastığı andan itibaren, sırf müttefiklere göz dağı  vermek için de olsa,  Sovyetlerle uyuşmayı ihtiyatlı  şekilde düşünmeye başlamıştı.” [21]

Başlangıçta Bolşevik liderlerin Atatürk’ün Anadolu’da başlattığı hareket ile işbirliğinde bulunmada gönülsüz ve nazlı davrandıkları görülmüştür. Bolşevikler, Ankara’ya yanaşmanın Batı ile olan çeşitli çıkarlarını baltalamasından endişe etmişlerdir. 

c. Doğu Cephesi, Gümrü Andlaşması: Bolşevikler, Ermenilere 1919 yılında Doğu Anadolu’da topraklarımıza yaptıkları saldırılarda  destek vermişlerdir. Bu saldırılar sonucunda Ermeniler, Sarıkamış, Kars, Ardahan, Artvin, Batum ve Iğdır gibi yörelerimizi ele geçirmişlerdir.

Bolşevik Rusya 1920 yazında Ermenistan ile bir anlaşma yapmıştır. Bu anlaşmayla hemen hemen bütün ahalisi Türk olan Nahçıvan Ermenistan’a bırakılmıştır.

 Bu tehlikeli gelişmeler üzerine Eylül 1920'de Doğu Cephesi'nde taarruza geçen Kâzım Karabekir komutasındaki 15. kolordumuz, Mîsâk-ı Millî sınırları içinde olan Sarıkamış, Kars, Ardahan, Artvin, Batum ve Tuzluca ve  Iğdır'ı geri almış ve  Gümrü'yü de işgal etmiştir.

Bunun üzerine Ermeniler barış talep etme zorunda kalmış ve 2 Aralık 1920 tarihinde Gümrü Andlaşması imzalanmıştır.

Gümrü Andlaşması TBMM Hükûmeti’nin akdettiği ilk anlaşma olarak tarihe geçmiştir.

Bu Andlaşma’nın asıl önemi, Andlaşma’nın 10. Maddesinde Ermenistan’ın Sèvres Andlaşması’nın açıkça “yok hükmünde” kabul etmiş olmasıdır.

d. Batı Cephesi, I. İnönü Zaferi: Batı Cephesinde de İsmet Paşa’nın kumandası altındaki ordularımızın Yunan ordusuna karşı 10 Ocak 1921’de kazandığı I. İnönü Zaferi de, Millî Mücadelemizde sadece askerî alanda değil, diplomaside de bir dönüm noktası olmuştur.

I. İnönü Zaferi o güne kadar yenilemez olduğu düşünülen emperyalist güçlerin desteğindeki Yunan Ordusunun Anadolu’daki ilerleyişinin durdurulabileceğini ve hattâ yenilebileceğini göstermiştir.

e. Londra Konferansı’na Davet: Millî Mücadele Hareketi’nin Hem Doğu, hem Batı cephelerinde sağladığı başarıların diplomasimize olumlu yansıması gecikmemiştir.

İngiltere TBMM Hükûmeti’ni 21 Şubat 1921’de Londra’da açılan Konferans’a davet etmiştir. Bu davet Atatürk diplomasisinin doğru yönde ilerlediğinin ilk habercilerinden biri olmuştur.

f. Moskova Andlaşması: Aynı günlerde Moskova’ya giden TBMM heyeti 16 Mart 1921’de  “TBMM Hükûmeti” ile “Rusya Sosyalist Federatif Cumhuriyeti Hükûmeti”  arasında çeşitli kaynaklarda “Kardeşlik Andlaşması” olarak da adlandırılan “Moskova Andlaşması’nı” imza etmiştir. Andlaşma’nın Dibacesi’nde “halkların kendi kaderini tayin etme”  ilkesi ve  iki taraf arasında “emperyalizme karşı  mücadele dayanışmasının” varlığı vurgulanmıştır.

Bu Andlaşma ile Bolşevik Rusya Misak-ı Millî’yi tanıyan ilk Devlet olmuştur. Gerçekten de Moskova anlaşması ile TBMM hükümeti, sınır meselesinde Batum, Ahıska ve Ahılkelek dışında Misâk-ı Millî’de öngörülen sınırları Sovyet Rusya’ya kabul ettirmiştir.

Türkiye ile Rusya arasındaki bugünkü sınır o zaman belirlenmiştir.

İki taraf arasında akdedilmiş olan eski antlaşmalar iptal edilmiştir.  Osmanlı Devleti’nin Çarlık Rusya’ya karşı üstlendiği malî yükler silinmiş, kapitülasyonlar kaldırılmıştır.

Moskova Andlaşması’nın en önemli sonuçlarından biri de Türkiye’nin Türk Dünyası’na açılan kapısı mahiyetindeki Türk yurdu Nahçıvan’ın statüsü hakkında olmuştur. Bu konuyu aşağıda ayrıca ele alacağım.

Moskova Antlaşması ile doğu sınırlarını emniyet altına alan TBMM Hükûmeti Batı Cephesi’ndeki ordularının gücünü kuvvetlendirme imkânı bulmuştur. Bu imkân Yunan kuvvetlerine karşı nihai zafer elde etmemize katkı yapmıştır.

Bu gelişmelerden hemen sonra, 1917’de Osmanlı İmparatorluğu ile diplomatik münasebetleri kesilmiş ve Millî Mücadele hareketimize de hayırhah nazarlarla bakmayan ve oldukça mesafeli davranan ABD’nin tutumunda da olumlu yönde değişiklikler görülmeye başlanmıştır. 

g. II. İnönü Zaferi: 1 Nisan 1921’de kazanılan II. İnönü zaferi de, TBMM Hükûmeti’nin diplomaside arka arkaya gelmeye başlayan anlamlı başarılı sonuçlarının kapısını aralamıştır.

İtalyanlar Antalya’dan Temmuz 1921’de çekilmiştir.

h. Sakarya Meydan Muharebesi Zaferi: Diplomaside başarı Kapısının tamamen açılması, 1921 yılının 23 Ağustos ve 13 Eylül günleri arasında 22 gün 22 gece kesintisiz süren Sakarya Meydan Muharebesini Başkumandan Mustafa Kemal Paşa’nın, Atatürk’ün sevk ve idaresindeki şanlı ordumuzun zaferiyle sonuçlanasıyla mümkün olmuştur.

İtalyanlar Anadolu’da işgal ettikleri yerleri tamamen boşaltmışlardır.

İngilizler ise ellerindeki Türk esirleri serbest bırakmışlardır.

i. Kars Andlaşması: Sakarya Zaferi’ni takiben 13 Ekim 1921’de TBMM Hükûmeti ile üç Sovyet Cumhuriyeti Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan arasında Kars antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşma ile Türk-Sovyet sınırı son ve kesin şeklini almıştır. Nahçıvan’ın Moskova Andlaşması ile belirlenen statüsü teyit edilmiştir.

j. Türkiye – Fransa Ankara Antlaşması: Sakarya Zaferinin en önemli  siyasî  sonucu da 20 Ekim 1921’de Fransızlarla imzalanan Ankara Antlaşması (İtilafnamesi) olmuştur.

Bu Antlaşma Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin, Kurtuluş Savaşı içinde İtilaf Devletleri’nden biriyle ve bir batılı devletle yaptığı ilk anlaşmadır.

Ankara Antlaşması ile Birinci Dünya Savaşı öncesinde kurulmuş bulunan İtilaf Devletleri bloğu parçalanmıştır. İngiltere Anadolu’da yalnız kalmıştır.

Fransa’nın Türkiye’yi  ve Misak-ı Millî’yi resmen tanıması, İngiltere’nin Doğu Akdeniz politikasını desteklemekten vazgeçtiğini göstermesi açısından da önem arzetmiştir.

Fransa ile yapılan Ankara Antlaşması ile birlikte Türkiye Güney cephesini güvenceye almış ve buradaki askerlerini de Batı Cephesine kaydırmıştır.

k. Türk - Rus Yakınlaşmasının Diğer sonuçları: Ayrıca, 2 Ocak 1922’de Ukrayna ile  Dostluk ve Kardeşlik Antlaşması imzalanmıştır.

Böylece, Atatürk’ün Fransa ve İtalya’yı İngiltere’den, ABD’’yi de her üçünden ayırma; böylece batı kampını bölme ve Anadolu’yu işgal eden Batı’ya karşı Sovyet Rusya’yı denge unsuru olarak kullanma  stratejisi başarıya ulaşmıştır. [22]

Denilebilir ki Millî Mücadele önderlerinin Bolşeviklerle kurduğu ilişki ve gerçekleştirilen yardımlaşma “Komünizme hayır, Sovyetlere evet” [23] anlayışıyla ve ihtiyatla yürütülmüştür.

İ. Türk – Rus Yakınlaşmasında Teminat Altına Alınan “Türk Kapısı” Nahçıvan:

Atatürk, temel amacı ve nihai hedefi Vatanımızın düşman işgalinden kurtarılması ve Türk Milleti’nin bağımsızlığının ve egemenliğinin sağlanması olan Millî Mücadelemiz sonunda Devletimizin Doğu sınırının Türk dünyasına açılan bir kapı ile bitişik olmasına önem atfetmiştir. Halkının hemen hemen tamamı Türk olan Nahçıvan’ı da böyle bir kapı olarak görmüştür. Bu sebeple de, Nahçıvan ile ilgili gelişmeler, Türk dünyasına ilişkin konulara önem veren Atatürk tarafından Millî Mücadele hareketinin başından itibaren dikkatle ve hassasiyetle takip edilmiştir. I. Dünya Savaşı’nın sonucu olarak bölgeden Türk kuvvetlerinin çekilmesiyle birlikte başlayan Ermenilerin Nahçıvan’a yönelik saldırıları ve Türk halkına yaptıkları katliamlar, Atatürk’ün (Mustafa Kemâl Paşa) Başkanlığındaki Heyet-i Temsiliye tarafından batılı devletler nezdinde sürekli olarak protesto edilmiştir. Aynı hassasiyet kurulmasından sonra TBMM tarafından gösterilmiştir.

10 Ağustos 1920 tarihinde Sèvres Antlaşması’nın imza edildiği, Atatürk’ün Bolşevik Rusya ile yakınlaşma sağlamaya karar verdiği ve bu yönde teşebbüslerde bulunulduğu dönemde Bolşevik Rusya Azerbaycan’ın ve Ermenistan’ın Sovyeteştirilmesi   süreciyle meşgul bulunuyordu. Bu süreç içinde ve Azerbaycan’ın Komünist yönetiminin de göz yumması sonucunda, Nahçıvan ile Zengezor Ermenistan’ın hakimiyeti altına girmiştir. [24]

Ayrıca, Ruslar da Ermenilere birtakım iktisadî yardım vaadinde bulunmuşlardır.

Nahçıvan’ın Ermenistan’ın eline geçmesi, o yılların şartlarında, Türkiye’nin Azerbaycan ile ve hattâ Rusya ile stratejik önemde bir ulaşım yolunun kesilmesine yol açacak bir gelişme olmuştur.

Bu gelişme 5 ay önce açılmış olan TBMM’de heyecan yaratmıştır.  Nahçıvan halkından Millî Mücadele’nin önderlerine ve   TBMM üyelerine  gelemeye başlayan çok sayıda  mektup da uyanan heyecanı daha da arttırmıştır.

Nahçıvan konusunda TBMM’de bu hava sürerken Eylül 1920'de Doğu Cephesi'nde taarruza geçen Kâzım Karabekir komutasındaki 15. kolordumuz, Mîsâk-ı Millî sınırları içinde olan Sarıkamış, Kars, Ardahan, Artvin, Batum ve Tuzluca ve  Iğdır'ı geri almış ve  Gümrü'yü de işgal etmiştir.

Bunun üzerine Ermeniler barış talep etme zorunda kalmış ve 2 Aralık 1920 tarihinde Gümrü Andlaşması imzalanmıştır.

Andlaşma’nın 2. Maddesi’nde “….Aşağı Karasu'nun döküldüğü yerden geçen çizginin güneyindeki (Nahçıvan, Şahtahtı, Şarur) bölgesinde daha sonra bir plebisitle saptanacak yönetim biçimine ve bu yönetimin kapsayacağı topraklara Ermenistan karışmayacak ve işbu bölgede şimdilik Türkiye koruyuculuğunda bir yerel yönetim kurulacaktır ” hükmü yer almıştır.

Buna göre, Nahçıvan-Şahtahtı-Şarur bölgesi geçici olarak (“şimdilik”) Türkiye’nin koruyuculuğuna bırakılmıştır.

Gümrü Andlaşması’nda Nahçivan konusunda elde edilen sonuca rağmen, Atatürk Nahcivan’ı Ermenistan’ın hakimiyeti altına girmesine yol açmayacak daimi statüye kavuşturmak istiyordu.

TBMM Hükûmeti ile Bolşevik Rusya arasında Moskova’da bir andlaşma yapılması hususunda iki taraf arasında görüş birliğine varılması üzerine Moskova’ya gidecek heyetimizin başkanı olarak İktisat Vekili Yusuf Kemal (Tegirşek) Bey atanmıştır.

Prof. Dr. Faruk Sümer’in Yusuf Kemâl Bey’den dinleyip naklettiğine [25] göre, bu görevlendirilmeden sonra  Atatürk tarafından kabul edilen Yusuf Kemâl Bey, yapılan görüşmede Atatürk’e "Paşam Ruslar Nahçıvan üzerinde ısrar ederlerse ne yapalım" diyerek kesin talimatını almak istemiştir.

Atatürk “Nahçıvan Türk Kapısıdır. Bu hususu nazar-ı itibara alarak elinizden geleni yapınız” cevabını vermiştir.

Türk heyetinin Moskova’daki temasları ve Andlaşma üzerindeki müzakere çetin cereyan etmiştir. Esasen, Bolşevik Dışişleri Bakanı Çiçerin heyetimize soğuk davranmıştır.  Ümit kırıcı sözler söylemiştir. Nahçıvan konusu üzerindeki müzakere de oldukça gergin bir havada geçmiş  ve uzun sürmüştür.  Yusuf Kemâl Bey başlangıçta Nahçıvan'ı Türkiye himayesine almak istemiş ve ısrarlı olmuştur.  Bu olmayınca Türkiye ile Azerbaycan’ın ortak himayesi altına konulması teklifini yapmıştır. Çiçerin katı davranmıştır. Sonunda Heyetimiz Stalin ile görüşme talep etmiştir. Heyetimizin Stalin ile yaptığı görüşmelerde ilerleme sağlanmış, ancak, Nahçıvan konusunda müzakere biraz uzamıştır. Stalin Yusuf Kemâl Bey’e “Nahçıvan üzerinde niçin bu kadar ısrar ediyorsunuz” diye sormuş. Yusuf Kemâl Bey “orası Türk kapsıdır da onun için” cevabını vermiş. Stalin gülmüş ve gündemdeki başka bir konuya geçmiş. Sonunda Andlaşma metni üzerinde mutabakata varılmış.

Ortaya çıkan ve 16 Mart 1921 günü imza edilen Moskova Andlaşması’nın III. Maddesi’nde Nahçıvan hakkında şu hüküm yer almıştır:

İşbu Andlaşmanın Ek I (C)’de belirlenen sınırlar içerisinde bulunan Nahçıvan bölgesinin üçüncü bir devlete verilmemesi şartıyla Azerbaycan’ın himayesi altında özerk statüye sahip olması her iki âkit tarafça  kabul edilmiştir. Nahçıvan topraklarının doğuda Aras’ın talveği, batıda Dagna dağı (3829)-Velidağı (4121)-Bagarzik (6587) ve Kömürlüdağı (6930) çizgisi arasında sıkışmış üçgen kesiminde, bu toprakların Kömürlü dağından (6930) başlayarak Seray Bulak dağı (8071)-Ararat istasyonundan geçerek Karasu ile Aras’ın birleştiği yerde sona eren sınır hattı, Türkiye, Azerbaycan ve Ermenistan temsilcilerinden oluşan komisyon tarafından belirlenecektir.”

Türk heyetinin gayretleri sayesinde Azerbaycan’ın toprak bütünlüğü kısmen de olsa korunmuş; Nahçıvan’ın üçüncü bir ülkeye devredilmez kaydıyla Azerbaycan’a bağlı “özerk bir Cumhuriyet” olmasına karar verilmiştir. Nahçıvan’ın Azerbaycan ya da Türkiye’nin olduğu gerçeği Ermeniler ve Ruslara kabul ettirilmiştir. Böylece Nahçıvan’ın “Türk Kapısı” olma özelliği korunabilmiştir.

Moskova Anlaşması’yla TBMM Hükûmeti sayesinde Nahçıvan Ermenilerden alınmış ve “özerk” statüde Azerbaycan’ın  korumacılığı altına konulmuştur. Böylece Nahçıvan’ın “Türk Kapısı” olma özelliği korunabilmiştir.

Ankara'ya dönüşünde   Yusuf Kemâl Bey Atatürk tarafından kabul edildiğinde sonucu arzederken "Muhterem Paşam Nahçıvan üzerinde elden geleni        yaptık”  demiş. Bu söz üzerine Atatürk  “kapımız mevcudiyetini muhafaza ediyor, bizim için mühim olan budur” cevabını vermiştir.

Yukarıda da işaret edildiği üzere, yedi ay sonra 13 Ekim 1921’de TBMM Hükûmeti ile üç Sovyet Cumhuriyeti Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan arasında Kars antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşma ile Türk-Sovyet sınırı son ve kesin şeklini almıştır. Nahçıvan’ın Moskova Andlaşması ile belirlenen statüsü 3 Sovyet Cumhuriyeti tarafından da teyit edilmiştir.

Türkiye, 1921 yılında imzalanan Moskova ve Kars Antlaşmaları ile Azerbaycan’ın himayesi altındaki  Nahçıvan Özerk Bölgesi’nin günümüze kadar  statüsünün belirleyicisi ve garantörü olmuştur.

TBMM Hükûmeti’nin  bir diğer çabası da, Azerbaycan’a egemen bir devlet gibi muamele etmek  ve  başka devletlerin de bu şekilde davranmasına yol açmak olmuştur. Bu amaçla Azerbaycan ile ayrı bir anlaşma imzalamak istemiştir. Oysa Sovyet Azerbaycan Hükümeti TBMM ile ayrı bir anlaşma yapmaya yanaşmamıştır.[26]

J. Osmanlı Hükûmeti’nin Millî Hareket “Bolşevik” Propagandası:

Atatürk’ün Millî Mücadele hareketini başlatmasıyla birlikte İstanbul Hükûmeti, hareketi baltalamak için Anadolu’da yıkıcı bir propaganda başlatmıştır. Bu çerçevede ağırlıklı olarak Millî Hareket’in Bolşevik Rusya ile yakınlaşma arayışında bulunması da konu edilmiştir. Propaganda faaliyeti Avrupa ve ABD’de de yapılmıştır. Bu kampanyaya  çeşitli basın organları, bazı cemiyetler ve bilhassa İtilaf Devletleri destek vermiştir.

Atatürk’ün bu propagandaya Büyük Nutuk’ da değinmiş ve şunları da ifade etmiştir:

“…..Milletimizin asil harekâtını kötüye yormaktan ve ilan etmekten geri kalmayan kötü niyetli alçakların çok olduğu muhakkaktır. Fakat, çok esef vericidir ki, bu kötü niyetli mel’unların başında, sonsuza dek yaşayacak devletimizin Sadrazamı Ferit Paşa ve nezaret mevkilerinde bulunan Adil Bey, Süleyman Şefik Paşa gibi devlet adamları bulunuyor. Memleketimize takım takım Bolşevikler girdiğini ve millî harekâtın Bolşevik harekâtı olduğunu resmen ilân eden ve yayan bu bedbahtlardır….” [27]

I. Dünya Savaşı sonunda Avrupa’da sağlanacak barış düzeninin temellerini oluşturması düşüncesiyle  1918 yılında 14 maddelik “Barışın Prensipleri Bildirisi” yayınlamış olan ABD Başkanı Wilson için savaş sonrasında bağımsız bir Ermenistan devleti kurulması  fikri bir saplantı ve tutku haline  gelmiştir. İngiltere, Fransa ve İtalya bağımsız Ermenistan devletinin ABD’nin manda idaresi altında kurulmasını savunmuşlardır. Başkan Wilson, ABD’nin Ermeniler üzerinde  manda idaresi görevini yüklenmesi halinde  ne gibi sorumluluklar altına gireceğinin incelenmesi maksadıyla   bölgeye bir heyet gönderilmesini kararlaştırmıştır. Oluşturulan  heyete Tümgeneral James G. Harbord başkanlık etmiştir.  Bazı kaynaklarda, heyetin ABD tarafından oluşturulmuş olmasına rağmen, Paris Barış Konferans’ı namına görev yaptığı belirtilmektedir.

İnceleme bölgesine gitmek üzere önce İstanbul’a gelen heyet Anadolu’ya geçmiş ve General Harbord 22 Eylül 1919 günü Sivas’ta Atatürk ile görüşmüştür. Görüşmeden sonra Atatürk Harbord’a ifade etiklerini bir muhtıra şeklinde yazılı olarak da General’e iletmiştir. Bu muhtırada Bolşevizm hakkında şu ifadelere yer verilmiştir:

".....Bolşeviklere gelince, ülkemizde bu öğretinin hiçbir yeri olamaz. Dinimiz, geleneklerimiz ve sosyal yapımız bütünüyle böyle bir düşüncenin yerleşmesine uygun değildir. Türkiye'de ne büyük kapitalistler ne de milyonlarca işçi vardır. Öte yandan tarımsal bir problemimiz yoktur. Son olarak sosyal yönden dinsel ilkelerimiz, Bolşevizm’i benimsemekten bizi uzak tutmaktadır. Türk Milleti’nin bu öğretiye karşı hiçbir eğilimi olmadığının ve daha da ötesi, gerektiğinde savaşmaya hazır olduğunun en iyi kanıtı, Ferit Paşa'nın Bolşevizm’in ülkede yayıldığı ya da yayılmak üzere olduğu yolundaki gerçek dışı söylentilerine karşı Millet’in  duyduğu kaygılardır…..”  [28]

K.  Millî Mücadele Döneminde Konuşmalarda Dış Politika

Atatürk’ün TBMM’de yaptığı konuşmalar Millî Mücadele yıllarındaki dış politikamızın esasları ve seyri hakkında somut açıklamaları içermektedir. Bu konuşmalardan bazı alıntılar yıllar itibarıyla aşağıda yer almaktadır:

a. Atatürk, 24 Nisan 1920 (Mustafa Kemâl Paşa, TBMM Başkanı): “….Yine en önemli kurallardan birisi, devletin, milletin iç ve dış bağımsızlığı idi. Millet bağımsızlığından vazgeçmiyor ve vazgeçmeyecek esas kabul edilmiştir. Ancak, bu ana şart daima saklı ve saygıdeğer tutulmak üzere, ülkemizin bayındırlık durumunu, milletimizin varlığını ve genel olarak düşünce düzeyimizi göz önünde tutacak olursak, bütün dünyadaki gelişme ile bunu karşılaştırdığımızda itiraf etmek zorundayız ki, biraz değil, çok geri durumdayız. Bu nedenle durumu değiştirmek için çok büyük kaynaklara, çok çeşitli araca, kısacası her şeye ihtiyacımız vardır. Milletimizin ilerleme ve yükselmesi için ve ülkenin bayındırlığı için, ihtiyaç duyduğumuz her şeyi dışarıdan almak konusunda doğal olarak tam bir olgunlukla hareket edeceğiz, dış ilgi ve yardımı tamamen uygun göreceğiz. Ancak arz ettiğim gibi, bağımsız kalmak görünüş ve yetkisini daima korumak şartı ile... Erzurum Kongresi’nin esas şartları bunlardan oluşuyordu.” [29]

b. Atatürk, 1 Mart 1921 (Mustafa Kemâl Paşa, TBMM Başkanı):  “Türkiye Büyük Millet Meclisinin bir yıldan beri olgun bir başarı ile sürdürdüğü ve uyguladığı iç ve dış politika, fiili sonuçları ile tamamen açıklığa kavuşmuştur.”

“…..politikamızda belirli olan prensiplere bu güne kadar bağlı kaldığımız gibi, bundan sonra da, milletin geliştirilmesini, egemenliğin korunmasını sağlayacak olan bu politikamızı korumaya devam edeceğimiz tabiidir…..”

Dış politikamızda, milletin yararına gerekli bulunan esasları içine alan tamamen bağımsız ve bağlantısız bir politika izleyeceğiz. Meclisimiz ve Meclisimizin hükûmeti cenkçi ve maceraperest olmaktan uzaktır. Tam tersine barış ve esenliği tercih eder…..bu  esaslar içinde gerek doğu ve gerek Batı devletleri ile daima iyi ilişkiler ve dostluk bağları aramaktayız. Doğuda Azerbaycan, Kuzey Kafkas ve Afganistan hükümetleriyle samimi ve cidanî  ilişkiler kurduğumuz gibi, Irak ve Suriye islâm halkıyla da fevkalâde samimi bağlar kurduk. Bizce önemli olan bu bağları korumaktayız.”

İran hükûmetiyle de ilişkilerimiz vardır. Bunu doğrulamak görevimizdir. Ermenistan ve Gürcistan ile aramızdaki ilişkilerin de yakında düzeleceğini ve milli yararlarımıza uygun bir şekle ulaşacağını ümit ederiz.”

Rus Bolşevik Cumhuriyetiyle mevcut ilişkilerimiz iyi bir şekilde oluşmakta ve devam etmektedir. Ve bu ilişkiyi halen Moskova'da bulunan yetkili heyetimizin katıldığı konferansta daha ciddi esaslara dayandırarak kuvvetlendirmeye çalışmaktayız. Bu çalışmamızın tamamen millet arzusuna uygun olacağına şüphe yoktur.”

Batı alemine gelince; itilâf devletlerinden bazılarıyla zaman zaman yarı resmi temaslar yapılmış ve daima memleket ve milletimizin yararına olmak şartıyla dünyada barış ve huzuru sağlama imkânı artmıştır. İngiliz siyasi devlet adamları, bizim barışsever amaçlarımızı daima anlamamış görünmüşlerdir.”

Milletimizin bir yıllık uğraşı sonucunda var oluşu ve bağımsızlığının savunulması konusundaki azim ve kararının sarsılmaz olduğu açıkça görüldü. Milletimiz, İstanbul'da padişahın huzurlarında toplanan Saltanat Meclisi’nde ayağa kalkılarak alınan karara dayanılarak İstanbul hükûmetinin kabul ettiği Sèvres Antlaşması’nın altındaki idam kararının yok etme niteliğini anladı. Milletimiz Sèvres Antlaşması’nın Türkiye'de uygulama alanı bulamayacağını, kararlı mücadelesi ile maddeten ispat ettikten sonra, itilâf devletlerinin siyasi devlet adamları bizimle görüşmeye gerek duymuşlardır.”

Geçen yılın bu günlerinde gelen barışla ilgili haberler, herkese üzüntü veriyordu; her tarafta düşmanların maddi ve manevi hücumları ile karşı karşıya idik. Herkes bize karşı idi. Bu gün bütün dünya davamızın kutsallığını anlamış bulunuyor. İnsanlık dünyası ve medeniyet bize her taraftan günden güne artan bir güler yüz gösteriyor. Geçen yılın bu günlerini derin bir kaygı ve üzüntü içinde yaşayan milletimiz, bu yılın aynı günlerinde kararlı ve metin olup şunun eserini görmekle övünmelidir. Geçen yılın bize getirdikleri en büyük yıkım ve uğursuzluk Sèvres Antlaşması idi. Efendiler, düşmanların bütün bir yıllık çabalarına karşılık sonuçta bugün Sèvres Andlaşması hükümleri fiilen ve hükmen yoktur.” [30]

c. Atatürk, 1 Mart 1922 (Mustafa Kemâl Paşa, TBMM Başkanı): “….Bu yıl dış ilişkilerimiz sonuçlarına göre, bizce hayırlı birçok güzel olayla doludur…..Rusya ve Doğu devletleriyle ilişkilerimizin bu günkü durumu, dünyanın ekonomik ve politik durumundan doğan değişmesi mümkün olmayan birtakım tabii nedenlerin etkisinde hepimizin yararına, emeline uygun bir biçimde gelişmekte ve sağlamlık kazanmaktadır…..Ülkemizin gerek politik gerek ekonomik ölüm hükmünü ilan eden Sevr Antlaşmasının uygulanmasına engel olmak üzere, ulusumuzun girişmek zorunda kaldığı kararlı mücadelesi karşısında, o antlaşmanın bize zorla kabul ettirilemeyeceğini birçok kanlı mücadelelerden sonra anlayan İtilâf devletleri, bizi Londra'ya davet etmişlerdi. Pek az süre önce asi sayılan Hükümetimizin böyle bir konferansa resmen davet edilmesi, ulusumuz yönünden önemli bir siyasi başarıdır. Bu davet Sevr Antlaşmasının fiilen ve hükmen yok olduğunu göstermesi dolayısıyla da, giriştiğimiz bu mücadele yolunda, başarıyla bir aşamaya ulaştığımızı görmekteyiz. Milli Misakımız içinde akdedilebilecek bir barışı imzalamaya hazır olduğumuzu bütün dünyaya göstermek amacıyla katıldığımız bu konferanstan hiçbir sonuç çıkmadı. Londra Konferansı görüşmeleri sırasında ne kadar anlaşmaya yatkın hareket ettiğimizi hepiniz biliyorsunuz. Belki, olayı silah kuvvetiyle çözümleyebileceğini zanneden Yunanistan anlaşmaya yanaşmadı…..Geçen yıl Fransızlarla esirlerin değiştirilmesi hakkında başlatılan ve iyi bir şekilde sonuçlandırılan görüşmeler, Ankara'da imzalanan Türkiye - Fransa anlaşması ile sona erdi…..Bu anlaşmanın genel ve temel bir önemi vardır ki, o da bununla Sevr Antlaşmasını sağlayan İtilâf devletlerinin önemli bir taraftarı olan Fransa'nın adı geçen antlaşmanın uygulanmasının mümkün olmadığını fiilen ve hukuken kabul etmiş olmasıdır….. İç politikamızda olduğu gibi, dış politikamızda da ana amacımız Misakı Milli hükümlerini içermektedir. Misak-ı Millî’yi kabul ederek, maddi ve manevi alanda tam bağımsızlığımızı kabul edenleri derhal dost kabul ederiz. Tam ve gerçek bağımsızlığımızı açık ve samimi şekilde ilk önce kabul ederek, bize barışma elini uzatan Rus Şuralar (Sovyetler) Cumhuriyeti ile dostluk bağlarımızın kuvvetlendirilmesi dış politikamızın temelidir. Bu temel tam bağımsızlığımızı kabul edecek herhangi bir devletle ilişki kurmamıza tabiî ki engel olamaz…..

L. Büyük Zafer:

Atatürk, Türk Milleti’ni düşmanla andlaşmaya dayanan barış ve huzur ortamına kavuşturmak için İstiklâl Savaşımızda kesin zaferin elde edilmesi gerektiğinin idraki içindeydi. Atatürk bunu da gerçekleştirdi.

Atatürk, 19 Mayıs 1919 Pazartesi günü Samsun’da başlattığı kurtuluş, millî bağımsızlık ve egemenlik mücadelesini 9 Eylül 1922 Cumartesi günü İzmir’de kesin askerî zaferle sonuçlandırmıştır. Bu kesin sonucu getiren de O’nun verdiği emirle   26 Ağustos 1922 Cumartesi günü şafakla başlayan Büyük Taarruzun  30 Ağustos Çarşamba günü Dumlupınar’da Büyük Zaferle sonuçlanması ve 1 Eylül Cuma günü Dumlupınar’da verdiği  “Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz'dir. İleri!” emri [31] üzerine düşmanın takip edilerek 9 Eylül’de İzmir’in işgalden kurtarılması olmuştur. Vatanımız düşman işgalinden, Milletimiz de emperyalizmin esaretinden kurtarılmıştır.

Atatürk Büyük Taarruz’u Nutuk’ta şu sözlerle anlatmaktadır:

“…..26 Ağustos sabahı Kocatepe'de hazır bulunuyorduk. Sabah saat 5.30 da topçu ateşimizle taarruz başladı…. 26, 27 Ağustos günlerinde, yani iki gün zarfında düşmanın Karahisar'ın güneyinde 50 ve doğusunda 20-30 kilometre uzunluğunda bulunan müstahkem cephelerini düşürdük. Mağlup olan düşman ordusunun bütün kuvvetlerini, 30 Ağustos'a kadar Aslıhanlar civarında kuşattık. 30 Ağustos'ta icra ettiğimiz muharebe neticesinde (buna Başkumandan Muharebesi unvanı verilmiştir) düşmanın ana kuvvetlerini imha ve esir ettik. Düşman ordusu başkumandanlığını yapan General Trikopis de esirler arasına dahil oldu. Demek ki, tasavvur ettiğimiz kati netice beş günde alınmış oldu. 31 Ağustos 1922 günü ordularımız ana kuvvetleriyle İzmir genel istikametinde hareket ederken, diğer kısımlarıyla da düşmanın Eskişehir ve kuzeyinde bulunan kuvvetlerini mağlup etmek üzere hareket ediyorlardı…. Başkumandan Muharebesi'nin neticesine kadar her gün büyük muvaffakiyetlerle gelişen taarruzumuzu resmi tebliğlerde gayet ehemmiyetsiz harekattan ibaret gösteriyorduk. Maksadımız, vaziyeti mümkün olduğu kadar cihandan gizlemekti. Çünkü, düşman ordusunu tamamen imha edeceğimizden emin idik. Bunu anlayıp, düşman ordusunu felâketten kurtarmak isteyeceklerin yeni teşebbüslerine meydan vermemeyi münasip görmüş idik. Hakikaten, bizim hareketimizi hissettikleri zaman ve taarruzumuzu müteakip müracaatlar vaki olmuştur. Mesela, taarruz etmekte bulunduğumuz sırada İcra Vekilleri Reisi olan Rauf Bey'den, mütareke hakkında İstanbul'dan bildirimde bulunulduğuna dair 4 Eylül 1 922 tarihli bir telgraf almıştım…. Afyon Karahisar - Dumlupınar Meydan Muharebesi ve ondan sonra düşman ordusunu tamamen imha veya esir eden ve kılıç artıklarını Akdeniz'e, Marmara'ya döken harekatımızı izah ve vasıflandırmak için söz söylemeyi lüzumsuz sayarım. Her safhasıyla düşünülmüş, hazırlanmış, idare edilmiş ve zaferle neticelendirilmiş olan bu harekât, Türk ordusunun, Türk subaylar ve kumanda heyetinin yüksek kudret ve kahramanlığını tarihte bir daha tespit eden muazzam bir eserdir. Bu eser, Türk Milleti’nin hürriyet ve bağımsızlık fikrinin ölümsüz abidesidir. Bu eseri vücuda getiren bir milletin evlâdı, bir ordunun başkumandanı olduğumdan, ilelebet mesut ve bahtiyarım.” [32]

3. Lozan Barış Konferansı Döneminde Dış Politika

Ordularımızın İzmir’i de düşman işgalinden kurtarması ateşkesi sağlamıştır. 

A. Mudanya Mütarekesi:

İşte bu kesin Zafer üzerine Vatanımızı işgal etmiş bulunan İtilâf Devletleri Ankara Hükümeti’ne mütareke teklif etmişlerdir. Ankara Hükûmetiyle 11 Ekim 1922’de imzalan Mütareke ile Osmanlı İmparatorluğu siyaseten ve hukuken sona ermiştir.

Mudanya Mütarekesi müzakereleri sırasında teati edilen notalarla arış görüşmeleri için Lozan’da bir Konferans toplanmasına karar verilmiştir.

B. Ülkenin Durumu ve İhtiyaçları:

Savaş alanında Millî Mücadele zafere ulaşmışsa da ve savaş fiilen sona ermişse de millî müstakil varlığımız için yapılacak daha çok ve büyük işler vardı. Çünkü Vatanımız, Balkan Savaşlarında, Birinci Dünya Harbi yıllarında, işgal döneminde, kurtuluş ve istiklâl savaşımız sırasında harap olmuştu. Kaynakları tükenmiş, çok fakirleşmişti.

Öncelikle, savaş durumunun hukuken de sona erdirilmesi gerekiyordu. Milletimiz kendi bağımsız ve egemen Devletine sahip olmalıydı. Bu Devlet uluslararası plânda tanıtılmalıydı. İç ve dış güvenlik sağlanmalıydı. Milletin yaraları sarılmalı; ülke yeniden inşa edilmeli, neredeyse durmuş vaziyetteki ekonomik hayat harekete geçirilmeliydi. Köklü inkılâpların gerçekleştirilmesine, çağdaş reformların yapılmasına, eğitim alanında hızlı hamlelere ihtiyaç vardı. Ordumuzun yeniden yapılandırılması ve donatılması da ihmal edilemezdi. Bu muazzam işlerin gerçekleştirilebilmesi için de Türkiye’nin dost dış yardımlara ve siyasî, diplomatik ve ekonomik desteğe de elbette ihtiyacı olacaktı.

Bütün bu gerçekler Türkiye’nin bölgesinde uzun yıllar barış ve güvenlik içinde yaşamasını zorunlu kılıyordu.  Bunun için de dostane yaklaşımlarla barışçı ve dengeli bir dış politika izlenmesi gerekiyordu.

C. Atatürk’ün Amerikalı Gazeteciye Cevabı:

Mustafa Kemal Paşa 17 Ocak 1921 tarihinde United Telegraph Gazetesi Muhabirine verdiği mülâkatta [33] kendisine tevcih edilen “Gelecekte ne gibi bir politika izleyeceksiniz?” sorusuna şu cevabı vermiştir:

"Memleketimiz haraptır; milletimiz fakirdir, eğitimimiz aşağı seviyededir, ekonomimiz zayıftır. Memleketimizi imar ve milletimizi aydınlatma ve refaha kavuşturma yegâne ve kat'i emelimizdir. Binaenaleyh sulh ve sükûn içinde medeniyetin ciddî çalışmalarına muhtacız. Gelecekteki politikamız bu ihtiyaçları tatmine matuf olacaktır.

D. Lozan Barış Konferansı ve Barış Andlaşması:

TBMM Hükûmeti’nin İsmet Paşa (İnönü) başkanlığında Lozan Barış Konferansı’na katılan Heyeti, Lozan Konferansı’nın “kurtlar sofrası” mahiyetindeki masasında ve bu masanın üzerine kurulduğu kaygan diplomasi zemininde 11 Kasım 1922 – 24 Temmuz 1923 tarihleri arasında cereyan eden çetin diplomatik müzakereler sonucunda, Türkiye’yi çevreleyen iç ve dış ağır şartların gerektirdiği amaç ve hedeflere uygun bir Andlaşma elde etmiştir.

Atatürk’ün emsalsiz önderliğinde kazandığımız İstiklâl Savaşımız, TBMM Hükûmeti’nin Dışişleri Bakanı İsmet Paşa’nın 24 Temmuz 1923 Salı günü Lozan Barış Konferansı’nda imzaladığı Barış Andlaşması ile taçlanmıştır.

Atatürk’ün Andlaşma’nın imza edildiği gün İsmet İnönü’ye gönderdiği tebrik mesajının Büyük Nutuk’da yer alan metni şöyledir:

“Lozan'da Delege Heyeti Reisi, Hariciye Vekili İsmet Paşa Hazretleri'ne,

Millet ve Hükümet’in Zatıâlileri’ne vermiş olduğu yeni vazifeyi muvaffakiyetle tamamladınız. Memlekete bir dizi faydalı hizmetlerden ibaret olan ömrünüzü bu defa da tarihi bir muvaffakiyetle taçlandırdınız. Uzun mücadelelerden sonra vatanımızın barış ve bağımsızlığa kavuştuğu bugünde parlak hizmetiniz dolayısıyla Zatıalinizi, muhterem arkadaşlarımız Rıza Nur ve Hasan Beyleri ve mesainizde size yardım eden bütün Delege Heyeti üyelerini teşekkürlerle tebrik ederim.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Başkumandan Gazi Mustafa Kemal”

Atatürk, Büyük Nutuk’unda Lozan Barış Andlaşması’nı şu ifadelerle değerlendirmiştir:

“….Bu andlaşma,  Türk Milleti aleyhine asırlardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması'yla tamamlandığı zannedilmiş büyük bir suikastın yıkılışını ifade eder bir vesikadır. Osmanlı devrine ait tarihte, emsali görülmemiş bir siyasi zafer eseridir.

Lozan Barış Andlaşması, Türkiye’nin, mutlak bağımsız ve egemen bir devlet ve milletlerarası camianın hukuken eşit bir üyesi olarak doğduğunu tescil eden belgedir.

TBMM’nin 29 Ekim 1923 günü “Türkiye Cumhuriyeti” olarak ilân ettiği Devletimizin “tapu senedi” mahiyetindedir.

Lozan Andlaşması, aynı zamanda da genel olarak dış siyasetimizin, özel olarak da Kıbrıs ve Türk-Yunan münasebetlerine dair strateji ve politikalarımızın “ahde vefa” ilkesi esas alınarak yürütülmesinde on yıllar boyunca gözettiğimiz dengelerin oluşturulmasını sağlayan unsurlar manzumesidir.

Bu dengeler için dış siyaset terminolojimizde “Lozan dengesi” kavramı kullanılmaktadır.

E. Atatürk’ün TBMM’deki Konuşmalarında Lozan Barış Konferansı:

Atatürk TBMM’de, Türkiye’nin Lozan barış Konferansı’na uyuşma arzusuyla ve barış elde etme amacıyla katılmış olduğunu vurgulayan konuşmalar yapmıştır. Konuşmalarından bazı alıntılar aşağıdadır.

a. Atatürk, 1 Mart 1923 (Mustafa Kemâl Paşa, TBMM Başkanı): “Bildiğiniz gibi, uyguladığımız politika, barışsever bir politikadır. Ülkemizi hiçbir hak ve hukuka dayanmadan çiğnemek ve çiğnetmek girişimi, muzaffer Ordumuzun önemli ve cansiperane çabaları ile layık olduğu başarısızlığa uğratılmış ve ulusumuz tarihin çok az kaydettiği bir zafer kazanarak sevgili yurdumuzu kurtarmıştır. Barışın sağlanması için her fırsattan yararlanan hükümetimiz, büyük zaferimizden sonra da harekâtı durdurarak ateşkesi sağlamış ve uzun gecikme ve zorluklarla ancak 20 Kasım’da açılan Lozan Konferansı’na gerçek bir uyuşma arzusu ile katılmıştır. Konferanstaki delegelerimiz, bütün Konferans boyunca Türk Milleti’nin her medeni ve yetenekli millet gibi yaşamaktan başka bir amacı olmadığını sürekli biçimde, sabırla açıkladılar. Konferans’tan kesin sonuç alınamadı. Türk Milleti’nin, idari, mali, ekonomik ve hukuki bağımsızlığına ve yaşamına kendisinin sahip çıkması, hiçbir milleti rahatsız etmemesi gereken ölümsüz bir doğal haktır. Bu kadar doğal bir gerçeği kabul etmek, barışın sağlanması için yeterlidir. Fakat yıllardan beri olduğu gibi, Türk Milleti’nin hayat hakkını herhangi bir şekilde ruhen, fiilen ve gerçek şekilde kabul etmemekte direnmek ne sonuç verirse versin, Türk Milleti bağımsızlığını gönül rahatlığı ve vicdan rahatlığı ile kabul etmektedir ve bunu sürdürecektir. Görüyorsunuz ki, dünya barışını sağlamak şimdi ve sonra müttefiklerin elindedir…” [34]

b. Atatürk, 13 Ağustos 1923 (Gazi Mustafa Kemâl Paşa, TBMM Başkanı): “Bu yasama dönemi, aynı zamanda, yeni Türkiye Devletinin, yeni tarihinde mutlu bir geçiş dönemine rastlamaktadır…..Dış ilişkilerimiz konusunda fazla bir şey söylemeye gerek görmüyorum. Bu konudaki kararlı özelliğimiz dünyada bilinmektedir. Bütün komşularımızla ve diğer devletlerle dost bir şekilde geçinmeye ve karşılıklı saygı ve bağlılığa dayanan politikamızı sürdürmeye kararlılığımız kesindir. Ayrıca şunu da açıklığa kavuşturmak isterim ki, barış dönemine gerçek bir içtenlikle ve ciddi bir sükûn isteği ile giriyoruz…..       

Efendiler,….vatan dediğimiz kutsal varlığa genel olarak bakalım. Onun, yaşam için, uygarlık için erişilebilecek her şeyden yoksun bir kara toprak alandan oluşan bir biçimde bırakılmış olduğunu görürüz. Kara toprak alanın altında defineler ve üstünde soylu ve kahraman bir Millet yaşıyor. İşte biz, bütün bu uzun ve dayanılması zor mücadeleleri bu kutsal ata mirasının özgür ve bağımsız sahibi olduğumuzu ve sonsuza dek olacağımızı kanıtlamak için yapmış bulunuyoruz. Vatan ve milletin bağımsızlığı, dokunulmazlığı adına yapmış bulunuyoruz. Bundan sonraki çalışmalarımızda da amacımız aynı dokunulmazlık ile huzur ve güvenliğin sağlanması ve korunması olacaktır…”  [35]

4. Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurulmasından İtibaren Atatürk Döneminde Dış Politika

A. Dış Politikanın Güttüğü Hedefler:

İstiklâl Savaşımızın öncelikli tek hedefi vatanımızı düşman işgalinden kurtarmak ve Milletimizi kendi bağımsız ve egemen devletine kavuşturmak olmuştur. Bu hedeflerin gerçekleşmesinden sonra da Atatürk devrindeki dış politikamızın öncelikli amacının ve hedefinin Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının, egemenliğinin, toprak bütünlüğünün ve üniter anayasal yapısının korunması ve millî güvenliğinin sağlanması olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Lozan Andlaşması’ndan sonra Türkiye’nin stratejik önemi azalmamış, aksine artmıştır. 1923’den sonra Türkiye Avrupa’nın bütün güçlü Devletleriyle komşu durumuna gelmiştir. Sovyetler Birliği Doğu bölgemizde komşumuz olmuştur. İngiltere Irak manda idaresi ve Kıbrıs vasıtasıyla; Fransa da Suriye manda idaresiyle sınırdaş olarak Türkiye’nin Güneyine yerleşmişlerdir.   12 adayı ve Meis’i ele geçirmiş olan İtalya da Akdeniz’deki komşumuz olmuştur. 

Güçlü devletlerle sınırdaş komşu olması Türkiye’nin Millî Mücadele’den sonra gerçekçi, dengeli bir dış politika takip etmesini zorunlu kılmıştır.[36]

Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren Dış Politikada şu ana hedeflere yönelmiştir.

i. Millî bağımsızlığımızın ve egemenliğimizin korunması;

ii. Yapılan barışın devamlı kılınması;

iii. Hayat tarzımızda ve yönetim şeklimizde çağdaşlaşmanın sağlanması.

Bu hedeflere ulaşmak için de “ahde vefa” ilkesinin gözetildiği; Türkiye’nin ülkesinde hakim kılmak istediği  demokrasi, laiklik, sosyal adalet, hukuk devleti gibi çağdaş değerlere saygılı devletlerle barış içinde yaşamayı, ilişki ve işbirliğini güçlendirmeyi amaçlayan dengeli  bir dış siyaset güdülmüştür. [37] Türkiye Cumhuriyeti komşularıyla ve dünyanın diğer belli başlı Devletleriyle dış ilişkiler ağını örmeye başlamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk 15 yılında uyguladığı dış politikaya ve elde edilen sonuçlara dair somut ifadeler Cumhurbaşkanı Atatürk’ün ve Başbakan İnönü’nün TBMM’deki konuşmalarında yer almaktadır. Örneklerini aşağıya kaydediyorum.

B. Başbakan İsmet İnönü’nün TBMM’deki Konuşmasında Dış Politika:

Türkiye Cumhuriyeti’nin birinci Hükûmeti’nin Başbakanı İsmet Paşa (İnönü) programını TBMM’ne sunarken dış politikamızı şu ifadelerle açıklamıştır:

a. İsmet Paşa, Başvekil, 30 Ekim 1923: “Cumhuriyet Hükümeti’nin münasebatı hariciyede (dış ilişkilerde) üssülesası (en temel ilkesi) Türkiye Cumhuriyeti’nin mevcudiyetini (varlığını) ve tamamiyetini (bütünlüğünü) sağlam tutarak menafi-i hayatiyesini (hayatî menfaatlerini) göz önünden ayırmamak esası dâhilinde müsalemeti (karşılıklı barışı), huzuru, hüsnü münasebatı (iyi ilişkileri) mümkün olduğu kadar tevsi (genişletmek) ve teyid emekten ibarettir. Hemhudutlarımızla (sınırdaşlarımızla) ve…henüz münasebata (ilişkilere) girmediğimiz devletlerle samimî bir dostluk tesisi için bütün kuvvetimizi sarf edeceğiz. Göreceğimiz hüsnüniyete (iyi niyete) fazlasıyla mukabele edeceğiz. Bu esaslar dâhilinde Türkiye Cumhuriyeti menafii hayatiyesini (hayatî menfaatlerini) muhafaza etmek (korumak) için son derece dikkatli olacaktır.” [38]

C. Cumhurbaşkanı Atatürk’ün TBMM Konuşmalarında Dış Politika:

Atatürk’ün dış politika hakkında çok sayıda konuşması vardır. Biz bu incelemede TBMM’nin yasama dönemlerini açış konuşmalarından alıntılarla konuyu işleyeceğiz.

a. 1 Mart 1924 (Gazi Mustafa Kemal Paşa, Reisicumhur) : “Cumhuriyet’in siyaset-i hariciyede veçhesi (yüzü) müstakimane (düz biçimde) ve halisane (samimiyetle) olarak sulhun (barışın) ve muahedatın (antlaşmaların) muhafazasına (korunmasına) müteveccihtir (dönüktür).” [39]

b. 1 Kasım 1924 (Gazi Mustafa Kemâl Paşa, Reisicumhur): “İzninizle dış politika durumumuz konusunda bir özet vermek istiyorum. Geçen yasama yılında, Lozan Barış Antlaşması yürürlüğe konulmuştur. Bu şekilde uzun savaş yıllarından sonra süregelmiş olan zor dönem ortadan kalkmış ve Türkiye Cumhuriyeti ile antlaşma imzalayan devletler arasındaki ilişkiler normal duruma girmiştir. Sonuca bağlanmamış sorunlar, antlaşmanın öngördüğü doğal bir akışa bırakılmıştır. Musul ili için hak ve adalete uygun olarak kabul edileceğini umduğumuz kararı beklemekteyiz. İkinci olarak, statükonun korunmasında ortaya çıkan anlaşmazlığın Milletler Cemiyeti Meclisi’nde geçici bir şekilde düzeltilmesi için başvuruda bulunulduğu haber alınmıştır. Fransa Cumhuriyeti ile geçen yıl başlarında ortaya çıkmış olan sınır olayı ivedi olarak ortadan kaldırıldıktan sonra; iki Cumhuriyet arasında yakın, açık ve dostça duygular sevindirici bir biçimde gelişmektedir. İtalya ile politik ve ekonomik ilişkilerimizin içtenlikle gelişme gösterdiğini sevinerek bildiririm. Eski dostumuz Rusya Sovyet Cumhuriyeti’yle ilişkilerimiz dostluk çerçevesinde her gün daha çok gelişmekte ve ilerlemektedir. Cumhuriyet hükümetimiz, Rusya Sovyet Cumhuriyeti ile gerçek ve iyi ilişkilerini geçmişte olduğu gibi, politik prensip saymaktadır.  Lehistan Cumhuriyeti ile ilişkilerimiz dostane bir şekilde gelişmektedir…..Geçen yasama döneminde onaya arz edilmemiş olan yeni antlaşmalar, yüce Meclis’e sunulacaktır. Yüce Meclis’in kabullerine sunulacak olan bu antlaşmalar ile, Türkiye Cumhuriyeti’nin, Amerika, İspanya, İsveç, Felemenk, Çekoslovakya devletleriyle resmî ilişkilerimizi yeni kurallara göre kurmuş olacağını bilgilerinize sunarım. İran ile ve Afganistan ile ilişkilerimiz dostane olarak devam etmektedir.” [40]

c. 1 Kasım 1925 (Gazi Mustafa Kemâl Paşa, Reisicumhur): “Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası uygarlık ailesinde ihmal edilmemesi gerekli bir güç ve barışçılık unsuru olduğu geçen bir yıl içinde bir kez daha belirlenmiştir. Aramızda siyasi ilişkilerin resmen kurulmamış olduğu devletlerle yeniden antlaşmalar yapılmıştır. Yeniden yapılmış olan antlaşmalar Yüce Meclis’e sunulacaktır…” [41]

d. 1 Kasım 1926 (Gazi Mustafa Kemâl Paşa, Reisicumhur): “Dış politikamız öteden beri özlediğimiz barış ve dostluk yolunda olumlu sonuçlarla gelişmektedir…. Biz uluslararası ilişkilerde karşılıklı güven veren ve bu güvene uymayı amaçlayan, açık ve buna sahip çıkan politikanın en sıcak taraftarıyız.” [42]

e. 1 Kasım 1927 (Gazi Mustafa Kemâl Paşa, Reisicumhur):: “Cumhuriyet’in iç ve dış politikası, gelecekte de saygınlık, kuvvet ve doğruluk ve Türk Milleti’nin bütün güçlerini onun zenginliği, mutluluğu ve gelişmesine yöneltmesi ve bu konulara yoğun ilgi göstermesi ile belirlenecektir. Cumhuriyet’in varlığına ve yönetimine ve ulusun yararına karşı olabilecek içte ve dışta herhangi bir kötü niyete karşı, her an korumaya hazır bulunmak, dışta dostluklara ve barışçı çalışmalara yardımcı ve vefakâr olmak ve içte vatandaşların güvenlik içinde çalışması ve gelişmesini sağlamak yeni çalışma döneminde de gerçekleştirmeye çalışacağımız temel amaç olacaktır.” [43]

f. 1 Kasım 1928 (Gazi Mustafa Kemâl Paşa, Reisicumhur):: “Dış politikamızda dürüstlük, ülkemizin güvenliği ve gelişmesinin korunmasına önem verilmesi prensibi, davranışlarımıza rehber olmaktadır. Önemli reform ve gelişmeler içinde bulunan bir ülkenin, hem kendisinde hem çevresinde barış ve huzuru gerçek olarak arzu etmesinden daha kolay açıklanabilecek bir konu olamaz. Bu samimi arzudan esinlenmiş olan dış politikamızda, ülkenin korunması, güveninin sağlanması, vatandaşların haklarının herhangi bir saldırıya karşı bizim tarafımızdan savunulması konuları, özellikle göz önünde tuttuğumuz noktalardır.  Kara, deniz ve hava kuvvetlerimizi bu ülkede barış ve güvenliği koruyabilecek bir durumda bulundurmaya bu nedenle çok önem veriyoruz. Cumhuriyet hükümeti, uluslararasında güvenlik anlaşmalarının imzalanması için özel bir çaba göstermektedir. Bize önerilen Kellogg Anlaşması’na katılmak için de aynı içtenlikle uygun görüşümüzü bildirdik.” [44]

g. 1 Kasım 1929 (Gazi Mustafa Kemâl Paşa, Reisicumhur): “Dışişlerinde dürüst ve açık olan politikamız özellikle barış düşüncesine dayanmaktadır. Uluslararası herhangi bir sorunumuzu barış vasıtalarıyla çözümlemeye çalışmak, bizim yararımıza ve zihniyetimize uygun bir yoldur. Bu yol dışında bir öneri ile karşılaşmamak için güvenlik prensibine ve onun dayanaklarına çok önem veriyoruz. Uluslararası barış havasının korunması için Türkiye Cumhuriyeti, gücü içerisinde herhangi bir görevden geri kalmayacaktır.” [45]

h. 1 Kasım 1930 (Gazi Mustafa Kemâl, Reisicumhur) : “Dış politikamızda barış ve iyi ilişkiler amacı, içtenlikle izlenecektir. Uluslararası ilişkiler de dostluklara bağlı ve hiçbir ülkeyi karşısına almayan açık ve dürüst düşünce biçimimizin gittikçe daha iyi anlaşılmakta olduğunu ümit ederim.” [46]

i. 1 Kasım 1931 (Gazi Mustafa Kemâl, Reisicumhur): “Dış politikamızın barışçı ve doğruluklu niteliği, geçen yıl içinde bir kez daha görülmüştür. Yakın komşularımızla ilişkilerimizde samimiyet artmıştır. Uluslararası alanda, her devletle iyi ilişkide bulunmakla olumlu sonuçlar elde etmekteyiz. Türkiye'nin güvenliğini amaçlayan hiçbir ülkeyi karşısına almayan bir barış yolu izlemek, bizim değişmez prensibimiz olacaktır.” [47]

j. 1 Kasım 1932 (Gazi Mustafa Kemâl, Reisicumhur):  “Bütün ulusların güçlükle göğüs germeye uğraştığı zorluklar içinde ulusumuz büyük canlılık, hükümetimiz yerinde davranış göstermektedir. Komşularımızla ve bütün uluslarla ilişkilerimiz ciddi, içten, barış ve güven fikrine dayalı olarak gelişmektedirDostlar arasında dürüst bir durumun korunması bizim her zaman çok önem verdiğimiz bir esastır[48]

k. 1 Kasım 1933 (Mustafa Kemâl, Reisicumhur): “Balkanlarda ve Orta Avrupa'daki devletler arasında Türkiye Cumhuriyeti, ancak politikasının dürüst ve açık niteliği nedeniyle gerçek yerini korumaktadır. Özen gösterilmesi gereken bu politikanın gereğini dikkatle göz önünde bulundurmaktayız. Türkiye Cumhuriyeti’nin diğer devletlerle ilişkilerinin, aradaki antlaşmaların hükümlerine ve uluslararası dostluk gereklerine uygun olarak genellikle iyi olduğunu söyleyebilirim.” [49]

l. 1 Kasım 1934 (Gazi Mustafa Kemâl, Reisicumhur) : “Dışişlerindeki aralıksız çalışmalarımızda, genel politikamız, ulusal ülkümüze uygun olarak yürütülmüştür. Bundan ötürü, Büyük Millet Meclisini ulus işlerine gösterdiği özen, ulusumuzun canlılığı, gerçekten övünç ile anılmaya değer…Uluslararası politika, geçen yıl içinde korunma kaygısına düştü. Bu yüzden de bütün ülkeler de silahlanmaya hız verildi. Cumhuriyet Hükûmeti de, bu nedenle bir yandan ulusal koruma gücünü pekiştirmeye çalışırken, bir yandan da barışın sarsılmaması için ulusların birlikte çalışmasına umut veren yoldan ayrılmamak uğrunda elinden geleni esirgememiştir. Cumhuriyet Türkiye'sinin, dostluklarına çözülmez bağlılığı, geçmiş yıllarda, türlü durumlarda denemiştir. Ulusumuzun dünyaca tanınmış özlülüğünün gereği de karşılıklı verilmiş sözü tutmaktır. Bunun için ne kadar özenildiği, bundan böyle de özenileceği bellidir. Balkan Antlaşması Balkan devletlerinin, birbirlerinin varlıklarına özel saygı beslemesini göz önünde tutan mutlu bir belgedir. Bunun, sınırların korunmasında, gerçek bir değeri olduğu açıkça bellidir. Ankara'da toplanmış olan Balkan antlaşma divanının verimli ve yerinde çalışmalarını, ulusumuz sevgi ile karşıladı.” [50]

m. 1 Kasım 1935 (Kemâl Atatürk, Reisicumhur): “Olaylar, Türk ulusuna iki önemli kuralı yeniden hatırlatıyor: Yurdumuzu ve haklarımızı koruyabilecek güçte olmak. Barışı koruyacak uluslararası çalışma birliğine önem vermek. Barışın bozulması nedeniyle üzüntü duymamak imkânsızdır. Bu durumda bu günkü ağır anlaşmazlıkların ortadan kalkması, uygar insanlığın başlıca dileği olmalıdır. Bizim barış ülküsüne ne kadar bağlı olduğumuzu, bu ülkünün güvenlik altına alınmasındaki dileğimizin ne kadar köklü olduğunu açıklama gereği görmüyorum. Bu konuda çalışan Milletler Cemiyeti’nin deneylerden yararlanarak prensiplerini geliştirmesi ve barışı korumak için gücünü artırması en üstün arzumuzdur…Son uluslararası olaylar Türk Ulusu için kuvvetli bir hava ordusunun ne denli önemli olduğu konusunda bir kanıt olmalıdır. Çok emekle kurduğumuz, canımızla korumaya ant içtiğimiz kutsal yurdun, havadan saldırılara karşı güvenlik altında bulunması demek, bize saldıracaklara, kendi yurtlarında bizim de aynı zararları yapabileceğimize güvenimiz demektir…” [51]

n. 1 Kasım 1936 (Kemâl Atatürk, Reisicumhur): “Bu yıl içinde uluslararası bakımdan bizim için mutlu olaylar oldu. İngiltere kralı sayın Majeste VIII. Edward'ın ziyaretini ve Boğazlarda yeni rejimin Montrö antlaşması hükümlerine göre uygulanmasının başladığını, bunların başında sayabilirim….Türkiye'nin hakkını kabul etmekle iyi dostluk ve anlayış gösteren Montrö antlaşmasını imzalayanların aynı zamanda kritik bir görünüm taşıyan uluslararası bu önemli dönemde, dengenin sağlanması için herkesin çabasını gerektiren genel barış konusuna da önemli katkıları oldu. Tarihte birçok kez tartışma ve tutku nedeni olan Boğazlar, artık tam anlamı ile Türk egemenliği altında, yalnız ticaret ve dostluk ilişkilerinin ulaşım yolu haline girmiştir. Bundan böyle savaşan herhangi bir devletin savaş gemilerinin Boğazlardan geçmesi yasaktır. Bu nedenle, karada ve denizde büyük komşumuz Sovyet Rusya ile aramızdaki, on beş yıldan bu yana her türlü deneyden geçmiş olan dostluğun, ilk gündeki güç ve içtenliğini bütünüyle koruyacağına ve doğal gelişimini sürdüreceğini söylemekle de ayrıca mutluluk duyarım. Bu yıl içinde, Afganistan'ın değerli dışişleri ve savunma bakanları ile görüşmekten de memnun oldum. Dost ve müttefik Yugoslavya'nın Sayın Başbakan’ı ve Dışişleri Bakanı’nın Milli Bayramımızda aramızda bulunması bize ayrı bir sevinç verdi. Balkanlılar arasındaki kardeşliğin sağlamlaştırılması, bizim öteden beri başlıca amacımızdır. Türk - Yugoslav bağlılığı bunun önemli belirtisidir. Diğer müttefiklerimiz ve dostlarımız ile de ilişkilerimiz iyi ve içtendir. Balkanlarda, Batı Asya'da ve Doğu Akdeniz'de sağlanan barışın devamı, eski dünyanın diğer birçok yerlerine oranla, daha sağlam görünmektedir.  Türkiye'nin bütün devletlerle ilişkilerinin iyi olduğunu, sevinerek belirtmek isterim….Milletimizi gece gündüz uğraştıran başlıca büyük bir sorun da, gerçek sahibi öz Türk olan İskenderun - Antakya ve bölgesinin geleceğidir.  Bunun üzerinde, ciddiyet ve önemle durmak zorundayız. Her zaman dostluğuna çok önem verdiğimiz Fransa ile aramızda tek ve büyük sorun budur. Bu konunun gerçek ayrıntılarını bilenler ve hakka inananlar, ilgimizin gücünü ve içtenliğini iyi anlar ve doğal bulurlar. Önümüzdeki yıl, görüşmeler ve silahlanma yarışları için, büyük bir hazırlık yılı olacağa benziyor. Devletler arasındaki uyuşmazlıkların anlaşmalara varmasını içtenlikle dileriz.” [52]

o. 1 Kasım 1937 (Kemâl Atatürk, Reisicumhur): "Dış politikamız, geçen yıl içinde de, barış ve uluslararası işbirliği yolunda gelişmiş ve yürüdüğümüz yolun değişmez olduğunu bir kez daha belirtmiştir. Milletler Cemiyeti’nin geçirmekte olduğu çetin dönemlerde, Cumhuriyet Hükûmeti, bu uluslararası kuruluşa olan bağlılığını, her alanda göstererek barış idealine en uygun yoldan ayrılmamıştır. Büyük bir milli davamız olan Hatay olayının geçirdiği dönemler tarafınızdan bilinmektedir. Milletler Cemiyeti yüksek yönetimi altında yapılmakta olan görüşmeler, Hatay halkına yaraşan mutlu ve bağımsız yönetime kavuşması yolunda amaçladığımız gayeyi sağlayacak belgelerin kabul ve imzası ile sonuçlanmıştır. Yeni Hatay rejiminin yürürlüğe girmesine kısa bir süre kaldı. Bu rejimi, kendileri ile dostça bir düşünce doğrultusunda işbirliği yapmış olduğumuz Fransızların, iyi niyetle ve istenen amaca ulaşmayı sağlayacak biçimde uygulamaya başlayacaklarından şüphe edilmemelidir. Yarınki Türk - Fransız ilişkilerinin dilediğimiz yolda gelişmesinde Hatay konusunun iyi bir yönde gelişmesi, önemli bir ölçü ve etken olacaktır, düşüncesindeyiz. Balkan politikamız, çok mutlu bir işbirliği yaratmayı sürdürerek kendisine çizilmiş olan barış yolunda her gün daha verimli sonuçlarla ilerlemektedir. Cumhuriyet Hükümet’inin doğuda uygulamakta bulunduğu dostluk ve yakınlık politikası yeni ve güçlü bir adım attı. Sadabat’ ta dostlarımız Afganistan, Irak ve İran ile imza etmiş olduğumuz dörtlü Antlaşma, büyük bir sevinçle kayda değer barış eserlerinden biridir. Bu Antlaşma’nın çevresinde toplanan devletleri, aynı amacı sürdüren ve barış içinde gelişmeyi içtenlikle isteyen hükümetler arasındaki işbirliğinin gelecekte de iyi sonuçlar vereceğinden emin bulunmaktayız. Cumhuriyet Hükûmeti’nin, komşularıyla ve diğer büyük küçük devletlerle olan ilişkilerinde uyumlu bir düzen ve gelişme göze çarpmaktadır. Barış yolunda nereden bir çağrı geldiyse, Türkiye onu ilgi ile karşıladı ve yardımlarını esirgemedi. İspanya olayları nedeniyle Akdeniz ve Karadeniz'de alınması gereken önlemlere, Cumhuriyet Hükûmeti en geniş bir düşünce ile katıldı. Dünyanın her yanında olduğu gibi, bizi ilgilendiren alanlarda ve bu arada Akdeniz'de barış ve dengenin korunması, bizim yakından ve ilgi ile izlediğimiz bir konudur….Doğu Akdeniz ve Karadeniz suları ile Balkanlarda ve Yakın Doğuda, geçen yıl belirttiğim ilişkiler aynen sürdürülmüştür….Dış politikamızın belirgin özelliğini kısaca anlatmış olmak için diyebilirim ki, tuttuğumuz politik yol ve hedeften ayrılmıyoruz. Son yıllarda uluslararası ilişkilerde sürekli değişiklikler olmasına karşın biz bu karışıklığın ortasında, barışseverlik dolu duygularla karşılıklı dostluklarımıza uygun hareket ediyoruz….” [53]

p. 1 Kasım 1938 (Reisicumhur Kemâl Atatürk’ün  rahatsızlığı sebebiyle konuşma metni Başbakan Celâl Bayar tarafından okunmuştur):

“Dış politikamızın son yıl içindeki gelişmeleri geçen yıl ana niteliklerini belirttiğim kurallar içinde gelişmiştir. Son aylar içinde barış, çetin bir sınav geçirdi. Şimdi süresini ancak bir zaman sonra anlayabileceğimiz yeni bir sessizlik dönemi içindeyiz. Barış, ulusları refah ve mutluluğa eriştiren en iyi yoldur. Fakat bu kavram bir kez ele geçirilince sürekli özen, ilgi bekler ve her ulusun ayrı ayrı hazırlığını gerektirir. Ülkemizin her gün daha çok güçlenmesini sağlamak için her alanda her türlü ihtimale karşı koyabilecek bir durumda bulunmak ve dünya, olaylarının bütün gelişimini büyük bir dikkatle izlemek, barışsever politikamızın dayandığı kuralların başlıcalarıdır. …..Cumhuriyet Hükûmeti  en yakın komşuları ile olduğu kadar en uzak devletlerle olan ilişkilerini, dostluklarını, anlaşmalarını ona göre düzenlemeyi bilmiş ve böylece dış politikamızı sağlam kurallara dayandırmıştır.

Balkan politikamız, Balkan devletlerinin ayrı ayrı ve ortak yararlarının en açık bir belirtisidir. Balkan uluslarından her birinin ayrı ayrı güçlenmesi de barış yolundaki dinamik düşünce biçiminin fiili bir örneğidir…..aynı dinamizm ve aynı yüksek amaçlar, Sadabat Antlaşması hükümleri ile, ilgililerin geçmişten miras kalmış boş inanışlarını bir anda yıkarak ilişkilerini yeni ve verimli temellere dayandırmayı bildiklerini göstermiştir. Türkiye'nin diğer devletlerle olan ilişkileri geçen yıl açıklıkla belirttiğim yolda dostça gelişimler izleyerek ilerlemeyi sürdürüyor. Hatay sorununun son yıl içinde geçirmiş olduğu evreleri bilmektesiniz. Bu milli davayı bir Türk - Fransız dostluk anlaşması ile sonuçlandırmak yolundaki çalışma başarı ile sona erdi. Türk ve Fransız askerlerinin geçici ve ortak işgali, bu anlaşmanın açık belirtisi oldu. Bu nedenle sükun yerleşti ve seçimler tamamlandı. Sonunda Hatay, Millet Meclisine ve bağımsızlığına kavuştu. Bağımsız Hatay devleti bu gün güvenlik güçlerini düzenlemek ve ülkenin iç güvenliğini de kendi kendine sağlamakla uğraşmaktadır. Bunun da yakında başarılacağını ümit ediyoruz. Geçen yıl “yarınki Türk - Fransız ilişkilerinin dilediğimiz yolda gelişmesine Hatay işinin iyi bir yönde gelişmesi temel bir ölçü ve unsur olacaktır” demiştim. Doğrusu, Hatay işindeki Türk - Fransız anlaşması iki devlet arasındaki ilişkileri çok dostça bir duruma getirmiştir. Birkaç gün önce ülkemizi ziyaret eden Almanya'nın seçkin Ekonomi Bakanı Bay Funk ile 150 milyon marklık bir kredinin esaslarında anlaşmaya varılmıştır. Ayrıntılar yakında iki hükümet arasında belirlenecektir…. Egemenliğe kavuşan dost Mısır devleti ile imzalanan bir de dostluk ve konsolosluk sözleşmesi bulunmaktadır. Büyük komşu ve dostumuz Sovyet Birleşik Cumhuriyeti ile geçen yıl içinde yeni bir sınır anlaşması imza edilerek iki ülkenin sınır ilişkileri bu şekilde iki tarafın deneylerinin gösterdiği sağlam temellere bağlanmıştır. Yine geçen yıl içinde, İtalya hükümeti, Montrö'de imza edilen ve devletlerin katılımına açık bırakılan Boğazlar Antlaşmasına katılmış ve bu büyük komşu ülkenin bize karşı olan dostça tutumuna ülkemiz de aynı dostça duygularla karşılık vermiştir.” [54]

D. Atatürk’ün Dış Politikasının Cumhuriyet Dönemindeki Başlıca Somut Sonuçları

Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonraki dönemde Atatürk’ün Liderliği altında takip edilen dış siyasetimize ve elde edilen başlıca sonuçlara gelince:

a. Yurt’ta Sulh, Cihanda Sulh İlkesi: Atatürk’ün ve İnönü’nün konuşmalarından yaptığım alıntıların ortaya koyduğu gerçek şudur:

Türkiye, Lozan Barış Andlaşmasıyla kurulan hassas stratejik dengeleri koruyarak komşularıyla ve uluslararası toplumun diğer üyeleriyle uzun yıllar boyunca dostluk ve iyi komşuluk ilişkileri içinde kalmayı başarmıştır.

Atatürk’ün 1931’de ifade buyurduğu “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” [Yurtta Barış Dünyada Barış] vecizesi çağdaş Türkiye’nin dış politikasının temel ilkesi olmuştur.

Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesi Anayasamızın “Başlangıç” bölümünde zikredilmektedir. Böylece aynı zamanda bir Anayasa ilkesi vasfındadır.

Atatürk’ün 10. Yıl Nutkunda Türk Milleti için gösterdiği “muasır medeniyet seviyesine ulaşma” hedefi ile de kanaatimce, dış politikamızın ana yönü “batı” olarak işaret edilmiştir.

Atatürk döneminde, Türkiye, komşularıyla, yakın çevresiyle ve Batı devletleriyle çok sayıda ikili anlaşma yapmıştır. Çok taraflı andlaşmalara katılmıştır.

b. Briand – Kellog Paktı: Türkiye, 1928 yılında ABD Dışişleri Bakanı Frank B. Kellogg ile Fransa Dışişleri Bakanı Aristide Briand öncülüğünde imzalanan ve temel ilkeleri, “savaşın millî politika vasıta olarak kullanılmasının yasaklanması” ve “devletler arasındaki ihtilâfların savaş ile değil barışçı yollardan halledilmesi” olan Briand – Kellogg Paktı’na 1929 yılında katılmıştır.  

Paktı imzalayan diğer devletler şunlardır: ABD, Fransa, İngiltere, İtalya, Almanya, Polonya, Belçika, Çekoslovakya, Japonya ve Sovyetler Birliği.

Atatürk’ün barışçı dış politikası sayesinde Yunanistan ile uzunca bir dostluk dönemi yaşanmıştır. O kadar ki, 1934 yılında Yunanistan Başbakanı Venizelos Atatürk’ü Nobel Barış Ödülü için aday göstermiştir.

Türkiye, Balkan Devletleriyle ikili dostluk ve tarafsızlık anlaşmaları imzalamıştır.

9 Şubat 1934’te de Türkiye’nin inisiyatifi neticesinde Türkiye, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya arasında “Balkan Antantı” olarak bilinen Pakt kurumuştur.

1937’de Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında “Sadabat Paktı” olarak tarihe geçen bir saldırmazlık anlaşması yapılmıştır.

Böylece, Türkiye önce Batı’da, sonra Doğu’da bir güvenlik sistemi kurmuş ve kendisi için önemli olan bu iki bölgede barış politikasını kuvvetlendirmiştir.

c. Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne (Cemiyet-i Akvam) Üye Olması

Atatürk Birinci Dünya Savaşı’nı sona erdiren Versay [Versailles] barış Konferansı’nda alınan kararla 10 Ocak 1920 tarihinde kurulan Milletler Cemiyeti’ne [League of Nations] Türkiye Cumhuriyeti’nin üye olmasının Teşkilât’tan bir davet gelmesi halinde düşünülebileceğini çeşitli vesilelerle ifade etmiştir.  1932 yılında Türkiye’nin Milletler Cemiyeti bakımından önemini değerlendiren Teşkilât Genel Sekreterliği bir hal çaresi arayışına girmiştir. Sürdürülen istişarelerden sonra İspanya Daimî Temsilcisi Türkiye’nin üyeliğe davet edilmesini tavsiye eden bir karar tasarısı hazırlamıştır. Karar tasarısını şu ülkelerin temsilcileri imzalamışlardır:

Almanya, Arnavutluk, Avustralya, Avusturya, Bulgaristan, Çekoslovakya, Danimarka, Estonya, Finlandiya, Fransa, Hollanda, Guatemala, İngiltere, İran, İspanya, İsveç, İsviçre, İtalya, Japonya, Kolombiya, Küba, Litvanya, Macaristan, Panama, Polonya, Romanya, Yeni Zelanda, Yugoslavya ve Yunanistan.

Karar Tasarısı İspanya tarafından Genel Kurul’a sunulmuş ve 6 Temmuz 1932 günü görüşülerek kabul edilmiştir. Genel Sekreter Türkiye’ye üyelik daveti yapması için görevlendirilmiştir. Gereken davet resmen yapılmış ve Türkiye daveti kabul ettiğini bildirmiştir. Genel Kurul Türkiye’yi Milletler Cemiyeti’ne üye olarak kabul eden Kararı 19 Temmuz 1932 tarihinde alkışlarla kabul etmiştir.

Türkiye, günümüzdeki Birleşmiş Milletler’in temeli oluşturan Milletler Cemiyeti’nin önemli organlarına seçilme başarısını göstermiştir. Bu organlar ve üstlenilen görevler şunlardır:

▪1934’de, Afganistan’ın Milletler Cemiyeti’ne üyelik başvurusunu incelemek üzere kurulan özel komisyon başkanlığı ve raportörlüğü;

▪1934-1936 döneminde, 4 Daimî (İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya) ve önceleri 4, sonraları 9 geçici üyeden oluşan Konsey üyeliği;

▪1935’de Konsey’in 84’üncü ve 85’inci dönem başkanlığı;

▪1937’de Milletler Cemiyeti’nin Genel Kurul Başkanlığı (Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras). [55]

d. Montrö (Montreux) Boğazlar Sözleşmesi

Lozan Boğazlar Sözleşmesi ile o günlerin şartlarında Türkiye’nin Boğazlar üzerindeki egemenliğine çeşitli kısıtlamalar getirilmişti. Atatürk dünyaca kabul edilen üstün liderlik vasıfları ve barışçı dış politikası sayesinde 1936 yılında Montrö’de imzalanan ve tarihe Montrö Sözleşmesi olarak geçen uluslararası sözleşme ile bu kısıtlamaların kaldırılmasını sağlamıştır. Böylece Boğazlar Türkiye Cumhuriyeti’nin mutlak egemenliği altına girmiştir.

Montrö Boğazlar Sözleşmesini Türkiye ile beraber, Bulgaristan, Fransa, İngiltere, Yunanistan, Japonya, Romanya, Sovyetler Birliği ve Yugoslavya imzalamışlardır.

Montrö Boğazlar Sözleşmesi Atatürk Türkiye’sinin “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” felsefesinin ve barışçı dış politika uygulamasının en somut sembolüdür.

Montrö  Konferansı’na ev sahipliği yapan İsviçre’nin “Siyasî Daire” Başkanı Motta dahil, Konferans’a katılan Devletlerin temsilcilerinin ve Konferans’ı yönetenlerin tamamı, Türkiye’nin “Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nin” tadili için yaptığı teşebbüste seçtiği yolun, dünya diplomasi tarihi için, anlaşmaların kuvvet kullanılarak veya tek taraflı olarak ortadan kaldırılması veya tadil teşebbüsünde bulunulması yerine, sorunların barışçı yol ve yöntemlerle halledilmesi ilkesi bakımından tarihe geçen bir örnek olay teşkil ettiğini vurgulayan, Türkiye’yi öven ve alkışlayan konuşmalar yapmışlardır.

Konferans’ın Onursal Başkanlığı’na seçilmiş olan İsviçreli Motta Konferans’ı açış konuşmasında “Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti, diplomatik önemli bir sorunun çözüme bağlanmasında, yüksek düzeyde dürüst davranmanın ve en uygun yöntemi kullanmanın en istenir güzel bir örneğini vermiş olmaktadır” demiştir. [56]

e. Hatay’ın Türkiye’ye Katılması

Hatay Vilâyetimiz, Osmanlı döneminde İskenderun Sancağı olarak adlandırılıyordu. Burasının eski Türk ve uluslararası belgelerde genellikle “İskenderun Sancağı” veya sadece “Sancak” ismiyle zikredildiğini görüyoruz. Hatay adı 1936 yılında Atatürk tarafından verilmiştir.[57]  

Hatay  konusuyla Atatürk çok yakından ilgilenmiş ve kararlılıkla  takip etmiştir. Atamız, 1923’de ziyaret ettiği Adana’da “kırk asırlık Türk Yurdu ecnebi elinde kalamaz” sözünü dile getirmiştir. Hatay konusu “Millî Dava” olarak nitelemiştir.

Lozan Andlaşması’yla Türkiye’nin hudutları dışında bırakılmış olan Hatay, Fransa ile yürütülen etkili bir diplomasi sonucunda savaşa başvurulmadan Eylül 1938’de bağımsız bir devlet statüsünü kazanmıştır.

Hatay Meclis’i  23 Temmuz 1939 tarihinde de Türkiye katılma kararı almıştır.  Böylece Atatürk barışçı dış politikası bu konuda da Türkiye’nin sorunları müzakere yoluyla halletme arzu, irade ve kararlılığını ortaya koymuştur.

İskenderun Körfezi’ni de içinde alan Hatay’ın ülkemize katılmasıyla, Türkiye’nin konumunun stratejik değeri, millî güvenlik, ekonomi, dış ticaret, deniz ulaştırması, enerji nakli, denizaltı servetlerinin çıkarılması, turizm vs. alanlarında, özellikle Doğu Akdeniz itibarıyla, artmıştır.

II. ATATÜRK DÖNEMİNDE, ÖZELLİKLE ROOSEVELT’İN BAŞKANLIĞI ZAMANINDA TÜRK -- AMERİKAN İLİŞKİLERİNDE KAYDEDİLEN GELİŞMELER:

1. Atatürk’ün ABD’ne Genel Bakışı:

Millî Mücadelemiz başladığı zaman Osmanlı Devleti ile ABD arasında diplomatik münasebetler 1917 yılında resmen kesilmiş bulunuyordu. Çünkü Birinci Dünya Savaşı’nda iki devlet karşı bloklarda yer almışlardı. Osmanlı Devleti’ndeki Amerikan menfaatlerini gözetmeyi İsveç üstlenmişti.  Amerika’daki Osmanlı menfaatlerini İspanya korumaktaydı.

ABD Almanya’ya karşı İtilâf Devletleri’nin yanında Nisan 1917’de Birinci Dünya Savaşı’na girdiği zaman, Atatürk Ordu Kumandanı olarak Doğu’da çeşitli cephelerde Osmanlı Kuvvetlerinin başında bulunuyordu. ABD’nin katılmasıyla savaşın dengelerinin ve seyrinin değiştiğine tanıklık etmişti.

Millî Mücadelemizi başlatma kararını aldığı dönemde de Atatürk, ABD’nin dünya siyasetindeki ve uluslararası ilişkilerdeki rolünün, ağırlığının farkında bulunuyordu.

Atatürk, Amerikan bağımsızlık mücadelesi ve bu mücadeleye yön ve şekil veren idealler hakkında bilgi sahibiydi. Başta İngiltere olmak üzere Batı Avrupa emperyalizmine karşı başlatılacak olan Millî Mücadelemiz gibi Amerikan bağımsızlık mücadelesi de esas itibariyle İngiliz emperyalizmine karşı gerçekleştirilmişti. 

Diğer taraftan, 20’inci yüzyılın ilk çeyreğinde ABD,  İngiltere ve Fransa’nın  aksine emperyalist bir Devlet de değildi. Gerçi, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti ve  ABD birbirine karşı olan bloklarda  yer almışlardı. Bununla beraber birbirleriyle hiçbir cephede savaşmamışlardı. Bu sebeple de, ABD savaş sonunda Osmanlı Devleti’ni parçalamak üzere hazırlanan Sèvres Antlaşması’nı imzalayan devletler arasında yer almamıştı.

Ayrıca, ABD Başkan’ı Wilson’un yayınladığı 14 ilkeden oluşan “İlkeler” Bildirisinde yer alan “milliyetler ilkesi” ve özellikle “Osmanlı İmparatorluğu'nun Türk bölümlerine güvenli bir egemenlik temin edilmesini” öngören  XII. İlke, Millî Mücadelemizin “millî bağımsızlık ve egemenlik” hedefi ile bağdaşmaktaydı.

Bu olgular karşısında Atatürk, İngiltere, Fransa ve İtalya’nın, maşa gibi kullandıkları Yunanistan’ı da yanlarına alarak millî mücadelemize karşı oluşturdukları cepheyi dengeleme düşüncesiyle, ABD’ni yanımıza çekebilmek için bazı teşebbüslerde bulunmuştur. O dönemin şartlarında bu çabalar sonuç vermemiştir.

Çünkü, Millî Mücadelenin başlamasından sonra ABD’de yerleşik Ermeni ve Yunan unsurlar Türkler aleyhindeki faaliyetlerini arttırmışlardır. Türkiye düşmanları Atatürk’ün hareketinin Osmanlı topraklarındaki azınlıkların kaderini daha da büyük tehlikelere atacağı; Amerikan misyoner faaliyetlerinin, Amerikalıların Anadolu’da açtığı okul ve hastanelerin zarar göreceği gibi kamuoyunu bulandıran iddialarda bulunmuşlardır.

ABD, bir taraftan 1823’de ilân ettiği “Monroe” Doktrini uyarınca uyguladığı “kabuğuna çekilme” [isolationism]   politikasının icabı olarak, diğer taraftan da Türkiye karşıtlarının propagandalarının tesiri altında Millî Mücadelemiz hakkında hayırhah bir tutum ve davranış içinde olmamıştır. Anadolu’daki gelişmelere esas itibariyle bağımsız bir Ermenistan kurulmasını sağlama niyetiyle yaklaşmıştır. ABD’nin güttüğü ana hedef, “Osmanlı İmparatorluğu ne şekilde parçalanırsa parçalansın, kim ‘mandater’ olursa olsun, bu topraklarda ekonomik ve ticarî bakımdan ‘açık kapı’ veya ‘’fırsat eşitliği’ ilkesinin” uygulanmasını gerçekleştirme olmuştur. 

Öte yandan, Anadolu’da uzun zamandan beri faaliyet gösteren Amerikalı misyonerlerin  ve özel Amerikan okullarında okumuş bazı Türk aydınların etkisiyle    Anadolu’da Amerikan manda idaresinin kurulması yönünde ortaya çıkan düşünceler ve dile getirilen istekler karşısında Atatürk’ün “ya istiklal, ya ölüm” parolasıyla katı ve kesin bir tavır takınmasının da, ABD’ni Türk Millî hareketinden uzak durmaya sevketmiş olabileceğini düşünmekteyim.

2. Millî Mücadele Döneminde ABD’ne Verilen Dostluk Mesajları:

Atatürk vatanımızı işgalden kurtarmak için başlattığı mücadelenin maksat ve hedefi hakkında kamu diplomasisi yoluyla ABD kamuoyuna mesajlar vermekten geri kalmamıştır. Bunun neticesinde de Millî Mücadelemizle ilgili haberler  ABD’nin önde gelen gazetelerinde çoğu kez olumlu haber ve yorum konusu olmuştur.

A. Gazeteci Louis Edgar Browne’nin Sivas Kongresi’ni İzlemesi:

Browne’nin Sivas Kongresi sırasında başta Atatürk, ayrıca Rauf Orbay olmak üzere Millî Mücadele’nin önderleriyle yakın ve yoğun temas ve görüşmelerde bulunmuş olduğunu belirtmiştim. Browne’nin Sivas’tan gönderdiği Atatürk’ün Anadolu’da başlattığı Millî Kurtuluş ve Bağımsızlık hareketinin gerçeklerini ortaya koyan haberler, yorumlar ve mülâkatlar Chicago Daily News’da yayınlanmıştır. Amerikan Stanford Üniversitesi’nin Tarih Profesörlerinden Fredrick Latimer gazeteci Browne’nin Sivas’tan yazdığı yazılar hakkında “Amerikan kamuoyu ve dünyanın büyük bir kısmı, bu büyük olayın ilk haberlerini ve Mustafa Kemâl ile milliyetçi hareketin ilk doğru tasvirlerini  Louis E. Browne vasıtasıyla Chicago Daily News’un sayfalarından aldılar ” demektedir. [58]

Browne Sivas’tan ABD’ne gönderdiği yazılarında, Mustafa Kemâl’in önderliğindeki milliyetçi hareketin başarıya ulaşacağına dair inancının ifadesi olan değerlendirmeler, yorumlar yapmıştır.

Browne, Büyük Zafer’den ve İzmir’in de düşman işgalinden kurtarılmasından  sonra Denver, Colorado’dan bir Amerikalı arkadaşına yazdığı 22 Eylül 1922 tarihli mektubunda şunları ifade etmiştir:

“Bir seneden fazla bir zamandan beri bir Colorado çitliğinde çift sürüyorum…….Oh ne mutlu! İzmir’den gelen son haberler beni ne kadar memnun ediyor. Her günün yeni gelişmeleri, omuzlarımdan yılların yükünü alıyor.”

Profesör Latimer, Browne’nin “omuzlarından büyük bir yükün kalktığına” dair ifadesini “Browne bu başarıyı senelerce evvel, dünyada kimsenin inanmadığı bir zamanda (1919’da) hesaplamış ve bu istikamette yazmıştır. Bir mesuliyet altına girmişti. Şimdi söyledikleri hakikat olmuştu” şeklinde değerlendirmiştir.

Millî Mücadelemizin gücü, amacı, hedefi hakkında ABD ve hattâ Avrupa kamuoylarını tarafsız ve doğru değerlendirmelerle bilgilendirdiği için   gazeteci Browne’ye o dönemde Sivas’ta çıkan İrâde-i Milliye gazetesinin 17 Eylül 1919 tarihli nüshasında açık teşekkür yayınlanmıştır.

B. Atatürk – General Harbord Görüşmesi:

Amerikalı General Harbord’un Sivas’ta Atatürk’ü ziyaretini, bu ziyaretin amacını, Atatürk’ün Bolşevik Rusya ile olan yakınlaşması konusu ve Millî Hareket’in Bolşevizm yanlısı olduğu yolunda Osmanlı Hükûmeti’nin yaptığı propagandası hakkında Amerikalı’ya olan açıklamasını yukarıda nakletmiştim.

Atatürk’ün General Harbord ile görüşmesinin en yakın tanığı görüşmede tercümanlık yapmış olan Prof. Hulûsi Y. Hüseyin (Pektaş)’dır. O’nun ifadesine göre, General Harbord, Mustafa Kemal Paşa'ya veda ederken elini sıkmış ve şu sözleri söylemiştir:

"Eğer Amerikan ordusunda muvazzaf bir subay olmasaydım, gelir sizinle birlikte mücadelenizi izlerdim.” [59]

Atatürk Amerikalı General Harbord ile görüşmesinden Büyük Nutuk’da şu sözlerle bahsetmektedir:

Efendiler, hatırlarınızda olsa gerektir ki, memleketimizde ve Kafkasya'da incelemeler yapmak üzere Amerika hükümeti General Harbord'un riyaseti altında bir heyet göndermişti. Bu heyet Sivas’a geldi. 22 Eylül 1919 günü General Harbord ile uzun uzadı ya konuştuk. General’e, milli harekâtın maksat ve gayesi ve milli teşkilât ve birliğin ortaya çıkış sebebi, gayrimüslim unsurlara karşı olan hissiyat ve yabancıların memleketimizdeki olumsuz propagandası ve icraatı hakkında tafsilatlı ve delilli olarak beyanatta bulundum. General'in bazı garip sorularına da muhatap kaldım. Meselâ, Milletiniz tasavvur edilebilen her türlü teşebbüs ve fedakârlıkta bulunduktan sonra dahi muvaffak olunamazsa ne yapacaksın? Verdiğim cevapta -hatırımda aldanmıyorsam- demiştim ki: Bir millet mevcudiyet ve bağımsızlığını temin için tasavvur edilebilen teşebbüsleri ve fedakârlığı yaptıktan sonra muvaffak olur. Ya muvaffak olamazsa demek, o milletin ölmüş olduğuna hükmetmek demektir. Dolayısıyla Millet hayatta oldukça ve fedakârane teşebbüslerine devam eyledikçe muvaffakiyetsizlik söz konusu olamaz. Generalin sorduğu sorudan asıl maksadın ne olabileceğini araştırmak istemedim. Fakat verdiğim cevabın O’nun tarafından takdirle karşılandığını bugün yeri gelmişken zikretmek isterim.”

C. Gazeteci Clarence Streit’e Verilen Mülâkat: [60]

Atatürk, Birinci İnönü zaferinden sonra Ankara’ya gelen Amerika’nın o dönemdeki önde gelen gazetecilerinden Clarence Streit’i 3 Mart 1921 günü Ankara Garı'ndaki konutunda kabul etmiştir. Yapılan mülâkatta Atatürk, Türklerle Amerikalıların hiçbir zaman savaşmamış olduklarına işaret ederek ABD ile münasebetleri kuvvetlendirmek istediğini söylemiştir.

Gazeteci Streit Atatürk ile yaptığı söyleşi ve Ankara’daki izlenimleri hakkındaki anılarını şöyle aktarmıştır:

Benimle 2 saat boyunca rahatça Fransızca konuştu…. Gözlerinde düşlerini gerçekleştiren bir idealist ifadesi vardı. Bende güçlü bir karakter izlenimi yarattı. Yaşam biçimi ve liderliğinde gösterişten, kendini beğenmişlikten eser yoktu. Makam arabası ve konutunu koruyan korumalardan başka, diğer devlet başkanlarının sahip oldukları onda yoktu…. Atatürk Ankara'da yürürken görülebiliyordu, insanlarla şakalaşırken, konuşurken sıcaktı…

Streit, ayrıca, Atatürk hakkında “Batı'daki diktatör suçlamalarının gerçeği yansıtmadığını gözlemlediğini; Türkiye'de o dönem hiçbir yerde Atatürk fotoğrafını görmediğini” belirtmiştir.

D. Laurence Shaw Moore’a verilen Mülâkat: [61]

Gazeteci Atatürk, sonraları Christian Science Monitor muhabirliği yapmış olan Amerikalı gazeteci Laurence Shaw Moore’u 1921 yılının Ağustos ayında Sakarya muharebesi için Ankara’dan ayrılmadan bir gün önce o zamanki Ankara Halk Evi binasında kabul etmiştir.

Atatürk, gazeteciye, diğer hususlar meyanında “biz, Türkiye’nin bağımsızlığını ve bütünlüğünü kurtarmaya çalışıyoruz. Allah’ın yardımı ve Türk milletinin yenilmez gücüne dayanarak amacımıza ulaşacağız” mesajını vermiştir.

Shaw Moore 1955’de Türkiye’ye yeniden geldiği zaman kendisiyle röportaj yapan Cumhuriyet gazetesinden Metin Ergin’e Atatürk ile yaptığı mülâkattaki izlenimlerini şu ifadelerle nakletmiştir:

Kurban Bayramı sabahı kalktığım zaman Ankara Camiinin önünde sokakta namaz kılan 5000 kişilik kalabalığı görünce makinemi alarak dışarı fırladım ve ilginç resimler çektim. Başkomutan Mustafa Kemal, o tarihî namazdan sonra halkın büyük gösterileri arasında Sakarya Savaşı’na hareket etti.

Mustafa Kemal’in gidişinden iki gün önce Doğu’dan gelen kahraman Türk çocukları, Başkomutan önünde bir geçit töreni yapmışlardı. Bu kahramanların giysileri yırtık pırtık, silâhları derme çatma olduğu, üstelik bir kısmının ayağında postal bile bulunmadığı hâlde çelik gibi inançla geçit töreni yapıyorlardı. Bu coşkulu durumu görünce kararımı verdim: ‘Böyle bir millet yenilemez!’ Mustafa Kemal bende kendine ve Türk milletine son derece güveni olan ve sonuna kadar savaşmaya kararlı olan büyük önder izlenimini bıraktı. Bakışları son derece etkili idi. Kendisinde güçlü görünmek için yapay bir durum sezilmiyordu. Aksine önderlik özelliklerine sahip bir insan olduğu belliydi. O’nun ülküsüne ben de inanmış ve bir işe girişeceği zaman uygun ortamını bulup önünde sonunda başaracağını anlamıştım. O kadar ki Atatürk’ün inkılâplarını bile bilerek en uygun zamanda yaptığına dair verdiğim kararda yanılmadığımı zaman gösterdi.

2. Lozan Barış Konferansı Döneminde ABD’ne Verilen Dostluk Mesajları

A. Chester İmtiyazı:

Atatürk Türkiye’nin kalkınması için dış destek ve yatırımların gerekli olduğunu görüyordu. Bu konuda o yılların şartları ve Millî Mücadele’nin gerçekleri karşısında emperyalist Avrupa değil ABD tercih edilmiştir. TBMM Hükûmeti 10 Nisan 1923 tarihinde “Ottoman-American Development Company” ile demiryolu ve maden işletmeciliğine dair bir anlaşma imza etmiştir.  ABD’nin Yakın Doğu'daki ilk büyük ölçekli maden çıkarma anlaşması olan Chester Projesi adını emekli amiral Colby Mitchell Chester'den almıştır. Sonradan Şirket’in sözleşme şartlarını yerine getiremeyeceği anlaşıldığından Anlaşma Türkiye tarafından 18 Aralık 1923'te feshedilmiştir. Proje uygulanmamıştır.

B. Atatürk’ün Isaac F. Marcosson’a Verdiği Mülâkat:[62] 

Atatürk 1923 yılının Temmuz ayı içinde de İstanbul’a gelen, orada bir süre kaldıktan sonra Ankara’ya geçen The Saturday Evening Post Dergisi yazarı Isaac F. Marcosson’a bir mülâkat vermiştir. Bu mülâkat anılan Dergi’nin 20 Ekim 1923 tarihli sayısında yayınlanmıştır.

Atatürk’ün ifadelerinden bazı alıntıları aşağıya kaydediyorum:

“Birleşik Devletlerin ideali, bizim de idealimizdir. Büyük Millet Meclisi’nin 1920 Ocak ayında ilân ettiği Millî Misakımız, sizin Bağımsızlık Beyannamenize çok benzer. O, sadece, Türk ülkesinin istilâdan kurtulmasını ve kendi kaderimize hâkim olmamızı ister. Bağımsızlık, hepsi bu. O, halkımızın misakı, anayasasıdır ve ne pahasına olursa olsun, bu misakı korumaya kararlıyız.”

“Türkiye de, Amerika da, demokratik rejimlerdir. Gerçekten, şu andaki Türk Hükümeti, dünyadaki en demokratik hükümettir. Halkın mutlak egemenliğine dayanır ve onun temsilcisi olan Büyük Millet Meclisi, yargı, yasama ve yürütme organıdır. Kardeş demokrasiler olarak, Türkiye ile Amerika arasında en sıkı ilişkiler olmalıdır.”

“Ekonomik ilişkiler alanında Türkiye ile Birleşik Devletler, her iki taraf için de en büyük yarar sağlayacak şekilde, birlikte çalışabilirler. Zengin ve çeşitli millî kaynaklarımızın, Amerikan sermayesi için çekici olması gerekir. Biz, gelişmemizde Amerikan yardımını memnuniyetle karşılarız; çünkü bütün başka ülkelerin sermayesinden farklı olarak Amerikan parası, Avrupa milletlerinin bizimle ilişkilerine can veren siyasal entrikalardan uzaktır. Başka bir ifadeyle Amerikan sermayesi, yatırılır yatırılmaz bayrağını çekmeye kalkmaz.”

“Bu bakımdan Amerika’ya olan inancımızın ve itimadımızın bir somut delili olarak Chester imtiyazını verdik. Bu aslında Amerikan halkına vermiş olduğumuz bir hediye olmuştur.” [ We have already given one concrete evidence of our faith and confidence in America by granting the Chester Concession. It is really a tribute to the American people.]

“Hayatım boyunca, Washington ve Lincoln’ün hayat ve eserlerinden ilham aldım. İlk on üç devletle yeni Türkiye arasında ilginç bir benzerlik vardır. Sizin atalarınız, İngiliz boyunduruğunu kaldırıp attı. Türkiye de, üzerindeki bütün rüşvet ve yiyicilikle birlikte taşıdığı eski imparatorluk boyunduruğunu, daha da kötüsü başka milletlerin bencil müdahalelerini kaldırıp attı. Biz şimdi, yeni bir milletin doğuşuna şahit olan bir doğum sürecinin içindeyiz. Amerikan yardımıyla amacımıza ulaşacağız.”

“Biliyor musunuz, Washington ve Lincoln niçin beni daima etkilemişlerdir?.....Onlar, sadece Birleşik Devletlerin şerefi ve kurtuluşu için çalıştılar; oysa, öbür başkanların çoğu, öyle görünüyor ki, kendilerini tanrılaştırmaya çabaladılar. Kamu hizmetinin en yüksek şekli, bencil olmayan çabadır.”

“Pan-İslâmizm, din ortaklığına dayanan bir federasyon demekti. Pan-Turanizm ise, ırka dayanan aynı çeşit bir çaba ve ihtiras ortaklığını temsil ediyordu. Her ikisi de yanlıştı. Pan-İslâmizm fikri, asırlar önce Viyana kapılarında, Türklerin Avrupa’da ulaştıkları en kuzey noktada öldü. Pan-Turanizm de, Doğu ovalarında mahvolup gitti.

Bu hareketlerin her ikisi de yanlıştı; çünkü, kuvvet ve emperyalizm anlamına gelen fetih fikrine dayanıyorlardı. Uzun yıllar emperyalizm, Avrupa’ya hâkim oldu. Ancak emperyalizm ölüme mahkûmdur. Bunun cevabını, Almanya’nın Avusturya’nın, Rusya’nın ve geçmişteki Türkiye’nin yıkılışında bulursunuz. Demokrasi, insan ırkının ümididir.”

“Bir Türkün ve savaş için yetişmiş benim gibi bir askerin böyle konuşması size garip gelebilir. Oysa, yeni Türkiye’nin temelindeki fikir aynen budur. Biz, zor kullanma, fetih istemiyoruz. Rahat bırakılmamızı ve kendi ekonomik ve siyasal kaderimizi kendimizin tayin etmesini istiyoruz. Yeni Türk demokrasisinin tüm yapısı, bunun üzerine kuruludur; şunu da ilâve edeyim ki, bu demokrasi, Amerikan düşüncesini temsil eder; şu farkla ki, siz kırksekiz devletsiniz, biz bir tek büyük devletiz.”

“Yüzlerce yıl boyunca Türk İmparatorluğu, Türklerin azınlıkta olduğu karmaşık bir insan yığınıydı. Daha başka sözde azınlıklarımız da vardı ve bunlar, sıkıntılarımızın büyük kısmının kaynağı olmuşlardı. Bu, ve eski fetih düşüncesi… Türkiye’nin gerilemesinin bir sebebi, bu güç yönetim işi yüzünden kendisini tüketmiş olmasıydı. Eski İmparatorluk çok büyüktü ve her an kendisini problemlere açık buluyordu.”

“Oysa, eski kuvvet, fetih ve yayılma fikri, Türkiye’de ebediyen ölmüştür. Eski İmparatorluğumuz, Osmanlıydı. Bu da, kuvvet ve zor demekti. Bu artık anlamını kaybetmiştir. Biz şimdi Türküz, yalnızca Türk. İşte bunun içindir ki, Woodrow Wilson’un gayet iyi ifade ettiği self-determinasyon idealine dayanan, Türklere ait bir Türkiye istiyoruz. Bu, milliyetçilik demektir ama, Avrupa’nın pek çok yerlerinde self-determinasyonu engelleyen bencil türden bir milliyetçilik değil. Ne de keyfî gümrük duvarları ve sınırlar demek. Bizim milliyetçiliğimiz, ticarette açık kapıyı, ekonominin yeniden canlandırılmasını, bir vatanda beliren gerçek anlamda ülkesel bir vatanseverliği ifade eder. Kan ve fetihle dolu bunca yıldan sonra nihayet Türkler, bir anavatana kavuşmuşlardır. Bunun sınırları belirlenmiş, dert kaynağı olan azınlıklar dağıtılmıştır. İşte bu sınırların içinde mevkiimizi korumak ve kendi kurtuluşumuz için çalışmak istiyoruz. Kendi evimizin efendileri olmak istiyoruz.”

“…..Avrupa’da barışı ve yeniden inşayı engellemiş olan şey nedir? Sadece şu: Bir milletin diğerine müdahalesi. Daha önce bahsettiğim, haris, bencil milliyetçiliğin bir parçası. Bu, ekonominin yerine siyasetin geçmesi sonucunu doğurmuştur. Alman tamirat tazminatı kördüğümü, bunun yalnızca bir örneğidir. Küçük çaplı siyaset, dünyanın baş belasıdır.”

“Bizim güçlükle kazandığımız Türk bağımsızlığını engellemeye çalışan, milliyetçiliğimizi kötüleyen, bunun doğu komşularımızı fethetme arzusunu maskeleyen bir kamuflajdan ibaret olduğunu söyleyen, ekonomiyi yönetecek yetenekte olmadığımızı ileri süren milletler var. Bakalım, göreceğiz.”

C. Lozan Barış Konferansı Döneminde ABD’nin Tutumu:

ABD Birinci Dünya Harbi’nde Osmanlı Devleti ile savaşmadığı ve Sèvres Antlaşması’nı imzalamadığı için  Lozan Barış Konferansı’na savaşın galip devletlerinden biri olarak  katılmamıştır. Konferans’ta “gözlemci” olarak temsilci bulundurmuştur.

Amerikan heyeti başta kapitülasyonlar olmak üzere ticarî, ekonomik ve buna ilişkin konularda ve  Patrikhane, Ermeni sorunu, Boğazlar konularında aktif tutum takınmıştır.

Lozan Barış Konferansı’nın sonlarına yaklaşılırken Amerika’daki Ermeni ve Rum-Yunan lobileri ile bütün Türk düşmanları Rum Ortodoks Kilisesi’ni de kullanarak harekete geçmişlerdir. “Lozan Antlaşmasına hayır” sloganı altında yeni ve güçlü bir Türk düşmanlığı kampanyası başlatılmıştır.

ABD Dışişleri Bakanlığı’na “topraklarında yaşayan Hıristiyanların can ve mal güvenliğine dikkat etmeyen Türkiye ile bir andlaşma müzakere edilmemesini” isteyen mektuplar yağmıştır.

Lozan Barış Andlaşması’nın imzalanmasından bir hafta sonra 30 Temmuz 1923 tarihli New York Times’da Arsak Mahdesiyan isimli ABD vatandaşı Ermeni’nin “Antlaşma’nın yeni bir savaşın tohumlarını ektiği ve Ermeni ulusuna ihanet oluşturduğu” iddiasının yer aldığı mektubu yayınlanmıştır. 

D. ABD Senatosu’nda Onaylanamayan  Türkiye – ABD “Dostluk ve Ticaret Andlaşması”:

Atatürk Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından sonra barışçı bir siyaset gütmek ve bütün dünya ülkeleriyle dostluk ilişkileri kurmak istemiştir.  Bu istekle,  Osmanlı İmparatorluğu ile diplomatik ilişkileri 1917 yılında kesilmiş olan ABD ile diplomatik ilişki kurmaya elbette önem ve öncelik vermiştir. ABD tarafında da bu istek görülmüştür. ABD de Ankara Hükümetini tanıma arzusunda olmuştur.

Lozan Barış Konferansı’nın kapanmasından  sonra İsmet Paşa bir süre daha Lozan’da kalmıştır. Lozan’daki ABD heyetiyle temasları sürdürmüştür.

İsmet İnönü “Hatıralar” isimli kitabında bu konuda şunları anlatıyor:

Lozan Muahedesi (Andlaşması) gibi Amerika ile de bir muahede imzalayarak, iki memleket arasında tabiî münasebetler kurulmasını temin edecektik. Böyle bir muahede için Amerikalılar arzu gösterdiler. Hükûmet’ten izin aldım ve görüşmelere başladık. Amerikalılar, bütün Lozan Müzakereleri esnasında sulh yapılması için yardımcı oldular, fakat kapitülasyonlar üzerinde, kuvvetli devletlerin asırlardan beri takip ettikleri politikada müttefikleri engellemediler, desteklediler. Ne vakit kapitülasyonlardan bahis açılırsa, ne vakit iktisadî imtiyazlardan bahsolunursa, Amerikalılar, açık kapı politikasının taraftarı olduklarını; Amerika tebaasının bulunduğu her yere donanmaları ile gitmek hakkını muhafaza ettiklerini söylerlerdi.  Bu görüşlerini her vesile ile belli etmişlerdir. Müşahit (gözlemci) olarak  görüşlerini teyit ederlerken ve Amerika’nın cihan (dünya) politikasını söylerlerken Türklere karşı yardımcı olmayı ve sempatik görünmeyi ihmal etmemişlerdir. Bunu bir politika olarak mümkün olan ölçüde takip etmişlerdir. Lozan’da Amerikalılarla muahede müzakerelerine bu hava içinde yeniden başladık….” [63]

Neticede 6 Ağustos 1923 günü Lozan’da Türkiye ile ABD arasında bir “Dostluk ve Ticaret Andlaşması” [The Turco – American Treaty of Amity and Commerce] imzalanmıştır. Andlaşma’yı İsmet  Paşa ile ABD Temsilcisi Joseph Grew imza etmişlerdir.  Andlaşma’da iki ülke arasında normal diplomatik ve konsolosluk ilişkilerinin yeniden başlatılması ve dostane münasebetlerin kurulması da öngörülmüştür. Ayrıca “Suçluların İadesi Anlaşması” imzalanmıştır. 

Bir taraftan Lozan Barış Andlaşması’nın imzalanmasıyla birlikte yoğunlaşan Türkiye aleyhtarı propaganda kampanyanın etkisiyle, diğer taraftan da ABD Kongresi’nde Andlaşma’nın kapitülasyonlara dair hükmüne ortaya çıkan itirazlar sebebiyle, Lozan’da ABD ile imzalanan Andlaşma’nın onay için ABD Kongresi’nde oylamaya sunulması üç buçuk yıl almıştır. Nihayet, 18 Ocak 1927 günü ABD Senatosu’nda yapılabilen  oylamada Andlaşma’nın onaylanması, gerekli üçte iki çoğunluk- 6 oy eksiğiyle – sağlanamadığı için, reddedilmiştir.

E. Türkiye – ABD Arasında “Modus Vivendi ve Diplomatik İlişkilerin Kurulması”:

Bu durumda Türkiye ve ABD, diplomatik ilişki kurabilmesi için ABD Kongresi’nden onay almayı gerektirmeyen yönteme başvurmuşlardır. Nota teatisi yoluyla 17 Şubat 1927 tarihinde bir “modus vivendi” yapmışlardır. Böylece iki Devlet arasında o tarihe kadar “ad hoc” zeminde yürütülen ilişkilerin yerini “de jure” diplomatik ilişkiler almıştır. Aynı yıl içinde karşılıklı Büyükelçi teati edilmiş ve büyükelçiler görevlerine başlamışlardır.

F. Türkiye ile ABD Arasında İlk Andlaşma:

Türk Amerikan ilişkilerinin bu olumlu seyri içinde iki Devlet arasında 1 Ekim 1929 tarihinde “Ticaret ve Seyr-ü Sefain” antlaşması imzalanmıştır. Bu Antlaşma Türkiye Cumhuriyeti’nin ABD ile akdettiği ilk anlaşmadır. Taraflar birbirlerine “en ziyade müsaadeye mazhar millet” (en çok gözetilen ulus) [most favoured nation] imtiyazını tanımışlardır.

G. İlişkiler Somut Muhtevadan Yoksun:

Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerdeki gelişmeler ana noktaları itibariyle  böyle olmakla beraber, iki ülke ilişkilerinin ve işbirliğinin yaklaşık ilk on onbeş  yılında dostane havasına rağmen somut zengin bir muhteva kazanabilmiş olduğunu söylemek mümkün değildir.

Bunun dönemin özellikle ABD’den ve 1929’da zirve yapan dünya ekonomik buhranından kaynaklanan sebepleri olmuştur.  Birinci Dünya Savaşı’nın ertesinde ABD izolasyonist (yalnızcı) politikalar uygulamaya başlamıştır. Wilson’dan sonra Başkan seçilen Harding döneminde ABD milletlerarası işbirliğini öneren bir devlet olmasına rağmen Wilson’dan sonra Başkan seçilen Harding döneminde Milletler Cemiyeti’ne dahi üye olmaktan kaçınmıştır. İçe, iç ekonomik konulara dönmüş; ticarî büyümeye ve sanayide genişlemeye önem ve öncelik vermiştir. Avrupa konularından uzak durmuş; Türkiye ile fazla ilgilenmemiştir. Uzak doğuda Japonya’dan gelebilecek muhtemel tehditlere odaklanmıştır.[64]

İki Devlet arasında yüksek düzeyde özellikle Cumhurbaşkanları arasında belirli vesilelerle ve önemli bir olay vukuunda (milli gün kutlaması, taziye, vs.) yapılan yazışmalarla, iki Devlet’in Büyükelçilerinin güven  mektuplarını sunma törenlerinde protokol icabı olarak yapılan konuşmalarla karşılıklı dostane mesajlar verilmiştir. Bunlardan öne çıkan örnek olayları aşağıda zikredeceğim.

Devlet Başkanları arasındaki yazışmalara ilâve olarak, ABD’nin önde gelen gazetelerinde Türkiye ve Atatürk hakkında olumlu yayınlar yer almıştır. ABD’nin ünlü TIME Dergisi Atatürk’ü 1923’de ve 1927’de kapak konusu yapmıştır. Türk basınında ABD ile dostluğa verilen öneme dair haber ve yorumlar çıkmıştır.

a. İki Amerikalı Pilotun New York – İstanbul Arasında Uçuşu:

R.Boardman ve J.Polando adlı iki Amerikalı pilot kullandıkları “Bellanca CH-300” tipi uçakla 28 Temmuz 1931 günü New York’tan havalanıp “non-stop” 49 saat 20 dakika uçarak 30 Temmuz günü İstanbul Yeşilköy havaalanına iniş yapmışlardır. Bu uçuş ilk en uzun mesafe non-stop dünya rekoru olarak tarihe geçmiştir. Olay Türkiye’de büyük ilgi uyandırmıştır. Gazeteler olayın haberlerini günlerce manşette vermişlerdir.

Atatürk bu rekor uçuş hadisesinden Türk – Amerikan ilişkileri açısından yararlanmasını bilmiştir.

İki Amerikalı pilotu o günlerde bulunduğu Yalova’da kabul etmiştir. ABD’nin o dönemdeki Ankara Büyükelçisi Grew Atatürk’ün bu jestini şu sözlerle değerlendirmiştir:

Mucizelerin mucizesi! Gazi havacıları Yalova’da kabul etmek istediğini bildirdi. Halbuki ünlü yabancıların, Amirallerin, Generallerin, Bakanların o özel mekâna ulaşmaları çoğu zaman mümkün olamamakta veya en iyi ihtimalle günlerce beklemeleri gerekmekteydi. Şimdi ise Amerika’nın bu iki çocuğu Gazi  tarafından gecikmeden  onurlandırılabilmeleri için hemen çağırmaktaydı.[65]

Atatürk bu münasebetle ABD Başkanı Hoover’e gönderdiği  dostluk mesajında şunları ifade etmiştir:

Amerikalı kahramanlar Türk Ulusunun kalbini sevinçle doldurmuştur. Başarmış oldukları harikulade işin sonunda bu cesur gençlerin yüzlerinde gördüğüm neşe ve azim ifadesi bana şu inancı verdi ki, insanlık için kazandıkları bir büyük zafer onlar için yalnız bir başlangıçtır. Asil ve muhterem şahsiyetiniz aracılığı ile bu büyük kahramanları yetiştiren şanlı ulusunuzu kutlamak benim için büyük bir zevktir.”

ABD Başkanı Atatürk’ün mesajını dostane sözlerle cevaplandırmış; ayrıca Ankara Büyükelçisi vasıtasıyla da mesajdan ve Amerikalı pilotlara bahşedilen şereften duyduğu memnuniyeti Ankara’ya duyurmuştur.[66]

Amerikalı pilotlara Türkiye’de misafirperverlik gösterildiğine  ve havacıların Atatürk tarafından kabullerine dair haberler    ABD basın yayın organlarında birinci sayfada geniş yer bulmuştur.  Türk – Amerikan ilişkileri hakkında olumlu yazılar çıkmıştır.

b. ABD Genelkurmay Başkanı Orgeneral Mac Arthur’un Türkiye’yi ziyareti:

ABD Genelkurmay Başkanı Orgeneral Mac Arthur 25-28 Eylül 1932 tarihlerinde Türkiye’ye resmî bir ziyarette bulunmuştur.  Bu o vakte kadar ABD’den Türkiye’ye yapılmış olan en yüksek düzeydeki ziyaret olmuştur. 

Misafir General Atatürk tarafından 27 Eylül günü İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nda kabul edilmiştir.

Açık kaynaklarda yer alan bilgilere göre, görüşmede, General Mac Arthur, Türkiye'de gördüğü iyi kabulden dolayı teşekkür etmiş ve Amerika Başkanı’nın selâmlarını kendisine iletmiştir. Atatürk de Amerika Başkanına mukabil selâmlarının bildirilmesini istemiştir.

General’in, ziyaret ettiği Ankara'yı beğendiğini; zamanla Ankara’nın çok büyük bir şehir haline geleceğini düşündüğünü ve  orada gördüğü çiftlik ve içinde bulunan Marmara köşkünü de çok beğendiğini söylemesi üzerine, Atatürk, çiftliğin yerinde yedi sene önce çıplak ve bataklık bir yer bulunduğunu; işe bir aygır ve iki küçük traktörle başlanıldığını; bu işi Ankara'da yerleşmenin mümkün olduğunu ispat maksadıyla ile yaptığını ifade etmiştir.

General Mac Arthur, dünya ekonomik buhranı sebebiyle Amerika’da şartların zorluğundan ve çok sayıda işsiz bulunduğundan bahisle, Türkiye'nin ziraat memleketi olmasından dolayı ekonomik buhranın Türkiye'deki etkisinin yok denecek kadar hafif olduğunu bildiğini vurgulamıştır. Atatürk cevaben dünya ekonomik krizinin üstesinden gelinebilmesinin ilim, fen ve çalışma sayesinde olacağını düşündüğünü; vaziyetin normale doğru gideceğini ümit ettiğini ve Türkiye'nin ekonomik buhrandan daha fazla etkilenmesine yol açması tehlikesine rağmen,  yine de gelişmiş bir sanayi kurmayı hedeflediklerini söylemiştir.

Dünyadaki muhtemel gelişmelerden söz açılınca Atatürk, dünyada henüz güvenliğin tam olarak kurulamamış olması sebebiyle silahlanmanın terk edilmesinin akıllıca bir iş olmayacağını düşündüğünü ifade etmiştir.

Mac Arthur Ankara’da Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak tarafından kabul edilmiş ve onuruna askerî resmigeçit düzenlenmiştir. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın Ankara dışında olan Başbakan İsmet İnönü’ye misafirin Ankara’daki temasları hakkında gönderilen telgrafında Mac Arthur’un şu sözlerine yer verilmiştir:

Bu sene altı memleket ziyaret ettim ve altı ordu gördüm. Bunların arasında gerek teçhizat gerek talim terbiye itibarıyla Türk ordusunun derecesine varan bir diğerine tesadüf etmiş değilim.”

Amerikalı General’in Millî Savunma Bakanı Zekâi Bey ile yaptığı görüşmede Türkiye’nin, önce Fransa’dan temin etmek istediği, fakat, Fransız firmasının şartnameye uymaması sebebiyle bir Amerikan firmasına sipariş edilmiş olan avcı uçakları konusu da açılmıştır. Mac Arthur, Türkiye’nin  sipariş verdiği Amerikan şirketi hakkında olumlu görüş bildirmiştir. Birkaç gün sonra 2 Ekim 1932 tarihli New York Times gazetesinde Türkiye'nin 24 adet Curtiss Hawk-II uçağı satın alacağı haberi çıkmıştır. 

Mac Arthur kendisine refakat eden mihmandar subayımıza Türk Ordusu hakkında şu sözleri dile getirmiştir:

Türk Ordusu ile talebelik zamanımdan beri alâkadar oluyorum. Bu sebeple Türk harp tarihini büyük bir dikkat ve alâka ile tetkik ettim Bu husustaki hislerim takdirle doludur….” [67]

General Mac Arthur İstanbul’da Taksim Cumhuriyet Abidesi’ne çelenk koymuştur. Çelengin üstündeki yazı bandında “Gazi Mustafa Kemal’e ve Türk Ordusu’na Amerikan Ordusunun Büyük Hayranlık ve Takdirinin Nişanesi” ibaresi yer almıştır.[68]

ABD’de çıkan  “The Caucasus” dergisi 1951 yılında General Mac Arthur’un ziyaretinden 19 yıl sonra  Atatürk’ün görüşmede General’e olan ifadelerinin   ayrıntısını açıklamıştır. Dergi’nin açıklamaları ertesi gün 8 Kasım 1951 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yer almıştır. 

Gazete’de yer alan bilgilere göre, Mac Arthur Atatürk’ün Avrupa’nın durumu hakkındaki düşüncesini öğrenmek istemiştir.  Atatürk şunları söylemiştir:

“Versailles Andlaşması Birinci Dünya Savaşı’na neden olmuş olan âmillerden hiçbirini yok edemediği gibi, aksine dünün başlıca rakipleri  arasındaki uçurumu büsbütün derinleştirmiştir. Çünkü, yenen devletler, yenilenlere barış şartlarını zorla kabul ettirirken, bu ülkelerin etnik, jeopolitik ve ekonomik özelliklerini asla göz önüne almamışlar ve sadece düşmanlık duygularından beslenmişlerdir. Böylelikle bugün, içinde yaşadığımız barış dönemi sadece ateşkesten ibaret kalmıştır. Eğer siz Amerikalılar, Avrupa işleriyle ilgilenmekten vazgeçmeyerek, Wilson’un programını uygulamakta ısrar etseydiniz, bu ateşkes dönemi uzar ve bir gün sürekli bir barışla sonuçlanabilirdi. Bence, dün olduğu gibi yarın da, Avrupa’nın geleceği Almanya’nın alacağı duruma bağlıdır. Olağanüstü bir dinamizme sahip olan bu 70 milyonluk çalışkan ve disiplinli millet, üstelik millî tutkularını kamçılayabilecek siyasî bir cereyana kendisini kaptırdı mı, er geç Versailles Anlaşması’nın bozulmasına girişecektir.”

Atatürk bu bağlamda “Almanya’nın İngiltere ve Rusya hariç olmak üzere, bütün Avrupa kıtasını işgal edebilecek bir orduyu kısa bir zamanda oluşturabileceğini; bundan dolayı savaşın 1940-46 yılları arasında başlayacağını; Fransa’nın güçlü bir ordu yaratmak için gereken özellikleri yitirdiğini ve İngiltere’nin adalarını savunmak için, bundan sonra Fransa’ya güvenemeyeceğini” sözlerine eklemiştir.

ABD’nin takınması gerekebilecek tutum hakkında da Atatürk muhatabına “Amerika’nın geçen savaşta olduğu gibi, bu savaşta da tarafsız kalamayacağını ve Almanya’nın ancak Amerika’nın müdahale etmesiyle yenileceğini” ifade etmiştir.

O yıllarda Avrupa’ya yönelen asıl tehdit ve tehlike konusunda da Atatürk tahmin ve düşüncesini şu sözlerle açıklamıştır:

“Avrupa devlet adamları, başlıca anlaşmazlık konusu olan önemli siyasî konuları, her çeşit millî egoizmlerden uzak ve yalnız herkesin yararına olarak, son bir çaba ve tam bir iyi niyetle ele almazlarsa, korkarım ki felâketin önü alınamayacaktır. Çünkü, Avrupa sorunu İngiltere, Fransa ve Almanya arasındaki anlaşmazlıklar sorunu olmaktan artık çıkmıştır. Bugün Avrupa’nın doğusunda bütün uygarlığı ve hatta bütün insanlığı tehdit eden yeni bir güç belirmiştir. Bütün maddî ve manevî imkânlarının hepsini birden, dünya ihtilâli amacı uğruna seferber eden bu korkunç güç, üstelik Avrupalılar ve Amerikalılarca henüz bilinmeyen yepyeni bir siyasî yöntem uygulamakta ve düşmanlarının en küçük hatalarından bile kusursuz olarak yararlanmasını bilmektedir. Avrupa’da ortaya çıkacak bir savaşın başlıca kazananı ne İngiltere, ne Fransa, ne de Almanya’dır. Sadece Bolşevizm’dir. Rusya’nın yakın komşusu ve bu ülkeyle en çok savaşmış bir millet olarak biz Türkler, orada gelişen olayları yakından izliyor ve tehlikeyi bütün çıplaklığıyla görüyoruz. Uyanan doğu milletlerinin anlayışlarını kusursuzca sömüren, onların millî isteklerini okşayan ve kinleri kışkırtmasını bilen Bolşevikler, yalnız Avrupa’yı değil, Asya’yı da tehdit eden başlıca güç durumunu almışlardır.” [69]

Mac Arthur Atatürk’e cevaben “Düşüncelerinize tamamen katılıyorum” demiş ve “Avrupa’da başlayacak bir savaş, mutlaka Asya’ya da yayılacaktır. Ancak, büyük devletlerin Avrupa’daki yenilgilerini, Japonya, Asya’daki emellerini uygulamak için fırsat bilecektir” demiştir.

Görüşmenin sonunda Atatürk gülerek muhatabına “görüşlerimizde tam bir mutabakat var. Ancak temenni edelim ki, vaziyeti biz yanlış görelim ve dünyanın mukadderatını ellerinde tutan devlet adamları haklı çıksınlar.” [70]

Atatürk’ün milletlerarası sahnede gelecek on yıl içinde meydana gelebilecek gelişmelere dair ABD Genelkurmay Başkanı’na ifade ettiği kehanet gibi tahminleri, ziyaret yapıldığı günlerde basında yayınlanmamıştır. Bunun sebebi olarak aklıma, hem Türkiye’nin, hem ABD’nin o dönemdeki diğer devletlerle olan kendi  ikili ve çok taraflı ilişkileri bakımından hassasiyet yaratabilecek nitelikteki bu beyanların kamuoyuna aktarılmaması hususunda Atatürk’ün ve Mac Arthur’un o görüşmede birbirlerine asker sözü vermiş olabilecekleri ihtimali gelmektedir.

Özellikle Atatürk’ün Bolşevizm’den ve Rusya’dan yakın gelecekte gelebilecek tehdit ve tehlikeler hakkında muhatabına açık sözlü tahminlerde bulunduğu dönemde Türkiye ve Sovyet Rusya arasında çok dostane münasebetler cereyan etmekteydi. Nitekim Atatürk, Mac Arthur ile yaptığı görüşmeden bir ay sonra TBMM’deki nutkunda Sovyetler Birliği ile olan ilişkilerimiz hakkında “Bu yıl seçkin bir Sovyet heyetinin karşı ziyaretini kabul ettik. Bu ziyaretin onuncu yıl bayramına rastlaması, iki ülke arasındaki ilişkilerinin derin samimiyetini gösteren mutlu bir neden olmuştur. İki ülkenin zor zamanlarında kurulmuş olan, beş yıldır türlü sınavlardan daha güçlenerek çıkmış bir dostluğun her zaman yüksek değer taşıdığı ve uluslararası barış için değerli ve önemli bir etken olduğu da kabul edilmelidir.” [71]

H. Atatürk - Roosevelt Döneminde Dostluk İlişkileri: [72]

a. İlk Mesaj Teatileri:

ABD’de Franklin Delano Roosevelt’in 1933’de başlayan Başkanlığı döneminde Cumhurbaşkanları düzeyinde kurulan samimi dostluk, Türk ve Amerikan kamuoylarına da karşılıklı dostluk havası meydana getirmiştir.

F.D. Roosevelt seçildikten fakat henüz göreve başlamadan önce Şubat ayında  Miami’de bir suikast teşebbüsüne hedef olmuş ve yaralanmadan kurtulmuştur. Bu münasebetle Atatürk Başkan Hoover’e bir mesaj göndermiş ve olaydan duyduğu üzüntüsünü ve Türk halkının Amerikan halkına olan dostluk duygularını ifade etmiştir.

Atatürk, Roosevelt’e Mart ayında göreve başlaması üzerine  tebrik; kısa bir süre sonra da Kaliforniya eyaletinde Los Angeles merkezli meydana gelen deprem felâketi sebebiyle geçmiş olsun ve taziye telgrafları göndermiştir. Atatürk’ün bu dostane mesajlarına, Roosevelt dostane ifadelerle cevap vermiştir.

Bu mesajları, iki hafta kadar sonra Atatürk’ün gönderdiği yeni bir taziye mesajı takip etmiştir. ABD’nin Akron isimli yolcu balonunun 1933 Nisan başında kazaya uğraması ve çok can kaybı meydana gelmesi üzerine Atatürk Roosevelt’e şahsı ve Türk Milleti adına üzüntü beyan eden bir taziye mesajı göndermiştir. Roosevelt bu mesajı kendisinin ve Amerikan halkının dostluk duygularını yansıtan bir mesajla cevaplandırmıştır.

b. Dünya Ekonomik Durumu ve Silâhsızlanma Çalışmaları Hakkında Mesajlaşma:

Roosevelt dünyanın siyasî ve ekonomik alanlarda karşı karşıya bulunduğu tehditler, tehlikeler, alınmasında fayda gördüğü âcil tedbirler ve silâhsızlanma çalışmaları hakkında dünyanın önde gelen devletlerinin Liderlerine  ve bu çerçevede Atatürk’e 16 Mayıs 1933 tarihli bir mesaj göndermiştir.

Atatürk, 18 Mayıs 1933 tarihli cevabî mesajında, diğer hususlar meyanında, Türkiye’nin dünya barış davasına olan bağlılığını, yaptığı katkıları, Türkiye’nin Cenevre Silâhsızlanma Konferansı’ndaki aktif tutumunu, ABD gibi Türkiye’nin de, saldırı vasıtalarının imhasından ve savunmanın kuvvetlendirilmesinden yana olduğunu  vurgulamıştır. Ayrıca şunu ifade etmiştir:

Silahsızlanma Konferansı hakkında sizinle aynı düşüncede olarak belirtmek isterim ki, erişilmesi istenen netice çok mühimdir. Bu neticenin gerçekleşmesi de, bütün dünyanın refahının kaynağı olan sükûnet  ve güvenlik ideali uğruna özel menfaatlerin  terkedilmesine bağlıdır.

c. ABD’nin Yeni Büyükelçisi’nin Güven Mektubu Sunma Törenindeki Konuşmalar:

ABD’nin yeni Ankara Büyükelçisi Robert P. Skinner Güven Mektubu’nu 16 Ekim 1933 günü Atatürk’e sunmuştur. Büyükelçi törende yaptığı konuşmada, özetle, göreve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 10 yıldönümü günlerine tesadüf etmesinin anlam ve önemi üzerinde durmuş; bu kutlu yıldönümü için ABD Cumhurbaşkanı’nın tebrikini dile getirmiş; Amerikan halkının Türkiye’ye dostane ilgi gösterdiğini vurgulamış ve bu ilginin başta gelen sebebinin Atatürk’ün ilham verici liderliği altında Türkiye’nin on yıl içinde gösterdiği olağanüstü gelişme olduğunu ifade etmiştir.

Atatürk cevabî konuşmasında başlıca şunları söylemiştir:

“…..Saygıdeğer Amerika Cumhurbaşkanı’nın Cumhuriyetimizin 10.Yıldönümü sebebiyle bana gelen tebrik ve dileklerinden dolayı çok duygulandım. Kendilerine, gösterdikleri bu incelikten ve ilgiden dolayı teşekkürlerimi sunarım. Eziyetli bir mücadele sonunda ve büyük özverilerle Cumhuriyet idaresini kuran Türkiye, kurtuluşu için vatansever liderlerinin dahice yönetimi altında şanlı mücadeleler yapmış ve dünyaya yüksek vatanseverliğini ve kahramanlığını göstermiş olan Amerikan milletini övgüyle anmaktadır. Büyük Cumhuriyetinizin vatandaşlarının memleketimizde gerçekleşmesine çalıştığımız yenilik hareketlerine karşı derin ilgi göstermekte olduğu hakkındaki sözlerinizden çok memnun oldum. Saygıdeğer Amerika Cumhurbaşkanı’nın, memleketin iktisadî kalkınması yolunda geçen uygulamalarını ilgi ve dikkatle izlemekteyiz. Bu uygulamaların başarılı olmasını candan ve gönülden dileriz….

d. Başkan Roosevelt’in Cumhuriyet’in 10. Bayramı Kutlama Mesajı ve Atatürk’ün Cevabı:

Başkan Roosevelt 29 Ekim 1933 günü Atatürk’e bir kutlama mesajı göndermiş, mesajında Cumhuriyetimizin 10. Yıldönümü münasebetiyle “en sıcak ve samimi” tebrikini sunmuş  ve “geçen bu on sene zarfında Zatı Alileri’nin faal ve şuurlu idaresi altında Türkiye, dünyanın en gelişmiş milletleri arasına girmekle kalmayıp, uluslararası barış mücadelesinin de başlıca lideri olmuştur" sözlerine yer vermiştir.

Atatürk, cevabî mesajında Roosevelt’e ifade ettiği iyi dilekler ve kutlama için teşekkür etmiş  ve “bütün Türkiye tarafınızdan girişilen asil işi hakiki bir alâka ile takip etmekte ve dost memleket için tamamıyla gerçekleşmesini temenni eylemektedir. Büyük Amerika Cumhuriyeti’nin mümtaz Reis’inden bu bayram günlerinde gelen dostluk sözleri bütün Türk Milleti’nce hissolunacaktır….

e. Başkan Roosevelt’in Özel Jesti:

Vaşington Büyükelçimiz Ahmet Muhtar Bey Cumhuriyet bayramımız münasebetiyle  29 Ekim 1933 akşamı, New York'da, "Türkiye'nin Amerikalı dostlarının” da katıldığı büyük bir yemek vermiştir. Başkan Roosevelt bu yemeğe bir mesaj yollamıştır. Mesajda, diğer hususlar meyanında şu ifadeler yer almıştır:

“….Bir milletin tarihinde on sene gibi kısa bir müddet bir dönüm noktası teşkil edebilir, fakat bu müddet bilhassa Türk Milleti’nin tarihinde pek hususi bir ehemmiyeti haiz bir dönüm noktasıdır. Bu nispeten kısa müddet zarfında Türk Milleti hayatında ve müesseselerinde husule getirdiği ve derin akisler yapan değişiklikler sayesinde terakki yoluna büyük bir emniyetle girmiş ve bütün dünyanın dikkat ve hayranlığını üzerine celbetmeye muvaffak olmuştur.

Dünyanın istikrar, sulh ve terakki içinde millî hayat süren memleketleri arasına girmeye ve hakikaten kendisine yaraşan mevkii almağa muvaffak olan Türkiye'nin Devlet Reisi Gazi Mustafa Kemal Hazretlerinin bu uğurda ve maksat için sarfetmekte olduğu kudretli hamleleri, Amerikan milleti sempati dolu bir alâka ile takip etmektedir. Derin ve çeşitli olan Türk reformlarının muvaffakiyetindeki harikulâde ehemmiyettir ki, samimi tebriklere sebep teşkil etmektedir. Bu fırsattan istifade ederek sizlere iştirak ediyorum. Türkiye Cumhuriyeti Reisine devamlı muvaffakiyeti için kalbî tebriklerimi ve Türk Milletine refah ve saadeti için dost dileklerimi sunarım.

f. Atatürk’ün Roosevelt’in Jestine Cevabı:

Atatürk, ABD Başkanı Roosevelt’in Vaşington Büyükelçimizin New York’ta düzenlediği Cumhuriyet’in 10. Yıldönümü yemeğine gönderdiği kutlama mesajından  duyduğu memnuniyeti bir mesajla ifade etmiştir.

Vaşington Büyükelçiliğimizce ABD Yönetimine ulaştırılan mesajda Atatürk Amerikan Milleti’ne ve Başkanı’na teşekkür etmiş ve şöyle demiştir:

“….On yaşını bitiren Cumhuriyetimiz daha kurulurken kendine çizdiği hareket hattını adım adım takip etmiş ve bu kısa müddet içinde yakın mazinin biriktirdiği karanlıkları dağıtmaya muvaffak olmuştur. Türk Cumhuriyeti’nin en esaslı umdelerinden biri olan ‘yurtta sulh cihanda sulh’ gayesi insaniyetin ve medeniyetin refahı ve gelişmesinde en esaslı amil olsa gerektir. Buna elimizden geldiği kadar hizmet etmiş ve etmekte bulunmuş olmak bizim için iftihara medardır. Türkiye’de doğan inkılâp güneşi yükselerek hararetini neşrettikçe, Türk Milleti’nin kalbi bütün dünyanın büyük ve takdire şayan eserlerine karşı sıcak bir muhabbetle dolmakta ve bütün gelişme ilkelerini tamimiyle benimsemektedir. İşte bu derin takdir ve anlayışladır ki, Türk Milleti, daha çok evvel aydınlanan Birleşik Amerika Milletlerine ve onların kudretli Başkanı’na karşı hadsiz bir sevgi ve cazibe hissetmektedir. Sayın Roosevelt’in büyük faaliyetleri Türkiye’de derin bir alaka ile takip edilmektedir.  Bu bilgili faaliyetin Amerikan Milleti için amaçladığı refahı sağlamasını ve böylece dünyadaki acıların hafifletilmesine hizmet etmesini Türkler yürekten temenni etmektedirler…”

g. Atatürk ve Roosevelt Arasında Pul Diplomasisi:

1935 Mart ayı içinde ABD’nin Ankara Büyükelçisi Dışişleri Bakanlığımıza müracaatla ABD Başkanı Roosevelt’in pul koleksiyonculuğuna pek meraklı olduğunu ifadeyle Türkiye’nin yeni çıkacak posta pullarından zamksız bir takımın bedeli karşılığında kendilerine verilmesini talep etmiştir.

Atatürk ABD Büyükelçiliği’nin bu talebinden haberdar olunca pulları Roosevelt’e kendi imzasıyla göndereceğini söylemiş; sadece son çıkan pul serisinin değil, Türk Posta İdaresi’nce o vakte kadar çıkarılmış pul serilerinin de gönderilmek üzere ve derhal hazırlanması emrini vermiştir.

Türkiye’de o güne kadar yayınlanmış pullar  zamklı olduğu için o pullardan birer takım zamklı, son olarak çıkan “Uluslararası Kadınlar Birliği” temalı pullardan  da zamksız bir takım ABD Başkan’ı Roosevelt’e sunulmak üzere Vaşington Büyükelçiliğimize gönderilmiştir.

Bir yıl sonra dünyaca ünlü Amerikalı bağımsız (freelance) fotoğrafçı, kısa ve dokümanter film yapımcısı Julien Bryan Türkiye hakkında bir dokümanter film hazırlamak arzusuyla 1936 yılının Eylül ayında Türkiye’ye gelmiştir. Dünyanın çeşitli ülkelerinde meydana gelen başlıca devrimler, köklü değişiklikler hakkında kendi sesiyle izahlı çarpıcı kısa filmler hazırlamış olan Julien Bryan’ın amacı, bu defa Atatürk’ün gerçekleştirdiği inkılâplar neticesinde Türkiye’de meydana gelmiş olan köklü değişiklikleri gösteren bir dokümanter film yapmak olmuştur. Bu çerçevede Atatürk’ün günlük hayatını filme almak istemiştir. Atatürk bu isteğini kabul etmiş ve Julien Bryan’ı iki gün süreyle İstanbul’da Florya Köşkü’nde  misafir etmiştir. Bryan hazırladığı filme “Yeniden Doğan Türkiye” (Reborn Turkey) adını vermiştir.  ABD’de çeşitli Eyaletlerde, kulüplerde, enstitülerde, müzelerde, Vaşington’da Türkiye Büyükelçiliği’nde ve diğer bazı Büyükelçiliklerde gösterilmiştir. Mahallî gazetelerde haber ve Türkiye hakkında olumlu yorum konusu olmuştur. Filmin Atatürk Türkiye’sinin ABD kamuoyuna tanıtılması bakımından çok faydalı ve etkili olduğu kaynaklarda ifade edilmektedir.

Başkan Roosevelt’in Julien Bryan’ı ve eşini davet etmesi üzerine 27 Mart 1937 akşamı Beyaz Evde Roosevelt’in seçkin özel davetlilerinin huzurunda gösterilmiştir. [73]

ABD Başkanı Roosevelt Atatürk’e 6 Nisan 1937 tarihli şu mektubu göndermiştir:

Azizim Bay Cumhurbaşkanı,

Ahiren Türkiye’de Bay Julien Bryan tarafından alınmış olan filmi, birkaç akşam evvel, Beyaz Ev’de seyrettim. Nispeten kısa bir zamanda meydana getirdiğiniz pek çok şayan-ı hayret hususatı görünce hissettiğim şevk ve heyecanı size arz etmek istedim.

Kıymetli şahsiyetinizin, evinde ve plajda küçük kızınız ile oynarken çekilmiş olan resimlerinizi seyretmekle bilhassa bahtiyar oldum. Bu, sizin ve benim bir gün birbirimize mülâki olmak fırsatı bulacağımız ümidini bende bir kat daha takviye etti.

Nadir olan istirahat zamanlarımda, bana göndermek lütfunda bulunduğunuz Türk posta pulları koleksiyonunu seyretmekteyim. Bunlar üzerinde resmedilmiş olan manzaraları, bir gün kendi gözlerimle görmeyi ümit ediyorum.

Samimi saygılar ve halisâne temennilerimle.

Vefakârınız

Franklin D. Roosevelt”

Roosevelt’in Türkiye’de gerçekleştirilen başarılı işler hakkında takdir ifade eden, Türkiye’yi ziyaret etme ve Atatürk ile buluşma arzusunu iade eden bu çok dostane mektubuna Atatürk “iki Devlet’in “umumi sulh ve insanlığın saadetini” sağlama ortak hedefini güttüklerini vurgulayan dostane üslup ve muhteva taşıyan 25 Mayıs 1937 tarihli şu cevabî mektubu göndermiştir:

Azizim Bay Cumhurbaşkanı,

Ahiren Türkiye’de Bay Julien Bryan tarafından alınmış olan filmi seyretmekten duyduğunuz memnuniyeti bildiren 6 Nisan 1937 tarihli lütufkâr mektubunuzu hakiki sevinç ile aldım. Mektubunuzda, ahvalü şerait müsaade eder etmez, birbirimize bir gün mülâki olacağımız ümidini de izhar buyuruyorsunuz.

Samimi duygularınız ve modern Türkiye’de elde edilen terakki hakkındaki takdirkâr telâkkinizden dolayı size fevkalâde müteşekkir olduğuma inanmanızı rica ederim, Bay Cumhurbaşkanı.

Bu fırsattan istifade ederek Amerika Birleşik Devletleri hakkındaki hayranlığımı tekrar bildirmek isterim, bilhassa ki, bizim iki memleketimiz, umumi sulh ve insanlığın saadetini istihdaf eden aynı ideali gütmektedir.

Size bir an evvel mülâki olmak benim de samimi arzum olduğundan harikulade işler yapmış sevimli ve kuvvetli şahsiyetinizi Türkiye’de selâmlayacağım güne sabırsızlıkla intizar ediyorum.

Samimi duygular ve hâlisane temennilerimle,

Vefakârınız,

K. Atatürk

Atatürk ile Roosevelt arasındaki bu dostane       yazışma ABD’de Türkiye’de basında haber ve yorum konusu olmuştur. İki Devlet arasında güçlenen dostluk vurgulanmıştır.

11 Temmuz 1937 günkü Cumhuriyet Gazetesi’nde Yunus Nadi’nin “İki Büyük Cumhurbaşkanı Arasında” başlıklı baş yazısı çıkmıştır. Yazının alt başlığında “İki büyük milletin iki büyük şefinin mektuplarında karşılıklı sevgi ve saygı en yüksek ifadelerini bulmuştur” ibaresi yer almıştır.

14 Temmuz 1937 tarihli Ulus Gazetesi de Falih Rıfkı Atay’ın “İki Mektup” başlıklı baş makalesini yayınlamıştır.

1 Ağustos 1937 günkü New York Times Gazetesi konuya “Roosevelt, Atatürk rejimini övüyor” başlıklı bir haber olarak yer vermiştir. 

Haberin alt başlıkları olarak “Türkiye Cumhurbaşkanı yanıt olarak buradaki yönetime olan hayranlığını ifade ediyor. Erken buluşma umudu. Ankara'yı ziyaret daveti yapıldı... Ülkelerin aynı idealleri paylaştıkları dile getirildi” ibareleri kullanılmıştır.

Haber şöyledir:

Dün kamuoyuna açıklananı mektuplara göre, Cumhurbaşkanı Roosevelt, Türkiye Cumhurbaşkanı Kemal Atatürk'ün 14 yıl önce Cumhurbaşkanı olduğundan bu yana ülkeyi yeniden inşa etmede gösterdiği başarılara hayranlık duyduğunu ifade etti. Türk lider Türkiye ile ABD'nin aynı idealleri paylaştığını açıkladı.

Cumhurbaşkanı Roosevelt de bir gün Türkiye'yi ziyaret etme umudunu dile getirdi ve ABD Başkanı'nı başarılarından ötürü öven Cumhurbaşkanı ATATÜRK, erken ziyaret davetinde bulundu.”

Atatürk’ün kamu diplomasini maharetle kullanması, Roosevelt’in pul koleksiyonu hobisini öğrenince bir jest yapma cihetine gitmesi  ve ünlü bir fotoğrafçının kendisinin günlük yaşamını görüntülemesine müsaade etmesi, ve buna benzer tutum ve davranışları sayesinde Türkiye ile ABD arasında dostane ilişkilerin gelişmesinin kapısı açılmıştır. Atatürk’ün Türkiye’de gerçekleştirdiği inkılâpların, çağdaşlaşma yolundaki hamlelerinin  ABD kamuoyu tarafından öğrenilmeye başlanmasıyla da iki Devlet arasında karşılıklı yarar esasına göre somut işbirliği için yol taşları döşenmeye başlamıştır.

Ne yazık ki, Atatürk’ün o dönemin şartları ve ihtiyaçlarında ABD ile dostane ilişki ve işbirliğini geliştirme yolunda attığı sınırlı, fakat, anlamlı adımlarını sürdürmesine ömrü vefa etmemiştir.

III.  İNÖNÜ DÖNEMİNDEKİ DIŞ POLİTİKAMIZIN VE HATIRA PULUNUN ÇIKARILDIĞI 1939 YILININ GENEL DÜNYA ŞARTLARI BAKIMINDAN ÖZELLİĞİ

1. Atatürk’ün Dış Politikasına Bağlılık:

Atatürk’ün ebediyete intikali, dünyada ve özellikle Avrupa’da siyaset sahnesinde tehlikeli fırtınaların hazırlayıcısı ve habercisi olan sert  fakat istikrarsız rüzgârların  estiği bir dönemde vukubulmuştur. Dünya Avrupa’da başlayacak genel bir savaşa doğru hızla kaymaya başlamıştır.

Uluslararası konjonktürün ağırlaşan şartlarında Büyük Önderimiz Atatürk’ten sonra TBMM tarafından Cumhurbaşkanı (Reisicumhur) seçilen İsmet İnönü, Atatürk’ün “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” düsturunun savunucusu ve uygulayıcısı olmuştur.

İnönü, 11 Kasım 1938 günü Cumhurbaşkanı seçilmesini müteakip TBMM’ne hitaben yaptığı ilk konuşmasında dile getirdiği “sulh ve terakki (gelişme) yoluna bütün gayretlerini asîl bir surette vakfetmiş olan Milletimiz” sözündeki “sulh” vurgusu ile dış politikamızın barışçı vasfının korunacağının ilk işaretini vermiştir.

Harplerin ülkeler için sebep olduğu çok ağır insanî ve maddî kayıpları, acıları, yoklukları, sefaleti Atatürk gibi yaşayarak görmüş olan İnönü, Atatürk’ün “barışçı, dengeli ve gerçekçi” dış politikasına sadık kalarak Türkiye’yi İkinci Dünya Savaşı’nın dışında tutmayı, savaş felâketine uğramasını önlemeyi başarmıştır. Bunu başarmak hiç de kolay olmamıştır.

2. İkinci Dünya Savaşı’nda “Aktif Tarafsızlık”:

Cumhurbaşkanı İnönü 1 Kasım 1940 günü TBMM’nin Yasama Yılını açış konuşmasında Dünya Savaşı karşısında Türkiye’nin tutumunu şu sözlerle ifade etmiştir:

….Türkiye’nin, hudutları haricinde bir karış toprakta gözü, bir hakkı ihlâle niyeti yoktur. Bize, emniyetimize, o emniyetle müteradif (eş anlamlı) olan hayatî menfaatlerimize tecavüz niyetinde olmayan hiçbir Devlet, bizim siyasetimizden endişe ve bizi, hakkımızın mahfuziyetini (korunmasını) istediğimizden dolayı, muaheze edemez (kınayamaz). Bizim harp harici vaziyetimiz, bize karşı ayni iyi niyeti gösteren ve tatbik eden bütün Devletlerle en normal münasebetlere mâni değildir. Kezalik, harp harici vaziyetimiz, bizim topraklarımızın, deniz ve havalarımızın muharipler (savaşanlar) tarafından birbiri aleyhine kullanılmasına istisnasız olarak mânidir ve biz muharebeye girmedikçe katî ve ciddî olarak mâni kalacaktır….

Türkiye, İkinci Dünya Savaşı boyunca “aktif tarafsızlık” olarak nitelendirebileceğimiz bir politika izlemiştir. Harbin resmen başlamasıyla birlikte bir taraftan 19 Ekim 1939 tarihinde İngiltere ve Fransa ile üçlü “Karşılıklı Yardım Antlaşması” imza etmiş, diğer taraftan da Almanya’nın husumetini celbetmemek için Almanya’ya Savaş ilânında bulunmamıştır. Almanya ile 18 Haziran 1941 tarihinde “Dostluk Antlaşması” yapmıştır. Yine Almanya ile Ekim 1941’de ticari mübadelelerin tanzimine dair anlaşma ve  Aralık 1942’de kredi anlaşması imza etmiştir.

3. ABD İle Dostluk İlişkileri:

A. Ticaret Anlaşması:

Türk – Amerikan ilişkilerinde de İnönü döneminin dış politikasının ilk belirtileri,  Atatürk’ün Roosevelt ile kişisel plânda oluşturduğu dostluğun açtığı yolda yürüneceğini ortaya koymuştur.

Nitekim, iki Devlet arasında “Karşılıklı Ticaret Anlaşması” yapılması için Atatürk hayattayken başlatılmış olan müzakereler sonuçlanmış ve Anlaşma 1 Nisan 1939 tarihinde Ankara’da imzalanmıştır. Anlaşma 16 Haziran 1939 tarihinde TBMM tarafından onaylanmıştır.

B. Diplomasi Vasıtası Olarak Hatıra Pulu:

Kısa bir süre sonra Türkiye PTT İdaresi tarafından 15 Temmuz 1939 günü “Amerika Birleşik Devletleri İstiklalinin 150. yıl Dönümü Hatırası” olarak bir seri pul yayınlanmıştır.

Türkiye’nin yaptığı bu jestin önemi ve anlamı vardır. Bu jestle Türkiye hem ABD Devleti’ne ve halkına, hem de özel olarak ABD Başkanı Roosevelt’e dostane biçimde hitap etmiş olmaktadır.

Hobileri arasında pul koleksiyonculuğu da bulan Roosevelt’in ilgi ve dikkatini çekecek bir vasıtayla dostluk mesajı verilmiştir.

Böylece, İnönü de, Atatürk’ün yolunu izleyerek, hatıra pulunu etkili bir diplomasi enstrümanı olarak kullanmıştır.

Altı parçadan oluşan pul serisinin, iki pulunun üzerinde Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Amerika Birleşik Devletleri’nin Birinci Cumhurbaşkanları olarak Atatürk’ün ve Washington’un portreleri, diğer iki pulun üzerinde de görevdeki Cumhurbaşkanları olarak İnönü’nün ve Roosevelt’in portreleri yer almıştır. Son iki pulda da Türk ve Amerikan bayrakları resmedilmiştir.

C. Sovyet Rusya’nın Emelleri Belli Oluyor; ABD İle İlişkiler Daha Dostane Gelişiyor:

Türkiye’ye II. Dünya Savaşı genişleyerek sürdükçe,  Türkiye, Almanya’ya karşı savaş açarak bir cephe oluşturması yönünde  İngiltere, Fransa, Sovyetler Birliği ve daha ölçülü olarak da ABD’nin baskılarına maruz kalmaya başlamıştır.

Aynı zamanda Sovyetler Birliği’nin Savaş ertesine dair Türkiye hakkındaki tarihî emel ve tasavvurları da giderek Türkiye’yi ciddi suretle endişeye düşürecek ölçüde belirginlik kazanmıştır.

Sovyetler Birliği’nin, ya savaşa giren ve  Alman işgaline uğrayan Türkiye’nin kurtarıcısı olma veya Savaş sonunda karşısında harpte iyice yıpranmış ve zayıf düşmüş bir Türkiye bulma hayal ve tasavvuru içinde   Türkiye’nin Almanya’ya karşı bir cephe açmasında ısrarlı olduğu anlaşılmıştır. Ayrıca Türkiye, Savaş’ın gelişmeleri içinde Sovyet Rusya’nın bütün Orta Avrupa’yı ve Balkanları işgali altına alacağını ve Avrupa’da hakim bir dünya gücü olarak ortaya çıkacağını görmüştü. Bu değerlendirmeyi Cumhurbaşkanı İnönü ve Başbakan Şükrü Saraçoğlu Adana’da 1943 başında buluştukları İngiltere Başbakanı Churchill’e  ifade etmişlerdi.[74]

Bu gelişmeler içinde, Türkiye’nin fiilen savaşa girmesi konusunda ve özellikle Silâhlı Kuvvetlerimizin duyduğu ihtiyaçlar bakımından ABD Başkanı Roosevelt Türkiye’ye karşı anlayışlı bir tutum göstermiştir. Meselâ, Churchill, Stalin ve Roosevelt 1 Aralık 1943’de Tahran’da buluştukları zaman Türkiye konusunda Türkiye’nin taleplerini haklı bulan Roosevelt ile  Churchill arasında görüş ayrılığı ortaya çıkmıştır.

İnönü TBMM’de 1 Kasım 1944 günü yaptığı konuşmada Türkiye’nin ABD ile ilişkileri hakkında “Birleşik Amerika ile münasebetlerimiz ve temaslarımız ikinci cihan harbi esnasında daha artmış ve daha dostane olmuştur. İki memleket arasındaki münasebetlerin gelecekte daha geniş ve daha yakın olacağını ümit ediyoruz” ifadelerini kullanmıştır.

TBMM’de 1 Kasım 1945 tarihinde yaptığı konuşmasında da İnönü ABD’nin Türkiye ile ilgili tutumu hakkında şu açıklamayı yapmıştır: “….4 Aralık 1941 tarihinde Amerika Cumhurbaşkanı Türkiye’nin savunması, Amerika savunması için hayati bir ehemmiyette olduğunu beyan ederek, kendiliğinden ve bir sözleşme imza etmeksizin bize ödünç verme ve kiralamadan malzeme vereceğini ilân etmiştir. Amerika ile Ödünç verme ve Kiralama Sözleşmesinin imzalanması 23 Şubat 1945 tarihindedir…..Amerika Birleşik Devletleri ile münasebetlerimiz artan bir dostluk içinde gelişmektedir. Amerika’nın Birleşmiş Milletler Anayasasının prensiplerini samimi olarak her millet için takip edeceğine güveniyoruz…

D. Yalta Konferansı’nda Sovyetler Birliği’ni Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin Tâdilini İstediğini Açıklıyor. ABD ve İngiltere Karşı Çıkmıyor: [75]

İkinci Dünya Savaşı’nın galip Devletlerinin Liderleri Roosevelt, Stalin ve Churchill Şubat 1945’te Yalta’da buluştukları zaman, Stalin Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin günün şartlarının ve ihtiyaçlarının gerisinde kaldığını öne sürerek tadilini istemiştir. Boğazlarda Rusya’ya üs verilmesi düşüncesini ortaya atmıştır.

Roosevelt, Stalin’in bu talebine karşı çıkmak yerine, düşüncesizce, kendisinin de devletler arasındaki silâhlı sınır ve sınırlamalardan hoşlanmadığını; ABD’nin Kanada ile üç bin kilometrelik silâhsız bir sınırla bir asırdan beri yan yana yaşadığını söylemiştir. Böylece, Sovyetlerin hiçbir engelle, sınırlamayla karşılaşmadan Karadeniz’den Boğazlar yoluyla sıcak denizlere açılmasına âdeta yeşil ışık yakmıştır.

Churchill de, Montrö Sözleşmesi’nin tâdili lüzumunu kabul etmiş; Karadeniz’de en büyük Devlet sıfatıyla Rusya’nın dar bir çıkış kapısına bağımlı kalmaması gerektiğini düşündüğünü söylemiş; bununla beraber Türkiye’ye egemenlik ve toprak bütünlüğünün garanti edileceği bir teminat verilmesi gerektiğini de sözlerine eklemiştir.

E. Türkiye Almanya’ya ve Japonya’ya Savaş İlân Ediyor:

Yalta’da üç Lider ayrıca Milletler Cemiyeti’nin yerine kurulacak Birleşmiş Milletler’e sadece 1 Mart 1945 tarihine kadar Almanya’ya ve Japonya’ya savaş ilân etmiş Devletlerin kurucu üye olarak katılabilecekleri yolunda bir karar almışlardır.

Türkiye Savaş’ı Almanya’nın kaybedeceğine dair yaptığı tespitlerle 20 Nisan 1944’de Almanya’ya yaptığı krom ihracını durdurmuştur. 2 Ağustos’ta Almanya, ardından Japonya ile diplomatik münasebetlerini kesmiştir. Üç liderin Yalta’da aldıkları karar karşısında da Türkiye 23 Şubat 1945’de önce Almanya’ya sonra da Japonya’ya savaş ilân etmiştir. Böylece Türkiye Birleşmiş Milletler Teşkilâtı’na kurucu üye olarak katılmıştır.

Roosevelt ve Churchill, Yalta’da Savaş’tan sonra Rusya’nın uluslararası sahnede oynamak istediği rolü ve bu çerçevede Türkiye hakkındaki emel ve niyetini hiç veya tam olarak kavrayamamışlardır ki Stalin’in 1936 Montrö Boğalar Sözleşmesi’nin tadili için yaptığı teklifi baştan reddeden bir tutum takınamamışlardır. Aksine Roosevelt toplantıda, Sovyetler Birliği’nin hiç sıkıntıya uğramadan sıcak denizlere, Akdeniz’e, ulaşma serbestliğini elde etmesine çanak tutacak sözler sarfetmiştir. Özellikle Roosevelt’in Sovyetler Birliği’nin Türkiye’ye, Türk Boğazlarına yönelik gerçek niyetlerini anlayabilmesi için ömrü yeterli olmamıştır. Oysa bir sene sonra Stalin’in niyetleri, emelleri  gözle görülür hale gelmiştir.

F. ABD Başkanı Roosevelt’in Ölümü ve İnönü’nün Taziye Mesajları:[76]

ABD Başkanı Franklin Delano Roosevelt 12 Nisan 1945 tarihinde ölmüştür.

a. Radyo Mesajı: Cumhurbaşkanı İsmet İnönü Amerikan halkına 13 Nisan akşamı radyoda yaptığı konuşma ile taziyede bulundu. Konuşmanın metni şöyle:

“Bugün Birleşik Amerika Milletleri en değerli bir vatandaşlarını, bütün insanlık âlemi asil ve büyük bir evlâdını, Türk Milleti kıymetli bir dostunu kaybetmiş bulunuyor. Bu ani ve acıklı ölüm dolayısıyla duyduğum derin teessür hislerinin, bütün vatandaşlarımın kalpten gelen samimi duygularının da ifadesi olduğuna eminim.

Kendisi ile şahsi temaslarımda yüksek meziyetlerine hayran kaldığım bu büyük insan, memleketimizin hayırhahı ve her işte adalet ve hakkın taraftarı idi. İnsan vücudunun tahammülü fevkinde mütemadi bir gayret göstererek harp ve sulh için bir çalışma numunesi olmuştu. Muharebe meydanında sonuna kadar çarpışan er gibi, vazife başında sonuna kadar uğraşarak kahramanca ölmüştür.

Başkan Roosevelt’in faaliyetinin semereleri yalnız mensup olduğu geniş memleket ve büyük millete münhasır kalmayıp, dehasından ve insanlığın saadetine ait yüksek fikirlerinden bütün cihan faydalanmakta idi.

Düşmanlara karşı zaferin en ön safta âmili olan Roosevelt’in ufukta zaferi gördükten sonra gözlerini kapaması hepimiz için bir tesellidir.

Hak ve adaletin korunması için giriştiği muazzam davayı sevk ve idarede gösterdiği kudret ve muvaffakıyeti, yarınki dünyaya, beşer imkânları derecesinde, azami bir sulh ve sükûn devresi temini suretiyle, tamamlamağa hazırlanıyordu. Müdafaa eylediği fikirler istikbalde devletler arasındaki münasebetlere hâkim olunca Roosevelt adı milletlerarası anlaşmanın bir timsali olarak kalacaktır.

En büyük ölünün önünde eğilerek hatırasını saygı ile analım. Türk milleti adına, Birleşik Amerika Milletlerine kalbimizin bütün derinliğinden taziyelerimizi sunarız.”

b. Eşine Gönderilen Mesaj

“Madame Franklin Delano Roosevelt

The White House

Washington D.C.

Sayın zevciniz ve Amerika Birleşik Devletleri’nin Başkanı Roosevelt’in, derin acı ile öğrendiğimiz ölümü dolayısıyla kalbî teessürlerimi arzederim. Böyle beklenmedik bir surette sizi müteellim eden (acılı kılan) büyük yasınız bütün Türk milletinin yasıdır. Büyük ölümün ebedî hâtırası önünde eğilirken derin ve kalbi taziyetlerimin kabulünü rica ederim.

İsmet İnönü”

c. Yeni ABD Başkanı Harry Truman’a Gönderilen Mesaj:

“Ekselans Truman

Amerika Birleşik Devletleri Cumhurbaşkanı

Washington D.C.

Başkan Roosevelt’in âni vefatı beni pek derin bir teessür içinde bıraktı. Müstakbel barış teşkilâtının temellerini atmak için, yüksek himayesi altında, bir dünya konferansının toplanmağa hazırlandığı bu sırada vukua gelen bu acı olduğu kadar beklenmedik hâdise karşısında bütün Türk Milleti benim duygularımı paylaşmaktadır.

Kendisiyle şahsi temaslarımda bu büyük adamın sadece dost Amerikan Milleti’ne değil bütün dünyaya, minnet ve hatırası tarihte ebedileşecek olan hizmetlerde bulunmasına imkân vermiş olan yüksek vasıflarını, insanî hislerini ve açık kalpliliğini yakından takdir etmek fırsatını bulmuştum.

Başkan Roosevelt’in manevî huzurunda eğilirken Birleşik Milletler’in uğradığı bu yası gerek kendi adıma ve gerek Türk Milleti adına paylaşır ve ekselânsınızdan yürekten taziyetlerimin kabulünü rica ederim.

İsmet İnönü”

G. ABD’nin Jesti, Ölen Vaşington Büyükelçisi M. Münir Ertegün’ün Cenazesinin USS Missouri Zırhlısı ile İstanbul’a Getirilişi:

Vaşington Büyükelçimiz Mehmet Münir Ertegün 11 Kasım 1944 tarihinde vefat etmiştir. Devem etmekte olan II. Dünya Savaşı sebebiyle nâşının ABD Hükûmeti tarafından diplomatik teamüllere uygun şekilde zamanında Türkiye’ye nakli mümkün olamamıştır. Washington'daki Arlington Millî Mezarlığı'nda geçici olarak muhafaza edilmiştir. Savaşın son ermesiyle ABD, Büyükelçimizin nâşını güvertesinde Japonya’nın  Savaş’ta teslim belgesini imzalamış olduğu USS Missouri zırhlısı ile İstanbul’a nakletmiştir. Missouri’ye USS Providence kruvazörü ve USS Power destroyeri refakat etmiştir. Gemide Başkan Truman’ın Özel Temsilcisi Weddell ve ABD’nin Avrupa’daki deniz kuvvetlerinin Komutanı Oramiral Hewitt da yer almıştır.

Missouri 5 Nisan 1946 Cuma günü İstanbul limanında demirlemiştir. Merhum Büyükelçi Ertegün’ün aynı gün İstanbul’da toprağa verilmiştir.

Başkan Truman’ın Özel Temsilcisi verdiği demeçte “biz Missouri ile Türkiye’ye iki millet arasındaki büyük dostluğu sembolize etmek için geldik. Missouri’yi getirmekle milletlerarası nezaket sahasında en yüksek bir jest yapmak istedik” demiştir.[77]

Özel Temsilci Weddell ve Oramiral Hewitt Ankara’ya geçmişlerdir. Cumhurbaşkanı İnönü ve Başbakan Saraçoğlu tarafından kabul edilmişlerdir.

İnönü yabancı bir basın mensubuna verdiği demeçte  “Amerikan Donanmasına mensup gemiler bize ne kadar yakın bulunursa, o kadar iyi olur” şeklinde bir ifade kullanmıştır.

Saraçoğlu’nun da demecinde “Birleşik Amerika ve İngiltere, saldıran bir devletin tarafını tutacak bile olsalar, varlığımız uğruna dövüşmekten başka bir ihtimal hatırımıza gelmez" dediği basında çıkmıştır.[78]

ABD’nin jesti ve Misouri’nin İstanbul’a gelip 4 gün kalması Türk basınında ABD’nin dostluğunu övgüyle vurgulayan haber ve yorumların çıkmasına vesile olmuştur.

ABD’nin Büyükelçi Ertegün’ün nâşını ABD donanmasının Missouri gemisiyle Türkiye’ye nakletmesi, devletler arasındaki nezaket ve dostluk icaplarının çok ötesinde önem ve mahiyet taşıyan tarihî bir olaydır. Cenazenin nakli, Churchill’in ABD’nin Missouri Eyaleti’nin Fulton kasabasındaki Westminster  Koleji’nde 5 Mart 1946’da “demir perde” (iron curtain) kavramını telâffuz ettiği döneme rastlamış, hattâ rastlatılmıştır. Churchill Fulton’daki konuşmasında Türkiye’yi de zikrederek “Türkiye ve İran, kendilerinden yapılmakta olan taleplerden ve Moskova Hükümeti'nin uygulamakta olduğu baskıdan derinden kaygılı ve rahatsızdırlar” dediği de bu çerçevede hatırlanmalıdır.

Churchill’in dünya siyaset sahnesinde oluşan kamplaşma ve kutuplaşmaya ve ayrıca Türkiye ve İran’a yöneltilen taleplere ve baskılara Missouri eyaletinde işaret ettikten sonra ABD Japonya’yı teslim alan Missouri zırhlısını Akdeniz’e, Ege’ye İstanbul’a, Boğazlara, oradan Pire’ye göndererek Stalin’e “sıcak deniz Akdeniz’de, Doğu Akdeniz havzasında biz de varız; Sovyet yayılmacılığına, komünizmin yayılmasına, Türk boğazlarını kontrol etmene göz yummayız” mesajını iletmiştir.

Aynı zamanda da Türkiye’ye, Türk kamuoyuna ses getiren etkili bir dostluk mesajı vermiştir.

Amerikan Devlet Yönetimi ve 1946 Karadeniz Boğazları Tartışması” başlıklı  bir makalede [79] şu bilgi yer almaktadır:

“15 Ağustos 1946’da  Beyaz Ev’de yapılan değerlendirmede, Truman yönetimi Rusya'nın Karadeniz boğazlarını ortak kontrol etme taleplerinin Türkiye'yi kontrol etme ve hakimiyet kurma arzusunu yansıttığı; Sovyetlerin Türkiye’yi kontrolüne izin verilirse, Rusya'nın Yunanistan'ı, Türkiye'yi ve tüm Yakın ve Orta Doğu'yu kontrol etmesini durdurmanın, imkânsız değilse bile,  zor olacağı sonucuna varmıştır.”

Yine makaledeki bilgiye göre, toplantıda hazır bulunan Dışişleri Bakan Vekili Dean Acheson Sovyetlerin karşısında ABD’nin sağlam durması gerektiğini vurgulamış;  ancak bunun, Rusya’nın yine de  tutumundan   caymaması ve ABD’nin de takındığı tavrını değiştirmemesi halinde silâhlı çatışmaya yol açabileceğinin idraki içinde yapılması lâzım geldiğini söylemiş. Başkan böyle bir ihtimale hazır olduğunu ifade etmiş.

Öyle sanıyorum ki, Missouri zırhlısının İstanbul’a gelişi insanî nitelikli ve diplomasi teamülü icabı olan bir olay gibi görünse de, NATO ittifakının Türkiye ve Yunanistan’ı da kapsayacak biçimde ortaya çıkmasına uzanan yola döşenen ilk taşlardan birini oluşturmuştur.

SONUÇ

1939 yılında yayınlanan, 6 adet puldan oluşan, toplam nominal değeri 39,5 kuruş olan ve çoğu kez “pul” deyip geçtiğimiz bir hatıra pulu serisinin Türk ve dünya tarihinin son 81 yılı hakkında ancak sayısız ciltlerce kitap halinde anlatılabilecek, yorumlanabilecek olayları içinde barındırdığını, temsil ettiğini, düşündürdüğünü, araştırma yapmaya zorladığını hissederek, görerek duyduğum  hayreti  dile getirmemin,  bu yazı için varabileceğim tek sonuç olduğunu düşünüyorum.

Ankara, 2 Aralık 2020

[1] GAZİ M. KEMÂL, Nutuk, Kaynak Yayınları, Eylül 2015, pdf. S. 337 https://sarizeybekokullari.com.tr/Mustafa_Kemal_Ataturk-Nutuk.pdf

[2] “Ahde Vefa” kavramı Devletler Hukuku ilkesi olarak taraf devletlerin yaptıkları andlaşmalara ve anlaşmalara uyma zorunluluğunu ifade eder.

[3] Aptülahat AKŞİN, Emekli Büyükelçi, Atatürk’ün Dış Politika İlkeleri ve Diplomasisi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, XVI. Dizi – Sa.56, 2. Baskı, Ankara, 2019, s. 87

[4] Aptülahat AKŞİN, s. 35 – 36.

[5] Aptülahat AKŞİN, Emekli Büyükelçi, ibid.,s.123 – 125.

[6] GAZİ M. KEMÂL, a.g.e., s. 38.

[7] Atatürk bu sözleri 15 Mart 1923 tarihinde Adana’da  çiftçilere hitaben yaptığı konuşmada dile getirmiştir. Bazı kaynaklarda bu sözdeki “cinayettir” kelimesi “cinnettir” olarak verilmektedir.

[8] Bu konuda bknz. T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÜRK İNKILÂP TARİHİ ENSTİTÜSÜ, MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİNDE HALKLA İLİŞKİLER, (1918-1922), Yüksek Lisans Tezi, Sezai Kürşat ÖKTE, Ankara-2013, https://dspace.ankara.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12575/31660/okte.pdf?sequence=1

[9] GAZİ M. KEMÂL, Nutuk, a.g.e., s.213.

[10] MUSTAFA KEMAL PAŞA'NIN TÜRK KURTULUŞ Savaşı’nda İZLEDİGİ İLETİŞİM STRATEJİSİ, Osman ÖZSOY, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/26149

[11] Resmî adı: “The 1919 Inter-Allied Commission on Mandates in Turkey” (Türkiye’de Manda Yönetimi hakkında 1919 Müttefikler arası  Komisyon).

[12] Prof. Frederick LATIMER, Sivas Kongresi’nde Amerikalı Bir gazeteci,  Hayat Tarih Mecmuası, Yıl: 1, Cilt: 2, Sayı: 9, Ekim 1965, s. 83 – 87.

[13] Mustafa Kemâl Atatürk, NUTUK, https://sarizeybekokullari.com.tr/Mustafa_Kemal_Ataturk-Nutuk.pdf

[14] GAZİ M. KEMÂL, Nutuk, a.g.e., s.31

[15]  Mustafa Kemâl ATATÜRK, NUTUK.

[16] Doç. Dr. Cemal Güven, Millî Mücadele’de Mustafa Kemâl Paşa’nın Yabancılarla Temas Ve Görüşmeleri, Eğitim Kitabevi, Nisan 2012, s.63-65.

[17] Deniz BİLGEN, ABD’li Gözüyle Sivas Kongresi, Kaynak Yayınları: 384, Ocak 2004, s. 22.

[18] Ali Fuat CEBESOY, Moskova Hatıraları, Haz. Osman Selim Kocahanoğlu, Temel Yayınları, Yayın No: 135, Tarih/Kültür Dizisi: 27, İstanbul, Ekim 2002, s. 113 – 114.

[19] Aptülahat AKŞİN, a.g.e., s. 49 ve 68.

[20] ‘Until you have crossed the bridge, you should call the bear your uncle.”

[21] Lord KINROSS, ATATÜRK, The Rebirth Of A Nation, November 1964, Weidenfeld And Nocolson, 20 New Bond Street London W I, s. 240.

[22] Türk Dış Politikası (Editör: Baskın ORAN), Cilt I: 1919-1980, İletşim Yayınları, 2001, Dönemin Bilançosu, Baskın ORAN, s. 97-109.

[23] Türk Dış Politikası, a.g.e., s. 109

[24] İbrahim Ethem ATNUR, Mustafa Kemâl (ATATÜRK) ve Nahçıvan, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/687301 , Ayrıca bknz. Dr. Elçin NECİYEV, AZERBAYCAN’IN SOVYETLEŞTİRİLMESİ SÜRECİNDE KARABAĞ PROBLEMİ https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/639705

[25] Türk Dünyası Tarih Dergisi, Nisan 1992, Altıncı Yıl, Sayı. 64, s. 5, Mustafa Kemâl Paşa: Nahçıvan Türk Kapısıdır…Dinleyip nakleden: Faruk SÜMER.

[26] MEHMET ALİ BOLAT, YENİ TÜRKİYE İÇİN KARS ANTLAŞMASI’NIN ÖNEMİ MEHMET ALİ BOLAT, https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/925953 .

[27] GAZİ M. KEMÂL, Nutuk, a.g.e., s. 151.

[28] James G. Harbord, CONDITIONS IN THE NEAR EAST: REPORT OF THE AMERICAN MILITARY MISSION TO ARMENIA, https://fatsr.org/wp-content/uploads/2018/06/Harbord-report.pdf

[29] https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/1d1yy1.htm

[30] TBMM I. DÖNEM, 2. Yasama Yılını Açış Konuşması. https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/1d3yy.htm

[31] “TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ ORDULARI!

Afyonkarahisar - Dumlupınar büyük meydan muharebesinde zalim ve mağrur bir ordunun asıl muharebe birliklerini inanılmayacak kadar az bir zamanda imha ettiniz. Büyük ve necip milletimizin fedakârlıklarına lâyık olduğunuzu ispat ediyorsunuz. Sahibimiz olan büyük Türk Milleti, istikbalinden emin olmaya haklıdır. Muharebe meydanlarındaki maharet ve fedakârlıklarınızı, yakından müşahede ve takip ediyorum. Milletimizin hakkınızdaki takdirlerine vasıta olmak görevimi durmadan ve sürekli bir şekilde yerine getireceğim.

Başkumandanlığa tekliflerde bulunulmasını cephe Kumandanlığına emrettim. Bütün arkadaşlarımın Anadolu'da daha başka meydan muharebeleri verileceğini göz önüne alarak ilerlemesini ve herkesin fikrî güçlerini, kahramanlık ve vatanseverliğini, birbirleriyle yarışırcasına göstermeye devam eylemesini talep ederim.

Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz'dir. İleri!”

[32] GAZİ M. KEMÂL, Nutuk, s. 513 – 514.

[33] https://www.atam.gov.tr/ataturkun-soylev-ve-demecleri/turk-bagimsizlik-davasinin-niteligi

[34] TBMM’nin I. DÖNEM, 4. Yasama Yılını Açış Konuşmaları, Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. 1, C. 28, Sayfa. 2, https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/1d4yy.htm

[35] TBMM’nin II. DÖNEM 1.Yasama Yılını Açış Konuşmaları, Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. II, C. 1, Sayfa 36, https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/2d1yy.htm

[36] OLAYLARLA TÜRK DIŞ POLİTİKASI, Cilt I (1919 – 1973, 1987, Mehmet GÖNLÜBOL, Cem SAR (1919-1939) Dönemi, s. 59.

[37] Bknz. http://www.mfa.gov.tr/ataturk-doneminde-turk-dis-politikasi.tr.mfa

[38] İrfan Neziroğlu ve Tuncer Yılmaz (ed)., Hükümetler, Programları ve Genel Kurul Görüşmeleri, Cilt 1, (24 Nisan 1920 – 22 Mayıs 1950), Ankara, TBMM, 2013, s. 85. https://www.tbmm.gov.tr/yayinlar/hukumetler/hukumetler_cilt_1.pdf

[39] https://www.tbmm.gov.tr/yayinlar/cumhurbaskani_genel_kurul_konusmalari/CB_konusmalari_cilt_1.pdf

[40] Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. II, C. 10, Sa. 1, 1 Kasım 1924, https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/2d2yy.htm

[41] Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. II, C. 19, Sa. 7, 1 Kasım 1925, https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/2d3yy.htm

[42] Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. II, C. 27, Sa. 1, 1 Kasım 1926, https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/2d4yy.htm

[43] Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. III, C. 1, Sa. 4, 1 Kasım 1927, https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/3d1yy.htm

[44] Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. III, C. 5, Sa. 2, 1 Kasım 1928, https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/3d2yy.htm

[45] Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. III, C. 13, Sa. 2, 1 Kasım 1929, https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/3d3yy.htm

[46] Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. III, C. 22, Sa. 2, 1 Kasım 1930, https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/3d4yy.htm

[47] Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. IV, C. 4, Sa. 3, 1 Kasım 1931. https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/4d1yy.htm

[48] Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. IV, C. 10, Sa. 3, 1 Kasım 1932, https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/4d2yy.htm

[49] Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. IV, C. 18, Sa. 2, 1 Kasım 1933 https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/4d3yy.htm

[50] Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. IV, C. 25, Sa. 3, 1 Kasım 1934, https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/4d4yy.htm

[51] Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. V, C. 6, Sa. 2, 1 Kasım 1935, https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/5d1yy.htm

[52] Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. V, C. 13, Sa. 4, 1 Kasım 1936, https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/5d2yy.htm

[53] Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. V, C. 20, Sa. 3, 1 Kasım 1937, https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/5d3yy.htm

[54] Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. V, C. 27, Sa. 3, 1 Kasım 1938, https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/5d4yy.htm

[55]Bu konuda bknz. Dr. Üner Kırdar, “Atatürk ve Milletler Cemiyeti”, Sivil Müdafaa Dergisi, Cilt 14, No.47, Ocak 1972, s.3-16. Ve http://www.butundunya.com/pdfs/2011/06/041-048.pdf

[56] Montreux Boğalar Konferansı, Tutanaklar Belgeler, Sunuş: Fahri S. KORUTÜRK, Çevirenler: Seha L. MERAY ve Osman OLCAY, 1976, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, No. 390.

[57] T.C. Hatay Valiliği, http://hatay.gov.tr/isim-hikayesi

[58] Prof. Fredrick LATIMER, a.g.e., s. 85

[59] https://dergipark.org.tr/tr/pub/aamd/issue/55300/758739

[60] Clarence K. STREIT,  Bilinmeyen Türkler - Mustafa Kemal Paşa, Milliyetçi Ankara ve Anadolu'da Gündelik Hayat Ocak-Mart 1921.

https://www.atam.gov.tr/ataturkun-soylev-ve-demecleri/sakarya-savasina-gidisinden bir-gun-once-amerikan-milletine-bir-mesaj-istenmesi-uzerine ;

Cumhuriyet Gazetesi, Tozlu raflar arasından çıkanlar..., 15 Kasım 2009 Pazar, https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/tozlu-raflar-arasindan-cikanlar-99520

[61] https://www.atam.gov.tr/ataturkun-soylev-ve-demecleri/sakarya-savasina-gidisinden-bir-gun-once-amerikan-milletine-bir-mesaj-istenmesi-uzerine

Cumhuriyet Gazetesi, 17 Mart 1955 Perşembe, s. 5-6 (Cumhuriyet Arşivi), Metin ERGİN, 34 Yıl Evvel Atatürk İle Konuşan İlk Gazeteci. Ayrıca bknz. Cumhuriyet Gazetesi, 15 Kasım 2004 Salı, s.9 (Cumhuriyet Arşivi).İstiklâl Savaşı’nın Belgesi, Metin ERGİN..

[62] Isaac F. MARCOSSON, Kemal Pasha:The Confilict in Turkey, The Saturday Evening Post, September 5, 2012.

Dergi’nin Notu: “E-posta ile gelen istekler üzerine Isaac F. Marcosson’un modern Türkiye’nin Kurucusu Mustafa Kemâl Atatürk ile 1923 yılında yaptığı mülâkatı burada yayınlıyoruz. https://www.saturdayeveningpost.com/2012/09/kemal-pasha/

[63] İsmet İNÖNÜ, Hatıralar, 2. Kitap, Bilgi Yayınevi, Kasım 1987, s. 150.

[64] Doç. Dr. Çağrı ERHAN , 1945’e Kadar Türk-Amerikan İlişkileri, Ankara Üniversitesi SBF. https://www.cankaya.edu.tr/universite_yayinlari/pdf/Gundem_22.pdf 

[65] Şuhnaz YILMAZ, Turkish-American Relations, 1800 – 1952, Between the Stars, Stripes and the Crescent, First Published 2015, Rouledge.

[66] Joseph C. GREW, İlk ABD Büyükelçisi’nin Türkiye Anıları, Atatürk ve İnönü, Cumhuriyet Yayınları. https://stratejikoperasyon.files.wordpress.com/2014/05/john-grew-atatrk-ve-nn.pdf

[67] Riyaset-i Cumhur Kati-i Umumisi Hikmet Bey tarafından hazırlanan 28 Eylül 1932 tarihli görüşme zaptı.

Bknz. Mehmet Sait DİLEK, ABD GENELKURMAY BAŞKANI DOUGLAS MACARTHUR'UN 1932 YILINDA TÜRKİYE ZİYARETİ. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/26147

[68] General Mac Arthur’un Türkiye’yi ziyareti haberleri için bknz: Cumhuriyet Gazetesi, 26-27-28-29 Eylül 1932.

[69] Lord KINROSS, a.g.e., 463-464. Andrew MANGO, Atatürk, John Murray, Albemarle Street, London, 1999, s. 487 – 488.

[70] Cumhuriyet Gazetesi, “Atatürk’ün Siyasî Dehasını Gösteren Yeni Bir Vesika” başlıklı haber, 8 Kasım 1951 Perşembe, s. 1 ve 5.

[71] ATATÜRK’ün TBMM’nin IV. Dönem, 3. Yasama Yılını Açış Konuşması, 1 Kasım 1933, Millet Meclisi Tutanak Dergisi, D. IV, C. 18, Sa. 2, https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/4d3yy.htm

[72] Atatürk ile Roosevelt arasında teati edilen mesajlar hk. Bknz. Bilâl N. ŞİMŞİR, Atatürk ve Yabancı Devlet Başkanları, Cilt I, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1993, s. 211 – 273.

[73]Bu konuda bknz. Enis. DİNÇ, Performing Modernity: Atatürk on film (1919-1938),

[74] Prof. Dr. Fahir ARMAOĞLU, 20. Yüzyıl Siyasî Tarihi (1914 – 1980), Cilt. I, 7. Baskı, 1991,  s

[75] Bknz. Feridun Cemal ERKİN, Türk – Sovyet İlişkileri Ve Boğazlar Meselesi, Ankara, 1968, 266 – 267.

[76] İlhan TURAN (Hazırlayan), İsmet İnönü, Konuşma, Demeç, Makale, Mesaj ve Söyleşileri, 1944 – 1950 (29.12.1944 – 28.05.1950) http://www.ismetinonu.org.tr/ismet-inonu-1944-1950.htm 

[77] Cumhuriyet Gazetesi, 6 Nisan 1946 Cumartesi, s. 1-3.

[78] Cüneyt AKALIN, Missouri’nin Ziyaretinin Tarihsel Anlamı, https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/9930  

[79] Jonathan KNIGHT, American Statecraft and the 1946 Black Sea Straits Controversy, Political Science Quarterly, Volume 90, Number 3, Fall 1975.

https://www.jstor.org/stable/2148296?origin=crossref&seq=1

 

 

No comments:

Post a Comment