3 Kasım sonrası ABD İran ilişkilerinin geleceği
16.11.2020 01:36Güncelleme: 16.11.2020
15:20GİZEM ASLANTEPE
İstanbul
Medeniyet Üniversitesi’nde akademik çalışmalarına devam eden İran araştırmacısı
Gizem Aslantepe, Biden döneminin Washington ile Tahran ilişkilerini ne yönde
etkiyeceğine dair değerlendirmede bulunuyor.
Kuruluşundan itibaren Amerikan
yaptırımlarıyla mücadele eden İran İslam Cumhuriyeti, Donald Trump döneminde de
ağır yaptırımlara maruz kalmaya devam etti. Trump’ın görev süresi boyunca
giderek kötüleşen ilişkiler Amerika’nın 2018 yılında Nükleer Anlaşma’dan
çekilmesiyle tamamen koptu. Bu sebeple ikili ilişkilerin geleceği açısından 3
Kasım seçimleri İran için de en az Amerikan halkı kadar önemli bir hale geldi.
İran’da seçim öncesi ve seçim sonrası konuyla ilgili basın organlarında çeşitli
spekülasyonlara yer verilirken Biden yönetiminin iktidara geldiği takdirde
İran’a karşı alacağı tavır ve izleyeceği politikalar hakkında çokça konuşuldu
ve konuşulmaya da devam etmekte. Peki Biden yönetiminin İran’a yönelik
politikaları nelerdir? İran, Nükleer Anlaşma’nın diriltilmesine nasıl bakıyor?
Olası müzakere süreçlerindeki tutumu ne olacak? İran’daki 2021 Cumhurbaşkanlığı
seçimleri bu süreci ne derece etkileyecek?
BIDEN YÖNETİMİNİN BELİRLEYİCİ
UNSURLARI
Amerika’nın İran İslam
Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren, hatta geçtiğimiz 4 Kasım’da İran’da yıl
dönümü kutlanan “Elçilik Baskını ve Rehine Krizi”nin meydana geldiği tarihten
bu yana, sürdürdüğü yaptırımlar 2016 yılında seçilen Cumhuriyetçi Başkan Donald
Trump döneminde de katlanarak devam etti. Bu doğrultuda Trump yönetiminin 2018
yılında Nükleer Anlaşma’yı tek taraflı feshi ve ilerleyen süreçte İran’a karşı
“maksimum baskı” stratejisini devreye sokması Amerika’nın oldukça agresif bir
dış politika izlendiğini gözler önüne serdi. Bu politikalardan İran ile
ekonomik ve askeri iş birliğini sürdürmek isteyen ülkeler de etkilendi. Trump
yönetimi silah ambargosunun uzatılması için elinden geleni yapsa da Rusya ve
Çin gibi ülkeler kesin bir dille bu karara karşı çıktı, AB ülkeleri ambargonun
kesin bir çözüm olmadığı konusunda ortak bir duruş sergiledi. Neticede
istediğini elde edemese de Trump yönetimi hala yeni yaptırımlarla “giderayak”
İran’ı kıskaca almaya kararlı olduğunu gösterdi.
Peki Biden’ın ocak ayında iktidara
gelmesi durumunda Amerika’nın İran politikasında ne gibi değişiklikler
yaşanması öngörülüyor? Bu konuda net bir şey söylemek doğru değil yalnız
Trump’ın oldukça zayıflattığı kurumsal yapıyı güçlendirmeyi hedefleyen Biden’ın
bu noktada Amerikan diplomasisini yeniden canlandıracağı ve bunun dış
politikaya bir yansıması olarak İran ile yeni bir müzakere sürecini başlatacağı
öne sürülmekte. Bu çerçevede Biden’ın, İran’a tazminat ödemeyi veya Trump
dönemindeki tüm yaptırımları kabul etmesi beklenmese de bazı önemli somut
adımlar atabileceği söyleniyor. Örneğin İran’ın petrol ihracatına yönelik
yaptırımların kaldırılması, Avrupa ile ekonomik ilişkilere getirilen
kısıtlamaların kaldırılması ve oluşturulan çeşitli finansal mekanizmalara imkân
tanınması, ülkenin merkez bankasının “terörizmin finansmanı” olarak
görülmesinden vazgeçilmesi gibi.
8 Kasım 2020 tarihli Aftab-ı Yezd Gazetesi’nin
manşeti: Amerika’nın Yeni Dönemi
Kampanya sürecinde de İran’a yönelik
politikalarını dile getiren Biden, İran’ın Nükleer Anlaşma taahhütlerine
yeniden uyum sağladığı takdirde Amerika’nın da müttefik ülkelerle bir araya
gelerek anlaşmaya yeniden dahil olacağını belirtti. Burada “müttefik ülkeler”
kilit bir kavrama işaret etmekte. Zira Biden’ın Dış Politika Danışmanı, eski
Dışişleri Bakan Yardımcısı ve Ulusal Güvenlik Danışman Yardımcısı Antony
Blinken, Temmuz ayında Amerika’nın önemli düşünce kuruluşlarından biri olan
Hudson Enstitüsü’ne verdiği röportajda İran ile müzakere süreçlerinde müttefik
ülkelerle yeniden bir araya gelmenin ve İran konusunda ortak adımlar atmanın
gerekliliğini vurguladı. Ayrıca Trump yönetiminin kurumları işlevsiz hale
getirerek tarihsel-stratejik müttefik ülkelerle ters düşmesinin, İran’ın eskiye
oranla nükleer kapasitesini arttırmasına ve bunun da en başa dönülmesine neden
olduğuna dikkat çekti. Bu açıdan anlaşmanın müttefik ülkelerle arayı düzeltmede
de önemli bir fırsat olacağını ima etti. Blinken’ın taraflar açısından bu
anlaşmanın, İran’ın hoşlanmadıkları “eylemlerini” ve “provokasyonlarını”
kısıtlamak için uygun bir zemin hazırlayacağı düşüncesine sahip olması ise
Biden’ın önümüzdeki süreçte izleyeceği İran politikasına ışık tutan bir cümle
oldu.
Bununla birlikte Biden’ın Trump’ın
aksine kendine güçlü, tecrübeli ve dış politikada etkili isimlerden oluşan bir
ekip kurması ve bu yolla bürokrasiyi güçlendirmeye çalışması İran ile yapılacak
müzakerelerde de belirleyici olacaktır. Nükleer Anlaşma’nın Baş Müzakerecisi,
önemli diplomat Wendy Sherman tam da bu konuya işaret ediyor. Ona göre bu ekip
masaya güçlü gelmek isteyen İran’ın elini zorlaştırabilir.
Öte yandan Biden’ın ajandasında
şuanda her ne kadar İran ile diplomatik ilişkileri yeniden tesis etmek ve
İran’ı müzakere masasına oturtmak yer alsa da bunu, ilişkileri
“normalleştirmek” adına değil İran’ı daha “kontrol edilebilir” bir güç haline
getirmek adına yapacağını söylemek daha yerinde olacaktır. Zira İran’ın
silahlanması ve son günlerde sıkça karşılaştığımız askeri tatbikatlarına
(Müdafayan-e Asman-e Velayet 99, Fedayan-e Harim Velayet, Zülfikar 99) hız
kazandırması Amerika tarafından hala tehdit olarak algılanmaktadır.
Yine bu noktada, konjonktürün
2015’ten bu yana oldukça değiştiği bir dönemde, Biden’ın İran ile ilişkilerini
yeniden tesis etmek istemesi, yüksek katılımlı bir seçimin ardından kutuplaşan
ve artık dış politika ile daha ilgili hale gelen Amerikan halkına pek makul
gözükmeyebilir. Dolayısıyla iç politikanın da bu sürece hazırlanması gerekebilir.
Değişen dünya düzeninde popülist liderlerin hızla ivme kazandığı göz önünde
bulundurulacak olursa, Biden’ın izlediği politikalar kadar bu politikaları
halka sunuş biçimi de daha önemli hale gelecektir.
TAHRAN’IN OLASI MÜZAKEREYE
YAKLAŞIMI
Tahran yönetiminin, yaptırımların
kaldırılması ve buna bağlı olarak dolar karşısında günden güne değer kaybeden
İran Riyalinin (Tümen) toparlanması, yaşanan ekonomik krizin sonuçlarının
hafifletilmesi gibi sebeplerle Biden yönetimine sempati duyduğu bilinmekte.
Fakat bu sebepler İran’ın Biden’ı bir çare gibi gördüğü, bir kurtuluş yolu
olarak addeddiği çıkarsamasını yapmak için yeterli değil. İran’da
muhafazakarlar da reformistler de Biden’ın göreve gelmesiyle yaptırımların
hemen kaldırılacağını ya da müzakere sürecinin tamamen kendilerinin
lehine sonuçlanacağını düşünmüyor Ardı ardına yapılan askeri tatbikatlar ve her
fırsatta militarizasyona harcanan ödenekler bunu destekler nitelikte.
Dolayısıyla İran’ın tehdit algısı Biden geldiğinde de değişmeyecek fakat yön
değiştirecek.
Öte yandan bu sene İran’da yapılacak
cumhurbaşkanlığı seçimi, ilişkilerin nereye evrileceği noktasında yalnız yeni
Amerikan başkanının değil, Haziran 2021’de İran’da göreve gelecek yeni
cumhurbaşkanının da etkili olacağını göstermekte. Bu bağlamda cumhurbaşkanının
asker kökenli biri olması – ki aday olacağı düşünülen isimlerin çoğu
muhafazakar/askeri kanattan- ayrıca belirleyici olacak.
Her halükârda Biden yönetiminin
Trump’ın uzlaşmasız ve müzakerelere karşı mesafeli tavrını sürdürmeyeceğini
düşünen İran için Amerika ile masaya oturmak içeride Amerikan karşıtlığı ile
üzerine bina edilen direniş politikalarının meşruiyetini sarsacaktır. Tahran
yönetimi açısından yaptırımların ortadan kalkması veya hafifletilmesi
durumunda, günlük hayatında herhangi bir değişim hissedemeyen halkı konsolide
etmek zorlaşabilir.
Şu aşamada, uzun zamandır ağır
şartlar altında ekonomisini ayakta tutmaya çalışan Tahran yönetimi için Biden
ve ekibi karşısında güçlü durmanın ve masaya otururken daha az taviz vermenin
önemli hale geldiği görülüyor. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Said Hatibzade’nin
geçen pazartesi günü yaptığı konuşmada da Nükleer Anlaşma’ya tekrar
dönülemeyeceği, İran’ın bölgesel aktörleri desteklemeye ve füze programını
geliştirmeye devam edeceği yönündeki açıklamalara ve “tazminat” meselesine
değinmesi Tahran yönetiminin masaya güçlü gelmek istediğini kanıtlıyor.
Diğer taraftan olası müzakere
süreçlerinde Ruhani’nin seçimlerden önce son bir başarı elde etmek istemesiyle
ilişkilendirilebilir. 2003-2005 yılları arasında Nükleer Baş Müzakereci
sıfatıyla görev yapan şimdi ise Cumhurbaşkanlığı görevini ifa eden Ruhani için
bunun bulunmaz bir fırsat olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. ABD ile
yeniden masaya oturmak ve eskisinden daha iyi bir anlaşmaya imza atmak veya
mevcut şartları iyileştirmek hem Ruhani hem de reformist kanat için önemli bir
avantaj olacaktır. Reformistler bu yolla mecliste kendilerine yöneltilen
suçlamalara cevap verebilecek bir konuma erişebilir ayrıca 2017-2018 yıllarında
patlak veren gösterilerde kentli işsizlerin sıkça dile getirdiği “Refomcu
hikaye bitti” sloganına karşın içeride kullanabilecekleri siyasi bir koz da
elde edebilirler.
Fakat bu noktada da yine Dini Lider
Hamaney’in konumu ve anlaşmaya ne derece yakın olduğu belirleyici bir faktördür.
Son dönemde mecliste Cumhurbaşkanı Ruhani’ye karşı oluşan cepheye ağır
eleştirilerde bulunan Hamaney, Ruhani’nin yeniden bir başarı elde etmesine
imkân tanıyabilir. Bu bağlamda Ruhani ve Dışişleri Bakanı Cevad Zarif gibi açık
bir şekilde anlaşmaya yeşil ışık yakmasa da hatta aksi yönde beyanlarda –
Amerikan seçimlerinin İran için hiçbir anlam ifade etmediği, Amerikan
sisteminin çöktüğü gibi – bulunsa da daha az taviz verilen bir anlaşma
ile diplomatik kanalların yeniden açılmasını destekleyebilir. Fakat öte yandan
Hamaney’in ilerleyen yaşı ve ardında incesinde de belirttiği gibi “daha genç”
ve “Hizbullahî” bir lider bırakma arzusu durumu tam tersine çevirerek iç
politikada dengeleri değiştirmesine neden olabilir. Yani kendinden sonra
ülkenin yönetimini teslim edebileceği kadroyu ılımlı bürokratlar veya din
adamları ile değil hem sahada hem masada aktif siyaset izleyebilen asker
kökenli isimlerle doldurmaya çalışabilir ve bütün bunlar doğrudan İran-ABD
ilişkilerinin dinamiklerini değiştirebilir.
No comments:
Post a Comment