Sunday, November 15, 2020

2020 yılında güvenlik alanındaki gelişmeler ve 2021'e özet bir bakış - Fatih Ceylan

 

Emekli Büyükelçi Fatih ceylan’ın, “KRİSTAL KÜREDE 2020 YILINDA GÜVENLİK ALANINDAKİ GELİŞMELER VE 2021-ÖZET BİR BAKIŞ” başlıklı, 12 Kasım 2020 tarihli yazısını okuyabilirsiniz.

 

 

2020 yılı başladığında daha önceki yılların gözlem ve deneyimlerinden esinlenen güvenlik ve savunma çevreleri konvansiyonel akılla bir dizi öngörüde bulunmuşlardı. Buna göre anahatlarıyla ABD-Rusya ve ABD-Çin arasındaki stratejik rekabet devam edecek, bölgesel meseleler bağlamında Ortadoğu ve Kuzey Afrika kuşağındaki mevcut risk ve sınamalar inişli çıkışlı bir seyir izleyecek, ABD’nin müttefiklerini dahi derin endişeye sevkeden Trump yönetiminin umursamaz ve itici tutumu sürecek, sıcak sulara inen Rusya’nın fırsatlar ortaya çıktığında daha geniş bir havzada iddialı ve yeri geldiğinde saldırgan çizgisi değişmeyecek, Uzak Doğu’da Çin’den kaynaklı sınamalar küresel gündemdeki yerini koruyacaktı.

Yeni yılla birlikte dünyayı sarmaya başlayan COVID-19 salgınının 2020 Mart ayında Dünya Sağlık Örgütünce pandemi olarak resmen ilan edilmesi, başka birçok alanda olduğu gibi,  güvenlik alanına dair  yapılan birçok öngörüyü de altüst etti.

Yılın neredeyse ilk yarısını dünya ekonomisine yön veren  gelişmiş ülkeler pandemiye karşı tedbirler almakla, sağlık sektörünü takviye etmekle, toplumlarının acil ihtiyaçlarını karşılamakla geçirmeye ağırlık verdiler. Ekonomik mülahazalar ve tedbirler ön plana çıktı. Birçok ülkede tedbir amaçlı olarak sosyal yaşantıda kısıtlamalar getirildi. Güvenliğin savunma, caydırıcılık ve askeri boyutları bir müddet  nispeten geri plana itildi. Diğer taraftan, pandemiye rağmen güvenliği ilgilendiren gelişme ve sınamalar küresel gündemde değişik ölçülerde yerlerini korudular.

Rusya Federasyonu’nun Ukrayna ve Suriye’de izlediği, esasen değişikliğe uğramış uluslararası  statükoyu stres altında tutan davranış kodları,  İran’ın civar bölgelerdeki değişmeyen mezhepçi/sekter tutum ve eylemleri, Afganistan’da süregiden şiddeti durdurmaya dönük   girişim ve  çabalar, Irak’taki istikrarsız durum, IŞİD’in terörist faaliyetleri için yeniden alan elde etme yolundaki teşebbüsleri dikkat çekmeye devam eden olgulardı.

 2020 Ocak ayında Libya krizini dindirmek için Berlin’de düzenlenen Konferansta alınan kararların üzerinden uzun bir süre  geçmeden Akdeniz’de geniş bir kuşağı kapsayan alanda bölge içinden ve dışından önemli sayıda ülkeyi içine çeken ciddi bir krize tanık olundu. 

Yeni yılın girişiyle birlikte İdlip’te derinleşen çatışma sadece Türkiye’ye değil, bölgeye ve bölge ötesine tesir eden sonuçlar doğurdu. Yaz sonlarında ise Doğu Akdeniz’de hidrokarbon kaynaklı gerilimin artması bölgeyi yeni bir ihtilaf sarmalı içine sürükledi.

Bir diğer sıcak alanı, Uzak Doğu’da Çin’in güç gösterisine işaret eden gelişmeler oluşturdu. Ekonomide dünya birinciliği konumuna yükselen bu ülkenin askeri imkan ve kabiliyetlerini geliştirip genişletmeye yönelik yatırımları güvenlik-savunma camiasının yakından ilgi gösterdiği meseleler arasındaydı. Çin’in ‘Bir Kuşak Bir Yol’ projesinin stratejik anlamda meydana getirebileceği etkiler ile Avrupa’yı da yakından ilgilendiren ‘telekomünikasyon atağı’(5G şebekesi) 2020’nin üzerinde etraflıca durulan konuları arasında yer aldı.

2019 Aralık ayında Londra’da düzenlenen NATO Liderler Toplantısı öncesinde Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un İttifakın ‘beyin ölümünü’ deklare etmesi transatlantik camia bünyesinde hararetli tartışmalara neden oldu. 

ABD’nin Paris İklim Sözleşmesi dahil taraf olduğu bir dizi antlaşmadan/anlaşmadan  çekilmesinin ertesinde AB bünyesinde   güvenlik ve savunma alanında  stratejik otonomi elde edilmesi yönündeki arayışlar hız kazandı. Brexit sürecinin AB’nin stratejik otonomi kazanmaya matuf arayışına nasıl ve ne yönde bir etkide bulunacağı henüz tam olarak ortaya çıkmadı.

ABD-Rusya arasında 2014 yılından beri devam eden gerilimli ilişkiler sürüyor, ABD-Çin arasında ortaya çıkan stratejik rekabet de küresel güvenlik projeksiyonlarına damga vurmaya başlıyordu.

Temelleri daha önceden çatırdamaya başlayan liberal dünya düzeninde meydana gelmekte olan değişimlerin doğurduğu sancılar ile stratejik rekabet ve bu durumun yarattığı karmaşa küresel güvenlik alanında da yeni sınamaları beraberinde getirirken 2020 Mart ayında Dünya Sağlık Örgütünün ilan ettiği pandemi ve küresel çaptaki salgının ülkeler ve toplumlarda yol açtığı panik pratikte kendini ziyadesiyle hissettiriyordu.

Pandemi başladığında NATO dahil birçok uluslararası örgütün salgına pek de hazırlıklı olmadıkları görüldü. Kıyas yapılacak olursa NATO’nun en erken harekete geçen örgütlerin başında geldiğine, bu bağlamda 2020 Mart ayının sonuna doğru harekete geçip, müttefik ülkelere pandemiyle mücadelede kullanılmak üzere yardım ve destek malzemesi göndermeye başladığına ve bünyesindeki Avrupa-Atlantik Afet Mukabele Eşgüdüm Merkezini (EADRCC) faaliyete geçirdiğine şahit olundu. 

Pandemi, güvenlik ve savunma alanında sağlık sisteminden başlamak üzere devletlerin ve toplumların direnç güçlerini ölçmeye de vesile oluşturdu.

Pandeminin yeryüzünden kolay kolay yok olmayacağı artık bir gerçeklik olduğundan, halen ikinci dalgası devam eden küresel salgının İttifakın caydırıcılık konsepti ve uygulamaları, NATO’ya tahsisli kuvvetlerin mevcutları ve hazırlık seviyeleri vb. hususlar İttifak gündemine alınmaya ve bunlarla ilgili olarak görüş teatisi yapılmaya başlandı. İttifaka hasım devlet/devlet dışı aktörlerin tutumlarında ise pandemi karşısında aynı duyarlılığın olup olmadığı ayrı bir mesele olarak karşımıza çıktı. 

Diğer yandan, pandemi uluslararası alandaki stratejik rekabete ara verilmesine yol açmadı. ABD Başkanı Trump’ın COVID-19’u ısrarla ‘Çin virüsü’ olarak takdim etmesi ve itici olduğu şüphe götürmeyen bir tutumla Dünya Sağlık Örgütünü hedefe koyup, buradan çekilmesi salgının ilk dönemlerinde ortaya çıkan ve Trump adına esasen pek de şaşırtıcı olmayan olgulardandı.

Çin’in askeri alan dahil küresel düzlemde ağırlık kazanması karşısında Çin karşıtı yaklaşımların ABD’de daha fazla zemin bulması ve bu tablonun Avrupa’da, ABD’nin de baskısıyla endişe yaratması ve AB üyesi kimi ülkelerin Çin’e karşı daha fazla temkin sergilemesi 2020’nin ilk yarısında gözlemlenen gelişmeler arasındaydı.

Küresel güvenlik perspektifi bağlamında ABD’de Çin’i ciddi bir stratejik rakip olarak görmeye dönük tutumun kökleri aslında birkaç yıl öncesinde Trump yönetiminin benimsediği ulusal güvenlik/askeri strateji belgelerinde bulunmaktaydı. 

ABD, kendisine stratejik rakip olarak Çin ve Rusya’yı; bölgesel rakip olarak ise Kuzey Kore ve İran’ı gördüğünü dünya kamuoyuyla resmî belgeler vasıtasıyla paylaşmıştı. Dolayısıyla, Hong Kong’ta patlak veren olaylar karşısındaki tavrı, Tayvan’la silah satışı konusunda anlaşma yapması, Uygur Türklerinin dramını birdenbire hatırlayıp dünya gündemine taşıması her hal ve karda rastlantı değildi. Buna ileride Tibet’le ilgili yeni bir halka eklemesi ise şaşırtıcı olmayacaktır.

Çin gerçeği ve sınaması esasen 2018 yılından itibaren NATO’nun da gündemine girmişti. O dönemde  İttifak bünyesinde Çin’le ilgili gayrıresmi istişarelerin yapıldığına ve Çin’in kimi Avrupa ülkelerinde özellikle ekonomik nüfuz elde etmeye dönük arayışları hakkında görüş teatisinde  bulunulduğuna şahit olunmuştur.

Çin sorunsalının giderek NATO çevrelerinde de ciddi boyutlarda makes bulması ertesinde 2019 Aralık ayında Londra’da yapılan NATO Liderler Toplantısı sonunda yayımlanan bildiride Çin’e doğrudan atıf yapılmasında da rastlantı bulunmamaktadır. Mevcut stratejik tabloda NATO’nun karşısında duran Rusya ve terörizm kaynaklı sınamalara ilaveten Çin’den kaynaklanan potansiyel riskler de yerini almıştır.

NATO’nun kurulmasının sebebi hikmeti olan SSCB’nin Soğuk Savaş ertesinde dağılmasıyla özellikle 2000’li yılların başlamasıyla birlikte ilk aşamalarda tedricen de olsa bu kere Rusya sorunsalı değişik veçheleriyle hem ABD’nin hem NATO’nun gündemine yeniden ve kuvvetle geldi. 2014 Mart ayında Rusya’nın Kırım’ı işgal ve ilhakı, Ukrayna’nın Donbas bölgesini ise ayrılıkçılar vasıtasıyla istikrarsızlaştırması, buna bağlı olarak ve civarındaki ‘sürüncemede kalmış ihtilafları’ da kullanarak geniş Karadeniz bölgesindeki nüfuzunu arttırması, Suriye krizi devam ederken 2015 yılında Suriye’de elde ettiği üsler vasıtasıyla sıcak denizlere inmesi ve Doğu Akdeniz yaklaşım yolları ile bölgedeki  enerji havzasını kontrol etmeye yönelik hamlelerini sürdürmesi ABD-Rusya ve NATO-Rusya ilişkilerini germiş ve Avrupa-Atlantik bölgesinin güvenliğini öngörülebilir gelecekte uzun bir süreyle meşgul edecek bir tabloyu ortaya çıkarmıştır.

Son dönemde Doğu Akdeniz’de bölge dışı ülkeleri de bu havzaya müdahil olmaya sevkeden ve bu aktörler ile örgütleri de buraya çeken geniş çaplı bir gerilim mevzii ortaya çıkmıştır. Bölgedeki bilhassa enerji kaynaklarının çıkarılması ve paylaşılmasını kapsayan mevcut gerilimin yatıştırılmasının da zaman alacağı ve nihayetinde kestirilmesi güç olan bir vade içinde uluslararasındaki güç dengelerine dayalı bir çözüm çerçevesine kavuşabileceği öngörülebilir.

Ortadoğu da kaynayan kazan özelliğini 2020’nin ilk çeyreğinde korumuş ve özellikle Suriye’de patlak veren, bir ara IŞİD’in belli bir bölgeye nüfuz edip, terör estirmesine zemin oluşturan, Irak’ı da içine çeken krizler yumağı halen çözülememiştir. 

İran ile özellikle Suudi Arabistan ve, Katar hariç, Körfez ülkeleri arasındaki gerilim unsurları daha da güç kazanmış ve geniş Ortadoğu coğrafyasında Yemen krizini de derinleştirecek çatışmalara vesile olmuştur.

Libya’daki krizle birlikte Maşrık’taki çatışma sarmalının Magreb’e de yayılması ihtilafların Kuzey Afrika havzasına da taşınmasına yol açmıştır.

Ortadoğu’yu halen kasıp kavuran, bugünlerde de Azerbaycan-Ermenistan çatışmasına sahne olan gelişmeler bir yandan Avrupa-Atlantik güvenliğine doğrudan etkide bulunurken, diğer yandan mevcut ve söndürülmeyi bekleyen istikrarsızlık çemberinin kendisine daha da geniş bir alan bulmasına zemin yaratmıştır.

Ortadoğu ve Kuzey Afrika havzasındaki bunalım kuşağının Avrupa güvenliği bağlamında çoğu Avrupa ülkesi için derin endişe kaynağı oluşturan düzensiz göçleri tetikleyici bir sonuç doğurduğu da görülmüştür. 2016 yılında Ege Denizinde başlayıp, bilahare durulan; son  günlerde ise  Kuzey Afrika’dan İspanya’ya yönelen düzensiz göç dalgaları özellikle AB ülkeleri için halen ciddi bir güvenlik endişesi oluşturma özelliğine sahiptir. 

Orta Asya ve Kafkasya’yı mercek altına aldığımızda karşımıza son dönemde Kırgizistan’da seçim sonrasında meydana gelen karışıklar, ABD ile Taliban arasında 2020 Şubat ayında imzalanan barış anlaşmasının Afganistan’da sahada izleyeceği seyir ve yılın son çeyreğinde Azerbaycan ile Ermenistan arasında patlak veren çatışma çıkmaktadır.

Bu açıdan bakıldığında Afganistan’da başlayan, Orta Asya’yı da kısmen de olsa etkisi altına alan, Kafkaslar’da Dağlık Karabağ’da sıcak çatışmaya sahne olan, İran-Irak-Suriye hattını izleyerek Doğu Akdeniz yoluyla Libya’ya kadar uzanan geniş bir istikrarsızlık kuşağının canlandığı görülmektedir.

Bölgesel düzlemden küresel düzleme geçtiğimizde ortada adı konmamış, ancak fiiliyatta sahne alan bir silahlanma yarışının başgösterdiği de iddia olunabilir.

Rusya’nın tutumu dolayısıyla ABD’nin 2019 yılında INF Antlaşmasından çekilmesi, aynı yıl orta menzilli konvansiyonel füze denemesi yapması, süresi 2021 yılında dolan Yeni START Anlaşmasının geleceğinde belirsizlik bulunması, ABD’nin 2020 Mayıs ayında Açık Semalar Anlaşmasından çekileceğini duyurması, Rusya’nın 2014 sonrasında hipersonik silahlar,  yeni tip seyir füzeleri, otonom silah sistemleri vb. askeri yetenekler üzerinde çalışması, Çin’in de askeri savunma harcamalarında yüksek oranda artışa gidip, uzayı da içeren yeni askeri  imkan ve kabiliyetler geliştiriyor olması ve ABD’nin özellikle deniz platformlarına konuşlandırmak üzere  taktik-operasyonel seviyede yeni nükleer yetenekleri hayata geçirmeye matuf tasarrufları vb. hamleler silahlanma alanında yeni sınamaları ortaya çıkarmıştır. Bu gelişmeler kapsamında ABD-Çin arasındaki ticaret savaşı daha derin boyutlar kazanırsa küresel güvenlik bakımından çok ürkütücü bir tablonun meydana gelmesi galip ihtimaller arasındadır.

Yukarıda özetlenen gözlemlerden hareket edilecek olursa küresel güvenliğin 2021 yılında izleyebileceği olası seyirle ilgili olarak şu özet öngörülerde bulunmak mümkündür:

·        - Biden yönetiminin Çin ve Rusya ile ilişkilerde radikal değişikliklere gideceğini varsaymak mümkün değildir. Öte yandan, Obama yönetiminde olduğu gibi, her iki ülkeyle yeni parametreler dahilinde bir ‘reset’ gerçekleştirmeye yönelip yönelmeyeceği meşru bir sorudur.

·        - Trump yönetiminin neredeyse ‘mükemmel tecrit’ politikası, tarafı olduğu uluslararası anlaşma ve düzenlemelerden birer birer çekilmesi, silahsızlanma ve silahların kontrolüne dair düzenlemelerin adeta altını oymaya dönük tutumu, çoktaraflı diplomasiye olan alerjisi ve uluslararası kuruluşlara, hatta kendi müttefiklerine karşı sergilediği umursamaz ve sağduyudan uzak tavrının Biden döneminde süreceği varsayılamaz. Trump karşısında en iyi aday olmasa da Biden’ın ABD Başkanlığını kısa bir süre sonra üstlenecek olması küresel güvenlik bağlamında da rahat bir nefes alma alanı yaratmaya adaydır. 

·        - Ortadoğu ve Kuzey Afrika havzasında hüküm süren çatışma ve istikrarsızlıkların devam etmesini beklemek gerçekçi olur. Bu geniş kuşağın Suriye-Irak bölümünün geleceği konusunda ABD ile Rusya’nın vardığı görülen zımni mutabakatın, bu ikilinin diğer alanlarda inişli çıkışlı bir seyir izleyen ilişkilerinin gidişatına bağlı olarak süreceği varsayılabilir.

·        - Al Quds komutanı Süleymani’nin 2020 yılı başında gerçekleştirilen ABD operasyonuyla ortadan kaldırılması üzerine başlayan ABD-İran gerilimi ve bölgede İran’ın mezhebi tutum üzerinden nüfuzunu korumaya, uygun vesilelerle de artırmaya dönük tutumunun ne yöne evrilebileceği 2021 yılının mercek altında tutulması gereken alanlarından birini oluşturacaktır.

·        - Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin İsrail’le ilişkilerinin yön ve kapsamı da Ortadoğu’daki gelişmelerin seyrine doğrudan etki yapacak sonuçlar ortaya çıkaracaktır. Birleşik Arap Emirliği, Bahreyn ve Sudan’ın İsrail’le ilişkilerinde normalizasyona gitmelerinin bölgede kartopu etkisi yaratmak suretiyle diğer Arap ülkelerine de sirayet edecek bir etki doğurması beklenmelidir. 

·        - Kore yarımadasında halen kırılganlığını koruyan durumun izleyeceği seyir de küresel güvenlik bağlamında önemli gelişmeler doğurmaya adaydır.

·        - İlk belirtileri ortaya çıkmaya başlayan ve yeni dünya düzenine şekil verecek ABD-Rusya-Çin üçlüsünün arasındaki stratejik rekabet devam edecek, çeşitli bölgesel ve uluslararası kuruluşların gündem ve girişimleri bu rekabetten etkilenecektir. Sözkonusu üçlü rekabetin Rusya’yı ve Çin’i birbirlerinin kucağına daha fazla itip itmeyeceği yeni yılda izlenecek ve incelenecek konular arasında yerini alacaktır. Bu rekabetin üçlü grubu, bir modus vivendi bulana değin, kendi aralarındaki sürtüşme unsurlarını  belli bir süreyle askıya almaya sevketme yönünde etki doğurup doğurmayacağı da yakından izlenmeye değer bir inceleme alanı oluşturabilir.

·        - Uzunca bir süredir devrim niteliğinde değişimler geçiren askeri teknoloji ve yetenekler ilerleyen yıllarda yeni konseptlerin, doktrinlerin, uygulamaların revize edilmeleri sürecini hızlandıracaktır. Bu çerçevede yapay zekaya dayalı otonom sistemler, robot teknolojisindeki daha ileri boyutlardaki dönüşümler, artan ölçüde entegre olan ağ odaklı imkan ve kabiliyetler, uzayı kontrol altında tutmaya ve uzayda üstünlük sağlamaya dayalı kuvvet ve kuvvet çarpanları, daha da gelişmiş siber yetenekler, insansız hava araçlarındaki gelişmeler vb. alanlarda kullanıma sokulacak yeni ve dönüştürücü kapasite ve yetenekler hiç şüphesiz küresel güvenlik gündemini derinden meşgul edecek sonuçlara gebe olacaktır.

·        - Pandemiye rağmen 2020 yılında yoğunluğunu pek yitirmeyen küresel güvenlik sınamalarının 2021 yılını da hareketli ve heyecanlı kılacağına şüphe yoktur.

12/Kasım/2020

No comments:

Post a Comment