30.09.2016
Karar, 29 Eylül 2016
Irak-İran Savaşı her yıl 22-29 Eylül tarihleri arasında “İran’da Mukaddes Savunma Haftası” ile anılıyor. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Bayram Sinkaya, sekiz yıl süren bu savaşın Tahran’ın bugünkü Orta Doğu politikasına etkilerini kaleme aldı.
22 Eylül 1980’de Irak askeri güçlerinin havadan ve karadan İran’a saldırmasıyla 20. yüzyılın en uzun savaşlarından birisi başladı. Çağın en kanlı savaşlarından birisi olan bu savaşta kaç kişinin öldüğü tam olarak bilinmiyor, tahminler beş yüz bin ile bir milyon arasında değişiyor.
Sekiz yıl süren ve 20 Ağustos 1988’de sona eren bu savaş İran halkının dimağında derin izler bıraktı. 22-29 Eylül haftası her yıl “İran’da Mukaddes Savunma Haftası” olarak anılır. Savaşın hatıraları olabildiğince canlı tutulur, şehitler anılır ve şehadet kavramı yüceltilir. Ayrıca sekiz yıl süren ve İran yazınında geçtiği şekliyle İran’a “dayatılmış savaş”ın İran halkını nasıl birleştirdiği vurgulanır. Öyle ki farklı etnik kökenlerden ve kültürel ortamlardan gelen insanlar gerek dini ve ideolojik duygularla devrimi savunmak için, gerek milli hislerle vatan savunması adına aynı saflarda birleşti. ‘Dayatılmış Savaş’ karşısında ortaya çıkan bu birliktelik devrim sonrasında ‘İran milliyetçiliğinin’ yükselmesine katkıda bulundu. Bu savaş sadece İran milliyetçiliğinin şekillenmesinde ve yükselmesinde değil; İran siyaseti, dış politikası ve güvenlik kültürü üzerinde de belirleyici oldu. Her şeyden önce İran’da savaşla yetişen bir nesil ortaya çıktı. Genç yaşta hayatının bir kısmını cephede geçiren, kimisi savaşın izlerini hala bedenlerinde taşıyan bu nesil bugün İran’da önemli makamlara geldi. Sekiz yıl süren savaşın türlü etkileri altında zihinleri şekillenen bu nesilden gelen siyasetçiler şu an İran siyasetine yön veriyor.
Yeni savunma stratejisi
Irak savaşının dış politika ve güvenlik kültürü üzerindeki en önemli etkisi, devrim sonrası İran’ın Orta Doğu/İslam tarihi ve siyaseti içerisinde ‘müstesna’ bir yere sahip olduğu düşüncesinin yerleşmesidir. Buna göre İran, İslam ülkeleri arasında emperyalizmin tasallutuna karşı direnişe ve devrime öncülük etmiş bir ülkedir. Bu nedenle İran bölgesindeki diğer “devrimci mücadelelere ve direniş hareketleri”ne destek vermekle yükümlüdür ve onlara liderlik etmelidir. Bu doğrultuda İran, emperyalizme karşı direniş adına farklı ülkelerden çok sayıda siyasi hareketle ilişki kurmuştur.
İran bu müstesna konumu nedeniyle “emperyalistler”tarafından kışkırtılan ve desteklenen Irak’ın saldırısına maruz kalmış, savaş İran’a dayatılmıştır. Üstelik İran savaş boyunca “yalnız” kalmıştır. Oysa Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak, Suriye dışında Arap ülkelerinin çoğundan destek almıştır. Üstelik İran türlü ambargolara maruz iken Irak, Batı Avrupa ülkeleri ve Sovyetler Birliği dâhil dünyanın farklı ülkelerinden silah tedarik edebilmiştir. Dolayısıyla Irak Savaşı, devrim sonrası İran’ın bölge siyasetinde müstesna bir yeri ve rolü olduğu inancının pekişmesine sebep olmuştur. Bunun pratik sonucu ise İran’ın bölgesel ve küresel aktörlere, özellikle Batılı ülkelere karşı şüpheyle yaklaşmasıdır. İran’ın yalnızlığı, güvenlik alanında kendi kendine yeterli olması için gerekli stratejik adımların atılmasını beraberinde getirmiştir.
İranlıların sekiz yıl süren savaştan öğrendikleri hususlardan birisi ‘savunmanın sınırların ötesinde başlaması’ gerektiği görüşüdür. Savaşın ilk yıllarında topraklarının bir kısmı istila edilen ve düşman karşısında “yalnız” kalan İranlılar, tekrar benzer bir durumla karşılaşmamak için savunma hatlarını topraklarının ötesinde kurmaya karar verdiler. Bunun iki yolu vardı: Birincisi ittifak ilişkileri, askeri güç, yumuşak güç unsurları ve benzeri siyasi manevralar ile etki alanını genişletmekti. Bu çerçevede İran, hükümetler ile kurduğu diplomatik ilişkilere alternatif olarak devlet dışı aktörler ile ilişki içerisine girmiş, ilgili başkentleri bypass ederek doğrudan halklarla ilişki kurmanın yolunu aramıştır.
Güvenliğin sınırların ötesinde kurulmasının ikinci yolu ise bölgedeki ihtilafların İran’ın güvenliğine potansiyel etkileri açısından değerlendirilmesi ve bu çerçevede politika belirlenmesiydi. Bütün bölgesel gelişmeler doğrudan İran ile ilgili olup olmadığına bakılmaksızın İran-merkezli olarak değerlendirilmiş, bölgedeki bütün çatışmalar İran’ın öncülük ettiği ‘devrimci cephe’, ‘direniş cephesi’ ile devrim karşıtı emperyalistlerin mücadelesi olarak görülmüştür. Böylece İran bölgede birçok çatışmanın doğrudan veya dolaylı bir parçası olmuştur.
Altüst olan jeopolitik
Gerçekten de Irak-İran Savaşı, İran Devrimi’nin doğrudan sonuçlarından birisidir. Savaşın sebebi yalnızca iki ülke arasına Şatt’ül Arab (Arvand Rud) su yolu üzerindeki anlaşmazlık değildir; savaş birçok çevrede iddia edildiği gibi geçmişi çok gerilere giden Arap-Fars, Sünni-Şii savaşı da değildir. Irak-İran Savaşı, devrimin bölgedeki jeopolitik dengeleri altüst etmesinin bir sonucudur. Devrim öncesinde ABD öncülüğünde Basra Körfezi’nde kurulan güvenlik mimarisinin asli unsurlarından birisi ve muhafazakâr Arap rejimlerinin dostu olan İran, devrimden sonra bölgedeki statükoya doğrudan meydan okumaya başlamıştır. Devrimci coşku ile birlikte Arap sokağına yapılan ayaklanma ve iktidardaki “gayri-meşru, emperyalizmin kuklası” rejimlerin devrilmesi çağrısı hemen hemen bütün bölge ülkelerinin İran’daki yeni rejime şüpheyle bakmasına neden olmuştur. Devrim çağrılarının özellikle Iraklı Şiiler arasında karşılık bulmaya başlaması savaşın esas sebeplerinden birisidir. Diğer yandan İran’ın devrim çağrısından endişe eden diğer bölge ülkeleri de doğal olarak doğrudan veya dolaylı şekillerde Irak yönetimine destek vermiştir.
Her iki taraf da zafer ilan etse de sekiz yıllık savaşın ardından kazanan olmadı. Bununla birlikte savaşın İran Devrimi’nin yayılmacı etkisini durdurduğunu söylemek mümkündür. Nitekim İran’ın bölgesel etkisi Saddam Hüseyin, Irak’ta iktidarda olduğu sürece sınırlı kaldı.
Devlet dışı aktörlerle ilişkiler
Savaş boyunca İran ile Irak’a destek veren Arap ülkeleri arasındaki ilişkiler gergin bir şekilde seyretti. 1988’de hem ateşkesin sağlanması hem de İran dış politikasında görülen bazı revizyonların sonucunda İran’ın Arap dünyası ile ilişkileri değişmeye başladı.
Hatta 1990’da Saddam’ın Kuveyt’i işgal etmesi ve Irak’ın bölge ülkeleri için bir tehdide dönüşmesi, diğer Arap ülkeleri ile İran arasındaki yakınlaşmayı artırdı. Bu durum Saddam’ın iktidardan uzaklaştırılmasına kadar devam etti. Irak’ta rejimin değişmesi ile birlikte bölgesel dengelerin yeniden şekillenmesi, İran ile Arap dünyası arasındaki ilişkilerde kırılmalara sebep oldu.
Irak Savaşı’nın İran’ın Orta Doğu politikası üzerindeki en önemli ve kalıcı etkisi, Suriye ile kurulan ittifaktır. Savaş boyunca Saddam yönetimine karşı İran’a destek veren tek lider olan Hafız Esad ile İran arasında o yıllarda kurulan ittifak ilişkisi hâlâ İran’ın bölge siyasetindeki en önemli kartlarından birisidir.
Savaşın uzun erimli sonuçlarından birisi de İran’ın Iraklı Şiiler ve Kürtler ile kurduğu ilişkilerdir. İki ülke arasında gerilimin artmasıyla birlikte İran’a geçen Şii aktivistler burada uzun süre kalmış, Irak Yüksek İslam Devrimi Konseyi ve Bedir Ordusu gibi hareketleri örgütlemiştir. Saddam Hüseyin’in iktidardan uzaklaştırılmasının ardından Irak’a dönen bu hareketler beraberinde İran’ın etkisini de taşımıştır. Keza İran savaş boyunca Iraklı Kürt hareketleri Saddam yönetimine karşı desteklemiş, dolayısıyla Irak Kürtleri İran’ın müttefiki haline gelmiştir. Savaş yıllarında Irak Kürtleri ile İran arasında temeli atılan bu ilişkinin de etkileri hâlâ sürmektedir.
Dolayısıyla, savaşın en önemli sonuçlarından birisi İran’ın devlet-dışı aktörler ile yerel düzeyde kurulan işbirlikleri üzerinden kendi çıkarlarını koruma kabiliyetini geliştirmesidir.
Savaş, uzun vadeli müttefikler sağlamanın yanında İran’a sınırları dışında istihbarat ve askeri operasyon yapma yeteneği kazandırdı. Bu amaçla kurulan Kudüs Gücü, sonraki yıllarda İran’ın bölge politikasındaki en önemli araçlarından birisi oldu.
Sekiz yıllık savaşın İran’a öğrettikleri ve kazandırdıkları bir yana, Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak, İran’ı dengelemeye devam etmiştir. Ancak 2003 sonrasında Irak’ta yeni bir yönetimin tesisi ile İran’ın Orta Doğu’da daha aktif bir rol oynamasının önü açılmıştır. Savaş sırasında edindiği imkân ve kabiliyetleri – devlet dışı aktörlerle yerel düzeyde işbirliği ve sınırları ötesinde operasyon yapma yeteneğini- yukarıda izah edilen stratejik kültür çerçevesinde değerlendiren İran yönetimi, bölgede sonraki yıllarda artan ihtilafların bir tarafı olmuş ve bu ihtilafları kendi menfaatleri doğrultusunda şekillendirmeye çalışmıştır. Böylece İran hem bölgesel istikrarsızlığın sürmesinde rol oynamış, hem de bölgedeki ihtilaflardan faydalanan bir aktör olmuştur.
No comments:
Post a Comment