Tuesday, October 4, 2016

Ege adaları kısa tarihçesi -Hazal Papuççular

Ege Adaları” Üzerine Birkaç SözEKİM 1, 2016Hazal Papuçcular
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 29 Eylül 2016’da muhtarlara yaptığı konuşmada “İşte şu an Ege’yi görüyorsunuz değil mi? Bağırsan sesinin duyulacağı adaları biz Lozan’da verdik. Zafer bu mu?” dedi ve tüm Türkiye üzerinden 93 sene geçen Cumhuriyet’in kurucu belgesi Lozan’ı yeniden tartışmaya açtı. Cumhurbaşkanı’nın sözleri kanaatimce özellikle seçilmişti; bitmez tükenmez bir şekildezafer mi yoksa hezimet mi şeklinde tartışılan Lozan ile, kamu nezdindeki bir başka “bam teli,” yani Ege Adaları meselesi aynı cümle içinde geçmeli, böylece sözlerin etkisi iki katına çıkmalıydı.
Beklenildiği üzere bu sözler sosyal medya ile yazılı ve görsel basında büyük bir infial yarattı. Herkes bu sözlerin tarihsel olarak yanlış olduğuna değinmek için adaların aslında Lozan ile değil 1913’te kaybedildiğini söyleyen açıklamalarda bulundu. Cilt cilt dış politika kitabı yazan akademisyenlerin “Oniki Ada aslında 1913 yılında Atina Antlaşması ile Yunanistan’a verilmiştir” gibi hatalı açıklamaları gazeteleri süsleyince konu ile ilgili kısa bir yazı yazmaya karar verdim. (Böyle hatalı bir örnek için tıklayınız)
                             Ada Grupları
Öncelikle, Ege Adaları “şu tarihte” verildi derseniz, bugün Batı Anadolu coğrafyasının karşısında yer alan adaların tamamını kastediyor olursunuz ve bu şekilde hatalı bir yaklaşımda bulunursunuz. Soldaki haritada görüldüğü gibi Ege’de birkaç grup ada bulunur ve bunların tarihçeleri de isimlendirmeleri gibi farklıdır.
Türkiye’nin batı sahillerinin tam karşısında bulunan adalar, Türkçe isimleri ile Boğazönü, Saruhan ve Menteşe gibi gruplara ayrılır. Meseleyi fazla karıştırmamak ve tarihsel bağlamına oturtmak adına, Menteşe grubuna bizim de aşina olduğumuz üzere Oniki Ada, Oniki Ada’nın kuzeyinde bulunan adalara ise Kuzey-Doğu Ege Adaları diyeceğim.
Güneydeki grup, yani Oniki Ada grubu, Osmanlı İmparatorluğu ile İtalya arasında yapılan Trablusgarp Savaşı (1911-1912) sırasında işgal edilir. 1911 yılında Libya’ya saldıran İtalya, burada bir direnişle karşılaşır. Yerli halk ve bölgede bulunan zaviyelerin İttihatçı subaylarla işbirliği yapması ve bu güçlerin İtalyanlara karşı gerilla taktiği ile savaşması sonucunda İtalya, bölgede askerî olarak bir çıkmaza girer. Donanması nispeten güçlü olan İtalya, Osmanlı İmparatorluğu’nu siyasi ve askerî olarak zorlamak için savaşı Akdeniz’e yayar ve dönem dönem bombaladığı önemli Osmanlı limanlarına ek olarak, 1912 Nisan’ında Ege’ye bir harekât başlatır. Çanakkale Boğazı’nı da bombalayan ve Kuzey’deki Limni Adası’ndaki Mondros limanını üs olarak kullanan İtalya, Mayıs 1912’de Oniki Ada’nın tümünü işgal eder. Osmanlı donanması ise denizde üstünlük sağlayan İtalya’ya karşı etkisiz kalır, hatta Ege Denizi’ne dahi açılamaz. Rodos’taki küçük direnişi saymazsak, Osmanlı İmparatorluğu, kaybedilişi sürekli Cumhuriyet tarihine atfedilen Oniki Ada’yı savaşmadan İtalyanlara bu zamanda terk eder. Çünkü imparatorluğun Rodos haricindeki adalarda savaşacak herhangi bir askerî kuvveti yoktur. Sadece bu kadarla da sınırlı değil. İtalyanlar, Oniki Ada ve Anadolu arasındaki telgraf hatlarını da kestiğinden Osmanlı İmparatorluğu bu adaların işgal haberini de ancak yabancı konsolosluklardan alabilir. Ve ele geçirilen adalardan karşı kıyıya, örneğin Marmaris’e, İtalyanlar tarafından bombardıman ateşi gerçekleştirilir.
map_of_dodecanese-islands
                                    Oniki Ada
Balkan Savaşı’nın patlak vermesi ile İtalya ve Osmanlı İmparatorluğu Uşi Antlaşması’nı imza eder (1912). Bu antlaşmanın 2. maddesine göre Osmanlı İmparatorluğu, Oniki Ada’daki İtalyan işgalini kabul eder. İtalyanlar, Osmanlı İmparatorluğu tüm kuvvetlerini Libya’dan çektiğinde adalardan çekileceğini söylese de, bu hiçbir zaman gerçekleşmez. Çünkü İtalya, 1. Dünya Savaşı’na kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun Trablusgarp’tan çekilmediğini ve direnişini devam ettirdiğini iddia edecektir. (Ki, bu o kadar da asılsız bir iddia değildir).
Kuzey-Doğu Ege Adaları ise Yunan Donanması tarafından Balkan Harbi (1912-1913) sırasında işgal edilir. Bugün Türkiye’ye ait olan Gökçeada ve Bozcaada da, işgal edilen bu adalar arasındadır. Denizdeki Yunan ablukası ve “Boğazönü” denilen bu adaların işgali, Osmanlı gemilerinin harp boyunca Çanakkale Boğazı’ndan çıkmasına engel olur. 1. Balkan Savaşı bittikten sonra dönemin büyük güçleri, Londra’da bir dizi konferans yapar, bu konferanslarda Ege’deki tüm adaların geleceği ile ilgili tartışmalar yapılır. Özellikle, bu devletlerin boğazlara yakın olan adaların geleceğinin ne olacağına dair görüşleri birbiri ile çatıştığından, konferanslardan sonra imzalanan Londra Antlaşması’na “Ege Adaları’nın geleceğinin büyük devletler tarafından kararlaştırılacağına” dair muğlak bir madde konulur. Sonuç olarak, daha sonra Atina Antlaşması imzalanır (1913) ve dün/bugün sıkça bahsedilen  Kuzey-Doğu Ege Adaları (Gökçeada ve Bozcaada hariç), Yunanistan’a bırakılır. Yani, Oniki Ada ve Atina Antlaşması’nın birbiriyle bağlantılı bir durumu yoktur. Burada mevzubahis Kuzey-Doğu Ege Adaları’dır. 
Burada bir şeye vurgu yapmam gerekiyor: Her ne kadar 1913 Atina Antlaşması, Kuzey-Doğu Ege adalarını Gökçeada ve Bozcaada hariç Yunanistan’a bırakmış olsa da, bu durum imparatorluğa ait bu iki adada Osmanlı hâkimiyetinin yeniden tesis edildiği şeklinde düşünülmemelidir. Örneğin, 1915 Çanakkale Savaşı sırasında Gökçeada’da İngilizler tarafından üsler inşa edilmiş, bölgede cepheden gelen yaralılar için bir hastane bile yapılmıştır. Gökçeada ve Bozcaada’ya benzer bir süreçten geçen bir başka ada da Kaş’ın hemen karşısındaki Meis olmuştur. Teknik olarak Osmanlı hâkimiyetindeki bu adaya gönderilen yönetici, ada nüfusu tarafından esir alınmış ve 1915 yılında da Meis, Fransızlar tarafından işgal edilmiştir. Bu işgal ile birlikte Antalya’ya döşenen Alman topları ile adaya yerleştirilen Fransız topları savaş boyunca birbirlerini karşılıklı olarak dövmüştür. Fransızlar Meis’i 1921 yılı itibarıyla İtalya’ya terk etmiştir.
Kısacası 1. Dünya Savaşı bittiğinde, bahsettiğimiz tüm adalar elden çıkmış durumdadır. 1920’de imzalanan Sevr Antlaşması da Oniki Ada’nın tümünü (gruptan olmasa da gruba daha sonra bağlanan Meis de dahil olmak üzere) İtalya’ya, Kuzey-Doğu Adaları’nı da (Gökçeada ve Bozcaada dahil olmak üzere) Yunanistan’a bırakmıştır. (Boğazlara yakın adalara dair ise ek düzenlemeler vardır.) Lozan Antlaşması ile bu iki Boğazönü Adası, Türkiye’ye iade edilecek fakat bunun dışında adalarla ilgili herhangi bir değişiklik olmayacaktır. Ancak Türkiye’nin, Lozan Antlaşması’nda bu iki ada hariç bir de Meis için İtalyanlarla mücadele ettiğini, fakat İtalyanların Türk heyetine eğer bu isteklerinden vazgeçmezlerse kapitülasyonlarla ilgili maddede sorun çıkaracaklarına dair gözdağı verdiğini, Türkiye’nin ise 1923 yılının Haziran ayına kadar direnip koca bir barış antlaşmasını Meis için feda etmediğini belirtmek gerekir.
Türkiye ile İtalya arasında bunlar sürerken, Oniki Ada üzerine çetin bir başka mücadele de kapalı kapılar ardında Yunanistan ile İtalya arasında sürmüştür. Yunanistan Oniki Ada’yı istemiş, İtalya ise bazı devir antlaşmaları yapsa da sonradan bu antlaşmalara riayet etmemiştir. Buna karşılık Yunanistan ise tüm iki savaş arası dönem boyunca bu antlaşmaları İtalya’ya sürekli olarak hatırlatmıştır.
Sonuç olarak, Türkiye Lozan’da adaları “vermek” yerine mevcut “fiili durumu onaylamıştır”. Tutanaklar incelendiğinde, Meis hariç Oniki Ada’nın müzakere bile edilmediği, ada meselesinde çoğunlukla kuzeydeki adaların tartışıldığı söylenebilir. Fakat bu durum üzerinden Lozan’ın eleştirilmesi ve Lozan’ın bir başarısızlık olarak gösterilmesi tarihsel gerçeklikle bağdaştırılamaz. Zira, Sevr gibi bir antlaşmadan sonra yapılmış Lozan’ın önceliği adalar olmamıştır. Bugün adalar üzerine yapılan hiçbir tartışma – Türkiye Ege’de hangi sorunları yaşarsa yaşasın – Lozan Antlaşması’nın paramparça edilmiş bir imparatorluğun ardından zafer kazanılarak yapılmış bir bağımsızlık belgesi olduğu gerçeğini değiştirmeyecektir.
Son söz: Aynı meselenin bir de 1947 versiyonu mevcuttur. Oniki Ada’nın bu tarihte Yunanistan’a devri sırasında Türkiye, adaları alamadığı için hatta bazen adalar sanki kendisindeymiş gibi “verdiği” için çokça eleştirilir. Onunla ilgili bir yazı hakkımı da bir başka gündeme saklıyorum.
Hazal Papuccular, War or Peace: The Dodecanese Islands in Turkish Foreign and Security Policy, 1923-1947, PhD Dissertation, Boğaziçi University, 2015.

No comments:

Post a Comment