DOÇ. DR. HÜNER TUNCER...
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hakaret etmekten kaçınmadığı Lozan’ın, Türkiye ve Birinci Dünya Savaşı sonrası dünyası açısından önemini bir yabancı yazar şöyle ifade etmekteydi: “1918 Kasım’ında herhangi bir kimse çıkıp da, bu ölüm döşeğindeki devletle (Türkiye) nihai barışın ancak beş yıl sonra yapılabileceğini söyleseydi; sözlerine kimse inanmaz, gülünüp geçilirdi. Fakat işte o inanılmaz şey gerçekleşti!”
Lozan ve Misak’ı Milli hakkında yeterli bilgilere sahip olmadıkları anlaşılan ülkemiz yöneticilerine, başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, öncelikle şu tarihi gerçekleri anımsatmak isterim:
Dışişleri Bakanı İsmet Paşa’nın başkanlığındaki Türk Heyeti, Lozan’a 14 maddelik bir yönergeyle gitmekteydi. Bu yönergenin ilk yarısı Türkiye’nin ulusal sınırlarıyla ilgiliydi: Doğu sınırı, Irak sınırı, Suriye sınırı, Ege Adaları, Trakya sınırı, Batı Trakya, Boğazlar ve Gelibolu Yarımadası. Yönergenin ikinci yarısı ise şu sorunları kapsıyordu: Kapitülasyonlar, azınlıklar, Osmanlı borçları, ordu ve donanma, Türkiye’deki yabancı kuruluşlar, Türkiye’den ayrılan ülkeler ve bu ülkelerdeki İslam toplulukları ile vakıfları.
Yönergenin ilk maddesi olan Doğu sınırı konusunda şöyle deniyordu: “Ermeni yurdu” söz konusu olamaz, olursa görüşmeler kesilir. Başka bir deyişle, konferansta Ermeniler için Anadolu’dan toprak istenirse, barış görüşmeleri kesilebilecek; Türkiye yeniden savaşı göze alabilecekti. İsmet Paşa, bu konuda Hükümet’e danışmadan görüşmeleri kesmeye yetkiliydi. İşte Türk heyeti, Lozan’da böylesine kararlı bir tutum sergilemekteydi. Batılılar, 12 Aralık 1922’de, “Ermeni ulusal yurdu” isteklerini resmen konferansa getirdiler ve kuzeydoğu Anadolu vilayetlerinde ya da Kilikya’da Ermenilere toprak verilmesini istediler. İsmet Paşa, bu isteği kesinlikle reddetti. İsmet Paşa, “Türkiye’nin, doğu vilayetlerinde ya da Kilikya’da anayurttan ayrılabilecek bir karış toprağı yoktur” demekteydi.
Irak sınırı konusunda; Süleymaniye, Kerkük ve Musul livaları (sancak) istenecekti. Suriye sınırı; Re’si İbn Hani’den başlayarak, Harim, Müslimiye, Meskene, Fırat yolu, Derizor, Çöl ve nihayet Musul vilayeti güney sınırına ulaşacaktı. Adalar: Duruma göre davranılacak, kıyılarımıza pek yakın olan adalar ülkemize katılacaktı. Trakya sınırı: 1914 sınırının elde edilmesine çalışılacaktı. Batı Trakya: Plebisit istenecekti. Boğazlar ve Gelibolu Yarımadası: Yabancı bir askerî güç kabul edilemezdi; bu nedenle görüşmeleri kesmek gerekirse, önceden Ankara’ya bilgi verilecekti. Azınlıklar: Esas mübadeleydi. Osmanlı borçları: Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılan ülkelere paylaştırılacak, Yunanistan’dan alınacak tamirat bedeline mahsup edilecek, olmazsa 20 yıl ertelenecekti. Düyun-u Umumiye İdaresi kaldırılacaktı. Ordu ile donanmaya sınırlama konması söz konusu olamazdı.
Kapitülasyonlar konusunda İsmet Paşa’ya verilen hükümet yönergesinde, “kapitülasyonlar kabul edilemez, görüşmeleri kesmek gerekirse gereken yapılır” deniyordu. Kapitülasyonlar konusunda da İsmet Paşa, Ankara’ya danışmadan görüşmeleri kesebilecekti.
Lozan’da öteki sınırlarımız da çizilmekte ve dünyaya kabul ettirilmekteydi. Trakya sınırımız Sevr’de Çatalca’dan geçiyordu; Lozan’da ise sınır Meriç Nehri olmuştu. Çanakkale Boğazı’nın güvenliği için, İmroz (Gökçeada), Bozcaada ve Tavşan Adaları Türkiye sınırları içine alınmış; Asya kıyısından 3 milden az uzaklıkta bulunan adalar da Türk egemenliği altına konulmuştu. İtalya’nın işgali altında bulunan Rodos ile On İki Ada ise İtalya’ya bırakılıyordu.
Sevr Antlaşması; Urfa, Antep, Birecik, Mardin, Nusaybin, Osmaniye ve Bahçe’yi sınır ötesinde bırakıyordu. Lozan’da bu topraklar vatana katılmış ve Türkiye’nin toprak bütünlüğü sağlanmıştı.
Sevr Antlaşması, bir “Boğazlar Bölgesi” öngörmekteydi. O bölgede yalnızca İngiliz, Fransız ile İtalyan askerleri bulunacak; Türk askerleri ise oraya ayak basamayacaktı. Bu hüküm de Lozan’da kaldırılmış ve Barış Antlaşması’ndan sonra Türkiye’nin hiçbir yerinde yabancı işgal gücü kalmamıştı.
Sevr’e göre, Türkiye’nin bütün silahlı güçleri 50.000’i aşmayacak; Türkiye, yalnızca 35.000 jandarma ile 15.000 kişilik jandarma destek birlikleri bulundurabilecekti. Jandarma subaylarının 1.500 kadarını da yabancı subaylar oluşturacaktı. Lozan’da İsmet Paşa’ya verilen yönergede, “ordu ve donanmaya sınırlama konması söz konusu olamaz” deniyordu.
Sevr’de kabul edilen hüküm uyarınca İngiliz, Fransız ile İtalyan delegelerinden oluşacak bir “Maliye Komisyonu”, Türkiye’nin ulusal bütçesini denetleyecek ve para basmak gibi çeşitli parasal işlerini düzenleyecekti. “Maliye Komisyonu” gibi bağlayıcı ve egemenliği kısıtlayıcı hükümlerin tümü Lozan’da kaldırıldı.
Lozan’da çok tartışılan konulardan biri de azınlıklar sorunuydu. Türkiye’de “azınlık” kavramından anlaşılan “Müslüman olmayanlar”dı. Lozan’da ise Batılılar, Türklere “Müslüman azınlık” kavramını dayatmaya kalkışmıştı. Türk Heyeti, Türkiye’de Müslüman azınlıkların söz konusu olamayacağını vurguladı. Lozan’da, Türk heyetinin görüşü haklı bulunmakta ve Türkiye’de yalnızca Müslüman olmayan azınlıkların varlığı kabul edilmekteydi.
Lozan Konferansı’nda laiklik konusu da gündeme gelmişti. Laiklik, Türkiye’de Müslüman olmayan azınlıkların ve yabancıların ayrıcalıklarına ve kapitülasyonlara son verecek; kapitülasyon ve ayrıcalık isteyenlerin gerekçelerini de ortadan kaldıracaktı. Ayrıca laiklik, Türk yasalarının Türkiye’de yaşayan herkese uygulanmasını sağlayacak ve Türkiye’nin ulusal egemenliğini pekiştirecekti. Laik Türkiye’de artık yabancılara ve Hıristiyan vatandaşlarımıza farklı hukuk uygulanmayacaktı. Laik Türkiye’nin temeli Lozan’da atılmış ve öncelikle Türk hukuk sistemi laikleştirilmişti.
Lozan Konferansı boyunca İsmet Paşa’nın İngiliz baş delegesi olan Lord Curzon ile tamamen boy ölçüşecek kudrette tam bir eşitlik ayağı üzerinde konuşması, dünyaya artık geleneksel Osmanlı diplomasi anlayışının ve uygulamasının tarihe karıştığını ve onun yerine yeni bir diplomasi anlayışı ve uygulamasının doğduğunu kanıtlamaktaydı. Yeni Türk diplomasisinde amaç hakkın alınmasıydı ve bunu sağlayacak olanlar, Atatürk ile İsmet Paşa’ydı.
İşte bütün bu tarihsel gerçeklerin ışığında Lozan, Türkiye Cumhuriyeti’nin yabancı devletler tarafından tanınmasını sağlayan ve Atatürk Türkiyesi’nin temelini oluşturan belgenin ismidir. Atatürk’ün kendi sözleriyle Lozan, Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir siyasal utku anıtıdır. Bu gerçeği kabul etmek istemeyenlerin ise, ülkemizin yönetiminde yeri yoktur!!!
Lozan ve Misak’ı Milli hakkında yeterli bilgilere sahip olmadıkları anlaşılan ülkemiz yöneticilerine, başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, öncelikle şu tarihi gerçekleri anımsatmak isterim:
Dışişleri Bakanı İsmet Paşa’nın başkanlığındaki Türk Heyeti, Lozan’a 14 maddelik bir yönergeyle gitmekteydi. Bu yönergenin ilk yarısı Türkiye’nin ulusal sınırlarıyla ilgiliydi: Doğu sınırı, Irak sınırı, Suriye sınırı, Ege Adaları, Trakya sınırı, Batı Trakya, Boğazlar ve Gelibolu Yarımadası. Yönergenin ikinci yarısı ise şu sorunları kapsıyordu: Kapitülasyonlar, azınlıklar, Osmanlı borçları, ordu ve donanma, Türkiye’deki yabancı kuruluşlar, Türkiye’den ayrılan ülkeler ve bu ülkelerdeki İslam toplulukları ile vakıfları.
Yönergenin ilk maddesi olan Doğu sınırı konusunda şöyle deniyordu: “Ermeni yurdu” söz konusu olamaz, olursa görüşmeler kesilir. Başka bir deyişle, konferansta Ermeniler için Anadolu’dan toprak istenirse, barış görüşmeleri kesilebilecek; Türkiye yeniden savaşı göze alabilecekti. İsmet Paşa, bu konuda Hükümet’e danışmadan görüşmeleri kesmeye yetkiliydi. İşte Türk heyeti, Lozan’da böylesine kararlı bir tutum sergilemekteydi. Batılılar, 12 Aralık 1922’de, “Ermeni ulusal yurdu” isteklerini resmen konferansa getirdiler ve kuzeydoğu Anadolu vilayetlerinde ya da Kilikya’da Ermenilere toprak verilmesini istediler. İsmet Paşa, bu isteği kesinlikle reddetti. İsmet Paşa, “Türkiye’nin, doğu vilayetlerinde ya da Kilikya’da anayurttan ayrılabilecek bir karış toprağı yoktur” demekteydi.
Irak sınırı konusunda; Süleymaniye, Kerkük ve Musul livaları (sancak) istenecekti. Suriye sınırı; Re’si İbn Hani’den başlayarak, Harim, Müslimiye, Meskene, Fırat yolu, Derizor, Çöl ve nihayet Musul vilayeti güney sınırına ulaşacaktı. Adalar: Duruma göre davranılacak, kıyılarımıza pek yakın olan adalar ülkemize katılacaktı. Trakya sınırı: 1914 sınırının elde edilmesine çalışılacaktı. Batı Trakya: Plebisit istenecekti. Boğazlar ve Gelibolu Yarımadası: Yabancı bir askerî güç kabul edilemezdi; bu nedenle görüşmeleri kesmek gerekirse, önceden Ankara’ya bilgi verilecekti. Azınlıklar: Esas mübadeleydi. Osmanlı borçları: Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılan ülkelere paylaştırılacak, Yunanistan’dan alınacak tamirat bedeline mahsup edilecek, olmazsa 20 yıl ertelenecekti. Düyun-u Umumiye İdaresi kaldırılacaktı. Ordu ile donanmaya sınırlama konması söz konusu olamazdı.
Kapitülasyonlar konusunda İsmet Paşa’ya verilen hükümet yönergesinde, “kapitülasyonlar kabul edilemez, görüşmeleri kesmek gerekirse gereken yapılır” deniyordu. Kapitülasyonlar konusunda da İsmet Paşa, Ankara’ya danışmadan görüşmeleri kesebilecekti.
Lozan’da öteki sınırlarımız da çizilmekte ve dünyaya kabul ettirilmekteydi. Trakya sınırımız Sevr’de Çatalca’dan geçiyordu; Lozan’da ise sınır Meriç Nehri olmuştu. Çanakkale Boğazı’nın güvenliği için, İmroz (Gökçeada), Bozcaada ve Tavşan Adaları Türkiye sınırları içine alınmış; Asya kıyısından 3 milden az uzaklıkta bulunan adalar da Türk egemenliği altına konulmuştu. İtalya’nın işgali altında bulunan Rodos ile On İki Ada ise İtalya’ya bırakılıyordu.
Sevr Antlaşması; Urfa, Antep, Birecik, Mardin, Nusaybin, Osmaniye ve Bahçe’yi sınır ötesinde bırakıyordu. Lozan’da bu topraklar vatana katılmış ve Türkiye’nin toprak bütünlüğü sağlanmıştı.
Sevr Antlaşması, bir “Boğazlar Bölgesi” öngörmekteydi. O bölgede yalnızca İngiliz, Fransız ile İtalyan askerleri bulunacak; Türk askerleri ise oraya ayak basamayacaktı. Bu hüküm de Lozan’da kaldırılmış ve Barış Antlaşması’ndan sonra Türkiye’nin hiçbir yerinde yabancı işgal gücü kalmamıştı.
Sevr’e göre, Türkiye’nin bütün silahlı güçleri 50.000’i aşmayacak; Türkiye, yalnızca 35.000 jandarma ile 15.000 kişilik jandarma destek birlikleri bulundurabilecekti. Jandarma subaylarının 1.500 kadarını da yabancı subaylar oluşturacaktı. Lozan’da İsmet Paşa’ya verilen yönergede, “ordu ve donanmaya sınırlama konması söz konusu olamaz” deniyordu.
Sevr’de kabul edilen hüküm uyarınca İngiliz, Fransız ile İtalyan delegelerinden oluşacak bir “Maliye Komisyonu”, Türkiye’nin ulusal bütçesini denetleyecek ve para basmak gibi çeşitli parasal işlerini düzenleyecekti. “Maliye Komisyonu” gibi bağlayıcı ve egemenliği kısıtlayıcı hükümlerin tümü Lozan’da kaldırıldı.
Lozan’da çok tartışılan konulardan biri de azınlıklar sorunuydu. Türkiye’de “azınlık” kavramından anlaşılan “Müslüman olmayanlar”dı. Lozan’da ise Batılılar, Türklere “Müslüman azınlık” kavramını dayatmaya kalkışmıştı. Türk Heyeti, Türkiye’de Müslüman azınlıkların söz konusu olamayacağını vurguladı. Lozan’da, Türk heyetinin görüşü haklı bulunmakta ve Türkiye’de yalnızca Müslüman olmayan azınlıkların varlığı kabul edilmekteydi.
Lozan Konferansı’nda laiklik konusu da gündeme gelmişti. Laiklik, Türkiye’de Müslüman olmayan azınlıkların ve yabancıların ayrıcalıklarına ve kapitülasyonlara son verecek; kapitülasyon ve ayrıcalık isteyenlerin gerekçelerini de ortadan kaldıracaktı. Ayrıca laiklik, Türk yasalarının Türkiye’de yaşayan herkese uygulanmasını sağlayacak ve Türkiye’nin ulusal egemenliğini pekiştirecekti. Laik Türkiye’de artık yabancılara ve Hıristiyan vatandaşlarımıza farklı hukuk uygulanmayacaktı. Laik Türkiye’nin temeli Lozan’da atılmış ve öncelikle Türk hukuk sistemi laikleştirilmişti.
Lozan Konferansı boyunca İsmet Paşa’nın İngiliz baş delegesi olan Lord Curzon ile tamamen boy ölçüşecek kudrette tam bir eşitlik ayağı üzerinde konuşması, dünyaya artık geleneksel Osmanlı diplomasi anlayışının ve uygulamasının tarihe karıştığını ve onun yerine yeni bir diplomasi anlayışı ve uygulamasının doğduğunu kanıtlamaktaydı. Yeni Türk diplomasisinde amaç hakkın alınmasıydı ve bunu sağlayacak olanlar, Atatürk ile İsmet Paşa’ydı.
İşte bütün bu tarihsel gerçeklerin ışığında Lozan, Türkiye Cumhuriyeti’nin yabancı devletler tarafından tanınmasını sağlayan ve Atatürk Türkiyesi’nin temelini oluşturan belgenin ismidir. Atatürk’ün kendi sözleriyle Lozan, Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir siyasal utku anıtıdır. Bu gerçeği kabul etmek istemeyenlerin ise, ülkemizin yönetiminde yeri yoktur!!!
No comments:
Post a Comment