Evrensel
15 Aralık 2024 04:03
Başarısız devletin yıkılışı mı, yeni bir felaketin başlangıcı mı?
Yücel Demirer
Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) öncülüğündeki Suriye muhalefeti Esad rejimini şüphe uyandıran bir hızla devirdi. Değişim, Türkiye’yi de kapsamak üzere tüm Ortadoğu halkları için tarihsel bir dönüm noktasını, belki de yeni bir felaketin başlangıcını temsil ediyor.
Beşar Esad’ın Rusya’ya kaçışının hemen ardından Partisinin Gaziantep İl Kongresinde konuya değinen Tayyip Erdoğan “Tarih, tüm aksi propagandalara rağmen Türkiye'nin bu insanlık sınavını nasıl başarıyla verdiğini yazacaktır” sözleriyle süreci hangi öncelik sırası içinde gördüğünü belli etti.
CHP Lideri Özgür Özel sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda "Suriye’yi yıllardır otoriterlikle yöneten Esad rejimi, bugün itibarıyla son buldu. Şimdi Suriye’de tüm Suriyelileri temsil eden bir geçiş hükümeti kurulması elzemdir” dedi.
TBMM Genel Kurulunda yaptığı konuşmada Numan Kurtulmuş, Suriye halkının Esad yönetimi altında çektiği çileye değindikten sonra “Türkiye, Suriye halkına, dost ve kardeş Suriye milletine demokratik rehberlik noktasında, üzerine düşen sorumlulukları yerine getirecektir” dedi.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, 15. büyükelçiler konferansının açılışında Esad rejiminin halkıyla barışık olmadığını hatırlattıktan sonra, "Zor günlerinde Suriyeli kardeşlerine el uzatmış Türkiye, Şam'da açılan yeni sayfada da yanlarında olacaktır" dedi.
Yukarda sıralanan cümlelerin ortak noktalarını, baskıcı ve başarısız Esad rejiminin beklenen yıkılışının gerçekleştiği ve yarattığı tahribatın onarılması için destek verileceği ya da verilmesi gerektiği şeklinde özetlemek mümkün. Bu demeçlerde sürece ilişkin bir normallik duygusu ve iyimserlik egemen. Üstelik bu eğilim siyasetçilerle de sınırlı değil.
İktidar yanlısı medyada, MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın Şam’daki Emevi Camii’nde HTŞ Lideri Golani ile birlikte namaz kılmasıyla zirveye çıkan bir şenlik havası yaşanıyor. Benzeri bir yaklaşımı emperyalizm kavramını kullanmaktan imtina eden, sadece şu andaki durumun teknik ayrıntılarına odaklanan, sürecin gelişimindeki olağanüstü dinamik ve pazarlıkları görmezden gelen, Esad rejiminin onu yıkanların ürünü olduğunu dikkate almayarak sanki İsviçre kantonlarının geleceğini tartışıyormuş gibi bir tutum takınan yorumcu ve akademisyenlerde de görmek mümkün.
Ancak, iyimser tonuyla ilk anda kulağa hoş gelen yukarıdaki yaklaşımların örttüğü gerçekleri görmeye gayret etmek, emperyalist çıkarların çarpıştığı bu tarihsel öneme sahip dönemde halklara savaş ve felaket getirecek olasılıkları akıldan çıkarmamak gerekiyor.
* * *
‘Başarısız devlet’ kavramı, yasal ve siyasal düzenin temelini oluşturan kurumların çöktüğü, devletin düzeni sağlama, temel hakları garanti altına alma, güvenlik ve temel altyapı hizmetlerini sunma kapasitesini yitirdiği yönetimleri tanımlıyor. Kavram, 1990'larda, özellikle Somali'de yaşanan karışıklıklar sonrasında popüler olduktan itibaren 2000'li yıllarda emperyalist müdahalelere zemin sağlayan düşünsel çerçeveler içinde yaygın olarak kullanıldı.
Tanıma göre, ‘başarısız devlet’ler tarafından yönetilen ülkelerde yoğunluğundan çok kalıcı karakteri baskın olan bir şiddet iklimi egemen. Etnik ve dini gerekçelere dayanan iç savaşların yaşandığı bu devletler sınırlarını kontrol edemiyor. Resmi gücün etki alanı başkent ve etnik olarak belirli bir veya daha fazla bölge ile sınırlı kalıyor.
Kavram, bir devletin aciz hale geldiği, kendi vatandaşlarını tehlikeye attığı, bölgesel savaşa, mülteci akınına ve istikrarsızlığa neden olduğu ortamları, hukukun ve siyasal düzenin parçalandığı durumları tanımlamak için ilk anda anlamlı ve kullanışlı gibi görünse de üç önemli zaaf içeriyor.
Bunlardan birincisi, “başarısız” bir ülkede yaşanan çatışmaları dış müdahaleye mahkum bir sorun olarak tanımlaması. İkincisi, başarısız devletin tanımına ilişkin net ve tutarlı bir göstergenin bulunmayışı ve bir devletin başarısız olduğuna karar verenin “başarılı” emperyalist devletlerin oluşu. Üçüncüsü ve belki de en önemlisi, tıpkı ABD’nin 1992 yılında Somali’ye yaptığı müdahalede olduğu gibi, bir devletin başarısız olduğuna karar veren emperyalist merkezin “başarısız devlet”e askeri müdahalesinin yolunu açması.
* * *
Suriye söz konusu olduğunda, 54 yıllık bir baskı aygıtının nasıl bu kadar kısa süre içinde dağıldığı/dağıtılabildiği, kimlerin çıkar birliği içinde olduğu, güncel güç dağılımının gerçekçi bir haritasının nasıl çizilmesi gerektiği, HTŞ’nin ılımlı yeni imajının kalıcı olup olmayacağı, muhalif gruplar arasındaki üstünlük mücadelesinin nasıl sonuçlanacağı, kurulacak siyasal sistemin hangi dinamikler üzerinden şekilleneceği, anayasa ve hukuk sistemi üzerindeki uyuşmazlıkların nasıl çözüleceği, ekonomik ve doğal kaynakların dağılımının nasıl yapılacağı, Rojava-Batı Kürdistan coğrafyasının geleceğinin nasıl şekilleneceği, rejim yanlısı kabul edilen ve azınlık olan Şiileri nasıl bir geleceğin beklediği, Türkiye’de yaşayan Suriyelilerin ülkelerine dönüp dönmeyeceği, ABD-İngiltere- İsrail-Rusya ve Türkiye’yi kapsadığı izlenimi edinilen zımni uzlaşmanın içeriğinin ve zamansal sınırlarının ne olduğu, Türkiye’de kabaran Neoosmanlıcı damarın somut siyasete ne boyutta sıçrayacağı, Türk müteahhitlerine yönelik Suriye’de sürmesi muhtemel kayırmacı tavrın iç siyaseti nasıl etkileyeceği ve buna benzer yüzlerce soru yanıt bekliyor.
İsrail’in fırsattan istifade ederek yayılmacı politikalarını Suriye’ye genişlettiği, ABD’nin Suriye’deki askerlerini geri çekmeyeceğini açıkladığı ve HTŞ’yi terör örgütü listesinden çıkarmaya hazırlandığı gibi, önümüzdeki yüzyılın bölgemizdeki kaderini belirleyecek adımların ardı ardına atıldığı bir dönemden geçiyoruz.
Bu çetin süreçte içinde emperyalist kavramının geçmesinden sakınılmayan, ‘Başarısız devletin ayağa kaldırılması’ romantizmine prim vermeyen politikalara ihtiyaç var.
Suriye’de iç savaş olasılığı dahil olmak üzere yeni gelişmelerin eşiğinde, emperyalist şiddet ve talanın uğultusu altında, etnik ve dinsel aidiyetler üzerinden yapılan siyasete karşı sınıfsal aidiyetler üzerinden kurulan dayanışma ve mücadelenin önemini durmaksızın hatırlatmak ve parçası olmak gerekiyor.
Önder Özar'ın kişisel notu: Yazının son paragrafına gerek var mı?
No comments:
Post a Comment