Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu’na göre, İYI Parti MHP ile birleşsin isteniyor
Prof. Dr. Ersin
Kalaycıoğlu: 2017 referandumuyla birlikte Türkiye, demokrasiyle bağlantısını
tamamen koparmıştır. Bu tür özelliklere sahip rejimlerde, anayasanın etkin ve
bağlayıcı olma özelliği geri plana atıldığı vakit, bunun ortaya çıkardığı
boşluğu keyfi şekilde hareket eden yürütme dolduruyor. Hükümetin nerede
bittiği, devletin nerede başladığı, oradaki sınır bulanıklaşıyor. Devlet ve
hükümet ilişkisinin muğlaklaşması, sınırın yok oluşu, devlet aygıtlarının parti
aygıtına dönüşmesi, onunla birlikte anayasal takıyyenin gelişmesi, kurumsal
yapıların ciddi erozyona uğraması ya da ortadan kaldırılmasını beraberinde
getiriyor.
Facebook'ta paylaşWhatsAppE-posta
·
A A
19 Ekim 2020 Pazartesi, 05:30
Seçim araştırmalarında halka sormuştuk, “Hiç oy
vermeyeceğiniz parti hangisi” diye…Neredeyse 3’te 1 HDP diyor. Onun için
partilerin beraber çalışıyor izlenimi vermeleri kendi seçmenlerine kolay
anlatılamayacak bir durum. Gerek AKP, gerek MHP, HDP ve İYİ Parti arasındaki
ideolojik farklılıkları olabildiğince gün yüzüne çıkarıp seçmenin gözüne sokmak
suretiyle orada bir tesanütün olmamasını sağlamak peşinde. İYİ Parti bloktan
çıksın, MHP ile birleşsin istiyorlar.
- Önce, Kars Belediyesi Eşbaşkanlığı
görevinden uzaklaştırılarak tutuklanan Ayhan Bilgen, ardından eski HDP
milletvekili Altan Tan’ın açıklamaları gündeme geldi. İkisi de HDP için yeni
bir döneme girilmesi çağrısı yaptı. Bu çağrıyı zamanlaması bakımından
değerlendirir misiniz?
Şu anda herkes arayış içinde. Bütün bu yapılanlar, bu arayış
döneminin getirdikleri. Arayışın ortaya çıkması, özellikle 2017 referandumundan
sonra gelişen koşullarla belirlendi.
- Arayıştan kastınız?
2017 referandumuyla birlikte Türkiye demokrasiyle
bağlantısını tamamen koparmıştır. Böyle bir ortamda partiler ne anlama geliyor,
seçim ne anlama geliyor, demokrasi ne anlama geliyor? Aynı zamanda Türkiye’nin
içinde bulunduğu koşullarda sivil toplum ne anlama geliyor? Dikkat edilmeyen
husus şu: 2017’deki referandumda oylanan anayasa değişiklikleri, anayasanın geri
kalan maddelerinin çalışmasına imkân vermeyecek durumda. Dolayısıyla bizde bir
tutarsızlıklar manzumesi olarak anayasa var. Anayasanın bir kısmını
uyguladığınızda diğer kısmını uygulama şansınız yok. Örneğin parti başkanı olan
bir cumhurbaşkanı aynı zamanda anayasa’nın 103. maddesine göre tarafsız. Bu
mümkün değil. Dolayısıyla bu maddelerden biri sürekli ihlal edilecek demektir.
Böyle bir sonuç ortaya çıktığı zaman, anayasa büyük ölçüde anlamını yitiriyor.
Bu değişime siyaset biliminde “anayasa takıyyesi” diyoruz. Ortada bir anayasa
var, ama yok…
- Son röportajımızda Yargıtay Onursal
Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, “Anayasal değil, anayasalı devlet” olduk
dedi…
Bu tür özelliklere sahip rejimlerde anayasanın etkin
ve bağlayıcı olma özelliği geri plana atıldığı vakit, bunun ortaya çıkardığı
boşluğu keyfi şekilde hareket eden yürütme dolduruyor. Kişiselleşmiş,
keyfileşmiş yürütme… O zaman bu yürütmenin yapısı itibarıyla hükümetin nerede
bittiği, devletin nerede başladığı, oradaki sınır bulanıklaşıyor. Bir parti
devletimsi görüntü ortaya çıkıyor. Devlet ve hükümet ilişkisinin muğlaklaşması,
sınırın yok oluşu, devlet aygıtlarının parti aygıtına dönüşmesi, onunla
birlikte anayasal takıyyenin gelişmesi, kurumsal yapıların ciddi erozyona
uğraması ya da ortadan kaldırılmasını beraberinde getiriyor. Kamu bürokrasisi
40 yıllık kariyerlerdir. Devlette sürekliliği sağlar. BBC’de “Yes Minister”
diye bir dizi vardı. Müsteşar olan kişi, “Bakanlar 10 ayda bir değişiyor, ben
35 yıldır buradayım” diyor. Devamlılığı İngiliz demokrasisinde sağlayan kamu
bürokrasisinin o yapısı ve parlamento ve hükümetle olan bağı; ülkemizde bu
ilişkiler siyasi partinin kontrolü altına alındı. Partizan bürokrasi bu durumda
ortaya çıkmasa bile büyük ölçüde güçlendi.
- ‘Herkes arayışta’ dediniz, bununla
bağlantısı?
Bu gelişmelerin tamamı Türkiye’nin anayasasının daha
önceki maddelerinde yazan, önceden alışkın olduğumuz çok partili hayatın sonuna
geldiğimizi gösteriyor. Çünkü iktidarın değişmesi durumunda dahi, -ki böyle bir
rejimde iktidar kolay değişmiyor- kamu bürokrasisinin nasıl tepki vereceği ve
nasıl yönetileceğini bilmiyoruz. Bu rejimlerde karar alma zorlaşıyor. O
mekanizma kişiselleşiyor. Kamu bürokrasisi politika üretmiyor, onun yerine
günün koşullarına göre karar alarak yola devam ediyor. Muhalefet, hiç olmadığı
ya da küçük olduğu veya kale alınmadığı için alınan kararların düzgün olup
olmadığı hiçbir zaman anlaşılamıyor. Bir karar istikrarsızlığı yaşanıyor.
Saydıklarımın hepsine sahip olan rejime siyaset sosyolojisinde “sultanizm” deniyor.
- Ve bu tablo içinde muhalefetin bir
değeri olmadığını düşünüyorsunuz…
Yok ve giderek de azalma durumunda. Bu yapıda seçim
olabilir ama demokratik seçim olamaz. Demokratik olabilmesi için herkesin
özgürce fikrini beyan edebiliyor olması lazım. Muhalefetin özgürce seçim
kampanyası yapabiliyor olması lazım. Ne 2017 halkoylaması ne de 2018’deki
seçimler demokratik seçim ilkelerine uygundu. Seçimlerin dürüstlüğünü
karşılaştıran araştırmalar var; bunlardan PEI çok kullanılıyor. Türkiye,
seçimlerin dürüstlüğü sıralamasında 2018 yılında dünyada 123. sırada ve seçimli
otokrasi olarak sayılıyor. Yıpranan kurumlardan biri de Yüksek Seçim
Kurulu’ydu. Seçim tarihimizde 16 Nisan 2017 halkoylamasında olduğu gibi 5 bin
sandıkta pusulaların mühürlenmesinin unutulması gibi bir şey hiç yaşanmamıştı.
Bunları gören muhalefet nasıl tekrar çok partili, demokratik bir yapıya
dönebiliriz diye sorguluyor.
- Ancak Bilgen ve Tan’ın açıklamaları
daha çok içeriden, terör örgütü PKK ile ilişkiye dair bir eleştiriydi…
ÇOK UZUN ZAMANDIR
ELEŞTİRİLİYOR ZATEN.
- Elbette iki ismin de ilk çıkışı değil:
Örneğin, Bilgen daha önce partinin yapısal sorunları olduğunu söyledi... HDP Eş
Genel Başkanı Pervin Buldan “Artık kimse kapalı kapılar ardında HDP ile ittifak
görüşmeleri yapmayacak, yapamayacak” dedi... Bilgen de “Hiçbir parti HDP ile
açık ittifak yapmayı göze alamamaktadır. Hem müdahaleden şikâyet edip hem
Kandil ve İmralı için pozisyon belirlemeye kalkmak kendi pozisyonunun gereğini
yapmamakla ilgili bir handikaptır” derken Buldan’ın talebinin neden hayata
geçirilemediğini “içeriden” bir ses olarak mı dillendirmiş oluyor?
Konuşmada, demokrasinin güçlendirilmesi suretiyle
kendilerinin sorun gördüğü özellikle ayrımcılık üzerinden değişikliklerin
teminini vurgulayan bir kısmının olması gayet doğal. Bunu ben siyasal katılma
yanlısı bir açıklama olarak okudum. Buradaki asıl mesele şu: Türkiye’nin tekrar
çok partili, demokratik bir rejime dönmesi söz konusuysa bunun için geniş bir
mutabakat gerekiyor. Biz yirmi yıldır yaptığımız seçim araştırmalarında bir
saptama yaptık. AKP ve MHP en sağdaki iki parti olarak gözüküyor seçmenin
gözünde. Dolayısıyla iktidarda bulunan AKP-MHP ve belki BBP gibi partiler
dışında kalan geniş bir parti yelpazesinin -ki bu solun tamamı, artı merkez,
artı orta sağı içerecek durumda- tekrar demokrasiyi inşa etmek için bir araya
gelip geniş bir yelpaze içinde çalışmaları lazım. Bu yelpazenin içinde beş
benzemez var. Demokratik bir seçimde bunlar bir ittifak oluşturup bir arada
hareket edemezler, gerek de yoktur. Herkes toplumdaki ağırlığı kadar oy alır.
- Bir arada olmak da zor…
Tabii. Çeşitli ideolojik farklılıklar, seçmen farkları
vardır ve dolayısıyla bunların bir araya getirilmesi de bir arada tutulması da
pek zordur. Ama bugün Kılıçdaroğlu’nun son konuşmasında belirttiği gibi,
Türkiye demokrasi cephesi ile otoriterlik cephesi arasında bir yarışa giriyor.
Bir tür Türkiye’nin yeniden çok partili sisteme geçmesi referandumu yapılacak.
Geniş bir kitleye gereksinim var ve bunun içinde yüzde 10 oyu aşan HDP’nin de
bulunması gerekli. Aksi halde bu sonuca ulaşmanız mümkün belki ama çok zor.
Dolayısıyla aşırı sağda olmayan partilerden herhangi birisini tamamen dışarıda
bırakarak yarışmak mümkün değil. HDP’nin demokrasi dışı, sultanist bir yapıda
çalışmasının tercih edilmediği, 2015 seçimlerinden itibaren vurgulandı.
Dolayısıyla, iktidarın gözünden bakıldığında “HDP ile diğer muhalefet
partilerinin çalışmasını engellemek için ne yapmak gerekir” sorusu anlam
kazanıyor. HDP’nin terör örgütünün vitrini olduğunu göstermek ve onunla
birlikte bulunmanın meşruiyeti zedelediğini ortaya çıkarmak… Seçim
araştırmalarında halka sormuştuk, “Hiç oy vermeyeceğiniz parti hangisi” diye…
- Sonuç?
Neredeyse 3’te 1 HDP diyor. Onun için partilerin
beraber çalışıyor izlenimi vermeleri, kendi seçmenlerine kolay anlatılamayacak
bir durum. İktidar, muhalefet blokunu burada bir açmazla karşı karşıya bırakmak
istiyor. Bu kadar çapraşık ilişki içinde bulunan bir bloku bir arada tutmak
fevkalade zor. İktidar, kendilerinin iktidarını güçlendirmek için buradaki
zorlukları artıracak politikalar izlemeye çalışıyor.
- Hocam anlıyorum da, bu sefer kendi
içinden yüksek tonlu, beklenmeyen bir eleştiri aldı… Tüm anlattıklarınızla
birleştirildiğinde Bilgen’in çıkışı iktidarın ekmeğine yağ sürmedi mi?
Bakın, HDP, dışlandığı takdirde belki yüzde 10’u
tutturmakta zorlanacak. Bunu içeriden bir uyarı olarak da alabiliriz. Ayrıca
HDP üzerinde çok uzun zamandır yapılan bir eleştiri de Türkiye’nin partisi
olmamak. Bunun güçlü bir şekilde gösterilmesini sağlayacak şekilde hareket
etmeleri bekleniyor.
- Ben de tam oraya geliyordum: Ayhan Bilgen,
“HDP tersine Türkiyelileşme yaşıyor” dedi. Siyaset bilimci olarak katılır
mısınız?
Şimdi göreceğiz nereye doğru gitmekte olduklarını.
Geldikleri aşamada olabildiğince seçmendeki görüntülerini bozacak bir şekilde
propagandaya muhatap oldular. Özellikle hükümet medyasından geliyor bu, çünkü
hükümetteki partilerin burada gösterdikleri performans da pek iç açıcı değil.
İktidar, Öcalan’dan gelen mektup, Osman Öcalan’ın televizyona çıkarılması gibi
birtakım jestlerle buradaki seçmenden 2019 yerel seçimlerinde oy devşirmeye
kalkıştı, yani doğrudan PKK’yi kullanıyorlar, ama bu seçmenleri nezdinde
herhangi bir şekilde sorun teşkil etmiyor. Medyada aşırı sağ teflon bir
propaganda var. Öte yandan Kılıçdaroğlu, PKK tarafından kurşun sıkılmış tek
parti lideri. Buna rağmen kolaylıkla Kılıçdaroğlu’nun PKK ile temasta olduğunu
söyleyebiliyorlar ve bu propaganda kendi tabanlarında karşılık buluyor.
- Şunu sormama izin verin: ‘Sultanist’
sistemin ürünü olduğunu söylediğiniz bu durum, aslında 90’lı yıllarda
yaşanmıyor muydu? Yine Kürt milletvekilleri hapse atılıp siyasi yasaklı hale
gelmiyor muydu? O zaman parlamenter sistem vardı ama…
O zaman yapılan şey güvenlikçi bir yaklaşımdı. Türkiye
karşı karşıya kaldığı bu sorunla nasıl boğuşacağı konusunda arayış içindeydi.
İlker Başbuğ, kitabında şöyle diyor, “Beş kere PKK’yi yok ettik, altı kere geri
geldi…” Önce terör örgütü ve terör örgütünün yaptığı faaliyetlere etkin
yardımda bulunanların güvenlik kuvvetleri tarafından izale edileceği
varsayılır. Tabii güvenlik kuvvetleriyle çözeceksiniz, ama Türkiye sınırları
dışına taşan, Avrupa’da, Moskova’da, Washington’da, bütün büyük başkentlerde
bürolarıyla, ekipleriyle etkin bulunan, AB’de propaganda yapan bir hale döndüğü
gibi bizim sınırlarımızın dışında güneyde, Ermenistan’da orada burada
örgütlenmiş şekilde hareket eden, Türkiye üzerine gelen bir hareket haline
dönüştü. Bunun için sadece güvenlikçi bir çözüm değil, iktisadi, toplumsal,
kültürel, siyasal birtakım adımlara işaret ediliyor İlker Paşa’nın kitabında
temel itibarıyla. Biz çok uzun bir yoldan geçtiğimiz için, neyin çalışmadığını
biliyoruz artık. Çalışmayan şeyi bir daha denemenin anlamı var mı?
“Esas sorunumuz demokrasi sadece Kürtler
için değil, herkes için araç olmaktan çıkıyor. Demokrasiyi, milli birliğin
gelişmesi ve köklenmesi için bir araç olarak kullanmak yerine, demokrasi dışına
çıkılarak, iktidarda kalmak için oyu araçsallaştırıyorlar, çünkü iktidardaki
partiler kendilerinin popüler olduğunu ispat etmek durumundalar. “Biz halka
dayanıyoruz, halkın tercihiyiz, halkla aramızda olan Meclis, mahkeme, medya,
basın vb. kurumları kabul etmiyor, doğrudan halkla ilişki içinde yönetmek
istiyoruz. Anayasayı kabul etmiyoruz, denetimi, hesap vermeyi kabul etmiyoruz.
Halk bizi seçiyor. Biz meşruyuz demeye” getiriyorlar. O seçim ancak özgürlükler
ortamında, muhalefetin de eşit şartlarda yarışabildiği bir kampanyasıyla,
basının özgür olduğu durumda demokratik bir seçimdir. Yoksa bütün otoriter rejimlerde
meşruiyetlerini halkın oyuna dayadıklarını ilan ediyorlar; Kuzey Kore’de bile
seçim oluyor, ama demokratik seçim değil.
İYİ PARTİ BLOKTAN
ÇIKSIN, MHP İLE BİRLEŞSİN İSTİYORLAR
- HDP’yi kapatma girişimi bekliyor
musunuz?
Hiçbir önemi yok. Bu partiler çok kapatıldı, yenisi
kuruldu. Orada bir seçmen kitlesi var. O seçmen kitlesinin belli duyarlılıkları
var. Bu seçmen kitlesinin Türkiye’nin ulusal siyasetinin önemli bir parçası
olarak demokraside var olup olmayacağı temel sorunumuz. Bu kitleyi demokrasiden
dışlarsanız Türkiye’nin milli birliğini güçlendirmiş olmazsınız; çünkü
demokrasi, siyasal katılma ve temsille ulusal birlik temin eden temel
araçlardan birisidir.
- Asıl hedef İYİ Parti’yi Millet
İttifakı’ndan koparmak mı?
Gerek AKP, gerek MHP; HDP ve İYİ Parti arasındaki
ideolojik farklılıkları olabildiğince gün yüzüne çıkarıp seçmenin gözüne sokmak
suretiyle orada bir tesanütün olmamasını sağlamak peşinde. İYİ Parti bloktan
çıksın, MHP ile birleşsin istiyorlar. Mesele şu: MHP, “HDP bizim için yoktur”
dedi. 2015 Haziranı’ndan itibaren bulunmadığını söyledi. Gelelim davranışa:
2018’den itibaren Meclis’te yapılan oylamalarda MHP ile HDP aynı yönde oy
kullandı pek çok kez. Andımız oylamasına bakalım. MHP, andımıza sahip mi çıktı,
hayır! HDP hayır dedi, MHP çekimser. Çekimser, hayır demektir. Sayarsanız
bunları, 17-18 oylamada aynı yönde oy verdiklerini görüyorsunuz.
- Bunu nasıl yorumlamalı?
MHP bile HDP ile aynı düşünüp hareket edebilen bir
parti. İYİ Parti niye yapmasın o zaman?.. İktidar, bu tutarsızlıkların herhangi
bir şekilde kendilerine fatura edilmediği kanısında.
- Ediliyor mu?
23 Haziran 2019’daki tekrar seçimde tutmadığını
gördük. Ne kadar tutar onu da bilmiyorum. Hele bugünün koşullarında… Türkiye
anayasa krizi, onun yarattığı siyasi kriz, iktisadi kriz, kamu sağlığı
politikası krizi gibi çeşitli krizleri yaşar ve ağır biçimde etkilenirken işe
yarayacak mı bilmiyorum. Bu, seçmenin değişim talebiyle ilgili. Muhalefet bu
değişim talebine yanıt verirse etkili olacağını düşünüyorum. Muhalefetin mesela,
iktidar partisinin doğrudan PKK’nin lideriyle çeşitli ortak seçim kampanyası
girişimlerinde bulunabildiğini sonra da dönüp onu telin ettiğini iyi anlatması
önemliymiş gibi duruyor. İktidar partilerinin tutarsızlıkları çok sayıda ve pek
müthiş.
SÖYLEM DEĞİL, EYLEM!
- Ayhan Bilgen’in, “HDP kendi
pozisyonunu kişisel kapris ve hesaplarla sabote edilmeyecek netlikte tarif
ederse, Türkiye siyasetindeki anahtar rolü hem iktidarla hem muhalefetle
ilişkilerini yeniden şekillendirecek 3. yol zemini geliştirecektir” sözlerini
nasıl okursunuz?
Bu mümkün mü acaba? Siyasette herkesin aynı şeyi
anlayabileceği bir şey üretmek mümkün mü? Demogojiye çok açık. Pek mümkün
değil. Burada sadece söyleme bakılmıyor, aynı zamanda davranışa da bakılıyor.
Bunların akrabalık ilişkileri var. Akrabalarından biri öldü ya da öldürüldüğü
takdirde cenazesine gittiği zaman “Senin söylemin nerede, davranışın nerede!”
diyerek “Bu PKK partisidir” diyerek propaganda yapmak son derece kolay hale
geliyor. Sadece söylemle giderebilme imkânları çok sınırlı. Edimleriyle de
gösterebilmeleri gerekiyor.
‘SEÇTİĞİM ADAM CEBİMİ
DOLDURUYOR MU?’
- Biz demokrasiden ne anlıyoruz?
2016’da doktora öğrencime bir tez yazdırdım. Dünyada
“demokrasi” üzerine yapılmış araştırmalara ulaşıp, halkın demokrasiden ne
anladığını saptamaya çalıştık. Çok ilginç bir manzara ortaya çıktı. Avrupa’ya
yoğunlaştık. Kuzeybatıdan Türkiye’ye Güneydoğu’ya doğru bir eksen üzerinde
verev bir hat çizerseniz, kuzeye çıktığınızda demokrasiden anlaşılan
“özgürlüğümü garanti ediyor mu, haklarımı koruyor mu, hukukumu koruyor mu”,
güneydoğuya indikçe “seçtiğim adam cebimi dolduruyor mu”; yani demokrasi
“popülist patronaj” mekanizmasından ibaret büyük bir çoğunluğun gözünde…
- Hocam o zaman Türkiye’de bir kesimin
demokrasi ihtiyacı epey karşılanıyor…
E, tabii. Olabildiğince patronaja indirgemeye
çalışıyorlar. Bütçeden birtakım ödemeler yapılmak suretiyle “daha ne istiyorsunuz”
diyorlar. Bizde demokrasiden patronaj politikası anlaşılıyor. Özgürlükler
konusunda da ilginç bir görüntü var. Türkiye’de çok yaygın anomi var. Kavram
olarak Emile Durkheim’a ait. Grekçe nomos, kural demek. Anomi, kuralsızlık
demek. Buna Türkiye’de büyük bir destek var. Kural, yasa, düzenleme dışında
aklımıza estiği gibi ve başkalarının varlığını dikkate almadan davranmak anomik
davranış. Apartmanıma iki kat fazladan çıkabilirim, trafikte ters yöne
girebilir, kaldırımdan motosikletimle gidebilirim gibi. Dolayısıyla kural kabul
etmiyor. Bu bir yönetim problemi.
“Bu tür hesaplaşmaların, çeşitli
çıkışların, muhalefete muhalefet etmenin çok entelektüel bir şey olduğu
düşünülüyor. Muhalefete muhalefet etmek değil, muhalefeti güçlendirip
demokrasiye dönmeyi sağlamak temel amaç. Döndükten sonra fraksiyon
savaşlarınıza devam edebilirsiniz.”
“Biz 1946 seçimlerine benzer bir seçim
mi yaşayacağız, yoksa 1950 seçimlerine benzer mi? 2017’den beri 1946
seçimlerine benzer seçimler yaşıyoruz. 1950’ye dönersek, demokrasinin
seçimlerini yapmaya ve seçmenlerin etraflı enformasyon ve özgür düşünceleriyle
karar verecekleri bir seçim ortamına dönebileceğiz demektir.”
RADİKALLİKLERİ
TÖRPÜLENİYOR
- AKP, Kürt seçmeni yeniden kazanabilir
mi?
Refah Partisi’nden beri söylenen “Orada çok mütedeyyin
bir kitle var. O kitle bize oy verir. Biz o kitlenin demokratik sürece
katılarak milli bütünlüğe katkıda bulunmasını sağlarız” savı vardı. 2015’e
kadar Kürt seçmenin 3’te 2’sine hitap ediyordu. Ama 2015’ten itibaren bu denge
döndü. 6 milyon civarında seçmen HDP’ye oy veriyor.
- Yeni partilere kayar mı?
Baraj sorunu olduğu sürece zor. Baraj kalkarsa
olabilir. Barajı kaldırmak bu tür farklılıkların oy temin etmesine daha fazla
imkân sağlayacaktır. Bu yolla temsili geliştirmiş olursunuz. Bu durumda siyasal
partilerden ayrılanlar daha ideolojik düşünen ve belki daha radikaller
olacaktır. Bu partilerin belli bir süre siyasi hayatta kalmak suretiyle
radikallikleri törpüleniyor.
- HDP’nin törpülendi mi?
Daha demokratik bir söylem içinde. Daha Türkiye’nin
partisi olmak demokrasi içinde kalma, siyasal katılma, milli siyasetin unsuru
olmak demektir. Buna doğru dönmeye çalışan bir parti görüntüsü veriyor. Bunun
önünü kesmeye, “Sen öyle değilsin, sen aslında PKK’sin, milli siyaseti bozmaya
çalışıyorsun” imajı yaratmaya çalışıyorlar ki yukarıda anlattığımız gelişmeler
gerçekleşsin.
NEDEN PROF. DR. ERSİN
KALAYCIOĞLU?
1973 yılında İstanbul Üniversitesi İktisat
Fakültesi’nden mezun oldu, ABD’de Iowa Üniversitesi’nde siyaset bilimi bölümüne
devam ederek yüksek lisans ve doktora programını tamamladı. İstanbul
Üniversitesi İktisat ve Siyasal Bilimler fakülteleriyle, Boğaziçi Üniversitesi
Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyeliği yaptı.
2004-2007 yılları arasında ise Işık Üniversitesi’nin rektörlüğü görevini
yürüttü. Halen Sabancı Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan siyaset bilimi
profesörü, “Siyasal Katılma ve Seçmen Davranışı”, “Değerler Araştırması”,
“Milliyetçilik” gibi birçok araştırmada yer aldı. HDP’li Ayhan Bilgen’in
açıklamaları, ardından yeniden başlayan “parti kapatılacak” iddiaları gün
yüzüne çıkınca, tüm bunlarla birlikte Millet İttifakı’nın geleceğini de konuşmak
gerekti, Prof. Kalaycıoğlu ile buluştuk.
No comments:
Post a Comment