Tuesday, October 27, 2020

Dinsel düşünüşün bitişi ve deizmin artışı Niyazi Kahveci

 

Dinsel düşünüşün bitişi ve deizmin artışı

Dinsel düşünüşün bitişi ve deizmin artışı

Yıldız Teknik Üniversitesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Niyazi Kahveci, deizmin artışına ilişkin tartışmalar için “Konuları yüzeysel görüngü sonuçlarıyla değil, içsel öz sebepleriyle ele almak gerekir” diyor.

"Dinsel düşünme ile dindarlık farklı şeylerdir. Çağımızda ve bundan sonra her zaman dindar olunabilir ama artık dinsel düşünme ile olunamaz.”

Türkiye’de deizmin arttığı sıklıkla gündeme gelmektedir. Nedenleri üzerinde çok şey söylenmektedir. Fakat olgu, obje ve olayları felsefi açıdan ele alan kişiler, insanlıkta hiçbir şeyin aniden ya da birkaç yılda meydana gelmediğini, her yeni diye görülen durumun, asırlar alan insan düşünmesinin sonucu olduğunu bilir. Konuları yüzeysel görüngü sonuçlarıyla değil, içsel öz sebepleriyle ele almak gerekir. “Sonuçlarla meşgul olan, sonuç alamaz.”

Bize göre, deizmin kabul görmesinin temel nedeni, insanlığın çağımızda geldiği beşeri düşünme evresinin sonucu, arkaik dinsel düşünmenin, miadını doldurmuş olduğudur. Çağımız kafası, geçmiş akıl çapının tanımladığı taşeron tanrı algılarını kabul etmiyor.

“Bugünkü teknolojiyi icat eden akıl çapına sahip yeni nesil artık, ancak kağnıyı icat edebilen akıl çapının tanımladığı taşeron tanrıları değil, gerçek tanrıyı arıyor.”

Antropolojik analiz, bize, insanlığın, beş milyon yıllık düşünme güzergahında günümüze kadar 12 adet düşünme evresi geçirdiğini söylüyor. M.Ö. On binden itibaren tanrısal, M.S. 3’üncü asırdan 18’inci asra kadar dinsel düşünme yapmıştır. Sonra sırasıyla; akılcı, bilimsel, akılcı ve bilimsel düşünmeyi geçirmiş ve şimdi de dijital düşünmeye geçmiştir. Çağımızda her şey felsefi metotla ele alınır ve irdelenir. Beşeri düşünme; sistemsiz ve sistemli olmak üzere iki çeşittir. Dinsel düşünmenin en özel ve bariz özelliği, sistemsiz olmasıdır. Mantık kurallarıyla yapılmayan düşünme sistemsiz, mantık kuralları uygulanarak yapılan sistemli düşünmedir. Detaylı bilgi için, “Çağımız ve Türkiye” ve “Sistematik Düşünme” adlı eserlerimizi tavsiye ederiz.

“Kafa katmanımızı işgal edenlerden kaç kişi, mantıklı sistematik düşünmeyi yapabiliyor!”

İnsanlık, özellikle 18’inci asra kadar yapmak istediği şeyleri tanrının varlığıyla yapabileceğine inanıyordu. Ama bu asırdan sonra yapmak istediklerini yapabilmek için tanrının yok olması gerektiğine inanıyor. O nedenle, dinsel düşünmenin içinden çıkıp gelen çağdaş felsefede de olsa, tanrıyı öldürmek istemektedir. Deizmin artmasının nedeni dinsel düşünmenin karakterini, Kelam ve Matüridi’nin düşünüş biçiminin şahsında, felsefi analizle tespit etmeye çalışacağız.

“Felsefe sorgular, din savunur, Sorgulamak beyni akışkan yapar, savunmak büzüştürür.”

DİNSEL DÜŞÜNME

“Dinsel düşünmeyi aşamamış kişi filozof değil, ancak kelamcı olur.”

Dinsel düşünme, dogmatiktir. Yani ileri ve geri gitmemek, yerinde saymaktır. Dinsel düşünürlere göre, bütün gerçeklik, kutsal kitaplarda mevcuttur, bilinecek başka gerçek olmadığından başka gerçeğe ulaşma çabasında olmamışlardır. Nitekim iki bin yıl boyunca yeni bir bilimsel keşif ve icat yapılmamıştır. Tanrısal otoriteye duyulan inancı ve teosantrik düşünmeyi temele aldığı için, doğal olarak eleştiriye ve şüpheye kesinlikle kapalı olan bir düşünmedir. Şüpheciliğe ve eleştiriye izin vermeyen düşünmede gelişme olmaz. Olmadı da nitekim. 

KELAM’DA MANTIK SAFSATALARI

“Sistemsiz düşünme ürünü olduklarından, dinsel metinler, mantıksızdırlar.”

Sistemsiz dinsel düşünme, mantık kurallarını içermediğinden, kaçınılmaz olarak mantık hataları ya da safsataları (logical fallacies) ile dolu olur. Geçerli bir argüman, şu mantık ilkelerine uygun yapılmak zorundadır; özdeşlik, çelişmezlik, üçüncü halin imkansızlığı, yeter-sebep, gerçekle ilintili ve geçerli olmak gibi. Kelam ve Matüridi, mantık ilkelerini kullanmaz. 

“Hayatın bütün alanlarının, sistematik düşünme ürünleriyle yaşandığı çağımızda, sistemsiz düşünme ürünü din ve tanrı anlatımlarına, artık yeni avam tabakaları da inanmıyor.”

SAHTE NEDEN SAFSATASI 
(Fallacy of False Cause)

“Her alanda, tutarlı sebep-sonuç ilişkisi olan nedensel düşünmenin egemen olduğu çağımızda, sahte sebeple üretilmiş argümanlar kabul görmüyor artık.”

ZORUNLU VE ZORLAMA SONUÇ

Mantık disiplininin en önemli kuralı, iddiayı ispatta sonuca zorunlu götürecek bir yeter sebep göstermektir. Bütün mantıkdışılıklar, bu yeter sebep gösterilemediği için sahte sebep üretme safsatasından doğmaktadır. Yeter sebep gösterilemeyince, zorlama sonucu kabul ettirmek için mantık dışılıklara başvurulur. Sonuç, yeter sebebin zorunlu değil, zorlama sonucu olursa, geçersizdir. Bütün varlık, bağ kurmakla gerçekleşir. Yeter sebep, varlık bağının semptomudur. Mesela, nefes darlığı, koronavirüs varlık bağının yeter sebebidir. 

Dinsel düşünme; Tanrı’nın varlığına, sahibi ve yapıcısı bilinmeyen kainatın varlığını, yeter sebep olarak gösterir. Ama bu sebep, mantık nazarında yeter değil, sahte sebeptir. Önce kainatın yapılmış (hades) olduğunu ispat etmeye çalışır. Sonra da onu, tanrı adında genel bir yapıcısı (muhdis)nın varlığına yeter sebep olarak kullanır. Ardından bu tanrıyı, kendi tanrısına indirger. “Hudus” adı verdiği bu delili, yaratıcı genel Tanrı’nın ya da kendi özgül ve milli tanrısı Allah’ın varlığının yeter sebep semptomu görmek, mantıken geçersizdir. Çünkü bu delil, Evrenin yaratılmış olduğu, tanrı ve özellikle spesifik olarak Allah tanrı tarafından yaratıldığı sonucunu zorunlu olarak doğurmuyor. Çünkü bu “hudus” delili, Evrenin kendiliğinden olması ya da Tanrıdan başkası tarafından yapılması sonucuna da götürebilme ihtimalini taşımaktadır.

“Evrenin varlığından üretilen Tanrının varlığı sonucu zorunlu değil, zorlama sonuçtur.”

Böyle mantıken geçersiz dini argümanlar, yeni nesillerin mantığı tarafından kabul görmüyorlar. Hala bu kadük kalmış dinsel düşünme ürünü argümanları, çağımızda insanlara dayatmak da bir mantıksal safsatadır. Çağımızda, çağımızın “akılcı ve bilimsel” düşünüş biçimi ile üretilmiş dinsel argümanlar üretmek şarttır. Tabi ki üretilebiliyorsa! Çünkü çağımızda böyle din algısı bitmiştir. Kelam, avam düzeyi bir tartışmadır. Bir ülkenin kafa katmanının, avam düzeyinde olması, avamın anlayabileceği şeyleri söylemesi, o toplum için bu çağda en büyük felakettir. 

“Bugün, felsefi değil de Kelam gibi, dinsel düşünmeyi topluma dayatmak, onu bin yıl öncesinin öncesine götürmek demektir.”

KİŞİLİĞE HAKARET, AD HOMİNEM

Dinsel düşünmenin en çok uyguladığı mantık safsatalarından biri, Matüridi’nin eseri Kitabu’t Tevhid’de görüldüğü üzere, ad hominemdir. Bu, kişinin fikri yerine, şahsının hakaretle hedef alınmasıdır. Matüridi; hayvan, şeytan, şaşkın, ahmak, yalancı, Allah düşmanı, seviyesiz ve cahil gibi kişiliğe hakaret sözlerini sıkça kullanır. Saldırı, kişinin etnik kökeni, mezhebi veya dini görüşü gibi niteliklerine olursa, “niteliksel adam karalama” olur. Matüridi, muhaliflerin dini eğilimini yargılayıp “dalalet ehli” “mülhid” gibi tekfir hükmünü verir. 

İşlediği daha kötü bir safsata, fiziki şiddet tehdididir: “Ya da acıtacak şekilde döversin.” (KT. 85) “Haber delilini kabul etmeyene, kabul etmesi için; vahşi muamele (muamele vahîşe) yaparsın.” (KT. 89): “İnatçı birine yapılması gereken şey; inatçılığını bırakması için organ kesme türünden vahşi, şiddetli bir elemle eziyete maruz bırakılmasıdır; öyle ki feryat ve figan etsin,” (KT. 84) Aslında inatçı demek, yeter sebep göstererek, karşı tarafı çürütemedi demektir. Bu çeşit hakaret ve tehditleri, Kuran ayetlerine dayandırır. Matüridi, kızmak ve sinirlenmek gibi, duygularını argüman içine katar. Buna da duyguyu kullanma safsatası adı verilir. Bütün bunlar, çağımızın hukukunda birer suçturlar.

“Din anlatıcılarının tekfirci ve hakaretçi olmalarının nedeni, kelam usulüdür.”

“Kelam isim takar, felsefe isim koyar.” “Kelam kafa alır, felsefe kafa verir.”

KELAM BÖLÜCÜDÜR

Dinsel düşünme olan Kelam ilmi bölücüdür. Nitekim kelam alimleri, tarih boyunca Müslüman toplumu hep bölmüşlerdir. Kendi inancını doğru, başkasınınkini yanlış görmüşlerdir. Hepsi de, kendisini “tevhid ehli”, diğerlerini “teşrik ehli” olarak nitelemişlerdir. Her tevhid iddiası, mutlaka bölünme doğuruyor. Dini düşünür, bir meseleyi etraflıca irdeleyip anlayarak bir kuram ortaya koymak amacında değildir. Başkalarına bir doktrin dayatma amacındadır. Halbuki düşünürün görevi, filozof ve bilim insanlarının yaptıkları gibi, hiç kimseyi ilzam etmeksizin, kuramını ortaya koyup kenara çekilmek, kabul edilmesi için uğraşmamaktır. Kabul ettirmede mutlaka haksız çıkar vardır. Muhalif paradigmalara “sapıklık (dalalet)”la hükmetmeleri, tefrikanın göstergesidir. Hepsi birbirini böyle dışlayınca herkes dışlanmış olmaktadır. İçlenmiş kalan sadece kendisidir. Cahil avam halk tabakası da alimlerin bölücülüğü yüzünden, cahil tarikat şeyhlerinin ellerinde kalmışlardır. Matüridi’ye göre de, kendisinden başkalarının argümanları yanlıştır. Kendi inançlarını evrensel yapmayı amaçladığını, eserine “Kitabu’t Tevhid” ismini vermesi gösterir. 

“Din adına tekfir ve hakaret etmek, kelam metodundandır.”

“Mantık hataları, bölücülük ve suç unsurlarıyla dolu kelam usulüyle din anlatmak artık geçersizdir ve insanları dinden uzaklaştırmaktadır.”

DİNSEL SKOLASTİK DÜŞÜNÜŞTEN ÇIKIŞ
Nominalizm

Ortaçağ boyunca bin yıl egemen olan dinsel düşünmenin yanında, kısmen de olsa, sorgulayıcı ve soyut düşünme yapmakta olan Yahudi ve Hristiyan keşiş düşünürler vardı. Sorgulayıcı düşünme, farkına varılmadan beyni geliştirir ve mutlaka içinde bulunulan mevcut düzeyi aştırır. İşte bu sorgulamacı düşünme, 12’nci asırdan itibaren, kısır döngü skolastik dinsel düşünmeyi sona erdirecek, Rönesansı, Aydınlanmayı doğuracak ve neticede çağımızın bilimsel ve teknolojik icatlarını yaptıracak felsefi düşünmeyi başlatacaktır. Yeni bir fikir, tohum gibidir, bazen uzun zaman alsa da, mutlaka bir yeni fikir üretecektir. “Fide ile değil, ide ile meşgul olmak gerekir.”

12’nci asırda doğan bu yeni düşünmenin adı, “nominalizm (adcılık)”dir ve kurucusu, Fransız teolog-filozof Roscellinus Compendiensis’tur (1050-1125). Nominalizmin dinsel düşünme açısından önemi; tanrıyı soyutlamaya ulaşılmasıdır. Tanrı, insanların, nesnelere bakarak buldukları tümel isimsel kavramdır. İmge ve simge olup, somut bir gerçekliği yoktur. Böylece Tanrının varlığı, dinsel düşünmede ilke kez, “hudus” gibi somut delillere dayandırılması sonlandırılmıştır. İşte bu düşün aşamasına gelen Nominalizm, bin yıllık dinsel skolastiğin çözülüşünü başlatmıştır. İleride, Tanrının, dinden özerkleşmesinde, belirleyici bir rolü olacaktır. 

İSLAM VE TÜRKİYE DÜŞÜNMESİ

İslam düşün dünyasının kafa katmanını işgal edenler, hâlâ insanlığın 12’nci asırda ulaştığı sorgulayıcı ve soyutlayıcı “nominalist” zihinsel düşünme aşamasına gelememişlerdir. Matüridi gibi, bin yıl önceki kelamcılar düzeyinde dahi düşünme işlemi yaparak eser verememektedirler. Arkeolojik somut savunmacı ve saldırmacı Kelam ürünlerini, “malumun ilamı” kabilinden, “halk tabiriyle, “temcit pilavı gibi, sürekli ısıtıp” sunmaktadırlar. Böylece Müslümanların, kolektif zihinsel düzeylerinin, binlerce yıl geçmişte kalmalarına neden olmaktadırlar. Üstelik bugünkü dinsel problemleri onunla çözebileceğini düşünmektedirler. 

Soyut düşünme yapamayan kafa katmanı ne dinsel düşünmeyi aşıp çağımıza gelebilir ne de soyut düşünmenin somut ürüne döküldüğü teknolojik icatlar yapabilir. Kafa katmanımız, soyutu, ancak başkaları tarafından teknolojik somutlara döküldüklerinde anlayabiliyor ve taklit edebiliyor. Bizde bilim dahi, düşünerek sanatsal değil, görerek el ile zanaatsal yapılıyor. 

İslam dünyasının ve Türkiye’nin dinsel kafa katmanını işgal edenler; zor iş olan çağının oranında akıl çapını genişletmek yerine, kolay iş olan bu gelişmeleri reddetmekle arkaik akıl çapını muhafaza etmeyi yapmaktadır. Ama böylece, din satarak kendi toplumunu sömürerek geçinmeye devam ediyorlar. Bugün deizm artışından şikayet ediliyorsa, sorumluları, akıl çapı binlerce yıl gerideki çapta kalmış, toplumun dinsel kafası diye ortalıkta dolaşanlardır. 

“Ülkemizin asıl beka sorunu, kafa katmanının dahi sistematik düşünme yapamamasıdır.”

“Demokrasi nedeniyle, avam sistemsiz düşünmesini ülkenin kolektif düşünmesi yapmak ve kafa katmanına egemen kılmak, bir ülkenin en büyük beka sorunudur.”

No comments:

Post a Comment