Yeni anayasa ihtiyacı
14.10.2020 02:02Güncelleme: 14.10.2020 16:41
ERGÜN ÖZBUDUN
Ergun Özbudun: Güçlendirilmiş parlâmenter sisteminin tesisi ve yargının gerçek anlamda bağımsızlığa kavuşturulması gibi değişiklikler gerçekleştirilebildiği takdirde, Anayasanın diğer birçok hükmünde önemli değişiklikler yapmak da zorunlu hale gelecek
Yürürlükteki hükûmet sistemini
eleştiren bütün muhalefet partilerinin, güçlendirilmiş (iyileştirilmiş,
akılcılaştırılmış) parlâmenter sisteminin tesisi ve yargının gerçek anlamda
bağımsızlığa kavuşturulması konularında fikir birliği içinde oldukları
görülmektedir. Bu kavramların içeriği ve ne gibi yöntemlerle
gerçekleştirilebileceği konularında da ihtilâf olduğu söylenemez.
Ben de Perspektif’te 1
Ekim 2020’de yayımlanan yazılarımda bu konulardaki önerilerimi dile
getirmiştim. Ancak bu değişiklikler gerçekleştirilebildiği takdirde, Anayasanın
diğer birçok hükmünde önemli değişiklikler yapmak da zorunlu hale gelecektir.
Bu yazımda bunlar üzerinde durmak istiyorum.
CUMHURBAŞKANININ ATAMA YETKİLERİ
Yürürlükteki Anayasa
Cumhurbaşkanına, dar anlamda hükûmet sistemi kavramıyla ilişkili olmayan çok
önemli bazı atama yetkileri vermektedir. Bunlar arasında HSK’ye, Anayasa
Mahkemesi’ne ve YÖK’e yapılan atamalar özellikle dikkati çekmektedir. HSK’nin
yeniden yapılandırılması ile ilgili görüşlerimi daha önce açıklamış olduğumdan,
burada tekrarlayacak değilim. Ancak yargı bağımsızlığı açısından kilit önem
taşıyan bu Kurula Cumhurbaşkanınca üye atanmasına kesinlikle son verilmelidir.
Yürürlükteki Anayasa, Cumhurbaşkanına,
Anayasa Mahkemesinin oluşumunda da geniş bir yetki tanımaktadır. Anayasanın
146’ncı maddesine göre, Anayasa Mahkemesinin on beş üyesinden ikisi Sayıştay
Genel Kurulunun göstereceği üçer aday arasından, biri de baro başkanlarının
göstereceği üç aday arasından TBMM tarafından seçilmektedir. Cumhurbaşkanı
tamamen kendi takdiri ile dört üye seçmektedir. Keza Cumhurbaşkanı,
Yükseköğretim Kurulunun göstereceği üçer aday içinden üç üye seçmektedir. Oysa
aşağıda açıklanacağı gibi, Yükseköğretim Kurulu, son yıllarda tamamen siyasal
iktidara bağımlı hale gelmiştir. Nihayet Cumhurbaşkanı, üç üyeyi Yargıtay, iki
üyeyi de Danıştay Genel Kurullarınca gösterilecek üçer aday içinden
seçmektedir.
Görülüyor ki, bugünkü sistemde
Cumhurbaşkanı, on beş üyeden on ikisinin seçiminde dolaylı veya dolaysız olarak
belirleyici etkiye sahiptir. Böylece çağdaş demokrasilerin en önemli kilit
kurumlarından biri olan Anayasa Mahkemesi de siyasal iktidarın etkisine tamamen
açık bir duruma gelmiştir. Buna rağmen son günlerde iktidar sözcülerinin
Anayasa Mahkemesinin yeniden yapılandırılması ihtiyacından söz etmeleri, en
ufak bir denetim mekanizmasına karşı duyulan tahammülsüzlüğünün ironik bir
ifadesi olarak kabul edilebilir.
Güçlendirilmiş parlâmenter sisteme
geçiş gerçekleştirilebildiği takdirde, Cumhurbaşkanının Anayasa Mahkemesi
üyelerinin seçimine ilişkin yetkilerinin de tümüyle kaldırılması gerektiği
açıktır. Bu durumda yeni Anayasanın önemli görevlerinden biri, Anayasa
Mahkemesinin demokratik ilkeler doğrultusunda yeniden yapılandırılması
olacaktır. Bu konuda elbette çeşitli formüller önerilebilir ve tartışılabilir.
Ancak akla yakın gelen bir formül, üyelerin çoğunluğunun, TBMM tarafından üçte
iki veya en azından beşte üç gibi yüksek bir nitelikli çoğunlukla, bir bölümünün
de iki yüksek mahkemenin kendi başkan ve üyeleri arasından seçtikleri üyelerden
oluşmasıdır.
Baroların temsilcileri de Mahkemede
yer alabilir. Üyelerin çoğunluğunun TBMM tarafından seçilmesinin Mahkemenin
siyasallaşmasına yol açacağı veya seçimlerin uzun süre sonuçlanmayabileceği
gibi endişeler yersizdir. Nitelikli çoğunluk şartı, farklı siyasal partileri,
üzerlerinde uzlaşabilecekleri, tarafsızlıklarından emin oldukları adaylar
üzerinde anlaşmaya sevk edecek, böylece Türkiye’de çok ihtiyaç duyduğumuz uzlaşma
kültürünün gelişmesine katkıda bulunacaktır.
Anayasa Mahkemesi üyelerinin tümünün
veya çoğunluğunun parlâmentolar tarafından seçilmesi, Avrupa demokrasilerinde
genellikle benimsenen yöntemdir. Mesela Almanya’da Mahkemenin on altı üyesinden
sekizi birinci meclis (Bundestag), sekizi de ikinci meclis (Bundesrat)
tarafından seçilmekte ve bu, Mahkemenin itibarına hiçbir şekilde halel
getirmemektedir.
YÜKSEK ÖĞRETİMİN DÜZENLENMESİ
1982 Anayasası, yüksek öğretim
düzenlenmesinde Cumhurbaşkanına geniş yetkiler tanımıştır. Bu Anayasanın
130’uncu maddesine göre, “rektörler Cumhurbaşkanınca, dekanlar ise
Yükseköğretim Kurulunca seçilir ve atanır.” 131’inci maddeye göre de
Yükseköğretim Kurulu, üniversiteler tarafından belirlenen adaylar arasından
“Cumhurbaşkanınca atanan üyeler ve Cumhurbaşkanınca doğrudan doğruya seçilen
üyelerden kurulur.”
Yüksek öğretimin niteliğinin bir
ülke için taşıdığı hayatî önem, izahı gerektirmeyecek kadar açıktır. Bugün
Türkiye’de yüksek öğretimin içinde bulunduğu esef verici durum da herkesin
malumudur. Prof. Dr. Kemal Gözler’in ifadesi ile “Türkiye’de üniversitelerin
ürettiği bilimsel, kültürel ve eğitsel değerler fevkalade düşüktür ve maalesef
bu değerler gün geçtikçe değerlerini daha da yitirmektedirler. Türkiye’de adeta
bir akademik devalüasyon var. Türk akademisi çok ciddi bir ‘değersizleşme
süreci’nden veya daha doğru bir terimle ‘değersizleştirme süreci’nden geçiyor.”
[1]
Güçlendirilmiş parlâmenter rejimin
temel unsurlarından biri, sorumsuz ve yetkisiz cumhurbaşkanı olduğuna göre,
böyle bir sistem değişikliği gerçekleştirildiği takdirde, yeni Anayasanın
yapması gereken işlerden biri de Cumhurbaşkanının bu alandaki yetkilerini
tümüyle kaldırmak ve yüksek öğretim hayatını demokratik ilkelere uygun olarak
tamamen yeniden düzenlemek olacaktır.
Bu konuda da elbette çeşitli ve
farklı formüller önerilebilir ve tartışılabilir. Ancak demokratik bir rejimin
ruhuna uygun olarak, dekanların ve rektörlerin seçiminde üniversite öğretim
üyelerinin belirleyici bir rol oynamaları, üniversitelerin YÖK karşısındaki
özerkliklerinin güçlendirilmesi, YÖK’ün yetkilerinin genel bir kanunîlik
denetimi ve kalite kontrolü ile sınırlandırılması ve nihayet YÖK’ün oluşumunda
üniversitelerin rolünün güçlendirilmesi gibi ilkeler savunulabilir. [2]
CUMHURBAŞKANININ DİĞER ANAYASAL
YETKİLERİ
1982 Anayasasının 2017
değişikliğinden önceki 104’üncü maddesi, Cumhurbaşkanının yetkileri arasında
“kararnameleri imzalamak” yetkisini de saymıştır. Bununla kastedilenin,
Bakanlar Kurulu kararnameleri ve üçlü kararnameler olduğu açıktır. Bu yolda
hükümler, Avrupa parlâmenter rejimlerinde de görülmekle birlikte, o ülkelerde
bu yetki, tamamen sembolik bir formalite olarak anlaşılmaktadır. Oysa
Türkiye’de geçmiş dönemlerde bazı Cumhurbaşkanlarının bu yetkiyi bir yerindelik
denetimi aracı olarak kullandıkları ve seçilmiş hükûmetlerin meşru takdir
alanlarına müdahale ettikleri görülmüştür. Bu nedenle yeni Anayasada böyle bir
yetkiye yer verilmemesi isabetli olacaktır.
Benzer şekilde 1982 Anayasasının
2017 değişikliğinden önceki metninde yer alan ve cumhurbaşkanına belli
şartların varlığı halinde TBMM seçimlerinin yenilenmesine karar verme yetkisi
tanıyan hüküm de, yeni Anayasada kesinlikle yer almamalıdır. Bu konudaki
inisiyatif, yürütme organının gerçek lideri konumunda olması gereken Başbakana
bırakılmalıdır. Aynı gerekçe ile 1982 Anayasasının yaratmış olduğu
“Cumhurbaşkanının tek başına yapacağı işlemler” kategorisine yer
verilmemelidir. Sorumsuz ve yetkisiz bir Cumhurbaşkanının tek başına
yapabileceği işlemler olması, büyük bir çelişkidir. Buna karşılık,
Cumhurbaşkanına sembolik bir mevki tanımış olan 1924 ve 1961 Anayasalarında da
mevcut olan, kanunları bir kere daha görüşülmek üzere Meclise iade yetkisinin muhafazasında
sakınca yoktur. Ancak elbette, Meclisin yeniden kabulü, bugün olduğu gibi,
güçleştirici bir nitelikli çoğunluk şartına bağlanmamalıdır.
Yeni ve demokratik bir anayasanın
yapması gereken şeyler, elbette bunlardan ibaret de değildir. Çağdaş demokrasilerin
önemli bir boyutu, yerel demokrasi, yani yerel yönetimlerin merkezî yönetim
karşısındaki yetkilerinin güçlendirilmesidir. Türkiye’nin bu konuda da ciddi
bir sorunla karşı karşıya olduğu açıktır. Nihayet bir anayasa değişikliğine
ihtiyaç dahi olmaksızın, Seçim ve Siyasi Partiler Kanunlarında demokratik yönde
yapılabilecek değişiklikler, Türkiye’de gerçek bir demokratik rejimin
kurulmasına katkıda bulunacaktır. Bu konulardaki düşüncelerimi başka bir
yazımda açıklamayı umuyorum.
ERGUN ÖZBUDUN KİMDİR?
Doktorasını Ankara Üniversitesi
Hukuk Fakültesi’nde Kamu Hukuku alanında tamamladı. Chicago, Harvard,
Princeton, Columbia, Georgetown ve Paris Sorbonne üniversitelerinde dersler
verdi. Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komisyonu (1989-93) ve Avrupa Konseyi Hukuk
Yoluyla Demokrasi Komisyonu (Venedik Komisyonu/1990-2014) üyeliklerinde
bulundu. Özbudun’un anayasa hukuku ve Türkiye’nin siyasal hayatı üzerinde çok
sayıda Türkçe ve İngilizce eserleri bulunuyor.
No comments:
Post a Comment