MASKE-MİZAH-DİPLOMASİ
Böyle bir başlık hemen akla yaşadığımız amansız salgın döneminin
“maske-mesafe-temizlik” sloganını getiriyor.
Gerçekten salgının şakası yok; bu dönemde maske takmak belki aşıyı
bulmak kadar önemli. Mesafe ve temizlik de günlük yaşantımızda maske kadar
dikkat gerektiriyor.
Yazımızın başlığı ise sadece bir benzetmeden ibaret. Biz maskeyle
mizahın diplomasideki rolünü anlamaya çalışacağız.
Diplomaside mizah deyince ilk akla gelen örnek, 1960 yılında
Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda kundurasını çıkarıp kürsüye vurarak
hiddetli bir konuşma yapan Sovyetler Birliği Komünist Partisi Birinci Sekreteri
Nikita Kruşçev’e, İngiltere Başbakanı Harold Macmillan’ın gösterdiği tepkidir:
Macmillan, Kruşçev’e dönüp, “Bu konuşmanın bir tercümesini rica edebilir
miyim?” diyerek hem gerginliği düşürmüş, hem de dinleyenlerin gülüşmeleri
arasında Kruşçev’in yaratmak istediği büyüyü bozmuştu.
Mizahın gücünü savunanlar, “Gülmeyen insanlar ciddi insanlar
değildir” derler. Cumhuriyet döneminde Dışişleri Bakanlığının yetiştirdiği
diplomatların yabancı meslektaşlarına göre göz doldurmalarını sağlayan
özelliklerinden biri de, temaslarında yabancı dilin ve gerektiği anda mizahın
inceliklerini ustaca ve ölçüyü kaçırmadan kullanabilmeleriydi. Türk
Hariciyesinde Orhan Eralp, Osman Olcay, Mustafa Akşin, Coşkun Kırca ve daha
birçok büyükelçi, uluslararası toplantılarda yaptıkları, bilgiye dayanan, yeri
geldiğinde hicivden de yararlanan keskin zeka ürünü konuşma tarzlarıyla yabancı
meslektaşları arasında ün salmıştı.
Çoğu diplomatın, hele Türk diplomatlarının meslek yaşamları
krizlerle boğuşmakla geçer. Bizimkilerin kendi makamlara dert anlatmaları dahi
bazen ayrı bir kriz konusu olabilir.
Yabancılarla temasta sıkıntılı durumlarla karşılaşmak hayatının
bir parçası haline gelmiş bir diplomat, bir yandan soğukkanlılığını korumaya,
muhataplarına uygun yanıtlar vermeye çalışırken, diğer yandan mesleki
içgüdüsüyle ister istemez meselelerin mizaha konu olan taraflarını da
düşünmeye, gerginliği nükteyle
yumuşatmaya, çatışan görüşleri yakınlaştırmada dilin kıvraklıklarından
yararlanmaya gayret eder.
Dışişleri Bakanlığının Cumhuriyet değerlerine sıkı sıkıya bağlı
olduğu dönemlerin mizah yönü güçlü büyükelçilerinden biri de kuşkusuz Tanşuğ
Bleda’ydı. Büyükelçi Bleda’nın emekli olduktan sonra, kendi deyimiyle, Atatürk’ün
Genelkurmay’la birlikte devlet yapısının temel direği olarak gördüğü
Dışişlerinin öyküsünü yazdığı Maskeli Balo kitabı (Doğan Kitap, Mayıs 2000,
İstanbul, 311 sayfa) bugün de diplomasi mesleğini seçen gençler için çok
değerli öğütler içeriyor. Bleda, kitabının sonunda, gençlere, uzun meslek
hayatında ayakta kalabilmek için, dünyayı, herkesin maskeli olarak dolaşıp
durduğu bir balo olarak kabul etmelerini, karşılaştıkları sıkıntılı durumları
kendilerine dert etmeden yüreklerinden atmalarını öğütlüyor; bunun en güzel
yollarından birinin de mizah olduğunu, nükte olduğunu söylüyor. Bleda’nın
kitabının, yazınsal yönden de maske metaforunu başarıyla kullanan bir eser
olarak önemli bir yere sahip olacağı düşüncesindeyim.
İlk çağların tiyatrosunda, oyuncuların eleştirel sözlerinin bir
oyundan ibaret olduğunu seyircinin kabullenmesi, oyuncuların bu yüzden başının
derde girmemesi için her oyuncu, sahneye yüzünde bir maskeyle çıkarmış.
Tiyatrolarda sahnenin en üstünde asılı gördüğümüz, trajedyayı ve komedyayı temsil
eden, ağlayan ve gülen iki maskenin de aslında bu mesajı vermek istediğini
belirtmek yanlış olamasa gerek. Bir başka deyişle, madem oyuncuyu rolünden
dolayı suçlamayacağız, o halde diplomatları da söz ve girişimlerinden dolayı
suçlamamalıyız. “Elçiye zeval olmaz” özdeyişi de bunu açıklıyor.
Hemen söyleyelim, Bleda’nın bahsettiği maskenin, toplumumuzda
ikiyüzlülük kavramıyla eş anlamlı biçimde yerleşen “takiye yapma” kavramı ile
ilgisi olmayan, aksine Talleyrand’ın ünlü “Diplomat kızmaz, not eder” sözünde
saklı simgesel bir anlamı olduğunu özellikle belirtmekte yarar var. Zira
diplomasi asla aldatarak, yalan söyleyerek, ilişkileri sarsacak oyunlar kurarak
sonuç alma “sanatı” değildir. Kimi iletişim oyunlarıyla “algı” yaratarak kısa
erimli kazançlar sağlamak hiç değildir. Zaten böyle girişimlere sanat demek de
doğru değildir.
Diplomasi Nedir?
Diplomasi bir kriz yönetme sanatıdır; burada dürüstlük,
inandırıcılık önemlidir. Bu sanatın icrasında kibire kapılmamak, üstünlük
taslamamak esastır. Muhatabınızı masadan kaçırtmadan, ona yenilmişlik hissi
vermeden alacağınızı
almanız gerekir. Bu sanatı icra ederken kullanacağınız dil
soğukkanlı bir incelik ve zerafet dili olmalıdır.
Diplomasi bağlamında, Büyükelçi Bleda’nın kastettiği maske,
kitabında da belirttiği gibi, aynı zamanda olumsuzlukları görüp de görmemiş
gibi davranmaktır. Bleda’ya göre, görüştüğünüz kişide maske olduğunu
anladığınız anda, görüntüye bakıp arkada gizli olanı ya da anlaşılması güç olan
gerçeği görmeye başlayabilirsiniz demektir. Böyle bir maskeyi örneğin çok eski
bir okul arkadaşınızla görüştüğünüzde mutlaka çıkarırsınız.
Erdemli devlet adamlarımız arasında haklı yerini alan, yaşamı
boyunca çetin müzakereler yürütmüş olan rahmetli Rauf Denktaş da, insanların
masada takınacağı aldatıcı maskelere karşı dikkatli olunması, her yüzünüze
gülene, size gülücüklerle yaklaşana inanılmaması gerektiğini söylerdi. Denktaş
da gerek müzakerede gerek özel yaşamında zekâ ürünü nükteleriyle tanınmıştı:
Bir defasında, New York’da Birleşmiş Milletler Genel Sekreteriyle görüşme
öncesi Rum lider Kipriyanu ile aynı odada karşı karşıya oturarak beklemek
zorunda kaldığını, bu sırada Kipriyanu’nun iki elinin parmaklarını tarak
biçiminde birbirine geçirerek gergin bir şekilde iki başparmağını saat yönünde
hızla birbirinin etrafında döndürdüğünü görünce, kendisinin de ellerini
birleştirip başparmaklarını Kipriyanu’nun aksine, saatin tam tersi yönünde
çevirmeye başladığını anlatmıştı.
Devlet adamları arasında, görev yaptığım dönemde nüktedanlığıyla
da tanıma fırsatı bulduğum Macaristan Başbakanı Viktor Orban, hoşgörüsüzlük
anlamına da gelen illiberalizmin bir savunucusu olarak bilinmesine, Avrupa’da
otoriter siyasetçiler arasında sayılmasına rağmen, dinleyenleri zekice
esprileriyle gülmekten kırıp geçiren, güler yüzlü, kibirli görünmekten kaçınan,
görüşmelerde gergin anları dağıtmasını bilen bir insandı.
Görünmeden Yapılacak İşler
Maske kimi zaman uluslararası ilişkilerde sizi gerçekten gözlerden
saklamaya da yarayabilir. Örneğin öyle bir ihtiyaç ortaya çıkar ki, bir işi ya
da girişimi gizlice, yani tümüyle “maskeli” olarak, kimliğinizi açıkça belli
etmek zorunda kalmaksızın yapmanız gerekebilir. Örneğin, bir diplomat,
ülkesinin resmen tanımadığı, ancak gayrıresmi bazı temaslarda bulunması gereken
bir ülkeye pasaportuna giriş çıkış damgası basılmadan seyahat etmek zorunda
kalabilir veya tanımadığı bir ülkenin diplomatıyla özel bir yemekte kimi
konuları görüşmek isteyebilir. Bu girişimler diplomaside in cognito diye
adlandırılan “tam maskeli” işler arasındadır.
Mizah ile Kültür
Evet, nüktedanlık diplomatlar için yararlı bir meziyet, ama
eklemek gerekir ki, diplomasi çerçevesinde yapılan mizah esas itibariyle
kültürlerarası bir meseledir, yani yapılan nüktenin yabancı kültürlerde de
kolay anlaşılır olması, olmadık anlamlara çekilemiyor olması önemlidir. Diğer
bir deyimle, yapılan şakaların tercüme edilebilir olması, sizin dilinizde ne
diyorsa çevrildiği dilde de aynı anlamı uyandırıyor olması önemlidir. Bu engel
bir kez aşıldıktan sonra, artık karşı tarafı güldürmenin faydaları başlıyor
demektir:
Bir yabancı yaptığınız espriye güldüyse, yani onu kendi kültüründe
de güldürmeyi başarmışsanız, o yabancı söylediklerinize daha açık olmaya,
aradaki önemli bir buz kitlesi erimeye başlamış demektir. Gülmüyorsa, anlatmaya
çalıştığınız gerçeği kabullenemiyor demektir. Bernard Shaw, boşuna “İnsanlara
gerçeği anlatmak istiyorsanız onları güldürün” dememiş.
Çoğu zaman müzakerelerin gergin anlarını dağıtmanın, rahatlatmanın
yolu da mizahtan geçer. Zor mesajları iletmenin, onları bir bakıma “tatlandırmanın”
yolu da mizahtır. Bir protokol hatası aniden herşeyi berbat etmişse, meydana
gelen skandalı olsa olsa hoş bir nükte affettirebilir; herşey kesildiği yerden
bu sayede devam edebilir.
Şüphesiz yerli yersiz her şeyi espri konusu yaparak güvenirliği sarsmamak,
ölçüyü kaçırmamak da önemlidir.
Başarılı müzakereciler dili ustaca, adeta oyun oynarmışçasına
kullanırlar. Dildeki yaratıcılık ise en çok nüktelerde kendini belli eder. İyi
bir nükte, başkalarının “başka” olduğunu peşinen kabul edendir, bir kültürden
diğerine kolayca geçiş yapabilen, evrensel olandır. Onun içindir ki tercüme
edilemeyen bir şakayı hiç denememek en iyisidir.
Karşı tarafın nasıl tepki göstereceği etraflıca hesaplanarak,
kendimizi karşı tarafın yerine koyarak anlatılmış bir nükte ya da fıkra,
anlatanla dinleyen arasında bir tür “suç ortaklığı” oluşturur; taraflar bazı
noktalarda aynı düşünüyor gibi bir izlenim yaratılmış gibi düşünülür.
İyi bir nükte, sizi bir yığın söz etmekten kurtarabilir. Bir anda
oluşan bu mizahi ortaklık, dile getirilmeyen kısımların da düşünülmeye
başlanmasını sağlar.
Bizde Mizah
Biz mizah yönünden şanslı bir ülkeyiz. Zengin bir güldürü kültürümüz
var. Meselelerin ince yönünü bulmakta, hicvetmekte diğer halklardan geri
kalmayız. Nasrettin Hoca, İncili Çavuş fıkraları, Akbaba ve Gırgır gibi mizah
dergileri, “acıyı bal eyleyen” halkımızın yoksulluğa ve baskılara rağmen
gülmesini, güldürmesini iyi bildiğinin; tepkisini iğneli fıkralarla ortaya
koyabildiğinin kanıtıdır. Güldürü üstadı Aziz Nesin dünyaca tanınmış bir
yazarımızdır. “Dünün güneşiyle bugünün çamaşırını kurutmam” diyen Süleyman
Demirel gibi, siyaseti hicivle kaynaştırabilen devlet adamlarımız vardır.
Tanşuğ Bleda’dan önceki dönemlerde Numan Menemencioğlu, Cevat
Açıkalın ve Muharrem Nuri Birgi de nükteleriyle tanınmış büyükelçilerimizdendi.
Büyükelçi Birgi’nin, 1964-67 arasında Paris’te Nato Daimi Temsilcimiz olduğu
dönemde bir Konsey oturumunda Yunan Delegesine karşı yaptığı bir müdahale tıpkı
Harold Macmillan’ın Birleşmiş Milletler’de Kruşçev’i zor duruma düşürmesi gibi,
salonu kahkahalara boğmuştu. Ergün Sav’ın Diplo-drama-tik Anlatılar (Bilgi
Yayınevi, Ankara, 1992, 202 sayfa) kitabında aktarıldığına göre, Yunanistan
delegesi Christos Palamas’ın (1973 yılında bir buçuk aylığına dışişleri
bakanlığı yapmıştı) Kıbrıs konusunun görüşüldüğü Konsey toplantısında yaptığı
Türkiye aleyhine uzun konuşmada sarfettiği sert sözleri Birgi önce sükûnetle
izliyor. Palamas’ın hiddetini ve sözcüklerin dozunu artırması üzerine Birgi
ısrarla elini kaldırarak söz istemeye başlıyor. Genel Sekreter Manlio Brosio
“Sayın Büyükelçi Birgi, Yunan delegesi sözünü bitirsin, size de söz vereceğim”
diyor. Palamas öfkeyle bakarken, Birgi “Ben usül hakkında söz istiyorum” diyor.
Palamas “Ne usulü, Türk delegesi siyasi manevra yapmasın” diye karşılık
veriyor. Büyükelçi Birgi, salondaki yoğun sigara dumanını da kastederek,
“Sadece usül hakkında konuşacağım: bu salonun atmosferi çok bozuldu, nefes
alınmıyor. Bir pencere açmayı öneriyorum” deyince salonda herkes kahkahayla
gülmeye başlıyor. Sonuç olarak pencereler açılıyor, Palamas konuşmasına küskün
bir ses tonuyla devam etmek zorunda kalıyor.
ABD’nin Ondokuzuncu yüzyıldaki izolasyon siyaseti dışında
diplomaside bir yeri olmayan “muhteşem yalnızlık” dönemimizin başladığı
2010’ların ortalarında Budapeşte’de görevliydim. Kordiplomatik içinde başta
Avrupa Birliği ülkelerinin büyükelçileri olmak üzere, kimi komşu ülke ve Arap büyükelçiler
yavaş yavaş bizden uzaklaşmaya başlamıştı. Her ay düzenlenen AB Büyükelçileri
yemeğine de artık davet gelmiyordu. Bilgi ve görüş alışverişi imkanımız
daralmıştı. Bunun
üzerine “kafa dengi” üç-dört büyükelçi ile düzenli aylık
yemeklerde buluşmaya başladık. Yemeklerde hem ciddi konuları görüşüyor hem de
fıkralarla esprilerle hoşça vakit geçiriyorduk. Birkaç ay sonra neşenin
sağladığı ivmeyle grubumuz büyümeye başladı. Artık dokuz-on kişiyi bulmuştuk.
Yemekleri sıraya koyduk, her ay bir arkadaşta toplanıyorduk. Soranlara, şaka
yollu, grubumuzun “fıkra anlatma” grubu olduğunu söylüyorduk.
Ruslar, Çinliler, İngilizler de güldürü kültürü geniş halklar
olarak bilinirler. Örneğin İngilizler cümlelerin arasına ne yapıp yapıp bir
espri, bir iğne yerleştirirler. Uzun ciddi konuşmaların yapıldığı ortamlara pek
tahammül edemez, mutlaka konuların mizaha açık bir tarafını bulurlar.
Diplomatik maske üretme yeteneğinde de üstlerine yoktur; kendilerini mütevazı
göstermeye çalışırken belli etmeden bir şeylerle hep dalga geçerler.
Büyükelçi Tanşuğ Bleda’nın belirttiği gibi, ümitsiz durumlarda
bile olumsuz bir konunun mizaha konu olacak bir yönünü bulmak mümkündür.
Sonuç olarak, diplomasi ve siyasette, kültür, sağduyu, tarih
bilgisi ne kadar önemliyse, mizah yeteneğinin de önemli bir sanatsal araç
olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Şakir Fakılı – 25 Ekim 2020 pazar
No comments:
Post a Comment