Hediye Levent'in " Lübnan bir kez daha ateş hattında!" başlıklı yazısı (levent.hediye@gmail.com)
Hediye Levent
Lübnan bir kez daha ateş hattında! Bölgesel savaş senaryolarının konuşulduğu bugünlerde gözler bir kez daha Lübnan’da.
7 Ekim’de HAMAS’ın İsrail yerleşim birimlerine yönelik saldırısının ardından Lübnan Hizbullah’ı ile İsrail arasında çatışmalar da başladı. Aylardır devam eden çatışmalar nedeniyle Lübnan’ın güneyi, özellikle de sınıra yakın bölgeler savaş alanı. Başkent Beyrut’ta gergin bir bekleyiş var! Lübnanlılar “Bir kere daha mı savaşa gireceğiz?” diye soruyor.
Beyrut'un meşhur Hamra Caddesi'nde 'Lübnan savaş istemiyor' yazıyor | Fotoğraf: Hediye Levent
Dışarıdan bakanlar için durum “Güney Lübnan’da hakim olan İran destekli Hizbullah’ın HAMAS’a destek vermek için İsrail ordusu ile savaşmasından” ibaret. Ancak aslında mesele bu kadar basit değil.
Lübnan zaten bölgesel gerilimlerden en çok etkilenen, krizlerden en çok yara alan ülke. Peki Lübnan neden bu kadar zayıf, kırılgan ve bölgesel gelişmelerden etkilenir halde?
Bugünü anlamak için biraz geriye gitmek ve kısaca da olsa Lübnan’ın en azından iç savaş döneminden itibaren yaşadıklarına bir göz atmak gerekiyor.
Lübnan’a “Orta Doğu’nun Paris’i” derlermiş. Siyasal akımlardan kadın haklarına, modadan sinemaya birçok yenilik Lübnan sayesinde bölgeye gelirmiş. En güzel kitaplar Lübnan’da basılır, en şaşaalı hayatlar burada yaşanırmış. Hatta bir zamanlar Beyrut’un meşhur Hamra Caddesi şampuanla yıkanırmış. Her dinden ve mezhepten insanın birlikte yaşadığı Lübnan, farklı kültürlerin, yemeklerin, yabancı dillerin, renklerin birbirine karıştığı bir ülkeymiş. Öyle anlatıyor Lübnan’ın 50-60 yıl öncesini bilenler ama anlatılanlara inanmak zor çünkü o entelektüel hareketlilikten, şaşaadan, çok kültürlülükten geriye neredeyse bir şey kalmamış. O masalsı günlerin izlerinin aksine Lübnan ya da sadece Beyrut sokaklarında dolaşanlar iç savaşın, ihmal edilmişliğin, zengin ile fakir arasında giderek büyüyen uçurumun izlerini görebiliyor.
Beyrut sokakları iç savaşın mermi ve çatışma izlerini hâlâ üstünde barındıran binalarla dolu. Şehrin en gözde mahallelerinde bile yüzlerce tarihi ve bir zamanların Beyrut’unda yaşanan hayatlara dair hayaller kurduracak kadar gösterişli ama artık metruk yapılara dönüşmüş evler, konaklar var.
1975 yılında başlayıp 1990 yılında biten Lübnan iç savaşından geriye darmadağınık bir Lübnan kalmış. Darmadağınık derken her anlamda darmadağınık... İç savaş o kadar harap etmiş ki Lübnan’ı, ne halk arasında duvarlar yıkılabilmiş ne de ekonomi toparlanabilmiş. Lübnan iç savaşının ekonomik, kültürel, sosyolojik, fiziki, psikolojik yıkımı yetmezmiş gibi bölgedeki nüfuz savaşlarının sahası haline gelen savaş öncesinden çok daha zayıf bir ülkeye dönüşmüş. Amerika’dan Suudi Arabistan’a, Fransa’dan İran’a Orta Doğu’da nüfuz edinmek ya da nüfuzunu derinleştirmek isteyen hangi ülke varsa hepsini Lübnan’da görmeniz mümkün.
Savaş sonrası dönemde birkaç kez İsrail’in saldırılarına ve işgaline maruz kalan Lübnan’da yıllar içinde çeşitli siyasi ve silahlı gruplar dağılırken İran’ın desteği ile yükselen Hizbullah hem siyasi hem de askeri gücüne güç katmış.
İç savaştan sonra ülkedeki bütün dini ve mezhebi grubun devlette temsilini sağlamak üzere hazırlanan ve aslında geçici olması gereken mezhepçi anayasa her açıdan bin parça olan Lübnan’ı daha da bölmüş, var olan uçurumları daha da derinleştirmiş. Lübnan’da bir cumhurbaşkanı seçmek bile o kadar zor ki... Cumhurbaşkanının mezhepçi anayasaya göre Hristiyan Maruni olması gerekiyor. Ülkedeki Sünni ve Şii siyasi blokların onayını alan, bu da yetmezmiş gibi Amerika’sından Fransa’sına, İran’ından Suudi Arabistan’ına ve Suriye’sine kadar birçok ülkenin de evet dediği bir isim bulmak elbette hiç kolay değil. Bu nedenledir ki Lübnan siyasi krizlerin ülkesi olarak biliniyor epeydir.
Her mezhebi ve dini grubun kendi cemaatinin önceliğini düşünerek hareket ettiği Lübnan’da mezhep kotaları gözetilerek hükümet kurulabilse bile üyelerinin bir araya gelmeleri, Lübnan’ın gerçek sorunlarını çözmek için yol haritaları belirleyip projeler hazırlamaları çok ama çok zor. Bu nedenledir ki Lübnan, başkent Beyrut’ta bile günde 20 saati aşan elektrik kesintilerinin normalleştiği bir ülke. Su sıkıntısı, işsizlik, geleceğe ve en önemlisi de değişime dair beklentilerin her geçen gün daha da zayıfladığı yer Lübnan.
Lübnan'da bazı duvarlarda, Merkez Bankası Başkanı ve önemli bankaların yöneticileri ile ilgili 'Aranıyor' afişleri yer alıyor | Fotoğraf: Hediye Levent
Aslında 2019 yılında Lübnan’da başını gençlerin çektiği gösteriler Lübnanlıları biraz ümitlendirmişti. Yolsuzluğun sıradanlaştığı Lübnan’da sokağa inen neredeyse 2 milyon insan mezhepçi sistemin değişmesini, yolsuzlukla mücadele edilmesini ve daha iyi bir ülke istiyordu. Aylarca süren ve birbirinden renkli görüntülere sahne olan bu gösteriler ne yazık ki bir süre sonra şiddetli çatışmalara dönüştü ve milyonlarca Lübnanlı ümitlerini bırakarak sokaklardan çekildi.
Sonuçta Lübnan’da Hizbullah dahil bütün siyasi hareketler görünüşte mezhepçi sisteme veryansın ederken güçlerinin kaynağı olan bu sistemin değişmesini kimse istemez. Mezhepçi sistem nedeniyle ülke içindeki her bir dini ve mezhebi grup sırtını bir ülkeye dayıyor ve bu sayede bu ülkelerin Lübnan’da ve dolayısıyla bölgede var olmasını sağlıyor.
Sokak gösterileri ile Lübnan’da bir şeyin değişmeyeceğini anlayan Lübnanlıları 2020 yılında bir felaket daha bekliyordu; Beyrut limanındaki patlama... O patlamada yakınlarını kaybedenler hâlâ adalet arıyor ama Lübnan adaleti(!) limana istiflenen tonlarca patlayıcı maddenin kimler tarafından kimlere gönderildiğini bile bulamadı.
Bu arada dünyanın en yolsuz ülkeleri listesinin ilk sıralarında yer alan Lübnan’da 1997 yılında 100 dolar-150 bin Lübnan lirası olarak belirlenmişti. 2019 yılından itibaren çatırdamaya başlayan bu uygulama 2023 yılında artık kontrol edilemez hale geldi. Sadece birkaç ay içinde Lübnan lirasının dolar karşısında erimesi korkunç boyutlara ulaştı ve günümüzde 100 dolar 10 milyon Lübnan lirası.
Neredeyse 2 yıldır cumhurbaşkanı seçemeyen, birkaç yıldır hükümet krizi yaşayan Lübnan’da çift vatandaşlığı olanlar, Avrupa başta olmak üzere çeşitli ülkelerde iş bulabilenler ülkeyi terk etmeye başladı. Bu imkanları olmayanlar ise Suriyelilere ve Filistinlilere katılarak kaçak göçmen tekneleri ile daha iyi bir hayat ümidi ile hayatlarını ortaya koyarak yollara düştü.
Lübnan’da bunlar olurken 7 Ekim’de HAMAS’ın İsrail’e yönelik saldırısı geldi. Hizbullah İsrail ordusunu, güneyde Lübnan-kuzeyde Gazze olarak ikiye bölünmeye zorlamak için Lübnan’ın güneyinden saldırıya geçti. Aylardır devam eden çatışmalar nedeniyle güney Lübnan’dan yaklaşık 150 bin kişi Beyrut başta olmak üzere Lübnan içine göç etmek zorunda kaldı. Yine ağırlıklı olarak tarımsal üretimle geçinen güney Lübnan’da on binlerce dönüm arazi çatışmalar nedeniyle yandı ya da kullanılamaz hale geldi.
Savaş şimdilik güney Lübnan ile sınırlı ancak elbette Lübnan’ın geri kalanı da yeni bir savaşın kapıda olduğu bugünlerde diken üstünde ve gidişatı anlamaya çalışıyor. Kimisi İsrail ile yeni bir savaş riskine kesin gözüyle bakıyor, kimisi “Gidişat Amerikan seçimlerinden sonra belli olacak” diyor.
Ancak Lübnan’ın ekonomik açıdan güçlü, zengin kesiminin önemli bir kısmı çoktan ülkeden ayrıldı. Savaş riski Lübnan’ın en önemli gelir kaynaklarından biri olan ekonomiye de ağır darbe vurdu. Yazın tıklım tıklım olan Beyrut Havalimanı artık tenha sayılabilecek kadar durgun. Keza, turistlerin ve Lübnanlı gençlerin favori buluşma ve eğlenme yerleri de bomboş.
Beyrut'un turistik eğlence bölgesi Eşrefiye | Fotoğraf: Hediye Levent
Lübnan gazeteleri sürekli güneydeki savaş haberleri veriyor, Lübnan televizyonları savaş bölgesinden haberler aktarıyor.
Lübnanlı siyasetçiler Hizbullah’a ateşkes ya da en azından savaşı genişletmemesi için baskı yapıyor. Lübnanlılar hâlâ mevcut çatışmaları “Hizbullah ile İsrail arasındaki çatışmalar” olarak görüyor. Henüz Lübnan ordusu devreye girmiş değil. Zaten ülkedeki ekonomik ve siyasi parçalanmışlıktan dolayı giderek zayıflayan Lübnan ordusunun olası bir İsrail savaşına karşı koyup koyamayacağı da sorgulanıyor.
Lübnan’da siyasi ve askeri gücü sayesinde neredeyse devlet içinde devlet haline gelse de Hizbullah’ın da pervasızca bir savaşa girmesi, bütün Lübnan’ı savaşa sürüklemesi çok kolay değil. Evet, Hizbullah’ın ülke içinde ciddi bir halk desteği var. Kimisi Şiilik hassasiyetinden, kimisi Lübnan ordusunun zayıflığından dolayı Hizbullah’ı destekliyor ancak Hizbullah’ın topyekûn Lübnan’ı savaşa sürükleme kararı alması halinde, bu kararın örgüte de acı bir faturası olabilir. Kaldı ki Hizbullah, Suriye savaşından dolayı militanları iyi eğitimli, silah ve füze kapasitesi korkutucu bir örgüt olsa da hava kuvvetleri olmayan, İsrail içlerine sarkabilecek kadar lojistik sağlayıp sağlayamayacağı meçhul bir durumda.
Diğer taraftan İsrail’in de, her ne kadar HAMAS’tan sonra yeni hedef olarak Hizbullah’ı belirlemiş olsa da, bölgesel bir savaşı tetiklemekten kaçındığı söylenebilir. Sonuçta bölgesel bir savaşın sonuçları sadece bölge ile sınırlı kalmayacaktır. Enerji güvenliğinden yeni göçmen akınlarına kadar birçok krizi tetikleyecek olan bölgesel bir savaşın göbeğinde ise Lübnan var. Lübnanlıların aklında “Yine mi savaş?” sorusu, dillerinde “Yeter artık, yorulduk” serzenişi...
No comments:
Post a Comment