Evrensel
21 Haziran 2024 06:34
İtalya'da "tek kadın" rejimine doğru
Yücel Özdemir
Avrupa Birliği’nin üçüncü büyük ekonomisine sahip İtalya’da faşizm adım adım iktidarını pekiştiriyor. Eylül 2022’de yapılan seçimlerden sonra faşist Benito Mussolini’nin devamcısı olduğunu her fırsatta dile getiren Giorgia Meloni başbakanlık koltuğuna oturmuştu. Partisi “İtalya’nın Kardeşleri”nin öncülü “Alleanza Nazionale” (Ulusal Birlik), savaştan sonra Mussolini’nin partisi Movimento Sociale İtaliano’nun (MSI) devamı olarak kuruldu ve sembolündeki alev de Mussolini’nin partisinden kalma. Tarihsel olarak faşist hareketin devamı olan Meloni ülkedeki gücünü iki yılda pekiştirdi. Son Avrupa Parlamentosu seçimlerinde yüzde 28 oy alarak bir kez daha birinci oldu.
Meloni iki yıl içinde hem içeride hem de dışarıda “meşru bir faşist” olarak kabul gördü. O politik olarak aynı yerde durmaya devam ederken, daha önce onu, faşistliği nedeniyle tehlikeli görenler şimdi gayet uyumlu şekilde çalışmaya, gücüne güç katmasına yardım ediyorlar. Geçen hafta İtalya’da yapılan G7 zirvesinde de diğer emperyalist devletlerin liderleri tarafından el üstünde tutuldu.
Bunun farkında olan Meloni ve arkasındaki faşist güçler, iktidarlarını pekiştirecek şekilde içeride adımlar atmaya başladı. Meloni ve diğer faşist ortakları tarafından İtalya Anayasası’nda yapılması planlanan değişikler, ülkede “tek adam/kadın” rejiminin kurulmak istendiğini gösteriyor.
Üç gün önce 200 sandalyeli senato tarafından 109 oyla kabul edilen anayasa değişikliği önerisi aslında Türkiye’deki okuyucuların da pek yabancısı olmadığı tarzda.
Değişiklik öncelikle başbakanın beş yıllığına halk tarafından seçilmesini öngörüyor. Gerekçesi de halk tarafından seçilecek başbakanın güçlü ve istikrarlı hükümetler kuracağı, koalisyonların istikrarsızlığa yol açması gösteriliyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana 70 hükümetin kurulması buna dayanak yapılıyor. Henüz, son karar merci olan cumhurbaşkanlığı sisteminde bir değişikliğin yapılacağı ifade edilmese de aslında onu da ortadan kaldıracak bir “başkanlık” sistemine geçilmek istendiği söylenebilir. Seçilmiş başbakanla, başbakanın cumhurbaşkanı tarafından hükümet kurmakla görevlendirilmesi doğal olarak ortadan kaldırılıyor. Bir kişi en fazla iki kez başbakan seçilebilecek.
Salt çoğunlukla seçilecek başbakana senato ve mecliste (Camera) yüzde 55’lik çoğunluk garanti ediliyor. Yani halkın yüzde 50+1’inin oyunu alan başbakan, senato ve meclisin yüzde 55’ine sahip olacak. Bu da beş yıl boyunca ülkeyi istediği gibi yöneteceği anlamına geliyor.
Senato tarafından kabul edilen anayasa değişikliği için mecliste de üçte iki çoğunluk gerekiyor. Reformu hazırlayan Meloni ve diğer iki sağcı ortağının mecliste de üçte iki çoğunluğu bulunuyor. 400 sandalyeli mecliste iktidar partilerinin 237, muhalefetin 163 sandalyesi var.
Bu nedenle tasarının olduğu gibi meclisten de geçmesi bekleniyor. Ancak geçmemesi durumunda bu sefer referandumun önü açılmış olacak. Havanın sağdan estiği bugünkü koşullarda referandumda halkın, faşistler tarafından hazırlanan anayasa değişikliğini kabul etmesi durumunda faşist rejimin inşasının önü açılmış, Avrupa’nın ortasında İtalya tarihsel olarak yeni bir dönemece girmiş olacak. 2016’da sosyal demokrat parti ve Dönemin Başbakanı Matteo Renzi tarafından referanduma götürülen anayasa değişikliği reddedilmişti.
Bugüne kadar aşırı sağcılar ve faşistler karşısında derlenip toparlanmayan İtalyan solu demokratları, antifaşistler son birkaç gündür başta Roma olmak üzere birçok kentte gösteriler düzenliyorlar. Haklı olarak demokrasinin tehlikede olduğuna işaret ediyorlar. Bu nedenle bütün güçleri harekete geçmeye çağırıyorlar.
Senato ve parlamentoda, izledikleri neoliberal politikalar nedeniyle aşırı sağ partilere geniş alan açan sözde sosyal demokrat partilerin aşırı sağın önüne parlamenter yoldan geçmesi zor görünüyor. Bu nedenle otoriter rejime giden süreci durdurmanın tek yolu artık sokaktaki mücadeleden geçiyor. İtalya tarihi faşist barbarlıkla mücadelede engin deneyimlere sahip. Komünistlerden Hristiyan demokratlara uzanan geniş siyasi yelpaze geçmişte faşizme karşı güç birliği yaptı. Sendikalar bu iş birliğinde önemli bir rol oynadı. Partizanların kahramanca mücadelesi hâlâ akıllarda.
Faşistlerin aşamalı olarak güç biriktirerek iktidarı ele geçirmesinde bugün İtalya bir adım önde gitmekle birlikte, sorun sadece İtalya ile ibaret de değil. Fransa başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde aşırı sağcı, faşist, ırkçı, milliyetçi parti ve akımlar, geçtiğimiz yüzyılın karanlık yüzüne dayanarak yeniden kendilerinden olmayanlara karşı düşmanlık ve nefret körükleyerek ilerliyorlar. Mülteci ve göçmen düşmanlığı kullandıkları başlıca konu. Devrimci bir işçi hareketi, güçlü devrimci partilerin olmaması faşistlere adeta istedikleri gibi hareket etme imkanı sağlıyor. Antifaşist güçlerin çoğu ise dağınık ve güç kaybetmiş durumda.
Bu koşullarda İtalya’daki demokratların, antifaşistlerin zaman kaybetmeden derlenip toparlanması gerekiyor. Fransa’da tehlikenin farkında olan güçlerin Avrupa Parlamentosu seçimlerinden hemen sonra “Halk Cephesi” çatısı altında bir araya gelmesi bu açıdan önemli. Faşizm belasının bir kez daha kıta Avrupa’sını kasıp kavurmaması için, faşist partilerin yükseliş nedenlerini boşa çıkaracak güçlü antifaşist cepheler kaçınılmaz görünüyor.
No comments:
Post a Comment