YUNANİSTAN, EGE’DEKİ ADALARIN
ASKERSİZLEŞTİRİLMİŞ STATÜSÜNÜ İHLÂLİNİ SÜRDÜRÜYOR (ı)
Tugay ULUÇEVİK, Büyükelçi (E)
I. Giriş
Türkiye ile Yunanistan
arasındaki ilişkiler, Yunanistan’ın Türkiye’ye yönelik dostane olmayan
tutumundan kaynaklanan sorunlarla doludur. Son yıllardaki çeşitli yazılarımda (ii)
izah etmiş olduğum bu olgunun sebepleri üzerinde burada durmuyorum.
Türkiye’nin Yunanistan ile olan
var olan sorunlarını şu başlıklar altında saymak mümkündür: (iii)
--Karasularının genişliği;
--Kıta sahanlıkları ve münhasır
ekonomik bölgeler dahil Ege’de deniz yetki alanlarının ve deniz sınırlarının
tespiti;
--Egemenliği uluslararası
andlaşmalarla Yunanistan’a bırakılmamış ada, adacık ve kayalıkların aidiyeti;
--İki Devletin hava sahalarının
genişliği;
--Ege’deki uluslararası
andlaşmalarla askersizleştirilmiş [demilitarized] statüye bağlanmış adaların bu
hukukî statülerinin Yunanistan tarafından ihlâli;
-- FIR (Uçuş Malûmat Bölgesi)
sorunları;
--Arama Kurtarma (SAR)
Faaliyetleri için yetki alanlarının belirlenmesi
Bu yazımda, Andlaşmalarla
“askersizleştirilmeleri” ve öylece tutulmaları kayıt ve şartıyla Yunanistan’a
bırakılmış olan Ege Denizi’ndeki adaların hukukî statülerinin sürekli olarak bu
Devlet tarafından ihlâl edilmekte olması olgusunu işlemek istiyorum.
Öncelikle konu hakkında
kullanılan temel kavram üzerinde sık sık yapıldığını gördüğüm bir hataya işaret
etmem gerektiğini düşünüyorum.
Ege’deki ve Doğu Akdeniz’deki
belirli adaların uluslararası andlaşmalarla tespit edilmiş olan hukukî statüsü
için kastedilen kavramı doğru ifade eden “askersizleştirilmiş” [démilitarisé;
demilitarized] kelimesidir.
Bilhassa konuşma dilinde
kullanılan “silâhsızlandırılmış” [désarmé; disarmed] kelimesi adaların hukukî
statüsünü doğru yansıtmamaktadır.
“Askersizleştirme”
[démilitarisation; demilitarisation] bir yerin, bir bölgenin askerden
arındırılması; o yerin, o bölgenin askerî (kara, hava ve deniz unsurları dahil)
faaliyetlerde bulunulamaz; askerî amaçlarla kullanılamaz hale gelmesidir;
getirilmesidir.
“Silâhsızlanma” ise
[désarmement; disarmament], küresel veya bölgesel çapta silâhlanma yarışına son
verme amacıyla bütün veya belirli silâhların azaltılması veya tamamen ortadan
kaldırılması; imâlinin, depolanmasının ve kullanılmasının yasaklanması veya bir
bölgenin bütün veya belirli silâhlardan arındırılması eylemidir. Askerî faaliyette
bulunulabilir. Sınırlama, yasaklama silâhlar hakkındadır.
Ege’deki adaların hukukî
statüsünü tespit eden uluslararası andlaşmalarda ve kararlarda kullanılan
“askersizleştirme” [démilitarisation; demilitarisation] kelimesidir.
Daha sonra da değineceğim
üzere, Ege’de Yunanistan’a bırakılan adaların statüsüne ilişkin 1914 yılındaki
bir kararda statüyü belirlemek amacıyla “…bu adalar herhangi bir bahrî (denize
ilişkin) veya askeri amaçla tahkim edilmeyecek veya kullanılmayacak…” ifadesine
yer verilmiştir.(iv)
Ege Denizi’ndeki adalar,
özellikle, Doğu Ege’de kuzeyde Taşoz ve Semadirek adalarından itibaren
Türkiye’nin batı ve güneybatı sahilleri boyunca kıyıdan 2 ilâ 55 kilometre
arasında değişen mesafelerde yer alan adalar, aslında Anavatan’ımızın Mavi
Vatan’ımız içindeki doğal uzantısıdırlar. Türkiye’nin millî güvenliği ile
doğrudan bağlantılıdırlar.
Sözkonusu adalar jeopolitik ve
jeostratejik açılardan önem ve değer taşımaktadırlar. Bölgesel askerî güç
dengelerinin kurulmasında ve böylece barışın muhafazasında rolleri vardır.
Bunun içindir ki, tarihin akışı içinde bölgedeki güçler arasındaki rekabetin,
çatışmaların konusu ve hedefi olmuşlardır. Sonunda sağlanan barışta da
dengelerin bu adaların askersizleştirilmeleri yoluyla kurulması cihetine
gidilmiştir.
Tarihî geçmişi de dikkate
alarak Doğu Akdeniz’deki ve Ege’deki adalara kuş bakışı nazar atfettiğimiz
zaman, Osmanlı Devleti’nin yükselme devrinin ortalarından itibaren Taşoz
[Thasos], Semadirek [Samothraki], Limni [Lemnos], Bozbaba [Agios Efstratios],
İmroz/Gökçeada [Imbros] Bozcada [Tenedos], Midilli [Lesvos], Eğriboz [Euboia],
Şeytan Adaları [Sporades], Sisam [Samos], Sakız [Chios], Ahikerya [Ikaria]
Rodos [Rhodes] gibi adaları ve Menteşe Adalarını (Oniki Ada) [Dodecanese],
Kerpe [Karpathos], Çoban [Kassos], Kiklat [Cyclades] Adalarının tamamını ve bu
adaların civarındaki büyüklü, küçüklü adaları birer birer kendi topraklarına
dâhil ettiğini görüyoruz. Böylece, Ege’deki, Orta ve Doğu Akdeniz’deki
adaların, ada gruplarının, Kıbrıs ve Girit hariç, tamamı Osmanlı egemenliği
altına alınmıştır.
Kıbrıs [Cyprus] adasının fethi
Osmanlı Devleti’nin Yükselme Devri’nin son yıllarında 11 ay süren bir kuşatma
harekâtının sonunda 1 Ağustos 1571’de tamamlanmıştır.
Girit’in [Crete] fethi için
başlatılan harekât 24 yıl sürmüştür. Adanın tamamının Osmanlı egemenliği altına
alınması 1669’da gerçekleşmiştir.
Osmanlı Devleti en son olarak
1718 yılında Ege’deki İstendil [Tinos] adasını topraklarına katmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu,
özellikle Kanunî Sultan Süleyman döneminde sahip olduğu kuvvetli donanma
sayesinde denizde de gücünü diğer devletlere kabul ettirmiş ve Ege’yi ve Doğu
Akdeniz’i adeta bir Türk gölü, denizi haline getirmiştir.
Bununla beraber, Osmanlı
Devleti, yüzyıl kadar süren olan “Yıkılma Devrinde” ise, maalesef, denizdeki
gücünü ve üstünlüğünü kaybetmiştir. Ege’deki adalarının elinden çıkmasını
önleyemez hale gelmiştir. Osmanlı donanmasının 1827’de Navarin’de uğradığı
deniz baskını faciası ve Elenlerin 1830’da bağımsızlıklarını ilân etmeleri, denizdeki
toprak kayıplarını hızlandırmıştır. Yunanistan için Ege adaları, Osmanlı
İmparatorluğu’nun ülkesi aleyhine Anadolu Yarımadası’na doğru genişleme
politikalarının uygulanmasında birer atlama taşları olarak kullanılmıştır.
Girit adası, Avrupalı güçlerin
de müdahil oldukları çeşitli entrikalarla dolu bir asırdan uzun bir süreç
sonunda 1908’de fiilen Yunanistan’ın hâkimiyeti altına girmiştir. Osmanlı
Devleti’nin uğradığı Balkan bozgunu neticesinde de 1913 yılındaki Londra
Antlaşması’nın IV. Maddesi uyarınca Girit Adası harbin galibi dört Balkan
Devleti Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağ’ın hükümdarlarına
verilmiştir.
Kıbrıs adasına gelince; Osmanlı
İmparatorluğu, Kıbrıs’ı 1878 yılına kadar 307 yıl hukuken ve fiilen egemenliği
altında tutmuştur. “Yıkılma Devrinde” 1877’de Rusya’dan Anadolu topraklarına
yoğunlaşarak yönelen çok ciddi tehdit ve tehlikeler karşısında yardım ve
desteğine ihtiyaç duyduğu İngiltere’ye Kıbrıs adasının idaresini devretmek ve
askerlerini Kıbrıs’tan çekmek zaruretinde kalmıştır.
Osmanlı Devleti’nin I. Dünya
Savaşı’na Almanya’nın yanında katılma kararını verdiği 5 Kasım 1914 tarihinde
de İngiltere Kıbrıs’ı ilhak ettiğini açıklamıştır. Osmanlı Hükûmeti
İngiltere’nin bu kararını tanımamış; ancak tanımadığını silâhlı kuvvet kullanarak
fiilen ortaya koyacak gücü kendisinde bulamamıştır.
II. Lozan Konferansı Öncesinde Adaların Askersizleştirilmiş
Statüsünü Doğuran ve Belirleyen Siyasî Olaylar ve Anlaşmalar
Lozan Barış Konferansı’nın
başladığı 22 Kasım 1922 tarihi itibariyle Osmanlı Devleti Bozcaada, İmroz
(Gökçeada), Tavşan Adası hariç, Egedeki ve Akdeniz’deki adalarını kaybetmiş
bulunuyordu.
Şayet Osmanlı Devleti’nin I.
Dünya Savaşı’nda yenilmesi üzerine imzaladığı Sevr Adlaşması uygulanabilmiş
olsaydı, Ege’de İmroz (Gökçeada) ve Bozcaada gibi önemli iki adayı da kaybetmiş
olacaktı.
Osmanlı Devleti’ne ait Oniki
Ada grubundaki adalar Trablusgarp savaşında (1911 – 1912) İtalya tarafından
işgal edilmiştir.
I. Balkan Harbi’nde de Osmanlı
Devleti, Trakya’da ve Balkanlarda uğradığı toprak kayıplarının yanında, Ege
Denizi’ndeki adalarının Yunanistan tarafından işgaline mâni olamamıştır.
Yunanistan deniz kuvvetindeki üstünlüğü sayesinde Ekim-Aralık döneminde Doğu
Ege’de kuzeyden güneye doğru şu adaları istilâ ve işgal etmiştir:
Taşoz [Thassos], Semadirek
[Samothrace], Gökçeada [Imbros] Limni [Lemnos], Bozcaada [Tenedos], Bozbaba [Ag
Efstratios], Midilli [Lesvos - Mitylène], İpsara [Psara], Sakız [Chios], Sisam
[Samos] ve Ahikerya [Ikaria]. (v)
1. Uşi Andlaşması
Trablusgarp Savaşı’nın sonunda
18 Ekim 1912 tarihinde Lozan’ın Uşi [Lausanne-Ouchy] beldesinde İtalya ile
Osmanlı Devleti arasında imza edilen Antlaşma’nın 2. Maddesi’nde İtalya’nın
Osmanlı Devleti’ne ait olan Oniki Ada’nın işgaline son vermesi hükme
bağlanmıştır.
Bununla beraber, İtalya Oniki
Ada’dan askerlerini çekmemiştir. İtalya, Osmanlı Devleti’nin Uşi Antlaşması’na
göre Trablusgarp’tan subaylarını ve birliklerini geri çekmesini garanti altına
almak için bu yola başvurmuştur. Aslında Osmanlı Hükûmeti de İtalya’nın Oniki
Ada’dan kuvvetlerini çekmesi için aceleci ve ısrarlı davranmamıştır. Çünkü kısa
bir süre önce I. Balkan Savaşı patlamıştı. Adalar Yunanistan’ın tehdidi
altındaydı. Osmanlı Devleti’nin o dönemde Yunan donanmasına karşı koyabilecek
deniz kuvveti yoktu. Bu sebeple, Oniki Ada’daki İtalyan askerî varlığının
devamı tercih edilmiştir.
2. Londra Andlaşması
I. Balkan Savaşı’nı kaybeden
Osmanlı Devleti, Londra’da toplanan Konferans sonunda Savaş’ın kazananları
Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağ ile 30 Mayıs 1913’de bir Andlaşma
imzalamıştır. (vi)
Andlaşma’nın IV. Maddesi’ne
göre Girit adasının geleceğinin galip 4 Balkan Devleti tarafından
belirlenmesine razı olmuştur.
Londra Andlaşması’nın V.
Maddesi’nin hükmüne göre de Osmanlı İmparatorluğu ve 4 galip Balkan Devleti,
Ege Denizi’nde, Girit adası hariç, Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliği altında
bulunan adaların ve Aynaroz yarımadasının aidiyetine ilişkin kararın alınmasını
Almanya, Avusturya ve Rusya İmparatorlarına, Macaristan, Büyük Britanya ve
İtalya Krallarına ve Fransa Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’na bırakmışlardır.
3. Atina Andlaşması
14 Kasım 1913 tarihinde Osmanlı
İmparatorluğu ile Yunanistan arasında imzalanan Atina Andlaşması’nın 15.
Maddesi’nde iki Devlet, Londra Andlaşması’nın hükümlerine, Ege Adalarının
aidiyetinin belirlenmesine dair olan V. Maddesi de dahil olmak üzere, bağlı
olduklarını teyit etmişlerdir.(vii)
4. Londra Büyükelçiler
Konferansı’nın Kararı ve Tebligat
Londra Anlaşması’nın yukarıda
zikredilen V. Maddesi’ne göre Avrupa’nın 6 büyük devletinin hükümdarlarını
temsilen 1914’ün Şubat ayında Londra’da toplanan “Büyükelçiler Konferansı’nda”
alınan karar, 13 Şubat 1914 günü Atina’ya ve ertesi gün de İstanbul’a Babıâlî’ye
tebliğ edilmiştir.
Kararın esasa ilişkin bölümü
şöyledir:
“..altı güç, Türkiye'ye iade
edilmesi gereken Bozcaada, İmroz/Gökçeada ve Meis hariç olmak üzere,
Yunanistan’ın halen işgal etmekte olduğu tüm Ege adalarını Yunanistan'a
devretmeye karar vermişlerdir.
Güçler Yunanistan'a bırakılan
adalarla ilgili olarak, bu adaların tahkim edilmeyeceğine veya herhangi bir
deniz veya askeri amaçla kullanılmayacağına ve adalar ile Osmanlı anakarası
arasında kaçakçılığı önlemek için etkili tedbirlerin alınacağına dair Yunan
hükümeti tarafından
kendilerine ve Türkiye'ye
tatmin edici garantilerin verilmesi gerektiğine karar vermişlerdir.
Altı Devlet, bu şartların adil
bir şekilde uygulanmasını ve sürdürülmesini sağlamak için Yunan hükümeti
üzerinde nüfuzlarını kullanma sözü vermektedir.
Ayrıca, Yunanistan'dan,
yukarıda bahsedilen altı gücün kararı uyarınca aldığı adalardaki Müslüman
azınlıkların korunmasına ilişkin tatmin edici garantiler vermesini talep
etmektedirler.” (viii)
Kararın Yunanistan’a ve Osmanlı
Devleti’ne bildirildiği Nota’da da ana noktalarıyla şunlar ifade edilmiştir:
“Altı Büyük Devlet Temsilcileri
Hükûmetlerinin talimatıyla aşağıdaki Bildirimi Osmanlı Hükûmeti’ne sunarlar:
Babıâli, Londra ve Atina
Anlaşmalarıyla Ege adaları konusunda karar verme yetkisini Büyük Devletlere
bırakmıştır.
Büyük Devletler, Yunanistan’ın
Gökçeada ve Bozcaada’yı Türkiye’ye geri vermesini ve Yunan işgalindeki öteki
adaları kesin tasarrufu [la possession définitive] altında muhafaza etmesini
kararlaştırmışlardır.
Meis Adası da Türkiye’ye
bırakılacaktır.
Yunanistan adaları tahkim
etmemeyi, askerî amaçlarla kullanmamayı ve adalarla Osmanlı toprakları
arasındaki kaçakçılığı önleyecek etkili tedbirler almayı taahhüt edecektir.
Altı Büyük Devlet, bu şartların
yerine getirilmesi için Yunanistan üzerinde nüfuslarını kullanacaklardır.
Ayrıca Adalardaki Müslüman
azınlıkların korunması için Yunanistan’dan güvence isteyeceklerdir.
Altı Büyük Devlet yukarıdaki
kararlara Osmanlı Hükûmeti’nin uyacağına güvenmektedirler.” (ix)
Nota’da, Meis adasının Osmanlı
İmparatorluğu’na verilmesinin öngörülmüş olmasıyla, 1912’deki Osmanlı – İtalyan
Uşi Andlaşmasına rağmen Oniki Adaları fiilen işgali altında tutmaya devam etmiş
olan İtalya’nın, Osmanlı Devleti’ne verilen Meis dışındaki Oniki Adaları işgali
sürdüreceği zımnen belirtilmiş olmaktadır.
Ayrıca aralarında İtalya
Kralı’nın da yer aldığı Altıların Büyükelçilerinin aldığı kararda Meis adasının
Osmanlı Devleti’ne iadesinin öngörülmüş olması kayda değerdir. Bu husus, Meis
adasının Anadolu yarımadasının ayrılmaz bir parçasını oluşturduğu gerçeğinin
ifadesidir.
Osmanlı İmparatorluğu kendisine
tebliğ edilen Altı “Büyük” Devlet kararını bütünüyle kabul etmiş değildir.
Babıâlî karara ilişkin cevabını
16 Şubat 1914 tarihli bir Nota ile bildirmiş ve özetle şunları belirtmiştir:
“Babıâlî, Yunan işgalindeki Ege
adalarının kaderini kararlaştırma yetkisini büyük devletlere verirken,
Boğazlara ve Anadolu kıyısına yakın adaların Türkiye’de kalmasının elzem
olduğunu belirtmişti ve ilgili tarafların çıkarlarına
uygun bir karar verileceğini
kuvvetle umuyordu. Şimdi Babıâlî Osmanlı İmparatorluğu’nun hayatî çıkarlarını
dikkate almayan bir karar verildiğini büyük bir üzüntüyle görmektedir.
Bozcaada, Gökçeada ve Meis
adasının geri verildiğini senet sayarken Babıâlî, haklı ve meşru taleplerini
kabul ettirmek için de çaba harcayacaktır.”( x)
Yunanistan Altı “Büyük” Devlet
kararını kabul ettiğini 21 Şubat 1914 tarihli Nota ile bildirmiş ve
anahatlarıyla şunları ifade etmiştir:
“Yunanistan, adalar hakkındaki
Büyük Devletler kararlarını takdirle karşılar. Yunanistan’a bırakılan adaları
tahkim etmemeyi ve askeri amaçlarla kullanmamayı taahhüt eder.
Buna karşılık bu adaların
saldırıya uğramayacakları yolunda Büyük Devletlerce bir karara varılacağına
inanır. Adalarla Anadolu arasında kaçakçılığı önlemek için etkili tedbirler
almayı ve Yunanistan’a katılan adalardaki Müslüman azınlıkları korumayı da
kabul eden Yunanistan, buna karşılık Türkiye’de kalan Bozcaada, Gökçeada ve
Meis adalarında yaşayan Rumlara da Babıâlî tarafından güvence verileceğini
ummakta kendisini haklı görür. Bu adalar halkı için genel af ister.” (xi)
Altı Devlet Kararının konumuz
bakımından önem arzeden veçhesi, Balkan Savaşlarında yenilmiş ve ağır kayıplara
uğramış olan Osmanlı Devleti’ne hasımlarımız tarafından dayatılan bir
Anlaşma’da dahi Yunanistan’a bırakılan adaların askersizleştirilmiş olması
gereğinin düşünülmüş ve hükme bağlanmış olmasıdır.
Adaların aidiyeti hakkındaki
bir diplomatik kararda aidiyet belirlenirken aynı zamanda adaların tâbi olacağı
hukukî statünün tarif edilmiş ve Yunanistan’a belirlenen statüye uyma vecibesi
getirilmiş olması bilhassa önemlidir. Aidiyet şarta bağlanmıştır. Yunanistan
işgali altındaki adaları alırken belirlenen şartlara, statüye uymayı taahhüt
etmiştir.
Anılan Karar, Doğu Ege Adalarının
ve Anadolu’ya yakın diğer adaların her açıdan Anadolu yarımadasına bağlantılı
ve bağımlı olduğu gerçeğinin uluslararası plânda kabulünün kanıtıdır. Bu
adaların askersizleştirilmiş olmasının bölgede güçler arası dengenin sağlanması
ve böylece barış ortamının korunup sürekli kılınması bakımından zaruri olduğu
anlayışını da yansıtmaktadır.
III. Lozan Barış Konferansı’nda, Barış Andlaşması’nda ve Boğazlar
Sözleşmesi’nde Adaların Askersizleştirilmesi Konusu:
1.Lozan’da Türk Heyeti Adaların
Askersizleştirilmesini İstiyor
Gazi Mustafa Kemâl Atatürk
önderliğinde İstiklâl Savaşımızın zaferle sonuçlanmasından sonra, TBMM
Hükûmeti, Lozan Barış Konferans’ında Ege’deki adaların ve Kıbrıs adasının,
Türkiye’nin huzur ve güvenliği bakımından taşıdığı hayatî önemin bilinci içinde
hareket etmiştir.
İsmet İnönü başkanlığındaki
heyetimiz Konferans’ta özellikle 1911 – 1914 döneminde Yunanistan’ın ve
İtalya’nın işgaline uğramış, yapılan anlaşmalarla Balkan Savaşlarının galipleri
ve Avrupa’nın “büyük devletleri” tarafından onlara verilmiş olan Ege
denizindeki adaların statülerine, Türkiye’nin güvenliği açısından kısıtlamalar
getirilmesi için çaba sarfetmiştir. Askersizleştirilmelerini sağlamak için
teklifler yapmıştır.
İnönü, İngiltere’nin 1914’de
ilhak ettiğini açıkladığı Kıbrıs ile ilgili olarak da Konferans’ta Ada’nın
Rumların ve Yunanistan’ın tarihî emelleri istikametinde kullanılmasına yol
açacak bir karar alınmasını önlemek için çalışmıştır.(xii)
2. İsmet Paşa’nın Adalar Hakkındaki
Konuşması
Lozan Konferansı’nda Ege’deki
ve Akdeniz’deki adalar konusu Konferans’ın I. Komisyonunda müzakere edilmiştir.
İsmet Paşa, I. Komisyonu’nun 25
Kasım 1922 Cumartesi günü öğleden sonraki oturumunda Ege ve Akdeniz’deki adalar
konusunda söz almış ve ana noktaları itibariyle başlıca şunları ifade etmiştir:
(xiii)
“…Coğrafya bakımından, Küçük
Asya’ya bağlı parçalar olan Akdeniz ve Ege adalarının, Anadolu’nun huzuru ve
güvenliği için büyük bir önem taşımaktadırlar… Bu adalar kıyıdan az uzaklıkta
ve karasuları içinde bulunan ufak adalarla, büyük adaları kapsamaktadır.
Karasuları içindeki ufak adalar, Küçük Asya’nın barışını pek yakından tehdit
edebilirler. Bu bölgenin tamamlayıcı birer parçası olduklarından, bu adaların
Türkiye’nin egemenliği altına konulmaları kesin olarak zorunludur. Kaldı ki,
bunlar Türk karasuları içinde bulunduklarına göre, bunların Türk egemenliği
altında olmaları gerekmektedir.”
“Büyük adalara gelince: kaderi
17/30 Mayıs 1913 tarihli Andlaşma uyarınca Büyük Devletlerce saptanması gerekli
olan Bozcaada ve İmroz üzerinde Türkiye’nin hakları, aynı Devletlerin 14 Şubat
1914 tarihli ortak notalarıyla doğrulanmıştır. Bu yüzden bu iki ada Türk
egemenliği altına konulmuş bulunmaktadır.”
“Öte yandan, Türk kıyısı ile
Boğazların yakınında bulunan Semadirek [Samothrace ] adasının da, Türkiye’de
kalması gereklidir ve hak gözetirliğe uygundur.”
“Limni, Midilli, Sakız, Sisam
ve Nikarya [Lemnos, Mitylène, Chio, Samos, Nikaria] adaları, Büyük Devletlerce
Yunanistan’a bırakılmıştır. Türkiye’nin güvenliği bakımından bu adalar hayatî
önem taşımaktadırlar. Üstelik bu adaların ekonomik ihtiyaçlarının
karşılanabilmesi de Küçük Asya ile birleşmelerini zorunlu kılmaktadır. İşte bu
yüzden [Büyük] Devletlerin bu adalara ilişkin olarak aldıkları kararı Türkiye kabul
etmemiştir.”
“Yunanistan’ın, yakın
zamanlarda bütün dünyaca öğrenilen, Anadolu üzerindeki emperyalist emelleri,
Anadolu’da bir Yunan İmparatorluğu kurmak için kendi ülkesinde sun’i tutkular
yaratan bir Yunanistan elinde, adları yukarıda belirtilen bu adaların nasıl
tehlike arzedeceğini Türkiye’ye göstermiştir.”
“Böyle olunca, genel barış
yararına, bu adaların tümünde askerlikten arındırma yükümünün benimsenmesi
zorunludur. Bu adalarda bulunan istihkâmlar,
bataryalar ve bunların
silâhları yok edilmelidir. Gelecekte de oralarda hiçbir yeni tahkimat
yapılamamalıdır. Bu adalardan hiçbiri deniz üssü olarak kullanılamamalıdır. Bu
adalar uçaklar getirilememeli; uçaklar için burada sundurmalar (hangarlar)
yapılamamalıdır. Söz konusu adalarda asayişi sağlamaya yetecek sayıda
jandarmadan başka hiçbir silâhlı kuvvet bulundurulamamalıdır. Bundan başka bu
adalar halkı, kışkırtıcılara yataklık edememeli; kaçakçılara sığınak
olamamalıdır. Son olarak, bu konularda kabul edilecek yükümlerin her zaman
yürürlükte tutulacağı konusunda Türkiye’ye garanti verilmelidir.”
Konferans zabıtlarının
okunması, adalar konusunun tartışıldığı oturumlarda gerek heyet Başkanı İsmet
Paşa’nın gerek heyet mensuplarının, Yunanistan’a bırakılan Anadolu’nun
bitişiğindeki ve yakınındaki adaların Türkiye’nin güvenliğine tehdit
oluşturmasını önlemek amacıyla askerden, silâh, askerî yapı ve tesislerden
arındırılması gerektiği fikrini işlediklerini; bu fikirler istikametinde
öneriler yaptıklarını göstermektedir.
Ayrıca, Konferans’ta
Türkiye’nin karşısında oturan Müttefik Devletlerin heyetlerinin de Türkiye'nin
güvenlik mülahazalarına dayanan meşru endişelerinin Yunanistan’a bırakılması
öngörülen adaların askersizleştirilmesi yoluyla giderilmesi hususunda genel
olarak anlayışlı davrandıkları, bu yönde beyanda bulundukları yine zabıtlardan
anlaşılmaktadır.
Neticede Barış Antlaşması’nda
ve Boğazlar Sözleşmesi’nde ilgili adaların aidiyetini ve hukukî statüsünü
düzenleyen maddelerinde askersizleştirilmeye dair önemli ölçüde Türk heyetinin
görüş ve tekliflerini yansıtan hükümler yer almıştır.
3. Barış Andlaşması’nın
Askersizleştirme Hükümleri (xiv)
Lozan Barış Konferansı’nın
zabıtlarının ve diğer ilgili kaynakların incelenmesi, Lozan barış
Konferansı’nda “askersizleştirme” rejimi bakımından şöyle bir yaklaşım benimsendiğini
ortaya koymaktadır:
Yunanistan’ın işgali altında
bulunan ve onun egemenliğine bırakılan adaların tümünün Altı Büyük Devlet’in 13
Şubat 1914 tarihli kararı esas alınarak askersizleştirilmesi öngörülmüştür.
Doğu Ege Adaları iki gruba
ayrılarak konumlarına göre farklı derecede spesifik askersizleştirme
tedbirlerine tabi tutulmuşlardır.
Anadolu kıyıları bakımından
merkezi konumdaki adalar hakkındaki askersizleştirme tedbirlerine Barış
Andlaşması’nda yer verilmiştir.
Çanakkale Boğazı civarındaki Doğu
Ege Adalarının askersizleştirilmesine ilişkin hükümler Barış Andlaşması ile
aynı günde imzalanan Boğazlar Sözleşmesi’nde yer almıştır.
Barış Andlaşması’nın 23’üncü
Maddesi’nde “Sözleşme’nin Yüksek Âkit Taraflar bakımından sanki Andlaşma’nın
içindeymiş gibi, aynı güç ve değerde olduğu” vurgulanmıştır.
a. Barış Andlaşması’nın 12’nci
Maddesi:
Lozan Barış Andlaşması’nın
12’nci Maddesi’nde Ege’deki adaların aidiyeti ve aynı zamanda
askersizleştirilmiş statüsü hükme bağlanmıştır.
Lozan Barış Andlaşması’nın TBBM
tarafından onaylanmış Türkçe metninde ve ayrıca Fransızca ve İngilizce
metinlerde 12. Madde’de “Doğu Ege adaları” değil “Doğu Akdeniz adaları”
ibareleri yer almaktadır. Andlaşma’nın Türkçe metninde “şarkî (doğu) Bahrisefit
adaları” deyimi kullanılıyor. Çünkü o devirde Ege Denizi “Akdeniz” olarak
adlandırılmaktaydı. Türkçe resmî metinde geçen “Bahrisefit” sözcüğünün anlamı
da “Akdeniz’dir”.
(Günümüzün Türkçesi ile) 12’nci
Madde şöyledir:
“İmroz ve Bozcaada ile Tavşan
adalarının dışında doğu Akdeniz adaları ve özellikle Limni, Semadirek, Midilli,
Sakız, Sisam ve Nikarya adaları üzerinde Yunan egemenliğine dair 17/30 Mayıs
1913 tarihli Londra Andlaşması’nın V. ve 1/14 Kasım 1913 tarihli Atina
Andlaşması’nın 15’inci maddeleri hükümleri uyarınca 13 Şubat 1914 tarihli
Londra Konferansında kabul edilip 13 Şubat 1914 tarihinde Yunan Hükümetine
tebliğ edilen karar, işbu Andlaşma’nın İtalya’nın egemenliği altına konulan ve
on beşinci maddede belirtilen olan adalara ilişkin hükümleri saklı kalmak
üzere, doğrulanmıştır. İşbu Andlaşma’da aykırı hüküm bulunmadıkça, Asya
kıyısından üç milden az mesafede olan adalar Türkiye’nin egemenliği altında
kalacaklardır.”
Madde ilk bakışta ve yüzeysel
hızlı bir okumayla sanki sadece adaların aidiyetini düzenlediği kanaatini
uyandırabilir.
Oysa 12’inci madde, bütünüyle
yukarıda zikrettiğim 1913 Londra Konferansı’nın V. maddesi, 1913 Atina
Andlaşması’nın 15’inci maddesi ve 1914 Londra Büyükelçiler Konferansı’nda
alınan ve 13 Şubat 1914 tarihinde önce Yunanistan Hükûmeti’ne ve ertesi gün de
Babıâlî’ye bildirilen karar üzerine kurulmuştur.
Bu Belgelerin “doğrulandığı”
ifade edilmiştir. Yani, Yunanistan’dan kendisine verilen “adalarda tahkimat
yapmamasını ve bu adaları askerî amaçlarla kullanmamayı taahhüt etmesini”
isteyen ve Yunanistan Hükûmeti’nin de 21 Şubat 1914 tarihli Nota ile kabul
etmiş olduğu karar doğrulanmıştır. Böylece, Yunanistan’ın anılan Nota ile
verdiği “askersizleştirme” taahhüdü, hukukî bakımdan Lozan Barış Andlaşması’nın
12. Maddesinde sayılan adalar üzerinde egemenliğinin bir şartı haline
gelmiştir.
b. Barış Andlaşması’nın 13’üncü
Maddesi:
Lozan Barış Andlaşması’nın
13’üncü Maddesi’nde de 12. Madde’de Yunanistan’ın egemenliği altına konulan
bütün adalar için geçerli olan genel “askersizleştirme” tedbirlerine ilâve
olarak, Ege’de Anadolu kıyılarına çok yakın olan ve tam merkezinde yer alan
Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya adalarında Yunanistan’ın uygulaması gereken
askersizleştirme tedbirler üç kalem halinde sıralanmıştır. Bu tedbirler
şunlardır:
Birincisi, anılan dört adada
hiçbir deniz üssünün kurulmaması, istihkâm yapılmaması;
İkincisi, Yunan askerî
uçaklarının Anadolu kıyısı toprakları üzerinde uçmalarının yasaklanması; buna
karşılık olarak, Türk askerî uçaklarının da bu adalar üzerinde uçmamaları;
Üçüncüsü, zikredilen adalarda,
Yunan askerî kuvvetlerinin, askerlik hizmetine çağrılmış ve bulundukları yerde
eğitilebilecek normal asker sayısından fazla olmaması; jandarma ve polis
kuvvetlerinin de bütün Yunan ülkesindeki jandarma ve polis kuvvetlerine
orantılı bir sayıda kalması.
13’üncü Madde’nin ilk cümlesi
“Barışın sürekli olmasını sağlamak amacıyla, Yunan Hükûmeti Midilli, Sakız,
Sisam ve Nikarya adalarında, aşağıdaki yasaklara uymayı taahhüt eder” şeklindedir.(xv)
Bu hüküm önemlidir. Bir kere,
öngörülen askersizleştirme tedbirlerine uyulmasının “barışın devamlılığı”
bakımından öneminin altı çizilmiş olmaktadır. İkicisi, Yunan Hükûmeti’ne bir
uyarı mahiyetindedir. Yunan hükûmetinin üstlendiği yükümlülükleri yerine
getirmemesinden ve sonucunda barışın bozulmasından sorumlu tutulacağına işaret
edilmektedir.
4. Boğazlar Sözleşmesi’nde
Askersizleştirme
Sözleşme’nin 4’üncü
Maddesi’nde, diğer hususlar meyanında, Ege Denizi’nde Semadirek, Limni,
İmroz/Gökçeada, Bozcaada ve Tavşan Adaları’nın askersizleştirilmesi
[demilitarisation] öngörülmüştür.
6’ncı Madde’de,
askersizleştirilmiş mıntıkalarda [zones] ve adalarda başlıca şu kısıtlamalar,
yasaklar hükme bağlanmıştır:
İstihkâm, yerleşik topçu
düzenlemeleri, savaş denizaltıları, askeri hava tertipleri ve deniz üsleri
bulunmaması;
Askersizleştirilmiş mıntıka ve
adalarda asayişle görevli polis ve jandarma kuvvetleri dışında silâhlı kuvvet
konuşlandırılmaması; asayiş kuvvetlerine top verilmemesi, sadece tabanca,
kılıç, tüfek ve her yüz kişiye 4 Lewis makinalı tüfek tahsis edilmesi.
9’uncu Madde’de, Türkiye’nin
veya Yunanistan’ın bir savaş vukuunda savaşan taraf haklarını kullanarak,
Sözleşmenin askersizleştirmeye ilişkin herhangi bir hükmünü tadil
edebilecekleri; bununla beraber barışın tesis edilmesiyle birlikte Sözleşmede
öngörülen askersizleştirme rejimini yeniden tesis etmekle yükümlü bulundukları
hükme bağlanmıştır.
Lozan Boğazlar Sözleşmesi’nde
öngörülen askersizleştirme tedbirlerinde Türkiye’nin askerî güveliğinin de göz
önünde tutulduğunu gösteren bir hüküm vardır. 18’inci Madde’de “Boğazların ve
bitişik bölgelerinin askersizleştirilmesi tedbirlerinin Türkiye’nin askerî
güvenliğini gereksiz yere tehlikeye düşürmemesinin temin edilmesinin arzu
edildiği” vurgulanmıştır.
5. 1936 Montrö [Montreux]
Sözleşmesi’nin Etkisi
Montrö Sözleşmesi, doğrudan
doğruya, Türkiye’nin Egemenlik haklarında Boğazlar ve Marmara Denizi bakımından
mevcut olan bazı kısıtlamaların kaldırılmasını ve bu bölgelerde Türkiye’nin
kendi millî savunması alanında ihtiyaç duyduğu güvenlik tedbirlerini,
Boğazlardan özellikle ticarî gemilerin serbest geçiş hakkına zarar vermeden,
hür biçimde alabilmesini sağlamayı amaçlamıştır.
Limni ve Semadirek adalarının
tabi olduğu askersizleştirme rejiminin hukukî bakımdan zayıflamasına veya
ortadan kalkmasına yol açan bir sonuç doğurmamıştır.
IV. 1947 Paris Barış Andlaşması’nda Askersizleştirme
İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda
galip devletlerle İtalya arasında 10 Şubat 1947’de Paris’te Barış Andlaşması
imzalanmıştır. Andlaşması’nın 14. Maddesi Oniki Ada’nın ile ilgilidir.
Oniki Ada, 1923 Lozan Barış
Andlaşması’nın 15’inci Maddesi’nin hükmü uyarınca İtalya’nın egemenliği altına
girmişti.
Paris Andlaşması (Madde: 14/1)
ile İtalya Oniki Ada’yı Yunanistan’a devretmiştir.
Adaların isimleri:
Astipalya [Astropalia], Rodos
[Rhodes], Herke [Kharki] Kerpe [Scarpanto], Çoban [Casso], İlyaki [Tilos],
İncirli [Nisyros], Kelemez [Kalymnos[, İleryoz [Leros], Batnoz [Patmos], İlipsi
[Lipso], Sömbeki [Symi], İstanköy [Kos] ve Meis [Castellorizo] ve bunlara
bitişik adacıklar.
Madde’nin 2’nci fıkrasında “Bu
adalar askerden arındırılacak ve askerden arındırılmış olarak kalacaktır”
[These islands shall be and shall remain demilitarized] hükmü yer almıştır.
Andlaşma’nın XIII. Ekinde (D)
“Askersizleştirme” [Demilitarisation] şöyle tarif edilmiştir:
“İşbu Antlaşmanın amacı
bakımından, ‘askersizleştirme’ ve ‘askersizleştirilmiş’ terimleri ile
kastedilen, ilgili topraklarda ve karasularında, tüm deniz, askeri ve askeri
hava tesislerinin, tahkimatın ve bunların silâhlarının, yapay askeri, deniz ve
hava engellerinin; askeri, deniz ve askeri hava birimlerinin üslenmesinin veya
kalıcı veya geçici olarak yerleştirilmesinin; herhangi bir biçimde askeri
eğitim ve savaş malzemesi üretiminin yasaklamasıdır. Bu, dahili karakterdeki
görevleri yerine getirmekle sınırlı ve tek kişi tarafından taşınabilen ve
kullanılabilen silâhlarla donatılmış iç güvenlik personelini ve bu personelin
gerekli askeri eğitimini yasaklamaz.”
1947 Andlaşması’nın 14’üncü
Maddesi toprak devri ve egemenliğin aidiyetiyle ilgilidir. Bu Madde içinde
egemenliği devredilen adaların hukukî statüsünün
de belirlenmiş olması,
Yunanistan’ın Oniki Ada üzerindeki egemenliğini, adaların askersizleştirilmiş
statüsüne riayet etmesi şartına bağlı hale getirmiştir. Andlaşma’da
askersizleştirilmiş statünün hakkında emredici bir dil kullanılmıştır.
İngilizce “shall be” ve “shall remain” sözcükleri hükmü emredici kılmaktadır.
V. Yunanistan Andlaşmalara Uymuyor ve Askersizleştirmeyi İhlâl
Ediyor (xvi)
Yunanistan, yaklaşık 1960’ların
başından itibaren, egemenliği altındaki adaların Andlaşmalarla saptanmış olan
askersizleştirilmiş statülerini açık şekilde ihlâl etmeye başlamıştır.
Türkiye 1964’ün ilk yarısında
Yunanistan’ın Rodos ve İstanköy adalarına asker, top, cephane ve çeşitli harp
malzemesi yerleştirmeye başladığını tespit etmiştir. İlk protesto Notamız Yunan
Hükûmeti’ne 1964 Haziran ayında verilmiştir.
Yunanistan protestomuza verdiği
cevapta, Türkiye’nin tespitlerini inkâr etmiş ve Paris Barış Andlaşması’nın
14’üncü Maddesi’nin hükmünü ve askersizleştirilmiş statüyü ihlâl eden bir olay
olmadığını bildirmiştir.
Türkiye Yunanistan’ın hukukî
statüleri andlaşmalarla belirlenmiş olan Ege’deki adalarda ve Oniki Ada’daki
faaliyetlerini yakın takibe almış ve Yunanistan’ın ihlâlleri üzerine gereken
diplomatik girişimleri yapmıştır.
Yunanistan ihlâlleri 1974
Kıbrıs Barış Harekâtımızdan sonra artmıştır.
1976 yaz ayların Yunanistan
Ege’nin tartışmalı alanlarında petrol arama faaliyetine girişince Türkiye de
karşılık olarak Hora (Sismik I) araştırma gemisi ile araştırma çalışmalarına
başlamıştı. Yunanistan Hükûmeti bu gelişme üzerine Türkiye’nin Yunanistan’ın
kıta sahanlığını ihlâl ettiğini ileri sürmüş ve “bu durumun devamının uluslararası
barış ve güvenlik için tehdit oluşturduğunu” öne sürerek BM Güvenlik
Konseyi’nin toplanmasını talep etmiştir. Ağustos ayı ortasında toplanan
Güvenlik Konseyi’nin 13 Ağustos 1976 günü oturumunda konuşan Dışişleri Bakanı
İhsan Sabri Çağlayangil, diğer hususlar meyanında, Yunanistan’ın adaların
askersizleştirilmiş statülerini ihlâl etmekte olduğuna kuvvetli ifadelerle
Konsey’in dikkatine sunmuş ve şunları ifade etmiştir:
“Yunanistan, Kıbrıs adasını
ilhak etme çabasıyla eşzamanlı olarak Ege’de Türkiye’nin kıyılarının
yakınındaki Yunanistan’a ait adaların statüsünü düzenleyen uluslararası
antlaşmalara tamamen meydan okuyarak, bu adaları silâhlandırmış ve
askerîleştirmiştir. Böylece Türkiye'nin güvenliğine ciddi bir tehdit
oluşturmuştur. Konsey’in bütün üyelerinin Doğu Ege'deki Yunan adalarının
Türkiye’nin kıyılarının çok yakınında yer aldığı olgusunu bildiklerini
düşünüyorum. Adaların bazıları Türkiye kıyı şeridinden sadece birkaç kilometre
uzağındadır. Bir kısmı da daha da yakındadır. Sadece bir buçuk kilometre
uzaktadır. Ege'nin kuzey adalarından Midilli, Sakız, Sisam ve Nikaria 1923
Lozan Barış Antlaşması'nın 13. maddesi uyarınca askerden arındırılmıştır.
1947'lerde Paris'te İtalya ile imzalanan Barış Antlaşmasıyla, On İki Ada, askerden
arındırılmaları o şekilde muhafaza edilmeleri şartıyla Yunanistan'a
devredilmiştir. Limni ve Semadirek adalarına da gayrıaskerî statü verilmiştir.
Yunanistan, tüm bu adaların statüsüne saygı gösterme yükümlülüğünü
üstlenmiştir. Şu anda bu adaların neredeyse tamamı ağır bir şekilde
askerîleştirilmiş durumdadır. Adalar silâhlar, füzeler, tanklar ve askeri
tesisler ve on binlerce askerle tahkim edilmiş haldedir.
1964'ten bu yana Türkiye, Yunan
Hükümeti'nin dikkatini defalarca bu aleni ihlallere ve bunun ardından
gelebilecek korkunç sonuçlara çekmiştir. Yunan Hükümeti uzun bir süre herhangi
bir anlaşma ihlalinden suçlu olduğunu reddetmiş ve adalarda alınan önlemlerin
sadece turistik ve ekonomik amaçlarla olduğunu öne sürmüştür. Yunanistan
Başbakanı nihayet gerçeği kabul etmiştir.
Türk Hükümeti, adaların hukuka
aykırı olarak askerîleştirilmesinin bölgede barış ve güvenlik için ciddi bir
tehdit oluşturduğuna inanmaktadır. Bu nedenle, durumu düzeltmek için hangi
adımları uygun olduğunu saptamak artık uluslararası barış ve güvenliğin sürdürülmesinden
sorumlu Güvenlik Konseyi'nin görevidir.” (xvii)
Yunanistan 1990’lı yıllardan
itibaren bu konuda Türkiye’den gelen şikâyetler, protestolar karşısında tavrını
değiştirmiş ve uluslararası gelişmeler çerçevesin şartların artık değişmiş
olduğunu belirterek “clausula rebus sic stantibus” (koşullar değişmediği
sürece) ilkesini ileri sürmeye başlamıştır. İki Devlet’in NATO üyesi olarak
aynı ortak savunma sisteminde bulunmasının, Ege’deki adaların ve Oniki Ada’nın
askersizleştirilmiş statü altında olmasının Türkiye’nin güvenliğiyle ilgi
gerekçelerini çürüttüğü iddiasında bulunmuştur.
Diğer taraftan, Yunanistan,
1993’te Uluslararası Adalet Divanının zorunlu yargı yetkisini kabul ederken,
“ulusal güvenlik çıkarları” ile ilgili askeri önlemlerden kaynaklı hususlara
ilişkin olarak Divanın zorunlu yargı yetkisine çekince koymuştur. Yunanistan bu
şekilde adaların askersizleştirilmiş statüsüne ilişkin bir tartışmanın
Uluslararası Adalet Divanı’na gitmesini engellemeyi amaçlamıştır. Bu durum,
aslında Yunanistan’ın anlaşma yükümlülüklerini ihlâl ettiğinin Yunanistan
tarafından zımnen kabul edilmesidir.
Yunanistan’ın uluslararası
şartların değiştiğini öne sürerek adaların hukukî statüleri bakımından
vecibelerinden, sorumluluklarından kurtulması mümkün değildir.
Ege’deki adaların
askersizleştirilmiş statü altına konulmalarının temel gerekçesi değişmiş
değildir. Çünkü statüyü belirleyen ilk anlaşma 1913-1914 yapılmıştır. O
tarihlerden günümüze kadar geçen bir asırdan fazla zaman içinde Yunanistan’ın
Türkiye’ye karşı olan tutum ve davranışları, beslediği sakim emeller değişmeden
günümüze kadar gelmiştir. Yunanistan, Türkiye’nin kendisiyle sürdürmek istediği
dostluk ilişkilerinin yaşandığı dönemleri dahi, Türkiye’nin aleyhinde gizli
kararnamelerle attığı adımlarla istismar etmekten kaçınmamıştır. Örneğin, 1931
yılında Yunanistan millî hava sahasını, karasuları 3 mil olmasına rağmen 10
mile genişletmiştir. Bu genişleme sonucunda Ege’de uluslararası hava sahası
yüzde 50 oranında azalmıştır; Yunanistan 1936 yılında da karasularını 3 milden
6 mile genişletmiştir. Bunları hep gizli Kararnamelerle ve dostluk dönemlerinde
yapmıştır.
1913 Londra Andlaşması’ndan sonra
aradan 10 yıl geçmiş, 1923 Lozan Barış Andlaşması adaların statüsünü yine
Londra Andlaşmasına dayalı olarak belirlemiştir. Aradan 24 sene geçmiş,
uluslararası şartlarda ve dengelerde köklü değişiklikler meydana gelmiştir.
Bununla beraber Türk – Yunan ilişkilerinin mahiyeti Yunanistan’dan kaynaklanan
sebeplerle sabit kalmıştır. Bu gerçek karşısında da 1947 Paris Barış Konferansı’nda
İkinci Dünya Savaşı’nın galip devletleri Yunanistan’a verdikleri Oniki Ada
üzerindeki Yunan egemenliğini adaların “askersizleştirilmiş statüde olması ve
öyle kalması” şartına bağlamışlardır.
Yunanistan’ın adalara
askersizleştirilmiş statü verilmesinin NATO Andlaşması ile çeliştiği iddiası da
mesnetten yoksundur. Zira ortada NATO Andlaşması’nın 8. Maddesi vardır. Madde
şöyledir:
“Her bir Taraf, kendisi ile
diğer Taraflar ya da üçüncü bir devlet arasında şu an yürürlükte olan
uluslararası sözleşmelerin, bu Antlaşma'nın hükümleri ile çelişmediğini beyan
eder ve Antlaşma ile çelişen uluslararası sözleşmelere girmemeyi taahhüt eder.”
Yunanistan NATO’ya üye olurken
bu Madde’ye dayanarak 1923 ve 1947 Andlaşmalarıyla adalar için belirlenmiş
“askersizleştirme” hukukî statüsü bakımından bir “çelişki” beyanında bulunmuş
değildir.
Kaldı ki, Yunanistan 1913’den
itibaren kendi egemenliği altındaki adalar hakkında kararlaştırılan
“askersizleştirme” statüsüne hiçbir şekil ve çerçevede itiraz dermeyan etmiş
değildir.
Türkiye ile Yunanistan’ın
beraberce NATO’ya üye oldukları 1952’den bu yana geçen 69 yıl içinde hemen
hemen her on yılda bir savaşın da eşiğinden dönülen gerginlikler yaşanmış
olduğu da bir gerçektir.
VI. Sonuç
Yunanistan’ın egemenliği
altındaki adaların askersizleştirilmiş statüsünü ihlâl etmeği sürdürdüğü bir
gerçektir.
Bu gerçeğe Millî Güvenlik
Kurulumuz tarafından da işaret edilmiş bulunmaktadır.
MGK’nın 24 Eylül 2020 tarihli
toplantısına ilişkin Basın Açıklamasında “Gayrıaskerî statüdeki adaların
silâhlandırılması başta olmak üzere uluslararası hukuka ve andlaşmalara aykırı
hareket eden ülkeler aklıselime davet edilmiştir” şeklindeki ifadeyle ismi
zikredilmemekle birlikte Yunanistan’a ciddi bir uyarıda bulunulmuştur.
Millî Savunma Bakanı Hulûsi
Akar’ın konu hakkında açıklamaları ve ikazları vardır.
Yunanistan’ın egemenliği
altındaki adaların askersizleştirilmiş statüsünü ihlâl etmekte olduğuna dair
Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamaları da mevcuttur.
Ege’deki adaların ve Oniki
Ada’nın askersizleştirişmiş statülerinin temel gerekçesi Türkiye’nin güvenliği
olduğuna göre, anılan statünün ihlâline ilişkin her hareket, doğrudan
Türkiye’nin millî güvenliğini tehlikeye düşüren bir tehdit hareketi demektir.
Bu tehdit, Türkiye’ye gereken hallerde “meşru müdafaa” hakkı da vermektedir.
Bu konu Yunanistan ile
oluşturulması istenen pozitif gündem çerçevesinde başlayan eski adıyla
“istikşafî”, yeni adıyla “istişarî” görüşmelerin gündem maddelerinden biri
olması uygun ve doğru değildir. Çünkü konu, birçok sorun arasında, eski deyimle
“komisyona havale edilip” uyumaya ve sürüncemede bırakılmaya gelebilecek
mahiyette değildir.
Adaların askersizleştirilmiş
statüsüne vaki ihlâller, günümüzün gelişmiş teknik ve teknolojik imkânlarından
da yararlanılarak Türkiye tarafından günü gününe takip edilmeli; somut ihlâller
belgelenmeli ve zamanında BM Genel Sekreter’ine, BM Güvenlik Konseyi
Başkanlığı’na bildirilmelidir. Bu bildirimlerin BM Belgesi olarak BM
Sekretaryasınca BM üyesi Devletlerin bilgisine getirilmeleri sağlanmalıdır.
Ayrıca, Türkiye’nin vaki ihlâlleri somut delilli ve belgeli olarak NATO, AGİT
ve AB’nin bilgi ve dikkatine getirmesi uygun olacaktır.
Türkiye’nin başta BM ve NATO
olmak üzere ilgili uluslararası kuruluşlar ve BM üyesi devletler nezdinde dosya
oluşmasını temin etmesi gerektiği görüşündeyim.
GKRY’nin ve Yunanistan’ın
Türkiye’nin Kıbrıs konusunda, Doğu Akdeniz’de attığı her adımı belgelendirerek
uluslararası çevrelere şikâyette bulunduğu bir gerçektir.
TBMM, Yunanistan’ın
karasularını 6 milin ötesine genişletmesi ihtimali karşısında bu yönde atılacak
bir adımın “savaş sebebi” [casus belli] olacağını ilân etmişti.
Aynı şekilde TBMM’nin Ege’de ve
Doğu Akdeniz’de (Oniki Ada) uluslararası andlaşmalarla askersizleştirilmiş
statüdeki adaların bu statülerinin ihlâlini de “savaş sebebi” olarak ilân
etmesinde fayda mülâhaza ediyorum.
Ortada Andlaşmalar var olduğuna
göre, Yunanistan’ın da bu andlaşmalara uymak vecibesi vardır. Uymuyorsa
sonucuna katlanmayı göze almıştır demektir.
i Bu Makale M5 Dergisi’nin YIL:
47, SAYI:355, ŞUBAT 2021 sayısında yayınlanmıştır.
ii
https://21yyte.org/tr/merkezler/bolgesel-arastirma-merkezleri/balkanlar-ve-kibris-arastirmalari-merkezi/cumhurbaskani-erdoganin-yunanistana-yapacagi-ziyaretin-dusundurdukleri
http://soyledik.com/tr/makale/6733/cumhurbaskani-erdoganin-yunanistana-yapacagi-ziyaret--em-buyukelci-tugay-ulucevik.html
https://avim.org.tr/Blog/KOMSU-DEVLETLERLE-SIFIR-SORUN-POLITIKASI-VE-YUNANISTAN
iii Dışişleri Bakanlığı, http://www.mfa.gov.tr/baslica-ege-denizi-sorunlari.tr.mfa
iv “…ces iles ne seront ni
fortifiées ni utilisées pour aucun but naval ou militaire et que des mesures
effectives seront prises en vue de prévenir la contrabande entre les iles et le
continent Ottoman...”
v Gökhan AK, TARİH, DENİZ VE
EGEMENLİK: EGE’NİN ISPORADLARI “MENTEŞE ADALARI”NIN DÜNÜ VE BUGÜNÜ, Çağdaş
Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi Journal Of Modern Turkish History Studies
XIV/29 (2014-Güz/Autumn), ss.283-313, https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/235765
vi Andlaşma’nın İngilizce metni
için bknz: https://en.wikisource.org/wiki/Treaty_of_London_-_Peace_Treaty_between_Greece,_Bulgaria,_Serbia,_Montenegro_and_the_Ottoman_Empire#cite_note-1
vii ARTICLE 15. “The two high contracting
parties agree to uphold, so far as the same concern them, the provisions of the
Treaty of London, May 20, 1913, including the provisions of Article 5 of the
said Treaty.”
“Madde 15: Yüksek âkit taraflar,
20 Mayıs 1913 tarihli Londra Andlaşması’nın hükümlerine, 5. madde hükümleri de
dahil olmak üzere, kendilerini ilgilendirdiği ölçüde uyma hususunda
mutabıktırlar”.
viii Altı Devlet Kararı’nın Fransızca metninin
yer aldığı link: https://mjp.univ-perp.fr/traites/1
913londres.htm
ix Bilâl N. ŞİMŞİR, Ege Sorunu, Belgeler, Cilt
– II (1913-1914), 2. Baskı, 1989, TTK Basımevi, Ankara, s. CLX, 392-394. x
Ibid., s.CLXIII ve 402.
xi Ibid., s. CLXIX ve 419.
xii Bu konuda bknz. Tugay ULUÇEVİK, Lozan
Dengesi, http://soyledik.com/tr/makale/6360/lozan-dengesi--em-buyukelci-tugay-ulucevik.html
https://avim.org.tr/Blog/LOZAN-DENGESI
xiii Prof. Dr. Seha L. MERAY,
LOZAN BARIŞ KONFERANSI, Ankara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi
Yayınları No. 348, Tutanaklar Belgeler, Önsöz İSMET İNÖNÜ, Takım I, Cilt 1,
Kitap 1, s. 97.
xiv Prof. Dr. Seha L. MERAY,
Lozan Barış Konferansı, Tutanaklar, Belgeler, Takım II, Cilt 2, Ankara
Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları No. 348.
xv “With a view to ensuring the
maintenance of peace, the Greek Government undertakes to observe the following
restrictions in the islands of Mytilene, Chios, Samos and Nikaria”
xvi Askersizleştirilmiş statü ve
ihlâlleri hakkında bknz. Deniz BÖLÜKBAŞI, Turkey and Greece, The Aegean
Disputes, 2004 Cavendish Publishing Limited, London. xvii BM Güvenlik
Konseyi’nin 13 Ağustos 1976 tarihli ve S/PV.1950 sayılı zabtı.
No comments:
Post a Comment