Kıbrıs Sorunu İçin Doğal Çözüm
Tugay Uluçevik, Büyükelçi (E)
16 Şubat 2021 (Uluslararası Doğu
Akdeniz Konferansında yapılan konuşmanın makale formatındaki şeklidir.)
Doğu Akdeniz havzasına
istikrarlı barış ve güvenlik açısından baktığımız zaman, 1954 – 1960 ve 1964 –
1974 dönemlerinde “kaynar kazan” veya “barut fıçısı” olarak nitelendirilen
Kıbrıs adasının, 1974 yaz aylarından sonra 46 yıldır sakin bir ada görünümüne büründüğünü
görmekteyiz.
BMGS yayınladığı raporlarında
Ada’da askerî durumun “sakin” olduğunu bildirmektedir. “1974’den itibaren
çatışmaların yeniden başlamamış olması Kıbrıs için bir talihtir” demektedir.
Ada’da son 46 yıldır süren
askerî çatışmasızlık ve sükûnet ortamının iki temel sebebi vardır:
Birincisi, Türkiye’nin 1974
Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra Ada’da nüfus bakımından üstün olan tarafı,
diğer tarafa karşı askerî güç kullanmaktan caydıran bir askeri kuvvet
dengesinin oluşmuş bulunmasıdır.
İkincisi de, 1974’den sonra
Kıbrıs adasında ortaya çıkan iki kesimli ve iki ayrı bağımsız ve egemen
devletli siyasî coğrafya ile Kıbrıs sorununun aslında fiilen “doğal çözümüne”
kavuşmuş olmasıdır.
Bugün ihtiyaç duyulan, sadece,
taraflar arasında “doğal çözüm” üzerinde bir anlaşmanın yapılmasıdır.
“Doğal çözümü” yaratan Kıbrıs
sorununa ilişkin olgulardır. Kıbrıs adasındaki gerçeklerdir. Kıbrıs konusundaki
gelişmeler doğal mecrasında akmış ve doğal çözüm şeklinin temel taşlarını bir
araya getirmiştir.
Kıbrıs sorununa çözüm arayışı
hem Kıbrıs sorunundaki hem Ada’daki olgulardan ve gerçeklerden hareket edilerek
yapılmalıdır.
Oysa, 1968’de BM zemininde ve
BMGS’nin iyi niyet görevi çerçevesinde başlayan, daha sonra 1975 yılından
itibaren de BM Güvenlik Konseyi’nin BMGS’ne verdiği yeni bir iyi niyet
göreviyle günümüze kadar sürdürülen çözüm arayışı, gerçeklerden değil,
varsayımlardan yola çıkılarak yapılmıştır.
Hareket noktası olarak alınan
varsayım, Ada’da 1960’da kurulmuş olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin, Andlaşmalara ve
Anayasa’ya uygun şekilde devam ettiğidir.
1963 Aralık ayından bu yana
Anayasa’ya aykırı olarak sadece Rumlardan oluşan sözde “Hükûmet’in” sözde
“Kıbrıs Cumhuriyeti’nin”- Ada’daki Kıbrıs Türk halkını da temsil eden - meşru
Hükûmeti olduğu varsayımıdır.
Kıbrıs Sorununa İlişkin
Gerçekler
Birincisi, Kıbrıs sorununu
yaratan Ada’daki Türk halkı veya Türkiye değil, Yunanistan ve Kıbrıslı
Rumlardır.
Kıbrıs sorunu, Yunanistan’ın ve
Kıbrıslı Rumların “Megali Idea” ülküsünün, Kıbrıs adası ile ilgili “ENOSIS”
hedefinin ve bunlarla bağlantılı saplantılarının ürünüdür.
İkincisi, Kıbrıs sorunu, Rum –
Yunan tarafının iddia ettiği gibi, 1974’de ortaya çıkmış değildir. Konu,
1954’de, ENOSIS amacına yönelik olarak Yunanistan tarafından BM Genel
Kurulu’nun gündemine dahil ettirilmiştir. Böylece uyuşmazlık uluslararası bir
sorun niteliği kazanmıştır.
Üçüncü olgu, 1960
Andlaşmalarıyla, Kıbrıs’taki iki millî etnik halkın ortak kuruculuğuna ve
toplumsal siyasî eşitliğine dayalı ve anayasal düzen bakımından işlevsel
federasyon vasfına sahip bir ortaklık Devleti’nin kurulmuş olmasıdır. Böylece
çözümün “iç dengesi” sağlanmıştır.
1960 Antlaşmalarıyla,
Türkiye’ye ve Yunanistan’a Kıbrıs’la ilgili olarak tanınan eşit haklar ve
yetkilerle de çözüm şeklinin “dış dengesi” kurulmuştur.
Ayrıca İngiltere’ye de
“garantör” statüsü verilmiştir. Ada’da kendi egemen toprağı olarak iki askerî
üsse sahip olması sağlanmıştır.
Dördüncü olgu olarak, Kıbrıs
Adasının 1974’de değil 1963 Aralık ayında ikiye bölündüğünü vurgulamak isterim.
Bölünmeyi temsil eden ve harita üzerinde yeşil kalemle çizildiği için “yeşil
hat” olarak adlandırılmıştır. Haritaya çizgiyi, 1963 Aralık ayında Andlaşmalara
göre Ada’da bulunan Türk ve Yunan askerleriyle, İngiltere’nin egemen
üslerindeki askerlerinden oluşan geçici barış Kuvveti Komutanı İngiliz
Tümgeneral Peter Young tarafından çizilmiştir.
Beşincisi, Yunanistan’ın,
1954’de başlattığı siyasî ENOSIS girişimlerine 1963 Aralık ayından itibaren
askerî yöntemlerle devam etmiş olmasıdır. Yunanistan’ın desteğindeki ve Yunan
subayların komutasındaki EOKA terör çetesinin, Kıbrıs Türk halkını hedef alan
ve tarihe “kanlı Noel” olarak geçmiş olan “etnik temizlik” hareketini
başlatmasıdır.
ENOSIS emeliyle, Rumlar ve
Yunanistan, 1960 Kıbrıs “eşit ortaklık” Devleti’ni yıkmışlardır.
Yunanistan’ın Başbakanlarından
Andreas Papandreou “Namlunun Ucundaki Demokrasi” isimli kitabında, babası olan
Başbakan George Papandreou’nun 1964 Haziran’ında Kıbrıs’a gizlice yirmi bin
Yunan askerinin girmesini sağladığını ifşa etmiştir.
Bu gelişmeler üzerine Kıbrıs
konusu 1963 Aralık ayı sonunda BM Güvenlik Konseyi’nin gündemine girmiştir.
Yunan Generali Grivas
Komutasındaki Rum Millî Muhafız ordusu Kasım 1967’de Kıbrıs Türk Halkına
saldırarak ve 29 soydaşımızı şehit ederek “ENOSIS” teşebbüsünde bulunmuştur.
Altıncı olgu, Rum-Yunan
ikilisinin, 1963 Aralık ayından sonra, Kıbrıs Türk halkını silâh zoruyla ve
sert “ekonomik abluka” tedbirleriyle “tabut veya bavul”
sloganıyla ifade ettikleri, “ya
ölüm ya adayı terketme” seçeneklerinden birini tercih etmeğe mecbur bırakma
çabalarıdır.
BMGS Kıbrıs Türk halkının o
dönemde yaşamak zorunda bırakıldığı şartları “gerçek kuşatma” olarak
tanımlamıştır.
Yedinci tarihî olgu olarak
Ada’daki Yunan birliklerinin 15 Temmuz 1974’de gerçekleştirdiği askerî darbe
ENOSIS ilân girişiminde bulunmuş olduğudur.
Bu girişim Barış Harekâtıyla
Türkiye tarafından sonuçsuz bırakılmıştır.
Kıbrıs sorununun sorunun yarım
asırdan fazla bir zamandır diplomatik ve siyasî bir çözüme kavuşamadan
kalmasında, Kıbrıs Türk Tarafı’nın ve Türkiye’nin sorumluluğu yoktur.
Federal Çözüm Olmayacağı
Kesinleşti
1968’den 1974 ortasına kadar
süren toplumlararası müzakerelerde Kıbrıs Türk tarafının hedefi Rumlarla iç içe
yaşadıkları siyasî coğrafyada sadece “yerel özerklik” elde etmek olmuştur. Rum
tarafı bunu dahi kabul etmemiştir. 1980’den itibaren BM Güvelik Konsey’i çözüm
için “iki toplumlu, iki kesimli federasyon” hedefine yönelmiştir.
Kıbrıs Türk tarafı Türkiye’nin
de desteğiyle federal çözüm öngören BM girişimlerine destek vermiştir. Rum tarafı
reddetmiştir.
2004’de Kıbrıs sorununun
tarihinde ilk defa olarak tam teşekküllü bir müzakere mekanizmasıyla ortaya
“iki eyaletli, iki kesimli” federal Devlet kurulmasını öngören bir çözüm plânı
çıkmıştır. BMGS Kofi Annan’ın ismiyle anılan bu plânı Türkiye dahil,
uluslararası bütün aktörler desteklemişlerdir. Rumlar bu plânı da referandumla
reddetmiştir. KKTC halkı kabul etmiştir.
Böylece BM parametrelerine göre
Kıbrıs’ta “federal çözüm” kurulmasının mümkün olamayacağı belli olmuştur.
Plân’ın Rum tarafınca
reddedilmesinden sonraki gelişmeler içinde BMGS Annan “şayet Rumlar siyasî
eşitliğe dayalı bir federal yapı içinde Kıbrıslı Türklerle gücü ve refahı
paylaşmaya hazırlarsa, bunu sadece sözle değil, hareketleriyle de ortaya
koymalıdırlar” değerlendirmesini yapmıştır.
Bu değerlendirmenin
yapılmasından bu yana 17 yıl geçmiştir. Kıbrıslı Rumlar Kıbrıs Türk halkı ile
bir federal ortaklık devletinde siyasî gücü ve refahı paylaşma iradesini hiçbir
şekil ve ölçüde göstermiş değillerdir. Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon
yataklarından istifade edilmesi bahsinde ortaya koydukları tutum da bu irade
yokluğunun en bariz teyididir.
Kıbrıs sorunuyla ilgili
gelişmelerin akışı içinde Kıbrıs sorununun doğal çözümünden kaçmak için ortaya
atılan sun’i çözüm seçenekleri, tek tek tüketilmiştir. Gelişmeler, tek bir
çözüm seçeneği olarak sorununun doğal çözümünü bütün ilgili taraflara ve BM
Güvenlik Konseyi’ne âdeta dayatır hale gelmiştir.
Ada’da 1974’den bu yana iki
ayrı siyasî coğrafya; dil, din, kültür, millî ülkü bakımından birbirlerinden
farklı iki halk; iki devlet; iki ayrı halk iradesi ve demokrasi mevcuttur.
24 Nisan 2004 tarihinde Annan
Plânı üzerinde iki ayrı Devlet’de ayrı ayrı referandumlar düzenlenmiş olması ve
iki halkın iradelerine ayrı ayrı başvurulmuş olması bu gerçeğin kanıtıdır.
KKTC olgusu ve gerçeği
uluslararası kabul görmeden anlaşmaya dayanan bir çözüm ortaya çıkamayacağını
uluslararası camia artık anlama basiretini göstermelidir. KKTC ve Türkiye
kararlı bir duruşlarıyla bu anlayışın doğmasını hızlandırmalıdır.
KKTC gerçeği göz ardı edilerek,
çözüm arayışlarının sürdürülmesi, sun’i çözüm şekillerinin dayatılması, Ada’da
fiilen oluşmuş bulunan mevcut dengelerin bozulması sonucunu doğuracaktır.
Böylece yapılan iş, aslında çözüm ve barış arayışı değil, Kıbrıs’ta ve Doğu
Akdeniz’de ciddi sorunlar, dertler, gaileler yaratma arayışı olacaktır.
BM Güvenlik Konseyi ve AB
Ada’da şimdiye kadar anlaşmaya dayanan bir çözüm çıkmamış olmasında kendi
mesuliyetlerinin bulunduğunu da artık görmelidir.
BM Güvenlik Konseyi, kabul ettiği
4 Mart 1964 tarihli ve 186 sayılı kararla; AB de Kıbrıs sorunu çözülmeden ve
Türkiye de AB üyesi olmadan sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti’ni” AB üyesi olarak kabul
etmekle, hem de bunu Rumların Annan Plânı’nın reddetmiş olmalarına rağmen
yapmakla, Rum – Yunan ikilisini Kıbrıs sorununun çözümüne ihtiyaç duymaz ve
çözümsüzlükten de rahatsız olmaz duruma getirmiş oldukları hakikatini artık
idrak etmelidirler.
Doğal Çözüm, Egemen Eşitlik
Temelinde İki Devletli Çözüm
Kıbrıs sorununa ilişkin
gerçeklerin 1954’den bu yana 67 yıl boyunca akışı, netice itibariyle, çözüm
için tek seçenek bırakmıştır.
Bu çözüm şeklinin de, Ada’daki
iki ayrı “bağımsız ve egemen Devlet” arasında “egemen eşitlik” temelinde
akdedilecek bir barış, iyi komşuluk, dostluk ve işbirliği andlaşmasıyla ortaya
çıkacak çözüm olduğunu düşünüyorum.
Bu sonucun elde edilebilmesine
hazırlık olmak üzere, KKTC’nin ve Türkiye’nin, BMGS’ne 1975’de verilmiş olan
iyi niyet görevi çerçevesinde müzakere sürecine verdikleri desteği sona
erdirmelerinin ve KKTC’nin Türkiye’ye ilâve olarak başkaca Devletler ve BM
sistemi tarafından da tanınması için ortak girişimlerini uygun bir zamanlamayla
başlatmalarının gerektiğine inanmaktayım.
Yunanistan Türkiye’nin
Dostluğunun Değerinin Bilincine Varmalıdır
Unutmayalım ki Anavatanımız ve
Mavi Vatanımız bir bütündür. Ege Denizi’nin ve Doğu Akdeniz’in ve bu çerçevede
Kıbrıs Adası’nın Vatanımızın ve Mavi Vatanımızın güvenliği bakımından önemini
vurgulamama lüzum yoktur. Kıbrıs üzerindeki uyuşmazlığın, bizatihi Kıbrıs
sorununa ilişkin ve Kıbrıs adasındaki gerçeklere uygun akılcı, adil, kalıcı,
sürekli bir çözüme ulaştırılması, Doğu Akdeniz’de istikrarlı bir barış ve
güvenlik ortamı yaratılmasına da büyük ölçüde katkı yapacaktır.
Temennim odur ki, Kıbrıs Rum –
Yunan ikilisi Kıbrıs sorunundaki çözümsüzlüğü AB çerçevesinde Türkiye aleyhinde
istismar etme politikasının kendilerine uzun vadede bir fayda sağlamayacağını
gecikmeksizin idrak ederler ve Kıbrıs’ta gerçekçi, kalıcı bir çözümün kendi öz
çıkarları için de faydasını çok geçmeden görme dirayetini gösterirler.
Türkiye’nin dostluğunun kendilerine olan faydasının da bilincine varırlar.
----------------------------
No comments:
Post a Comment