Friday, February 26, 2021

Türk - Yunan İlişkileri E.Büyükelçi Tugay Uluçevik (25 Şubat 2021)

 

BAŞKENT ÜNİVERSİTESİNDE 25 Şubat 2021 Perşembe günü düzenlenen  “DENİZ JEOPOLİTİĞİNDE TÜRK – YUNAN İLİŞKİLERİ “ Panelinde Büyükelçi (E) Tugay Uluçevik’in  yaptığı  konuşmanın  metni

 

25 Şubat 2021

Saygıdeğer Başkan, Büyükelçi Dr. Ahmet Zeki BULUNÇ,

Saygıdeğer Amiralim Cem GÜRDENİZ,

Saygıdeğer Hocam Doçent Dr. Fuat AKSU,

Seçkin Katılımcılar.

Türkiye ile Yunanistan arasındaki münasebetlere ilişkin konuların yeniden kamuoyumuzun gündeminin üst sıralarında yer aldığı bir dönemi yaşamaktayız. Böyle bir dönemde çok zamanlı olarak bu Panel’i düzenlemiş olan Başkent Üniversitesi yönetimini kutluyorum.

Bana da görüşlerimi siz seçkin katılımcılarla paylaşma imkânı, ayrıcalığı verildiği için, teşekkür ediyorum.

Devletler Hukukunda İngilizce’den veya Fransızca’dan tercüme edilerek “kara suyu”, “münhasır ekonomik bölge” ve “kıta sahanlığı” gibi teknik deyimlerle zikredilen bir Devletin deniz yetki sahaları, aslında ülkenin, vatanın ayrılmaz, bölünmez parçalarıdır.

Bu gerçek karşısında, Saygıdeğer Amiralimiz Sayın Cem Gürdeniz’i, teknik deyimleriyle belirttiğim bu deniz yetki alanlarının tamamını kapsayan “Mavi Vatan” kavramını ortaya atmış olmasından dolayı kutluyorum.

Bu sayede, denizdeki millî yetki alanlarımız “Mavi Vatan” kavramı içinde “Vatan” olarak kutsallaşmıştır. Bu alanların değeri, önemi ve titizlikle korunmaları gerektiği hususunda kamuoyumuz bilinçlenmiştir.

“Mavi Vatan” kavramının, millî ve uluslararası literatüre yerleşmiş olması, Devletimiz ve Milletimiz için kazançtır.

Bunun sağlanmasında başta, saygıdeğer Tümamiral Cihat Yaycı olmak üzere, birçok seçkin şahsiyet rol oynamıştır.

Bugün başlamış olan "Mavi Vatan-2021" Tatbikatı'nı icra etmekte olan kahraman ve şanlı donanmamıza üstün başarılar diliyorum. Tatbikat'ın fevkalâde zamanlı olduğuna inanıyorum.

"Mavi Vatan-2021" Tatbikatı, Yunanistan'ın Türkiye’yi tahrik ve taciz hareketlerinde bulunma cüretini gösterdiği, ABD'nin koltuğu altında NATO tatbikatı çerçevesinde Türkiye'ye gözdağı vereceğini sandığı günlerde, Türkiye'nin milli çıkarlarını korumadaki kararlılığını ortaya koymaktadır.

Türkiye dünyada en çok sayıda sınırdaş komşuya sahip ülkelerden biridir.

Kuruluşundan itibaren, Türkiye’nin komşularıyla elbette çeşitli, ihtilâfları, günümüzün Türkçesiyle, uyuşmazlıkları olmuştur veya vardır.

Bununla beraber, Türkiye’nin, kendisiyle ilişkilerinde sürekli şekilde kontrollü gerginlik havası içinde, zaman zaman da silâhlı çatışma noktasına kadar gelinerek, çeşitli uyuşmazlıklar yaşadığı tek komşusu, Batı’daki komşusu Yunanistan’dır.

Çünkü, Yunanistan, Türk Milleti’ne bakışı, Türkiye ve Türkler hakkındaki algıları, tarihin akışı içinde 1453’de, 1919 – 1922 döneminde ve 1974’de yaşadıkları travmalarla oluşmuş ve saplantılarla şekillenmiş, bir komşudur.

Türkiye’nin zafer, şeref ve şölen günleri, Yunan için birer bozgun, hezimet ve zilletle yüzleşme günleridir.

İstanbul’un Türkler tarafından fethi, Bizans Devleti’nin ortadan kalkışı, Yunan toplumunda “büyük ülküler” anlamına gelen “megali idea’nın” doğmasına sebep olmuştur.

“Megali idea” Ortodoks Kilisesi tarafından benimsenmiş ve desteklenmiştir.

“Megali idea” 11 kalem hedeften oluşmaktadır. Zamandan tasarruf için sadece şunu vurgulamak istiyorum:

Nihai hedef İstanbul’un işgal edilmesi ve Bizans İmparatorluğu’nun yeniden kurulmasıdır.

Osmanlı Devleti’ni parçalama ve bölüşme emeliyle 18. Yüzyıl sonlarından itibaren plânlar hazırlayan Avrupa’nın o zamanki Büyük Devletleri İngiltere, Fransa ve bilhassa Ortodoks Rusya, Osmanlı İmparatorluğu’nun Yıkılma Devri’nin başlarında “megali idea’yı” canlandırmış ve yaygınlaştırılmıştır. Bu çabalara bazı Balkan devletleri de katılmıştır.

Büyük Güçlerin tahrik ve teşvikleriyle Osmanlı İmparatorluğu’na karşı Mora’da 1821 yılında başlatılan isyan hareketleri neticesinde, 1830 yılında Yunanistan Devleti ortaya çıkmıştır.

Yani, Yunan Devleti, Avrupa’nın Büyük Devletleri’nin Türk vatanı aleyhinde kurdukları tezgâhta, sonradan maşa olarak kullanılabilecekleri bir yan ürün olarak imâl edilmiştir.

Kuruluşundan itibaren Yunanistan, Büyük Güçler tarafından Türkiye’ye karşı maşa olarak kullanılmayı kabullenmiştir. Türkiye’ye olan yaklaşımlarını, arkasını büyük güçlere dayayarak yapmayı da bir dış politika davranış kuralı haline getirmiştir.

“Megali idea’yı”, Devlet’in dış siyaset ideolojisi olarak benimsemiştir. Osmanlı Devlet’inin aleyhine intikamcı ve yayılmacı bir siyaset izlemeğe koyulmuştur.

Bağımsızlığının ilk yüzyılı içinde topraklarını, Osmanlı Devleti’nin aleyhine üç misli genişletmiştir. Eski Osmanlı toprakları üzerinde kurulan öteki millî devletlerin hiçbirinde, Yunanistan’ınki kadar fanatik ve sürekli bir yayılma emeli görülmemiştir.

Türkiye’nin Batı komşusunun resmî adı “Helen Cumhuriyeti’dir” (Hellenic Republic).

Büyük İskender’in M.Ö. 300 yıllarında kurduğu öne sürülen uygarlığa bağlılığın ifadesi olarak kullanılmaktadır. Helenizm’in dünyasına Yunanlar Kıbrıs’ı da dahil etmektedir. Oysa Yunanlar tarihin akışı içinde hiçbir dönemde Kıbrıs Adası’nda egemen güç olmamışlardır.

1923 Lozan Barış Andlaşması, tarihî önemdeki diğer sonuçları meyanında, genel olarak dış siyasetimizin, özel olarak da Kıbrıs ve Türk - Yunan münasebetlerine dair strateji ve politikalarımızın yürütülmesinde on yıllar boyunca gözettiğimiz dengelerin oluşturulmasını sağlamıştır.

Bu dengeler manzumesi dış siyaset terminolojimize “Lozan dengesi” olarak girmiştir.

Bu stratejik dengenin korunması on yıllar boyunca Dış Politikamızın ana hedeflerinden birini oluşturmuştur.

Bununla beraber, “megali idea” saplantısı, Yunanistan’ın Türkiye ile işbirliğine yönelik makul ve mantıklı politikalar geliştirip uygulamasına mâni olmuştur.

Yunanistan, 1923’de kurulan stratejik dengeleri içine sindirememiştir.

Kıbrıs adasına yönelik “enosis” saplantısından kurtulamamıştır.

Her fırsat ve imkânı, Türkiye’ye karşı “irredantist” emellerle “yayılmacı” adımlar atmak için kullanmıştır.

Bir komşu ülkeye karşı izlenen husumet ve kontrollü gerginlik politikası hiçbir ülkede Yunanistan’da olduğu kadar politikacıya iç siyasette puan kazandırmamıştır.

Türkiye hakkında “düşmanımın düşmanı benim dostumdur” zihniyetini terkedememiştir. Bu zihniyetle PKK teröristi Öcanlan’ı kucaklamada, korumada bile beis görmemiştir. Günümüzde bu zihniyetin tezahürlerini Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye karşı oluşturduğu şer ittifakları şeklinde görüyoruz.

Yunanistan, Türkiye ile nadir ve istisnai iyi komşuluk dönemlerini dahi, dostluğu halka mal ederek sürekli kılmak için değil, kendi saplantılı hedefleri yönünde istismar etmek için kullanmıştır.

Bugün, iki ülke arasında arasındaki uyuşmazlık konularından bazılarının tohumunu, Yunanistan, siyasî tarih kitaplarında iki ülke arasındaki “dostluk dönemi” olarak geçen, 1930 – 1955 döneminde ekmiştir.

Türkiye ile Yunanistan arasında “Dostluk, Tarafsızlık, Uzlaşma ve Hakemlik Antlaşması” 1930 yılında Ankara’da imza edilmesinden sadece 1 yıl sonra, Yunanistan millî hava sahasını, karasuları 3

mil olmasına rağmen, 10 mile genişletmiştir. Bu genişleme sonucunda Ege’de uluslararası hava sahası yüzde 50 oranında azalmıştır.

Yunanistan 1936 yılında da karasularını Lozan’da zımnen öngörülen 3 milden 6 mile genişletmiştir.

Bunları iç düzenleme şeklinde ve gizli kararnamelerle yapmıştır.

1952 yılında uluslararası sivil havacılıkla ilgili teknik bir hizmet olarak üstlendiği “Uçuş Bilgilendirme Bölgesi” (Flight Information Region – FIR) görevini, millî egemenlik alanlarına giren bir yetki olarak kullanma yoluna gitmiştir.

Türkiye’nin, 1950’li yılların ilk yarısında kendisiyle ortak çıkarlara ve kadere sahip olduğunu sandığı ve beraberce NATO’ya girdiği Yunanistan, Kıbrıs’ı ilhak için 1954’de BM Genel Kurulu’nda girişimlere başlamıştır.

On yıllardır Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkilerin gündemini işgal eden uyuşmazlıklar başlıca şunlardır:

--Karasularının genişliği;

--Kıta sahanlıkları ve münhasır ekonomik bölgeler dahil Ege’de deniz yetki alanlarının ve deniz sınırlarının tespiti;

--Egemenliği uluslararası andlaşmalarla Yunanistan’a bırakılmamış ada, adacık ve kayalıkların aidiyeti;

--İki Devletin hava sahalarının genişliği;

--Ege’deki uluslararası andlaşmalarla askersizleştirilmiş [demilitarized] statüye bağlanmış adaların bu hukukî statülerinin Yunanistan tarafından ihlâli;

-- FIR (Uçuş Malûmat Bölgesi) sorunları;

--Arama Kurtarma (SAR) Faaliyetleri için yetki alanlarının belirlenmesi;

--Batı Trakya’daki Türk Azınlığı’nın Lozan Andlaşması ve çok taraflı sözleşmelerden kaynaklanan haklarının Yunanistan tarafından ihlâli.

Kıbrıs’taki durum hakkındaki uyuşmazlık, elbette Türk – Yunan münasebetlerinin genel tablosuna ve atmosferine dahildir.

Esasen, 1960 Kıbrıs Andlaşmalarına giden yolda ilk adımı Türkiye ile Yunanistan 1959’da Zürih’te vardıkları mutabakatla atmışlardır. Bununla beraber, sonradan ihtilâfa çözüm arama yöntemi itibariyle teknik sebeple, Kıbrıs uyuşmazlığı şimdiye kadar iki Devlet arasında doğrudan ele alınan bir uyuşmazlık konusu olmamıştır.

Kıbrıs için “Egemen eşitlik temelinde iki devletli” çözüm arayışına gidilmesi; bu çerçevede BMGS’nin şimdiki “iyi niyet” görevinin tâdil veya iptal edilmesi sağlanabilirse, o zaman uygulama farklı olabilir.

Doğu Akdeniz’deki durumla ilgili olarak Yunanistan ile yaşadığımız gerginlikleri de Türk – Yunan uyuşmazlıkları listesine dahil etmiyorum. Bu konunun istikşafî görüşmeler gündemine de dahil edilmemesini temenni ederim. Çünkü, Yunanistan’ı Doğu Akdeniz havzasına dahil bir ülke olarak görmüyorum.

İki Devlet arasındaki uyuşmazlıkların ortaya çıkmasının temel sebebi Yunanistan’ın uluslararası münasebetlerin temel ilkesi “ahde vefa” (pacta sund servanda) ilkesine sadakatsizliğidir.

Yunanistan Lozan barış Andlaşması’nın hükümlerini ve kendisinin de imzaladığı 1960 Kıbrıs Andlaşmalarını ihlâl etmiştir.

Yine de, Atatürk’ün “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” düsturuna sadık kalan Türkiye, Yunanistan ile olan uyuşmazlıklarını barışçı yollardan halletme çarelerini araştırmıştır.

İki ülke ilişkilerinin 1974’den sonraki seyrine göz atıldığı zaman, diyalog başlatma teşebbüslerinin hep Türkiye’den geldiği görülür.

--1975’deki Demirel–Konstantin Karamanlis Brüksel buluşması;

--1976 Bern Anlaşması;

--1978’de Ecevit – K. Karamanlis Montrö Zirvesi;

--1988 Özal – Andreas Papandreou Davos görüşmesi ve yaratılan sözde “Davos barış ruhu”;

--1992 Demirel – Mitostakis Davos buluşması ve varılan mutabakatlar;

--Mart 2002’de başlatılmış olan İstikşafî Görüşmeler;

--2002 sonundan itibaren iki ülke arasında cereyan eden yüksek düzeyli ziyaretler ve 2010 yılında imza edilmiş olan 22 işbirliği anlaşmaları,

iki Devlet arasındaki uyuşmazlıkların halli yönünde sonuç vermemiştir.

Bunun ilk ana sebebi, Yunanistan’ın, Türkiye ile Yunanistan arasında tek bir uyuşmazlık bulunduğu; bunun da iki Devletin Ege’deki deniz sınırlarının ve “kıta sahanlıklarının” belirlenmesi olduğu şeklindeki anlayışı ve yaklaşımıdır.

Yunanistan’a göre, bunun dışında, yukarı da saydığım uyuşmazlıklar, Türkiye’nin ortaya attığı temelden yoksun ve Yunanistan’ın egemenlik haklarına tecavüz teşkil eden tek taraflı iddialardır.

İkinci ana sebebi de, Yunanistan’ın AB’ne tam üye kabul edildiği 1981’den ve bilhassa 1987’de Türkiye’nin AB tam üyeliği için müracaatta bulunmasından sonra, Türk – Yunan ilişkilerindeki diplomasi dengesinin, hem ikili ve hem çok taraflı plânda, belirgin şekil ve ölçüde, Yunanistan’ın lehine bozulmuş olmasıdır.

Türkiye ile Yunanistan arasındaki ihtilâflı konular ve Kıbrıs konusu, Türkiye – AB ilişkilerinin gündemine dahil edilmişlerdir. Giderek de, Türkiye ile ilgili sürecin ilerleyebilmesinin siyasî şartları haline getirilmişlerdir.

Ayrıca, Türkiye’nin AB tam üyelik başvurusunu yaptıktan sonra “AB üyeliği ve buna ilişkin, meselâ, AB ile Türkiye arasında Gümrük Birliği yapılması” gibi konular Türkiye’nin iç siyasetinde de ağırlık taşıyan bir malzeme mahiyeti kazanmıştır.

Türkiye’de, Yunanistan ile uyuşmazlıklarımızın, Kıbrıs uyuşmazlığının bir an önce çözülmesi gerektiği yolunda bir anlayış oluşmuştur. Dış kaynaklı algı operasyonlarıyla da bu anlayış kuvvetlenmiştir.

Bu durum, zamanla Yunanistan’da, Türkiye’nin AB üyeliği için kilit bir Devlet olduğu kanaatini uyandırmaya başlamıştır.

Türkiye’ye AB “katılım adayı” statüsü veren Aralık 1999 Helsinki AB Konseyi Bildirisi’nin içeriği, özellikle 4. Maddesi, Türkiye’nin Yunanistan ile olan uyuşmazlıklarının halledilmesini, AB üyeliğinin şartlarından biri haline getirmiştir. Böyle bir şart, başka hiçbir aday ülke için zikredilmemiştir.

Bildiri’de, ayrıca, Kıbrıs uyuşmazlığının, müzakereler yoluyla siyasî çözüme ulaşmasına lüzum kalmadan, sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin” AB tam üyeliğinin gerçekleşmesine yeşil ışık yakılmıştır.

Türkiye’nin bu Bildiri’yi kabul etmesiyle, Yunanistan, Türkiye’nin dış politika hedeflerini etkileme, engelleme bakımından bizim için fevkalâde tehlikeli bir rol ve resmî gerekçe elde etmiştir.

Benim değerlendirmeme göre, bu kazanımları, Yunanistan’ı, Türkiye ile arasındaki uyuşmazlıkların halledilmesine ihtiyaç duymaz, ihtilâfların devamından da rahatsız olmaz durum ve konuma getirmiştir.

Yunanistan’ın Türkiye ile arasındaki uyuşmazlıkları halletme iradesi yoktur. Amacı “üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek” daha doğrusu “dövdürtmektir”.

Bunun içindir ki 2002’den sonra 60 dönem istikşafî görüşme yapılmış olmasına rağmen uyuşmazlıklar listesinde bir azalma olamamıştır.

Yunanistan günümüzde de Türkiye’nin denizden Ege’den İskenderun Körfezi’ne kadar kuşatılmasını amaçlayan emellere alet olan bir tutum izlediğini görüyoruz.

Diğer taraftan, Avrupa Birliği, üyelik sürecimizle ilgili olarak, Türkiye’nin Yunanistan ile olan uyuşmazlıklarını halletmesini veya Türkiye’nin kendi millî çıkarlarını ve KKTC’nin çıkarlarını korumak için attığı adımları “gerginlik yaratan” tutum ve davranışlar olarak niteleyen ve bunlardan vazgeçmesini talep eden bildiriler yayınlamaktadır. Müeyyide uygulama tehdidinde bulunmaktadır. AB bir taraftan da Türkiye ile “pozitif gündem”oluşturulmasından söz etmektedir. “Pozitif gündemin” anlamı ve içeriği AB’nin son bildirisiyle ortaya konulmuş bulunmaktadır. Türkiye’nin temel pozisyonlarından geri adımlar atması “pozitif gündem” yaratılması demektir.

Türkiye’nin ABD ile olan ilişkilerinin mevcut tablosu karşısında ABD’den de benzer çağrılar, tehdit içeren talepler gelmiştir, gelmektedir.

Bu yaklaşımlar karşısında Türkiye’nin Yunanistan’a “istikşafî görüşmeleri” başlatma çağrısını ve davetini yapmış bulunmasının isabetli olmadığı düşüncesindeyim.

Bu tutumun Yunanistan’ı uzlaşmazlıkta daha da cesaretlendiren algılamalara sebebiyet vermiştir.

Yunan Devlet yetkililerinin mesajları bunu göstermektedir.

Türkiye, jeopolitik ve jeostratejik önemi, değeri, tevarüs ettiği asırlar boyunca kazanılmış Devlet olma tecrübesiyle, büyük zaferler kazanmış ordusuyla NATO ve AB tarafından “ortaklığı, müttefikliği olmasa da olur” denilerek vaz geçilebilecek; Türkiye’nin yerinin Yunanistan ile doldurulabileceği tasavvur edilecek bir ülke değildir. Akıl tutulması halinde dahi bu tasavvur edilemez.

Türkiye, Ege’de, Doğu Akdeniz’de, Güney kara hududumuz boyunca ve terörle mücadelede millî çıkarlarımızı korumak için atmakta olduğu adımları sürdürmelidir.

Türkiye’nin, özellikle, Ege’deki adaların ve Oniki Ada’nın askersizleştirişmiş statülerinin Yunanistan tarafından ihlâl edilmekte olduğu olgusunu ve gerçeğini ön plâna çıkaran ve uluslararası çevrelerin dikkat alanına getiren bir tutum içinde olmasının gerektiği görüşündeyim.

Temel gerekçesi Türkiye’nin güvenliği olduğuna göre, anılan statünün ihlâline ilişkin her hareket, doğrudan Türkiye’nin millî güvenliğini tehlikeye düşüren bir tehdit hareketi demektir. Bu tehdit, Türkiye’ye gereken hallerde “meşru müdafaa” hakkı da vermektedir.

Bu konu Yunanistan ile oluşturulması istenen pozitif gündem çerçevesinde başlayan eski adıyla “istikşafî”, yeni adıyla “istişarî” görüşmelerin gündem maddelerinden biri olması uygun ve doğru değildir. Çünkü sürüncemede kalmasına göz yumulamaz.

TBMM, Yunanistan’ın karasularını 6 milin ötesine genişletmesi ihtimali karşısında bu yönde atılacak bir adımın “savaş sebebi” [casus belli] olacağını ilân etmişti.

Aynı şekilde TBMM’nin Ege’de ve Doğu Akdeniz’de (Oniki Ada) uluslararası andlaşmalarla askersizleştirilmiş statüdeki adaların bu statülerinin ihlâlini de “savaş sebebi” olarak ilân etmesinde fayda mülâhaza ediyorum.

Ortada Andlaşmalar var olduğuna göre, Yunanistan’ın da bu andlaşmalara uymak vecibesi vardır. Uymuyorsa sonucuna katlanmayı göze almıştır demektir.

Son olarak ifade etmek isterim ki Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de Mavi Vatan’da hedeflerine ulaşabilmesi için güçlü olması ve öyle kalması ve ayrıca, diplomaside sözü geçen duruma gelmesi gerekir.

Diplomaside adımlarımızı, bölge devletleriyle olan ilişkilerimizdeki kopuklukların giderilmesine öncelik vererek atmalıyız.

ABD ve AB ile münasebetlerimizin, pozisyonlarımızın temelini aşındırmadan, düzelmesine ihtiyaç olduğuna inanıyorum.

İç reformlarımızın millî mutabakatla gerçekleşmesi dış ilişkilerimizi de olumlu etkileyeceğini değerlendiriyorum.

Diplomasimizin bu yöndeki başarı ölçüsü, ilişkileri normalleştirme çabalarında millî menfaatlerimizle doğrudan ilgili konularda muhataplarımıza ödün verilmemesidir.

25 Şubat 2021

 

No comments:

Post a Comment