Tuesday, September 22, 2020

Türkiye Doğu Akdeniz için bu adımı derhal Atmalıdır. (Nurzen Amuran -Faruk Loğoğlu)

 

Türkiye Doğu Akdeniz için bu adımı derhal atmalıdır

(Nurzen Amuran'ın E.Büyükelçi Faruk Logoglu ile mülakatı

Faruk Loğoğlu: O karar ile inandırıcılığımıza darbe vurduk.

53Shares

20.09.2020 13:20  https://odatv4.com/tplimages/font_02.gif https://odatv4.com/tplimages/font_04.gif

Son aylarda yaşadığımız Ege ve Doğu Akdeniz krizlerinde daha çok güvenlik stratejisi ön plana çıktı. Dışişleri diplomasinin geride bırakıldığı izlenimi yaratıldı. Türkiye'nin ulusal çıkarlarını korumak iç politikanın değil, devlet politikasının ana konularından biridir. Devlet politikasında bu işi öncü olarak yürütenler ise Dışişleri kadrosudur. Bugün ekranlarda çevremizde olan olayları yorumlarken en çok güvenlik strateji uzmanlarını görüyoruz. Geleneksel dış politikamızın sözcülerine ender rastlıyoruz. Bu da Dışişleri kadrosunun geride bırakıldığı algısını yaratıyor. Bugün muhalefet partileri devlet politikasının gereğini yerine getirerek iç politikadaki araçlarla değil devlet politikasının kurallarıyla hareket ediyorlar. Eleştirileri yapıcı. Biz de Doğu Akdeniz ve çevremizdeki gelişmeleri emekli bir büyükelçimizle yorumlayalım istedik.

"TÜRKİYE SONDAJA DEVAM ETMEK ZORUNDADIR"

Sayın Faruk Loğoğlu bu haftaki konuğumuz. Uzun yıllar Dışişlerinde çalışmış duayen bir diplomat olarak Doğu Akdeniz de yaşanan gerilimlere siz nasıl bakıyorsunuz?

Faruk Loğoğlu - Şimdilerde gündem oluşturan Doğu Akdeniz, karmaşık bir sorundur. Ancak an itibariyle meselenin dayandığı ve çerçevesini oluşturan bazı temel esaslar vardır. Konuyu sonuç alıcı bir şekilde tartışabilmek için önce bu ana gerçekleri saptamamız gerekir. Doğu Akdeniz bağlamında bunların sayısı bu aşamada yedidir. Bunlardan birincisi: Doğu Akdeniz konusu Türkiye ile Yunanistan arasında ikili bir sorun değildir; ikincisi, bölgede Türkiye’yi dışlayan bir düzenin hayata geçirilme imkânı yoktur; üçüncü olarak Doğu Akdeniz’de tek taraflı hiçbir “oldu-bitti” kalıcı olamaz; dördüncü husus, sorun ancak siyasiler tarafından diplomasi yoluyla çözülebilecek bir meseledir; beşinci olarak öne çıkaracağımız mesele Türkiye ve KKTC bölgedeki sondaj faaliyetlerine devam ederek kararlılığını sürdürmek zorundadır; altıncı olarak üzerinde durulacak konu, Türkiye ile Yunanistan arasında savaş çıkması düşük bir olasılıktır. Bütün bunların sonucu da: Bölgede gerginliğin müsebbibinin tek başına Türkiye olmadığı gerçeğidir.

"TÜRKİYE'NİN MASAYA OTURMASINA GEREK YOK"

Amuran - İsterseniz bu konuları biraz ayrıntılı olarak değerlendirelim:

Loğoğlu - İlk saptamamız, Doğu Akdeniz konusunun Türkiye ile Yunanistan arasında ikili bir sorun değil, kıyıdaş ülkeleri ve Kıbrıs’ta iki kesimi de ilgilendiren çok taraflı bir sorun olduğu gerçeğidir. Dolayısıyla çözümün de çok taraflı olarak müzakere edilmesi ve sonuca bağlanması gerekir. Diğer bir deyişle, Türkiye ve Yunanistan masaya otursalar ve yarın anlaşsalar dahi varacakları anlaşma ancak kısmi olabilecek ve Doğu Akdeniz sorununun gövdesi yine çözümsüz kalacaktır. NATO aracılığını bile şarta bağlayarak reddeden Yunanistan’ın bilinen tutumuyla tutarlı olarak masaya oturma niyeti zaten bulunmamaktadır. Ayrıca, Yunanistan ile Kıbrıs Rum kesiminin ölçüsüz ve mesnetsiz iddiaları sürerken Türkiye’nin Doğu Akdeniz için ikili planda masaya oturmasına gerek de yoktur.

Amuran - Doğu Akdeniz’de Türkiye hep dışlanmaya çalışıldı. Siz de haklı olarak Türkiye olmadan sorunun hiçbir şekilde çözülemeyeceğini vuruluyorsunuz.

Loğoğlu - Evet. Bölgede Türkiye’yi dışlayan ve/veya Türkiye’nin içinde yer almadığı bir düzenin hayata geçirilme imkânı yoktur, zorlansa bile böyle bir düzenin hayatta kalma şansı bulunmamaktadır. Doğu Akdeniz’de en uzun kıyı şeridine sahip ülke olan Türkiye, tartışmalı bölgedeki olası petrol ve doğal gazın Avrupa’ya ulaştırılması bakımından da en ekonomik ve güvenilir güzergahtır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) bölgedeki vazgeçilmez hak ve hukukunun da garantörüdür. Netice olarak, Türkiye, bölgede en ağırlıklı söz sahibi ülke konumundadır.

Amuran - Alınacak tek taraflı bir karar sonuçta ne getirir?

Loğoğlu - Doğu Akdeniz’de müzakere ve anlaşmaya dayanmayan tek taraflı hiçbir “oldu-bitti” kalıcı olamaz, gösterilen çıkarlara hizmet etmez, uzun vadede faydadan çok zarar getirir. Dış politikayı iç siyaset mülahazalarıyla kullanmak, halkın dikkatini milliyetçi güdüleri okşayarak çelmek, gerilim yaratmak ve silahlı çatışma eğilimini okşamak da olumsuz sonuçlar doğurur, kararlar hatalı olur. Askeri güç kullanımı ülkeyi yaptırımlara ve uluslararası planda dışlanmaya mahkûm eder. Siyasi, ekonomik ve stratejik maliyetleri ağır ve uzun vadeli olur. Ülkemiz için olduğu gibi genel anlamda bu akıbet Yunanistan ve bölgedeki tüm devletler için de göreceli olarak geçerlidir. Diğer bir deyişle, herkes kaybeder.

UZLAŞININ YOLU VE YÖNTEMİ ÇOK TARAFLI DİPLOMASİDİR

Amuran - Deneyimli bir diplomat olarak Doğu Akdeniz’de yaşanan sorunun çözümünde tek çare müzakere diyorsunuz. Müzakereler her zaman çözümü kolaylaştırır mı, Neden müzakere?

Loğoğlu - Doğu Akdeniz karmaşık ve hukuki yönleri çok tartışmalı olan, dolayısıyla en iyi ve etkin biçimde siyasiler tarafından müzakere masasında çözülebilecek bir mesele olduğu için. Bu yüzden soruna çözüm getirecek ehliyetli, birikimli ve yetkilendirilmiş müzakerecilere ihtiyaç vardır. Çok sayıda ülkenin farklı zeminlere dayandırılan hukuki sav ve iddialarını aynı anda hukuken bağdaştırmak pek mümkün olamayacağına göre, uzlaşının yolu ve yöntemi çok taraflı diplomasidir. Bulunacak ortak çözüm bölgede kapsayıcı ve bağlayıcı yeni bir düzen oluşturacaktır.

Amuran - Bu aşamada ne yapmalıyız, kararlılığımızı nasıl göstermeliyiz?

Loğoğlu -Türkiye gerek kendi gerek KKTC’nin hak ve hukukunu korumak hususundaki kararlılığını bölgedeki arama faaliyetlerine devam ederek gösterir. Zaten donanmasıyla da bu faaliyetlere koruma sağlayarak sürdürmelidir. Zira haklıyız. Ancak mevcut durumun gerilim ve tehlikelerle dolu olduğu da aşikardır.  Bizi buralara özellikle Suriye, İsrail ve Mısır bağlamında izlenen yanlış politikaların getirmiş olduğunu da unutmayalım. Üstelik ABD, Fransa, BAE gibi bölge dışı güçleri dahi karşımıza almış bulunuyoruz. Hak ve hukukumuzu bölge ülkeleriyle iyi ilişkiler kurarak düz bir satıhta barışçı yollarla korumak ve savunmak yerine, şimdi yokuş yukarı ve tehlikelerle dolu bir ortamda müdafaa etmek durumuna düşmüş bulunuyoruz. Diğer bir deyişle, diplomasi yerine ağırlık askeri güce verildiği, ölçülü söylemler yerine hamaset tercih edildiği ve en önemlisi dış politika iç siyaset önceliklerine alet edildiği için tartışmasız sahip olduğumuz hak ve hukukumuzu tartışmaya açmış bulunuyoruz. Şimdi bu hatalı dış politikanın maliyetini giderek yalnızlaşarak ve mücadele alanını genişletip ortamı askerileştirerek ödemekteyiz.

Bu arada Oruç Reis araştırma gemisinin “bakım ve ekip değişikliği” bahanesiyle Antalya limanına çekilmesi ciddi bir hata olup, karşımızdakiler tarafından taviz olarak algılanacaktır. Kararlı tutumuzun o kadar da kesin olmadığı izlenimi yaygınlaşacak, yaralı olan inandırıcılığımız bir darbe daha alacaktır. Zaten müzakere yolunu açmayacağı için bir işe de yaramayacak ve dolayısıyla bir sonraki aşamada söylem ve eylem çıtamızı daha da yükseltmemiz ve sertleştirmemiz bile gerekebilecektir. 

Amuran - Mısır, Fransa ve diğer ülkelerin konumunu ayrıca soracağım ama Yunanistan Türkiye arasında süren bu gerilim savaşa yol açabilir mi yoksa savaş düşük bir olasılık mı?

Loğoğlu - Türkiye ile Yunanistan arasında savaş çıkması düşük bir olasılıktır. NATO, ABD ve AB buna fırsat vermeyeceklerdir. Ancak bölgedeki gerginlik sürecektir. Zira çözüm, varsa bile, çok uzaktadır. Asıl tehlike bir savaşın bilerek çıkması veya çıkartılması değil, askeri unsurlar arasında vuku bulabilecek bir kaza nedeniyle ortamın birden alevlenebilecek olması ihtimalidir. 

GERİLİM BİRÇOK AKTÖRÜN SÖYLEM VE EYLEMLERİNİN KOLEKTİF ESERİDİR

Amuran- Gerginliğin sorumlusu olarak Türkiye'nin öne çıkarılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Loğoğlu - Bölgede gerginliğin müsebbibinin ilk veya tek Türkiye olduğunu söylemek doğru olmaz. Zira Türkiye meselenin özünde haklıdır. Ancak bölge ülkelerine yönelik hatalı politikaların biriken faturasını şimdi kararlı tutumuyla gerginlik yaratmakla suçlanarak ödemektedir. Çözümüm önündeki en büyük engel AB ve ABD dahil üçüncü tarafların şımarttığı Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesiminin maksimalist iddialarıdır. Öte yandan, kapsayıcı işbirliği yerine cepheleştirici karar ve eylemleri tercih ettikleri için bölgedeki diğer ülkelerin de sorumlulukları vardır. Diğer bir deyişle, gerilim birçok aktörün söylem ve eylemlerinin kolektif eseridir. Dolayısıyla gerilimin giderilmesi ve çözüme doğru yol alınabilmesi bütün tarafları iyi niyetle hareket etmelerine bağlıdır. Özellikle bölgemizde bunun gerçekleşmesini beklemek ise maalesef hayal kurmak demektir. 

Amuran- Deneyimlerinize dayanarak soruyorum. Bu analizden sonra size göre çıkış yolu ne olmalı nasıl bir çözüm öneriyorsunuz?

Loğoğlu - Diğer ülkelere akıl vermemiz, “şöyle yap, şunu yapma” dememiz yeterli olmayacaktır. Zaten yapmayacaklardır. İşe kendimizin soyunması gerekiyor. Bunun için aklımız, deneyimimiz, gücümüz ve ağırlığımız dahil her şeyimiz vardır. Süren kriz anılan varlıklarımızı kullanmamız için aslında bir fırsattır. Sorunuza gelirsek, Türkiye ne yapabilir? 

Eğer iktidar “sorunu çözmenin yolu müzakere, diyalog, diplomasidir” söyleminde samimi ise – ki bunu Almanya ve NATO’nun arabuluculuk girişimlerine “evet” diyerek samimiyetini kısmen göstermiştir. Şimdi bu diyalog söyleminin altını inandırıcı ve kendi ürünü olan diplomatik bir girişimle doldurmalıdır. Diğer bir deyişle, Türkiye barıştan, uzlaşıdan yana olduğunu sözlerinin yanısıra eylemleriyle de göstermelidir. 

Önerim şudur: Türkiye, Doğu Akdeniz konusunda kıyıdaş ülke ve tarafların katılımıyla gündemi, çalışma yöntemleri ve takvimi belirlenmiş bir konferans düzenlenmesi için girişim başlatmalıdır.

Şu sıralarda “konferans” fikri bolca dolaşımdadır. Ancak başkalarının tertipleyeceği bir konferansa Türkiye’nin daveti/katılması başka, kendisinin bir konferansa öncülük etmesinin etkisi, başarısız kalsa dahi, başkadır. İlkinde sıradan bir katılımcı, diğerinde ev ve söz sahibi konumunda olacaktır. 

Konferans için anlaşma sağlanması kayıt ve koşuluyla konferansın ön aşaması olarak kapsamlı bir moratoryum ilan edilebileceğini açıklar. Moratoryumun işe yaraması ve külfetinin eşit dağılımı için bölge ülkeleriyle birlikte ABD, Fransa, İtalya ve BAE gibi duruma dışardan duhul edenler ve sahada çalışmaları veya lisansları bulunan petrol şirketlerini de kapsaması gerekecektir. Moratoryum için yapılacak ayrıntılı görüşmeler esasen nihai çözüm için de ipuçları verecektir. 

Temaslarının sırf böyle bir konferans konusunda görüş birliği sağlanması hedefiyle sınırlı kalacağını belirterek Türkiye Doğu Akdeniz için bir özel temsilci atar. Özel Temsilci bu maksatla Atina, Şam, Kahire, Tel Aviv, Beyrut, Filistin ve Trablus’u ziyaret eder. Öncesinde BM ve NATO Genel Sekreterlerine bilgi verilir ve destek istenir. 

Eğer böyle bir bölge konferansının toplanması konusunda yeterli irade ve arzunun bulunduğu tespit edilirse, yüksek memurlar düzeyinde konferansın ön hazırlıkları yapılır ve belirlenecek yer ve tarihte toplanılır.

Girişimin başarısız kalması durumunda ise tüm gelişmeler dünya kamuoyuyla paylaşılır. 

Amuran - Yunanistan bu girişime nasıl bakar?

Loğoğlu - Yunanistan’ın bu girişime olumlu bakmayacağı bellidir. Ancak ekonomi ile COVID-19 koşullarında ve dış ilişkileri açısından içinde bulunduğu durum ışığında böyle bir önerinin ülkemizde iktidar tarafından benimsenmesi şansı da çok düşüktür. Zira böyle bir girişimi sahiplenmek en azından dış politikamıza barıştan, diyalogdan, komşularımız ve bölge ülkeleriyle iyi ilişkiler kurmaktan yana köklü ve kapsamlı yeni bir ayar vermeyi gerektirir. Fakat herşeye rağmen böyle bir öneri benimsenip denenirse, girişim sonuçsuz kalsa da ülkemizin elini yeni duruma göre atacağı adımlar bakımdan rahatlatır. Ayrıca dışımızda tertiplenecek bir konferansa daha güçlü olarak gitmemizi sağlar. Neticede ülkemizin selameti, huzuru ve güvenliği için yapılması gereken de budur. Bu adımın atılmasının önünde hiçbir engel bulunmamaktadır. Gerekli olan zihniyet değişikliğidir. 

Amuran - Yunanistan'la aramızda yaşanan sadece Doğu Akdeniz krizi değil. Giderek artan bir başka gerilim de Ege'de yaşananlar. Türkiye'nin güvenliği açısından önem taşıyan Ege sorunlarına da kısaca bakmak gerekir.

Lozan Antlaşması’nda gayrı-askeri statüde kalmaları şartıyla egemenliği Yunanistan’a verilmiş olan adalarda Yunanistan'ın silahlanmasına karşı itirazın güçlü olmadığı görülüyor. Egemenliği anlaşmalarla Yunanistan’a verilmemiş olan ve dolayısıyla Türkiye’ye ait bütün adalar ve kayalar konusundaki Yunanistan'ın yaklaşımı, Karasularının 12 mile çıkarılması talebi, kıta sahanlığı gibi çözüm bekleyen sorunlar var. Neler diyeceksiniz?

Loğoğlu- Ege sorunları Doğu Akdeniz sorunundan daha eski ve ağırlıklı olarak Türkiye ile Yunanistan arasından ikili bir ihtilaftır. Kara suları, kıta sahanlığı, hava sahası, silahlandırması yasaklanmış olan adalar, aidiyeti isimlendirilmemiş olan coğrafi formasyonlar gibi önemli alt başlıkları olan karmaşık ama çözülebilir bir meseledir. Konu üzerinde iki ülke arasında yıllardır bazen açık, bazen gizli görüşmeler yapılagelmiş ve anlaşmaya zaman zaman yaklaşılmış olmasına karşın, çözüme bir türlü ulaşılamamıştır. Oysa diplomat olarak yıllarca meşgul olduğum Ege sorunlarına ilişkin temel gözlemim şudur: Anlaşma mümkündür. Meselenin bazı boyutları ikili müzakerelerle, geri kalan kısmı hukuk yoluyla çözülür. Makul bir uzlaşı imkânı vardır. 

Amuran - O halde sorun neden devam etmektedir? Loğoğlu - Çünkü Yunan Hükümetlerinin varılacak herhangi bir anlaşmayı Yunan halkına kabul ettirme şansı yoktur. Zira Yunan hükümetleri, eğitim sistemleri, medya ve kiliseleri halkı sürekli olarak Türkiye karşıtlığıyla beslemekte, kendileri de bundan nemalanmaktadırlar. Türkiye düşmanlığı adeta toplumun kodlarına işlenmiştir. Oysa Türkiye’de durum farklıdır. Halkımız arasında Yunan halkına karşı öyle köklü bir husumet yoktur, hatta sempati bile vardır. Ve bir anlaşmaya varılırsa kamuoyumuz bunu kabulde zorlanmayacaktır. 

Öte yandan, Türkiye’nin son yıllarda Doğu Akdeniz’de olduğu gibi Ege’de de hak ve hukukumuza sahip çıkmakta yetersiz ve sessiz kaldığı gerçeğini görmemiz lazım. Ankara’nın bu lakaytlığı Yunan tarafının yarattığı fiili durumlara ilişkin olarak üçüncü taraflarda, özellikle AB cephesinde, hukuki dayanağı olmayan bir meşruiyet algısını pekiştirmektedir.  

Doğu Akdeniz bağlamındaki gelişmeler nedeniyle de Ege sorunlarının bugün Türkiye ile Yunanistan arasında artık acilen ele alınması şarttır. Mevcut gerilimin çatışmaya dönüşmesi ihtimalini bertaraf etmek için diplomasi ve müzakere gerekmektedir. Ancak bunu anlatmanın yolu Yunanistan Cumhurbaşkanı Meis’e tam da çıkarma yaparken tarafımızdan müzakere çağrısı yapmak değildir. 

Yunan tarafı bilmelidir ki bir çatışma durumunda kaybedeceği çok şey vardır. Yunanistan’a ve destekçilerine anlaşma halinde kazanacaklarını, çatışma halinde kaybedeceklerini net olarak anlatmak gerekir. 

KKTC'NİN DOĞU AKDENİZDEKİ HAK VE HUKUKUNUN SONUNA KADAR KORUNMASI VE SAVUNULMASI ESASTIR

Amuran - Biraz da Kıbrıs konusu üzerinde duralım. Sözgelimi, Kıbrıs sorununun çözümünde önerilen federasyon görüşmelerinin bu aşamada bir anlamı kaldı mı? Bu konuda önemli bir düşünce kuruluşu olarak gördüğüm Milli Merkez'in bir analizi var: Sayın Cindoruk tarafından yapılan açıklamada, "iki bağımsız/egemen devlet olduğu ilan edilerek Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin adı Kıbrıs Türk Cumhuriyeti şeklinde değiştirilmelidir" deniliyor. Bu öneri düzenlenecek konferansta kararlılığımızın bir göstergesi olamaz mı?

Loğoğlu - Kıbrıs meselesi, 1959-1960 Antlaşmalarıyla kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Rumların Türklere yönelik katliam ve sindirme eylemleriyle birkaç yıl sonra yıkılmasıyla uluslararası gündeme girmiştir. Ve 1964’den bu yana da BM gözetiminde sayısız görüşmeler yapılmıştır. Ancak Kıbrıs’ı bir Helen diyarı, Türkleri de bir azınlık olarak gören Rum tarafının hayalci iddiaları ve AB ile ABD’nin desteğinde bu iddiaların arkasında duran Yunanistan’ın tutumu nedeniyle bütün girişimler sonuçsuz kalmıştır. Ve netice olarak Kıbrıs köprüsünün altından akmayan su kalmamış, federasyon, konfederasyon ve türevleri Kıbrıs açısından tarih raflarındaki yerlerini almışlardır. AB Rum kesimini kendi müktesebatına aykırı olarak sözde üye yapmış, ABD silah ambargosunu sona erdirmiş, üstüne Rum kesimiyle bir de CYCLOPS (“tek gözlü canavar” demekmiş) anlaşması yapmıştır. Bunlar aslında adadaki Türk tarafının ayrı varlık ve egemenliğini tescil eden adımlardır. Attıkları bu adımlarla “biz tarafımızı seçtik, siz de kendi işinize bakın” demektedirler. Dolayısıyla 37 senedir tüm zorluk ve engellere karşın varlığını sürdüren Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin artık kimseye borcu kalmamıştır ve yolu açıktır. Kıbrıs sözlüğünün anahtar kelimesi siyasi eşitlikse, KKTC bu eşitliğin uygulamasıdır. Ve daima var olacaktır. Türkiye’nin kararlılığını KKTC’nin varlığını tüm alanlarda destekleyerek ve uluslararası planda tanınmasını bir siyaset haline getirerek göstermelidir. Bu arada, KKTC’nin Doğu Akdeniz’deki hak ve hukukunun sonuna kadar korunması ve savunulması esastır. Adının “Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” olarak değiştirilmesi bu yeni aşamanın bir ilk adımı olarak anlamlı ve yol gösterici olacaktır. 

Amuran - Biraz önce açıkladınız ancak biraz daha ayrıntıya girelim. İhvan odaklı bir ideolojinin Mısır'la olan ilişkilerdeki sonuçları bugün görülüyor. Türkiye Mısır arasında yeniden geliştirilecek diyalog ortamının gerek Mısır'a gerekse Türkiye'ye sağlayacağı faydalar neler olacaktır?

Loğoğlu - Türkiye ve Mısır bölgenin iki önemli ülkesi, Mısır Arap dünyasının doğal lideridir. Geçmişte sağlıklı ve yakın ilişkiler içinde olan ve halkları birbirlerine sempatiyle bakan bu iki ülkenin örtüşen siyasi, ekonomik ve kültürel somut birçok çıkarları vardır. Ancak Müslüman Kardeşlerin bir darbeyle iktidardan uzaklaştırılmaları, Ankara’nın da buna tepkisi ilişkilerin dibe vurmasına neden olmuştur. İlişkilerin yeniden düzelmesi gerek ikili gerek bölgesel planda barış, istikrar, güven ve refah bakımından elverişli sonuçlar üretecektir. Özellikle Doğu Akdeniz bağlamında elimiz güçlenecektir. İlişkilerin düzelmesine aslında geçerli bir engel olmadığı gibi, kopukluğun devam etmesi için de ciddi bir neden yoktur. Mısır’la ilişkilerimizi boş ideolojik saplantılar değil, somut ulusal çıkarlarımız belirlemelidir. 

Amuran - Mısır ötesinde aynı ideolojiyle yürütülen Esat'ın iktidardan çekilmesi talebine dayalı Suriye politikasının gözden geçirilmesi ve İsrail'le yürütülen ilişkilerin yeniden canlandırılmasının sağlayacağı ulusal yararlar nelerdir?

Loğoğlu - Türkiye’nin Suriye’yle ilişkilerinin onarılması, sadece Doğu Akdeniz’de elimizin güçlenmesi bakımından değil, bölgemizin istikrarı ve huzuru bakımından öncelikli bir hedeftir. Komşu Suriye’nin bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğünün korunması Türkiye’nin güvenliği ve ulusal çıkarlarının en kalıcı teminatlarındandır. Suriye’nin parçalanması Irak’ı da etkiler. Ve iki komşu ülkenin toprak bütünlüklerinin tehlikeye girmesi ülkemizin güvenliği bakımından ciddi sonuçlar doğurur. Türkiye buna izin ve yol vermemelidir. 

İsrail de bölgemizin kilit ülkelerinden biridir. Yahudi kavmiyle tarih boyunca iyi ilişkiler içinde olmuşuzdur. 1948 yılından beri tanıdığımız ve diplomatik ilişkilerimizin kesintisiz devam ettiği bir ülkedir. Karşılıklı olarak izlenen yanlış politikalar nedeniyle ilişkilerimiz bugün kopukluk içindedir. Oysa iyi ilişkiler ortamında İsrail’in yıllarca Türkiye’nin sesine kulak veren bir ülke olması Arap dünyası için de önemliydi. O kadar ki Türkiye, örneğin 2008 yılında, Suriye ile İsrail arasında arabuluculuk bile yapabilen bir ülke konumundaydı. Diğer bir deyişle, Türkiye’nin İsrail’le düzgün ilişkileri bölge dinamikleri itibariyle işlevsel ve değerlidir. Ayrıca, İsrail’le ilişkilerimiz, ABD’yle olan ilişkilerimizin de önemli bir unsurudur: bozuk ilişkiler ABD’deki Yahudi lobisinin bizim için önem taşıyan (Ermeni soykırım iddiaları gibi) konularda yönetim, Kongre, medya gibi ortamlarda yanımızda yer almaması demektir ki bu da bizim için kayda değer bir kayıptır. Bu itibarla İsrail’le ilişkilerimizin düzeltilmesi Arap dünyasındaki ağırlığımız, ABD’yle ilişkilerimiz ve haliyle Doğu Akdeniz dengeleri bakımından öncelikli bir hedef olmalıdır. 

Amuran - Başta ABD'nin istediği ve dolaylı olarak AB'nin kol kanat gerdiği terörist PKK-PYD Kürt devletinin kurulmasının Akdeniz ülkelerine getireceği sorunlar ve yol açacağı çıkar çatışmaları,Doğu Akdeniz krizi için düzenlemeyi önerdiğiniz konferansa katılacak ülkelere anlatmakta bir fırsat ortamı yaratır mı?

Loğoğlu - Önerdiğimiz konferansın gündemi Doğu Akdeniz’deki petrol ve doğal gaz kaynaklarının kıyıdaş ülkeler arasında adil paylaşımı konusu olacaktır. Dolayısıyla, gündeme başka konuların alınması uygun olmayacaktır. Ancak, artık Türkiye, İran, Irak ve Suriye’yi ilgilendiren Kürt konusunun ülkelerin toprak bütünlükleri çerçevesinde insan hakları ve eşitlik temelinde ayrı bir bölgesel platformda ele alınmasının elbette yararlı olacağında da kuşku yoktur.  

Amuran - Özel olarak merak ettiğim bir konu: Doğu Akdeniz'deki gelişmelerde Fransa neden taraf olarak devreye girdi? Akdenizde egemenlik sağlamak, lider olmak, kendi dış politika hedeflerinden biri midir; yoksa iç siyasetindeki başarısızlığını örtmek için bir fırsat olarak bu krizi kullanmakta mıdır?

Loğoğlu - Fransa, öteden beri Avrupa’da lider konumunda olması gerektiğini hayal eden ve bu nedenle ABD ve NATO’yla dahi ilişkilerinde geçmişte ciddi kopukluklar yaşamış olan bir ülkedir. Ancak bugün Avrupa’nın lider ülkesi Fransa değil, İngiltere’nin de AB’den ayrılmasından sonra, tartışmasız Almanya’dır. Fransa Cumhurbaşkanı Macron tecrübesiz, popülist bir liderdir. “Sarı yelekliler” olaylarının da gösterdiği gibi içerde ciddi ekonomik ve siyasal sıkıntıları vardır. Almanya’yla boy ölçüşemeyeceğini anlayan Macron şimdi Almanya’nın olmadığı Akdeniz’de tabiri caizse at oynatmak istemektedir. Macron’un Doğu Akdeniz, Lübnan, Irak ve son olarak Korsika’da düzenlediği sözde Akdeniz konferansı gibi hamlelerini Fransız halkı bile anlamakta güçlük çekmektedir. Netice olarak, Macron, yanlış yoldadır. Kahve fincanında fırtına yaratmaktan ibaret olan rolü Doğu Akdeniz’deki gerginlikleri artırmaktan başka bir işe yaramayacak, kendi kamuoyunda da aradığı desteği muhtemelen bulamayacaktır.

Amuran - Ulusal güvenliğimiz açısından yapılması gerekenlerin yalnızca askeri çözümler olamayacağını ve diplomasinin önemini bir kez daha vurguladınız. Açıklamalarınız ve önerileriniz, dileriz yol gösterici olur. Çok teşekkürler.

Loğoğlu - Ben teşekkür ederim.

Odatv.com

 

No comments:

Post a Comment