Türkiye Doğu
Akdeniz için bu adımı derhal atmalıdır
(Nurzen Amuran'ın E.Büyükelçi Faruk Logoglu ile mülakatı
Faruk Loğoğlu: O karar ile
inandırıcılığımıza darbe vurduk.
53Shares
Son aylarda yaşadığımız Ege ve Doğu
Akdeniz krizlerinde daha çok güvenlik stratejisi ön plana çıktı. Dışişleri
diplomasinin geride bırakıldığı izlenimi yaratıldı. Türkiye'nin ulusal çıkarlarını korumak
iç politikanın değil, devlet politikasının ana konularından biridir. Devlet
politikasında bu işi öncü olarak yürütenler ise Dışişleri kadrosudur. Bugün
ekranlarda çevremizde olan olayları yorumlarken en çok güvenlik strateji uzmanlarını
görüyoruz. Geleneksel dış politikamızın sözcülerine ender rastlıyoruz. Bu da
Dışişleri kadrosunun geride bırakıldığı algısını yaratıyor. Bugün muhalefet
partileri devlet politikasının gereğini yerine getirerek iç politikadaki
araçlarla değil devlet politikasının kurallarıyla hareket ediyorlar.
Eleştirileri yapıcı. Biz de Doğu Akdeniz ve çevremizdeki gelişmeleri emekli bir
büyükelçimizle yorumlayalım istedik.
"TÜRKİYE
SONDAJA DEVAM ETMEK ZORUNDADIR"
Sayın
Faruk Loğoğlu bu haftaki konuğumuz. Uzun yıllar Dışişlerinde çalışmış duayen
bir diplomat olarak Doğu Akdeniz de yaşanan gerilimlere siz nasıl
bakıyorsunuz?
Faruk Loğoğlu - Şimdilerde gündem
oluşturan Doğu Akdeniz, karmaşık bir sorundur. Ancak an itibariyle meselenin
dayandığı ve çerçevesini oluşturan bazı temel esaslar vardır. Konuyu sonuç
alıcı bir şekilde tartışabilmek için önce bu ana gerçekleri saptamamız
gerekir. Doğu Akdeniz bağlamında bunların sayısı bu aşamada
yedidir. Bunlardan birincisi: Doğu Akdeniz konusu Türkiye ile Yunanistan
arasında ikili bir sorun değildir; ikincisi, bölgede Türkiye’yi dışlayan bir
düzenin hayata geçirilme imkânı yoktur; üçüncü olarak Doğu Akdeniz’de tek
taraflı hiçbir “oldu-bitti” kalıcı olamaz; dördüncü husus, sorun ancak
siyasiler tarafından diplomasi yoluyla çözülebilecek bir meseledir; beşinci
olarak öne çıkaracağımız mesele Türkiye ve KKTC bölgedeki sondaj
faaliyetlerine devam ederek kararlılığını sürdürmek zorundadır; altıncı olarak
üzerinde durulacak konu, Türkiye ile Yunanistan arasında savaş çıkması düşük
bir olasılıktır. Bütün bunların sonucu da: Bölgede gerginliğin müsebbibinin tek
başına Türkiye olmadığı gerçeğidir.
"TÜRKİYE'NİN
MASAYA OTURMASINA GEREK YOK"
Amuran
- İsterseniz bu konuları biraz ayrıntılı olarak değerlendirelim:
Loğoğlu - İlk saptamamız, Doğu Akdeniz
konusunun Türkiye ile Yunanistan arasında ikili bir sorun değil, kıyıdaş
ülkeleri ve Kıbrıs’ta iki kesimi de ilgilendiren çok taraflı bir sorun olduğu
gerçeğidir. Dolayısıyla çözümün de çok taraflı olarak müzakere edilmesi ve
sonuca bağlanması gerekir. Diğer bir deyişle, Türkiye ve Yunanistan masaya
otursalar ve yarın anlaşsalar dahi varacakları anlaşma ancak kısmi olabilecek
ve Doğu Akdeniz sorununun gövdesi yine çözümsüz kalacaktır. NATO aracılığını
bile şarta bağlayarak reddeden Yunanistan’ın bilinen tutumuyla tutarlı olarak
masaya oturma niyeti zaten bulunmamaktadır. Ayrıca, Yunanistan ile Kıbrıs Rum
kesiminin ölçüsüz ve mesnetsiz iddiaları sürerken Türkiye’nin Doğu Akdeniz için
ikili planda masaya oturmasına gerek de yoktur.
Amuran
- Doğu Akdeniz’de Türkiye hep dışlanmaya çalışıldı. Siz de haklı
olarak Türkiye olmadan sorunun hiçbir şekilde çözülemeyeceğini
vuruluyorsunuz.
Loğoğlu - Evet. Bölgede Türkiye’yi
dışlayan ve/veya Türkiye’nin içinde yer almadığı bir düzenin hayata geçirilme
imkânı yoktur, zorlansa bile böyle bir düzenin hayatta kalma şansı
bulunmamaktadır. Doğu Akdeniz’de en uzun kıyı şeridine sahip ülke olan Türkiye,
tartışmalı bölgedeki olası petrol ve doğal gazın Avrupa’ya ulaştırılması
bakımından da en ekonomik ve güvenilir güzergahtır. Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’nin (KKTC) bölgedeki vazgeçilmez hak ve hukukunun da
garantörüdür. Netice olarak, Türkiye, bölgede en ağırlıklı söz sahibi ülke
konumundadır.
Amuran
- Alınacak tek taraflı bir karar sonuçta ne getirir?
Loğoğlu - Doğu Akdeniz’de müzakere ve
anlaşmaya dayanmayan tek taraflı hiçbir “oldu-bitti” kalıcı olamaz, gösterilen
çıkarlara hizmet etmez, uzun vadede faydadan çok zarar getirir. Dış
politikayı iç siyaset mülahazalarıyla kullanmak, halkın dikkatini milliyetçi
güdüleri okşayarak çelmek, gerilim yaratmak ve silahlı çatışma eğilimini
okşamak da olumsuz sonuçlar doğurur, kararlar hatalı olur. Askeri güç kullanımı
ülkeyi yaptırımlara ve uluslararası planda dışlanmaya mahkûm eder. Siyasi,
ekonomik ve stratejik maliyetleri ağır ve uzun vadeli olur. Ülkemiz için
olduğu gibi genel anlamda bu akıbet Yunanistan ve bölgedeki tüm devletler için
de göreceli olarak geçerlidir. Diğer bir deyişle, herkes kaybeder.
UZLAŞININ
YOLU VE YÖNTEMİ ÇOK TARAFLI DİPLOMASİDİR
Amuran
- Deneyimli bir diplomat olarak Doğu Akdeniz’de yaşanan sorunun çözümünde tek
çare müzakere diyorsunuz. Müzakereler her zaman çözümü kolaylaştırır mı, Neden
müzakere?
Loğoğlu - Doğu Akdeniz karmaşık ve hukuki
yönleri çok tartışmalı olan, dolayısıyla en iyi ve etkin biçimde siyasiler
tarafından müzakere masasında çözülebilecek bir mesele olduğu için. Bu yüzden
soruna çözüm getirecek ehliyetli, birikimli ve yetkilendirilmiş müzakerecilere
ihtiyaç vardır. Çok sayıda ülkenin farklı zeminlere dayandırılan hukuki sav
ve iddialarını aynı anda hukuken bağdaştırmak pek mümkün olamayacağına göre,
uzlaşının yolu ve yöntemi çok taraflı diplomasidir. Bulunacak ortak çözüm
bölgede kapsayıcı ve bağlayıcı yeni bir düzen oluşturacaktır.
Amuran
- Bu aşamada ne yapmalıyız, kararlılığımızı nasıl göstermeliyiz?
Loğoğlu
-Türkiye gerek kendi gerek KKTC’nin hak ve hukukunu korumak hususundaki
kararlılığını bölgedeki arama faaliyetlerine devam ederek gösterir. Zaten
donanmasıyla da bu faaliyetlere koruma sağlayarak sürdürmelidir. Zira
haklıyız. Ancak mevcut durumun gerilim ve tehlikelerle dolu olduğu da
aşikardır. Bizi buralara özellikle Suriye, İsrail ve Mısır bağlamında
izlenen yanlış politikaların getirmiş olduğunu da unutmayalım. Üstelik
ABD, Fransa, BAE gibi bölge dışı güçleri dahi karşımıza almış
bulunuyoruz. Hak ve hukukumuzu bölge ülkeleriyle iyi ilişkiler kurarak düz
bir satıhta barışçı yollarla korumak ve savunmak yerine, şimdi yokuş yukarı ve
tehlikelerle dolu bir ortamda müdafaa etmek durumuna düşmüş bulunuyoruz. Diğer
bir deyişle, diplomasi yerine ağırlık askeri güce verildiği, ölçülü söylemler
yerine hamaset tercih edildiği ve en önemlisi dış politika iç siyaset
önceliklerine alet edildiği için tartışmasız sahip olduğumuz hak ve hukukumuzu
tartışmaya açmış bulunuyoruz. Şimdi bu hatalı dış politikanın maliyetini
giderek yalnızlaşarak ve mücadele alanını genişletip ortamı askerileştirerek
ödemekteyiz.
Bu
arada Oruç Reis araştırma gemisinin “bakım ve ekip değişikliği” bahanesiyle
Antalya limanına çekilmesi ciddi bir hata olup, karşımızdakiler tarafından
taviz olarak algılanacaktır. Kararlı tutumuzun o kadar da kesin
olmadığı izlenimi yaygınlaşacak, yaralı olan inandırıcılığımız bir darbe daha
alacaktır. Zaten müzakere yolunu açmayacağı için bir işe de
yaramayacak ve dolayısıyla bir sonraki aşamada söylem ve eylem çıtamızı daha da
yükseltmemiz ve sertleştirmemiz bile gerekebilecektir.
Amuran
- Mısır, Fransa ve diğer ülkelerin konumunu ayrıca soracağım ama Yunanistan
Türkiye arasında süren bu gerilim savaşa yol açabilir mi yoksa savaş düşük bir
olasılık mı?
Loğoğlu - Türkiye ile Yunanistan arasında
savaş çıkması düşük bir olasılıktır. NATO, ABD ve AB buna fırsat
vermeyeceklerdir. Ancak bölgedeki gerginlik sürecektir. Zira çözüm, varsa bile,
çok uzaktadır. Asıl tehlike bir savaşın bilerek çıkması veya çıkartılması
değil, askeri unsurlar arasında vuku bulabilecek bir kaza nedeniyle ortamın
birden alevlenebilecek olması ihtimalidir.
GERİLİM
BİRÇOK AKTÖRÜN SÖYLEM VE EYLEMLERİNİN KOLEKTİF ESERİDİR
Amuran-
Gerginliğin sorumlusu olarak Türkiye'nin öne çıkarılmasını nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Loğoğlu - Bölgede gerginliğin müsebbibinin
ilk veya tek Türkiye olduğunu söylemek doğru olmaz. Zira Türkiye meselenin
özünde haklıdır. Ancak bölge ülkelerine yönelik hatalı politikaların
biriken faturasını şimdi kararlı tutumuyla gerginlik yaratmakla suçlanarak
ödemektedir. Çözümüm önündeki en büyük engel AB ve ABD dahil üçüncü
tarafların şımarttığı Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesiminin maksimalist
iddialarıdır. Öte yandan, kapsayıcı işbirliği yerine cepheleştirici karar ve
eylemleri tercih ettikleri için bölgedeki diğer ülkelerin de sorumlulukları
vardır. Diğer bir deyişle, gerilim birçok aktörün söylem ve eylemlerinin
kolektif eseridir. Dolayısıyla gerilimin giderilmesi ve çözüme doğru yol alınabilmesi
bütün tarafları iyi niyetle hareket etmelerine bağlıdır. Özellikle bölgemizde
bunun gerçekleşmesini beklemek ise maalesef hayal kurmak demektir.
Amuran-
Deneyimlerinize dayanarak soruyorum. Bu analizden sonra size göre çıkış yolu ne
olmalı nasıl bir çözüm öneriyorsunuz?
Loğoğlu - Diğer ülkelere akıl vermemiz,
“şöyle yap, şunu yapma” dememiz yeterli olmayacaktır. Zaten
yapmayacaklardır. İşe kendimizin soyunması gerekiyor. Bunun için aklımız,
deneyimimiz, gücümüz ve ağırlığımız dahil her şeyimiz vardır. Süren kriz anılan
varlıklarımızı kullanmamız için aslında bir fırsattır. Sorunuza gelirsek,
Türkiye ne yapabilir?
Eğer iktidar “sorunu çözmenin yolu
müzakere, diyalog, diplomasidir” söyleminde samimi ise – ki bunu Almanya ve
NATO’nun arabuluculuk girişimlerine “evet” diyerek samimiyetini kısmen
göstermiştir. Şimdi bu diyalog söyleminin altını inandırıcı ve kendi ürünü
olan diplomatik bir girişimle doldurmalıdır. Diğer bir deyişle, Türkiye
barıştan, uzlaşıdan yana olduğunu sözlerinin yanısıra eylemleriyle de
göstermelidir.
Önerim
şudur: Türkiye, Doğu Akdeniz konusunda kıyıdaş ülke ve tarafların katılımıyla
gündemi, çalışma yöntemleri ve takvimi belirlenmiş bir konferans düzenlenmesi
için girişim başlatmalıdır.
Şu sıralarda “konferans” fikri bolca
dolaşımdadır. Ancak başkalarının tertipleyeceği bir konferansa Türkiye’nin
daveti/katılması başka, kendisinin bir konferansa öncülük etmesinin etkisi,
başarısız kalsa dahi, başkadır. İlkinde sıradan bir katılımcı, diğerinde ev ve
söz sahibi konumunda olacaktır.
Konferans
için anlaşma sağlanması kayıt ve koşuluyla konferansın ön aşaması olarak
kapsamlı bir moratoryum ilan edilebileceğini açıklar. Moratoryumun işe yaraması
ve külfetinin eşit dağılımı için bölge ülkeleriyle birlikte ABD, Fransa, İtalya
ve BAE gibi duruma dışardan duhul edenler ve sahada çalışmaları veya lisansları
bulunan petrol şirketlerini de kapsaması gerekecektir. Moratoryum için
yapılacak ayrıntılı görüşmeler esasen nihai çözüm için de ipuçları
verecektir.
Temaslarının
sırf böyle bir konferans konusunda görüş birliği sağlanması hedefiyle sınırlı
kalacağını belirterek Türkiye Doğu Akdeniz için bir özel temsilci atar. Özel
Temsilci bu maksatla Atina, Şam, Kahire, Tel Aviv, Beyrut, Filistin ve
Trablus’u ziyaret eder. Öncesinde BM ve NATO Genel Sekreterlerine bilgi
verilir ve destek istenir.
Eğer böyle bir bölge konferansının
toplanması konusunda yeterli irade ve arzunun bulunduğu tespit edilirse, yüksek
memurlar düzeyinde konferansın ön hazırlıkları yapılır ve belirlenecek yer ve
tarihte toplanılır.
Girişimin başarısız kalması durumunda ise
tüm gelişmeler dünya kamuoyuyla paylaşılır.
Amuran
- Yunanistan bu girişime nasıl bakar?
Loğoğlu
- Yunanistan’ın bu girişime olumlu bakmayacağı bellidir. Ancak ekonomi
ile COVID-19 koşullarında ve dış ilişkileri açısından içinde bulunduğu durum
ışığında böyle bir önerinin ülkemizde iktidar tarafından benimsenmesi şansı da
çok düşüktür. Zira böyle bir girişimi sahiplenmek en azından dış
politikamıza barıştan, diyalogdan, komşularımız ve bölge ülkeleriyle iyi
ilişkiler kurmaktan yana köklü ve kapsamlı yeni bir ayar vermeyi
gerektirir. Fakat herşeye rağmen böyle bir öneri benimsenip denenirse,
girişim sonuçsuz kalsa da ülkemizin elini yeni duruma göre atacağı adımlar
bakımdan rahatlatır. Ayrıca dışımızda tertiplenecek bir konferansa daha güçlü
olarak gitmemizi sağlar. Neticede ülkemizin selameti, huzuru ve güvenliği için
yapılması gereken de budur. Bu adımın atılmasının önünde hiçbir engel
bulunmamaktadır. Gerekli olan zihniyet değişikliğidir.
Amuran
- Yunanistan'la aramızda yaşanan sadece Doğu Akdeniz krizi değil. Giderek artan
bir başka gerilim de Ege'de yaşananlar. Türkiye'nin güvenliği açısından önem
taşıyan Ege sorunlarına da kısaca bakmak gerekir.
Lozan
Antlaşması’nda gayrı-askeri statüde kalmaları şartıyla egemenliği Yunanistan’a
verilmiş olan adalarda Yunanistan'ın silahlanmasına karşı itirazın güçlü
olmadığı görülüyor. Egemenliği anlaşmalarla Yunanistan’a verilmemiş olan ve
dolayısıyla Türkiye’ye ait bütün adalar ve kayalar konusundaki Yunanistan'ın
yaklaşımı, Karasularının 12 mile çıkarılması talebi, kıta sahanlığı gibi
çözüm bekleyen sorunlar var. Neler diyeceksiniz?
Loğoğlu- Ege sorunları Doğu Akdeniz
sorunundan daha eski ve ağırlıklı olarak Türkiye ile Yunanistan arasından ikili
bir ihtilaftır. Kara suları, kıta sahanlığı, hava sahası, silahlandırması
yasaklanmış olan adalar, aidiyeti isimlendirilmemiş olan coğrafi formasyonlar
gibi önemli alt başlıkları olan karmaşık ama çözülebilir bir meseledir. Konu
üzerinde iki ülke arasında yıllardır bazen açık, bazen gizli görüşmeler
yapılagelmiş ve anlaşmaya zaman zaman yaklaşılmış olmasına karşın, çözüme bir
türlü ulaşılamamıştır. Oysa diplomat olarak yıllarca meşgul olduğum Ege
sorunlarına ilişkin temel gözlemim şudur: Anlaşma mümkündür. Meselenin bazı
boyutları ikili müzakerelerle, geri kalan kısmı hukuk yoluyla
çözülür. Makul bir uzlaşı imkânı vardır.
Amuran
- O halde sorun neden devam etmektedir? Loğoğlu
- Çünkü Yunan Hükümetlerinin varılacak herhangi bir anlaşmayı Yunan halkına
kabul ettirme şansı yoktur. Zira Yunan hükümetleri, eğitim sistemleri, medya ve
kiliseleri halkı sürekli olarak Türkiye karşıtlığıyla beslemekte, kendileri de
bundan nemalanmaktadırlar. Türkiye düşmanlığı adeta toplumun kodlarına
işlenmiştir. Oysa Türkiye’de durum farklıdır. Halkımız arasında Yunan
halkına karşı öyle köklü bir husumet yoktur, hatta sempati bile vardır. Ve bir
anlaşmaya varılırsa kamuoyumuz bunu kabulde zorlanmayacaktır.
Öte
yandan, Türkiye’nin son yıllarda Doğu Akdeniz’de olduğu gibi Ege’de de hak ve
hukukumuza sahip çıkmakta yetersiz ve sessiz kaldığı gerçeğini görmemiz
lazım. Ankara’nın bu lakaytlığı Yunan tarafının yarattığı fiili durumlara
ilişkin olarak üçüncü taraflarda, özellikle AB cephesinde, hukuki dayanağı
olmayan bir meşruiyet algısını pekiştirmektedir.
Doğu Akdeniz bağlamındaki gelişmeler
nedeniyle de Ege sorunlarının bugün Türkiye ile Yunanistan arasında artık
acilen ele alınması şarttır. Mevcut gerilimin çatışmaya dönüşmesi
ihtimalini bertaraf etmek için diplomasi ve müzakere gerekmektedir. Ancak
bunu anlatmanın yolu Yunanistan Cumhurbaşkanı Meis’e tam da çıkarma yaparken
tarafımızdan müzakere çağrısı yapmak değildir.
Yunan tarafı bilmelidir ki bir çatışma
durumunda kaybedeceği çok şey vardır. Yunanistan’a ve destekçilerine
anlaşma halinde kazanacaklarını, çatışma halinde kaybedeceklerini net olarak
anlatmak gerekir.
KKTC'NİN
DOĞU AKDENİZDEKİ HAK VE HUKUKUNUN SONUNA KADAR KORUNMASI VE SAVUNULMASI ESASTIR
Amuran
- Biraz da Kıbrıs konusu üzerinde duralım. Sözgelimi, Kıbrıs sorununun
çözümünde önerilen federasyon görüşmelerinin bu aşamada bir anlamı kaldı mı? Bu
konuda önemli bir düşünce kuruluşu olarak gördüğüm Milli Merkez'in bir analizi
var: Sayın Cindoruk tarafından yapılan açıklamada, "iki bağımsız/egemen
devlet olduğu ilan edilerek Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin adı Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti şeklinde değiştirilmelidir" deniliyor. Bu öneri düzenlenecek
konferansta kararlılığımızın bir göstergesi olamaz mı?
Loğoğlu
- Kıbrıs meselesi, 1959-1960 Antlaşmalarıyla kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin
Rumların Türklere yönelik katliam ve sindirme eylemleriyle birkaç yıl sonra
yıkılmasıyla uluslararası gündeme girmiştir. Ve 1964’den bu yana da BM
gözetiminde sayısız görüşmeler yapılmıştır. Ancak Kıbrıs’ı bir Helen diyarı,
Türkleri de bir azınlık olarak gören Rum tarafının hayalci iddiaları ve AB ile
ABD’nin desteğinde bu iddiaların arkasında duran Yunanistan’ın tutumu nedeniyle
bütün girişimler sonuçsuz kalmıştır. Ve netice olarak Kıbrıs köprüsünün
altından akmayan su kalmamış, federasyon, konfederasyon ve türevleri Kıbrıs
açısından tarih raflarındaki yerlerini almışlardır. AB Rum kesimini kendi
müktesebatına aykırı olarak sözde üye yapmış, ABD silah ambargosunu sona
erdirmiş, üstüne Rum kesimiyle bir de CYCLOPS (“tek gözlü canavar” demekmiş)
anlaşması yapmıştır. Bunlar aslında adadaki Türk tarafının ayrı varlık
ve egemenliğini tescil eden adımlardır. Attıkları bu adımlarla “biz
tarafımızı seçtik, siz de kendi işinize bakın” demektedirler. Dolayısıyla
37 senedir tüm zorluk ve engellere karşın varlığını sürdüren Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyeti’nin artık kimseye borcu kalmamıştır ve yolu açıktır. Kıbrıs
sözlüğünün anahtar kelimesi siyasi eşitlikse, KKTC bu eşitliğin uygulamasıdır.
Ve daima var olacaktır. Türkiye’nin kararlılığını KKTC’nin varlığını tüm
alanlarda destekleyerek ve uluslararası planda tanınmasını bir siyaset haline
getirerek göstermelidir. Bu arada, KKTC’nin Doğu Akdeniz’deki hak ve
hukukunun sonuna kadar korunması ve savunulması esastır. Adının “Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti” olarak değiştirilmesi bu yeni aşamanın bir ilk adımı olarak
anlamlı ve yol gösterici olacaktır.
Amuran
- Biraz önce açıkladınız ancak biraz daha ayrıntıya girelim. İhvan odaklı bir
ideolojinin Mısır'la olan ilişkilerdeki sonuçları bugün görülüyor. Türkiye
Mısır arasında yeniden geliştirilecek diyalog ortamının gerek Mısır'a
gerekse Türkiye'ye sağlayacağı faydalar neler olacaktır?
Loğoğlu - Türkiye ve Mısır bölgenin iki
önemli ülkesi, Mısır Arap dünyasının doğal lideridir. Geçmişte sağlıklı ve
yakın ilişkiler içinde olan ve halkları birbirlerine sempatiyle bakan bu iki
ülkenin örtüşen siyasi, ekonomik ve kültürel somut birçok çıkarları
vardır. Ancak Müslüman Kardeşlerin bir darbeyle iktidardan
uzaklaştırılmaları, Ankara’nın da buna tepkisi ilişkilerin dibe vurmasına neden
olmuştur. İlişkilerin yeniden düzelmesi gerek ikili gerek bölgesel planda
barış, istikrar, güven ve refah bakımından elverişli sonuçlar
üretecektir. Özellikle Doğu Akdeniz bağlamında elimiz güçlenecektir. İlişkilerin
düzelmesine aslında geçerli bir engel olmadığı gibi, kopukluğun devam etmesi
için de ciddi bir neden yoktur. Mısır’la ilişkilerimizi boş ideolojik
saplantılar değil, somut ulusal çıkarlarımız belirlemelidir.
Amuran
- Mısır ötesinde aynı ideolojiyle yürütülen Esat'ın iktidardan çekilmesi
talebine dayalı Suriye politikasının gözden geçirilmesi ve İsrail'le yürütülen
ilişkilerin yeniden canlandırılmasının sağlayacağı ulusal yararlar
nelerdir?
Loğoğlu - Türkiye’nin Suriye’yle
ilişkilerinin onarılması, sadece Doğu Akdeniz’de elimizin güçlenmesi bakımından
değil, bölgemizin istikrarı ve huzuru bakımından öncelikli bir
hedeftir. Komşu Suriye’nin bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğünün
korunması Türkiye’nin güvenliği ve ulusal çıkarlarının en kalıcı teminatlarındandır.
Suriye’nin parçalanması Irak’ı da etkiler. Ve iki komşu ülkenin toprak
bütünlüklerinin tehlikeye girmesi ülkemizin güvenliği bakımından ciddi sonuçlar
doğurur. Türkiye buna izin ve yol vermemelidir.
İsrail de bölgemizin kilit ülkelerinden
biridir. Yahudi kavmiyle tarih boyunca iyi ilişkiler içinde
olmuşuzdur. 1948 yılından beri tanıdığımız ve diplomatik ilişkilerimizin
kesintisiz devam ettiği bir ülkedir. Karşılıklı olarak izlenen yanlış
politikalar nedeniyle ilişkilerimiz bugün kopukluk içindedir. Oysa iyi
ilişkiler ortamında İsrail’in yıllarca Türkiye’nin sesine kulak veren bir ülke
olması Arap dünyası için de önemliydi. O kadar ki Türkiye, örneğin 2008
yılında, Suriye ile İsrail arasında arabuluculuk bile yapabilen bir ülke
konumundaydı. Diğer bir deyişle, Türkiye’nin İsrail’le düzgün ilişkileri
bölge dinamikleri itibariyle işlevsel ve değerlidir. Ayrıca, İsrail’le
ilişkilerimiz, ABD’yle olan ilişkilerimizin de önemli bir unsurudur: bozuk
ilişkiler ABD’deki Yahudi lobisinin bizim için önem taşıyan (Ermeni soykırım
iddiaları gibi) konularda yönetim, Kongre, medya gibi ortamlarda yanımızda yer
almaması demektir ki bu da bizim için kayda değer bir kayıptır. Bu
itibarla İsrail’le ilişkilerimizin düzeltilmesi Arap dünyasındaki ağırlığımız,
ABD’yle ilişkilerimiz ve haliyle Doğu Akdeniz dengeleri bakımından öncelikli
bir hedef olmalıdır.
Amuran
- Başta ABD'nin istediği ve dolaylı olarak AB'nin kol kanat gerdiği terörist
PKK-PYD Kürt devletinin kurulmasının Akdeniz ülkelerine getireceği sorunlar ve
yol açacağı çıkar çatışmaları,Doğu Akdeniz krizi için düzenlemeyi
önerdiğiniz konferansa katılacak ülkelere anlatmakta bir fırsat ortamı yaratır
mı?
Loğoğlu - Önerdiğimiz konferansın gündemi
Doğu Akdeniz’deki petrol ve doğal gaz kaynaklarının kıyıdaş ülkeler arasında
adil paylaşımı konusu olacaktır. Dolayısıyla, gündeme başka konuların
alınması uygun olmayacaktır. Ancak, artık Türkiye, İran, Irak ve Suriye’yi
ilgilendiren Kürt konusunun ülkelerin toprak bütünlükleri çerçevesinde insan
hakları ve eşitlik temelinde ayrı bir bölgesel platformda ele alınmasının
elbette yararlı olacağında da kuşku yoktur.
Amuran
- Özel olarak merak ettiğim bir konu: Doğu Akdeniz'deki gelişmelerde Fransa
neden taraf olarak devreye girdi? Akdenizde egemenlik sağlamak, lider olmak,
kendi dış politika hedeflerinden biri midir; yoksa iç siyasetindeki
başarısızlığını örtmek için bir fırsat olarak bu krizi kullanmakta mıdır?
Loğoğlu - Fransa, öteden beri Avrupa’da
lider konumunda olması gerektiğini hayal eden ve bu nedenle ABD ve NATO’yla
dahi ilişkilerinde geçmişte ciddi kopukluklar yaşamış olan bir
ülkedir. Ancak bugün Avrupa’nın lider ülkesi Fransa değil, İngiltere’nin
de AB’den ayrılmasından sonra, tartışmasız Almanya’dır. Fransa
Cumhurbaşkanı Macron tecrübesiz, popülist bir liderdir. “Sarı yelekliler”
olaylarının da gösterdiği gibi içerde ciddi ekonomik ve siyasal sıkıntıları
vardır. Almanya’yla boy ölçüşemeyeceğini anlayan Macron şimdi Almanya’nın
olmadığı Akdeniz’de tabiri caizse at oynatmak istemektedir. Macron’un Doğu
Akdeniz, Lübnan, Irak ve son olarak Korsika’da düzenlediği sözde Akdeniz
konferansı gibi hamlelerini Fransız halkı bile anlamakta güçlük çekmektedir.
Netice olarak, Macron, yanlış yoldadır. Kahve fincanında fırtına yaratmaktan
ibaret olan rolü Doğu Akdeniz’deki gerginlikleri artırmaktan başka bir işe
yaramayacak, kendi kamuoyunda da aradığı desteği muhtemelen bulamayacaktır.
Amuran
- Ulusal güvenliğimiz açısından yapılması gerekenlerin yalnızca askeri çözümler
olamayacağını ve diplomasinin önemini
bir kez daha vurguladınız. Açıklamalarınız ve önerileriniz, dileriz yol
gösterici olur. Çok teşekkürler.
Loğoğlu - Ben teşekkür ederim.
Odatv.com
No comments:
Post a Comment