Friday, October 31, 2025

Sedat Ergin, Kırk dört yıl sonra Kıbrıs'ta yeniden seçim izlemek (KKTC Başkanlık seçimleri ile ilgili bazı gözlemleri) 31 Ekim 2025

 Sedat Ergin,

Kırk dört yıl sonra Kıbrıs'ta yeniden seçim izlemek

(KKTC Başkanlık seçimleri ile ilgili  bazı gözlemler..)

31 Ekim 2025



Seçimleri izlemek üzere 1981’de Kıbrıs’a ilk kez gittiğimde, beni en çok etkileyen ‘ana vatan’ ile ‘yavru vatan’ın siyaset kültürleri arasındaki fark olmuştu. Kıbrıs Türk toplumunun demokratik olgunluğuna dair fikirlerim, KKTC’ye üç hafta önce yaptığım son ziyaretimde de değişmedi. Ama bunun dışında Kıbrıs’ta çok şeyin değiştiğine tanıklık ettim. Bu hafta sizlerle yeni Kıbrıs’a dair izlenimlerimi paylaşıyorum…


Kıbrıs adasına ilk kez 1981 yılı haziran ayının sonuna doğru ayak bastım. Cumhuriyet Ankara Bürosu’nun diplomasi muhabiri olarak Kıbrıs’ın Türk kesiminde yapılacak Cumhurbaşkanlığı ve Cumhuriyet Meclisi seçimlerini izlemekle görevlendirilmiştim.


O zamanlar Ankara’dan adaya her gün düzenli uçak seferi olmadığı için Adana üzerinden aktarmalı gitmem gerekiyordu. Bir gün önceden Adana’ya giderek geceyi burada geçirmiş ve ertesi sabah kalkan uçakla Kıbrıs’a uçmuştum.


O tarihte henüz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) kurulmamıştı. Kuzeydeki yapının adı “Kıbrıs Türk Federe Devleti” idi. Yani kısaltılmış adıyla KTFD… Kıbrıs Türk Yönetimi Meclisi, Türk toplumu adına 13 Şubat 1975 tarihinde KTFD’nin kuruluş kararını almış ve Rauf Denktaş devlet başkanlığını üstlenmişti. 


Bu şekilde, 1959/60 antlaşmaları çerçevesinde bir federasyon olarak kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti fiilen çökmüş olsa da, KTFD yine de hukuki statü olarak bu cumhuriyetin bir parçası olarak kabul ediliyordu.


KTFD’nin 1974 yılındaki Barış Harekâtı’ndan sonra kurulmasının ardından ilk seçimler 1976 yılında yapılmıştı. Ve beş yıl sonra 28 Haziran 1981 tarihinde ikinci kez sandığa gidilecekti.


Kıbrıs siyaset kültüründe “tumba etmek” ne demek?

Adada seçim öncesinde partilerin mitinglerini izlerken pek alışık olmadığım bir duruma tanıklık ettim. Buradaki seçim çalışmaları, partilerin birbirleriyle yarışmaları Türkiye’dekinden çok farklı bir siyasi atmosferde geçiyordu.


Gündüz mitinglerde adaylar ve partiler birbirlerini kuvvetli bir dille eleştirip sıkı polemiklere girebiliyorlardı. Özellikle Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) ve Toplumcu Kurtuluş Partisi’nin (TKP) mitinglerinde Rauf Denktaş’ın Ulusal Birlik Partisi’ne (UBP) karşı sıkça “UBP Tumba” sloganı kullanılıyordu.


Bir denizcilik tabiri olan ve daha çok tepetaklak etmek anlamında kullanılan “tumba etmek” burada iktidar partisini seçimlerde devirmek anlamında kullanılıyordu.


Mitingleri  izledikten sonra Lefkoşa’da akşam katıldığım yemekli sohbetlerde, gün boyunca birbirlerini “tumba aşağı, tumba yukarı” diyerek kıyasıya eleştirmiş olan Kıbrıslı Türklerin aynı masanın etrafında herhangi bir gerilim olmaksızın bir araya gelip şakalaşarak sohbet etmeleri dikkatimi çekmişti.


Evet, birbirlerini iğnelemekten geri kalmıyorlardı ama bütün bu dokundurmalar genellikle eğlenceli bir ortamda geçiyordu. Dostlukları, arkadaşlıkları partilerinin çekişmelerinden etkilenmiş görünmüyordu.


Kıbrıs Türk demokrasisinin örnek olgunluğu 

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türkiye’deki silahlı sol ve sağ grupların karşılıklı kanlı eylemleriyle de tırmanan siyaset dünyasındaki sert kutuplaşmaya bir gazeteci olarak yakından tanıklık etmiştim. Bu tanıklığın ardından adaya ayak bastığında beni karşılayan siyaset atmosferi ve kültürü çok başkaydı.


Kıbrıslı Türkler, Anadolu’ya en yakın noktada, kuş uçuşu topu topu 65-70 kilometre uzaklıktaki bir adada yaşıyorlardı. Mesafe bu kadar kısa olmakla birlikte, ‘ana vatan’ ile ‘yavru vatan’ın siyaset kültürlerine hâkim olan ölçüler aslında iki ayrı dünyaya aitti.


KKTC 6’ncı cumhurbaşkanını da demokratik olgunluğuna yakışır bir seçimle belirledi. 

 

Siyaset, Kıbrıs’ta daha medeni ölçüler üzerinde yürüyordu. Bundan etkilenmemek mümkün değildi.


Üstelik, Kıbrıslı Türklerin büyük ‘dava adamı’ Rauf Denktaş da yapılan seçimde ancak % 51.71 oy oranıyla seçilebilmiş, kampanya sırasında sol partilerin adaylarıyla kıyasıya bir rekabet yaşamak zorunda kalmıştı. Artık iki Kıbrıslı Türk seçmenden biri ona oy vermiyordu. 


Keza, seçimlerde Cumhuriyet Meclisi’nde Denktaş’ın partisi UBP ilk kez çoğunluğu kaybetmişti. UBP bir koalisyon hükümeti kurmak zorundaydı.


Kıbrıs’a 1981 yılında yaptığım bu ilk seyahatin bende bıraktığı en çarpıcı izlenim Kıbrıslı Türklerin demokratik tecrübelerinin gelişkinliğiydi. Kıbrıs’ın kuzeyine hakim olan  demokratik olgunluğun Türkiye’nin çok ilerisinde olduğu yolundaki kanaatim sonrasındaki on yıllar içinde değişmedi.


Demokrasi tecrübesi kurumsallaştı 

İşte 1981 yılındaki bu ilk seyahatimden tam 44 yıl sonra yeniden bir seçim izlemeye gittim Kıbrıs’a üç hafta kadar önce.  Bu yolculuk beni Adana üzerinden adaya aktarmalı bir şekilde ulaşabildiğim ilk ziyaretimin zihnimde kalmış izlerine geri götürdü. O dönemde Cumhuriyet’te çıkmış yazılarımı yeniden okudum.


1981 yılındaki ilk gezimde bende yerleşmiş olan kuvvetli kanaati gözden geçirmemi, değiştirmemi gerektiren yeni bir durum olmadığını hemen belirtmeliyim.


Belki eskiye kıyasla mitinglerde kürsülere hakim olan söylemler bir nebze daha sertleşmiş olabilir. Bu arada Ersin Tatar’ın mitinglerinin Türkçe pop konserleriyle devam etmesi, sahnedeki dev prodüksiyonlar ve arkasındaki büyük bütçeler yeni bir unsurdu belki…


Bir de seçimden önce Türkiye’deki iktidar partisinden birbiri ardına adaya yönelen ziyaretçi trafiği ile Tatar lehine hissedilen destek ortamı da yine bir başka fark olarak eklenebilir.


Bu gibi çekinceler kayda geçirilse de, nihai değerlendirmede KKTC’de bugün demokrasinin işleyiş olarak daha da kurumsallaşmış, toplum tarafından içselleştirilmiş olduğu tespitini yapmak mümkündür.


Cumhurbaşkanlığı sağ ile sol arasında sarkaç gibi yer değiştiriyor 

KKTC’de geçen on yılların demokrasi uygulamasına bakıldığında, bir bu kadar önemli olan, sandıktan çıkan sonuca göre iktidarın kaybeden ile kazanan arasında barışçıl bir şekilde, yumuşak bir zeminde el değiştirebilmesiydi. 


Kuralların bir taraf lehine zorlanmadığı, gerçek bir ‘centilmenlik’, ‘fair play’  zemini söz konusuydu KKTC’de; 2020 seçimindeki Ankara’nın müdahalesi tartışmaları istisna tutulursa…


Rauf Denktaş’ın 2005 öncesinde cumhurbaşkanlığı yarışına katılmama kararı ile birlikte girilen yeni dönemde, her seçimde cumhurbaşkanlığı sağ ile sol adaylar arasında bir sarkaç gibi yer değiştiriyordu.


Örneğin, 2005 yılında düzenlenen cumhurbaşkanlığı seçimini sol çizgideki CTP adayı Mehmet Ali Talat kazanmış, 2010 seçiminde ise cumhurbaşkanlığı bu kez UBP’den Derviş Eroğlu’na geçmişti. 2015’teki seçimi yine bağımsız solcu aday Mustafa Akıncı kazanmış, 2020’de ise bu kez Ankara’nın da belirgin desteğiyle yeniden bir UBP adayı olan Ersin Tatar’a geçmişti cumhurbaşkanlığı makamı.


Keza, geçen on yıllar içinde ayrıca yapılan meclis seçimlerinde, sıkça değişen siyasi tablolar ışığında, hükümetler de sağ ve sol partiler tarafından muhtelif kombinasyonlarla oluşturuluyordu. Burada da benzer bir geçişli durum söz konusu.


KKTC’de 19 Ekim’de yapılan cumhurbaşkanlığı seçimi, KKTC’nin belki de en güçlü değerlerinden, varlıklarından birinin zengin bir demokrasi geleneği olduğunu bütün dünyaya etkileyici şekilde bir kez daha gösterdi.


KKTC kendi doğusunda ve güneyinde büyük bir türbülans içinde yol alan Orta Doğu’nun karmaşık coğrafyasının tam karşısında, gerçek demokrasiyi yaşatan, ancak ‘tanınmayan’ bir ülke olarak Doğu Akdeniz’de etkileyici bir rol modeliydi, paradoksal bir şekilde.


Kendisini tanımayan -ister demokratik ister otoriter olsun- bütün rejimlere de demokrasisiyle meydan okumaktaydı aslında.


İskele bölgesinde bir Miami yükseliyor 

1981’deki ilk seyahatimden sonra Kıbrıs’a sıkça gittim; araya zaman zaman bazı kopukluklar girse de temasımı koparmadım. Şimdi, neredeyse 45 yıl sonra bugünkü tabloya baktığımda, demokrasisi ne kadar istikrarlı bir şekilde yol alsa da, beni rahatsız eden ya da kafamda soru işareti yaratan birçok değişime de tanıklık ettiğimi vurgulamalıyım.


İskele bölgesindeki konutlara Ruslar, İranlılar ve Britanya vatandaşlarından belirgin bir talep var.

 

Son gezim, KKTC demokrasisinin etkileyici performansına karşılık, değindiğim bu değişimler üzerinde gözlem yapmama imkân sağladı.


Kısaca bunları da paylaşmak istiyorum.


Birincisi, eskiyle kıyaslandığında KKTC bugün muazzam bir yapılaşmaya sahne oluyor. Her yerde boy gösteren yüksek binalar, siteler, konutlar, oteller, küçük-büyük iş yerleri… Özellikle 2000’li yılların başlarında uç veren ve ardından yüksek bir tempoda seyreden bir yöneliş söz konusu. 


Görsel tanıklığınız inşaat sektörünün muazzam bir hareketlilik içinde olduğunu size anlatıyor. Başkent Lefkoşa’nın çeperlerindeki köyleri, yerleşimleri içine alarak genişlemesi bunun çarpıcı bir örneği. Aynı gözlemi kuşkusuz Girne ve Mağusa için de yapmak mümkün.


Ancak bu seyahatimde beni en çok sarsan, Mağusa’nın kuzeyindeki İskele bölgesi oldu. Seçim mitingini izlemek için akşam hava karardıktan sonra bu bölgeye giderken uzaktan gecenin karanlığında ışıklar içinde yükselen bir bölümü 20-30 katlı binaların görüntüsü çok çarpıcıydı.


Sahil boyunca uzanan lüks siteler, yüksek apartmanlar, rezidanslar, oteller aslında ilk bakışta küçük ölçekte ABD’deki Miami şehrine benzer bir görüntü oluşturuyor. Özellikle 2010 sonrasında ortaya çıkmış. KKTC’nin yükselen gayrimenkul yatırımları ve turizm bölgesi burası... Buradaki inşaat şantiyeleri İskele’nin büyüme yönelişini koruyacağını gösteriyor. 


İskele’de yükselen sitelerdeki konutlara yabancılar arasında özellikle Ruslar, İranlılar ve Britanya vatandaşlarından belirgin bir talebin olduğu anlaşılıyor. 


Doğu Akdeniz'in kumarhane merkezine dönüşünce...

İlk ziyaretimdeki KTFD ile kıyasladığımda çarpıcı bulduğum bir başka görüntü de, sıkça karşıma çıkan ‘casino’lar, yani kumarhaneler oldu.


Bugün KKTC’de Girne, Lefkoşa, Mağusa ve İskele bölgelerinde, hepsi otellerin içinde faaliyet gösteren 30’un üzerinde ‘casino’ bulunuyor. Bunların çoğu 24 saat hizmet veriyor ve KKTC’yi kumarhane turizmi açısından önemli bir çekim merkezi haline getiriyor.


Bu arada, KKTC Cumhuriyet Meclisi’ne sunulan kumarhanelerin tabi olacakları kuralların yeniden düzenlenmesiyle ilgili bir yasa tasarısı, muhalefetin kumarhane sayısının artacağı şeklindeki itirazlarıyla birlikte büyük bir gürültü koparmış durumda.


Sadece Türkiye’den değil, kumarhane sayısının kuzeye kıyasla daha sınırlı olduğu Rum kesiminden, çevre ülkelerden ve Rusya’dan da çok sayıda müşteri çekiyor bu mekanlar. Konuşulan rakamlara bakılırsa, Kıbrıs Rum Yönetimi’nde sayıca çok daha az kumarhane bulunmakla birlikte, ciro toplamının KKTC’dekinden daha yüksek çıkabilmesi mümkün. 


Böyle de olsa, KKTC’nin bugün Doğu Akdeniz’de toplam sayı olarak en çok kumarhaneye sahip devlet olduğunu söylemek hata olmaz.


Tabii kumarhanelerden söz ederken, 8 Şubat 2022 yılında kumarhane ve otel sahibi Halil Falyalı’nın öldürülmesinin Kıbrıs Türk toplumunda yarattığı büyük rahatsızlığı da not etmeliyiz. Kumarhane rantının mafya tipi yapılanmaları KKTC’ye davet ettiği yolundaki yaygın kanaat de bu rahatsızlığı derinleştiriyor.  


Aslında Tufan Erhürman’ın cumhurbaşkanlığına açık farkla seçilmesinin gerisindeki birçok faktör arasında toplumdaki bu rahatsızlığın dışavurumunu da görmek mümkün.


Üniversite sayısında artış ve nüfus tartışmaları 

KKTC’de dikkat çekilmesi durumlardan bir diğeri de üniversite sayısında yaşanan kayda değer artış. Yükseköğretim Planlama, Denetleme, Akreditasyon ve Koordinasyon Kurulu’na (YÖDAK) göre bugün itibarıyla ülkede 23 üniversite bulunuyor. Bunların ezici çoğunluğu özel ya da vakıf üniversitesi statüsünde.


YÖDAK’ın 2023 yılı sonunda açıkladığı ve henüz güncellenmemiş verilere göre, KKTC ve Türkiye Cumhuriyeti kökenliler dışında kalan yabancı öğrenci sayısı 32 bin civarındaydı.


Bundan üç yıl önce KKTC’nin kuruluş yıldönümü törenlerine katıldığımda, geçit töreninde üniversitelerinin bayrakları arkasında yürüyen yabancı öğrencileri izlerken, karşımda adeta bir Birleşmiş Milletler tablosu bulduğumu çok iyi hatırlıyorum.


KKTC dışından -özellikle Afrika ve Orta Asya ülkelerinden - gelen öğrencilerin sayısında önemli bir artışın gözlendiği anlaşılıyor. Zaten İstanbul’dan Lefkoşa’ya uçtuğunuzda, uçağın içinde ya da pasaport kontrol sıralarında bu artışı fark etmemek mümkün değil. Lefkoşa ve Girne sokaklarında yürürken sıkça karşınıza çıkan Afrikalı gençler de bu tabloyu tamamlıyor.


Bunların en azından bir kısmının, öğrenci kimliğiyle gelip üniversiteye kayıt yaptırdıktan sonra düzenli bir öğrencilik hayatı sürdürmedikleri de bilinen bir gerçek.


Agence France-Presse’te bir süre önce yayımlanan ve KKTC’deki yabancı öğrencilerin durumunu ele alan bir yoruma göre, Afrikalı gençlerin bir bölümü KKTC’yi Avrupa’ya geçebilmek için bir sıçrama tahtası olarak görüyor.


Her halükârda, KKTC’deki üniversitelerin durumu başlı başına ayrı ve kapsamlı bir değerlendirmeyi gerektiriyor.


Nüfusu bilinmeyen ülke 

Son seyahatimde kafamı meşgul eden bir diğer konu da KKTC’nin nüfusu ile ilgili tartışmalar oldu. Ülkenin nüfusunun bugün itibarıyla tam ne kadar olduğu konusunda kesin bir bilgiye ulaşmak mümkün değil. Bunun temel nedeni, 2011 yılından bu yana nüfus sayımı yapılmamış olması.


En son 2011’de yapılan sayımda KKTC’nin nüfusu 286.257 kişi olarak açıklanmıştı. KKTC İstatistik Kurumu’nun 2023 yılına ilişkin projeksiyonuna göre ise nüfusun 476.214 kişi olduğu tahmin ediliyor.


Buna karşılık, nüfusun bu rakamın üzerinde olduğunu iddia eden farklı görüşler de mevcut.  


19 Ekim tarihinde düzenlenen son seçimden tam dört gün önce yaptığımız sohbette, bu konuyu yeni Cumhurbaşkanı Tufan Erhürman’a sorduğumda kendisinden şu yanıtı aldım:


“Yıllardır bu konunun kavgasını veriyoruz. Nüfusu sayalım diyoruz ama izin vermiyorlar. En son 2011’de sayım yapılmış. Yıllardır nüfus bilinmeden hastane, okul, proje konuşuyoruz. Kendime göre bir tahminim var ama bu iş artık bir totodan ibaret.”


Muhtemelen, yeni cumhurbaşkanının atması gereken ilk adımlardan biri, hükümeti bir nüfus sayımı yapmaya ikna etmek olacaktır. 


Son söz...

KKTC’de en çok gözüme çarpan noktalara ilişkin tespitlerimi bu şekilde özetleyebilirim.


Ancak sorunlu gördüğüm bütün bu alanlara rağmen, demokrasisinin bu olumsuzluklardan etkilenmeden olgunluğunu bir kez daha sergilemesi, kanımca KKTC’nin üstünlük noktalarından biridir. Bütün bu sorunların açıkça, özgürce tartışılabildiği çoğulcu bir ortamın varlığı bu demokrasinin önemli bir güvencesidir.


İlk ziyaretimden tam 44 yıl sonra izlediğim bu seçimde, Kıbrıslı Türkler güçlü demokratik gelenekleri ile beni bir kez daha yanıltmadılar. Adadan bu memnuniyet ve güven duygusuyla ayrıldım.














No comments:

Post a Comment