Tahran zirvesi: Eksenler mücadelesi ve Suriye
Tahran Zirvesi, Ortadoğu’nun dünyadaki eksenlerin en önemli çarpışma alanlarından biri olduğunu yeniden hatırlatan bir gelişme oldu. Bu zirvenin sonuçları Arap basınının gündemindeydi.
Recep Tayyip Erdoğan, İbrahim Reisi ve Vladimir Putin, Tahran'daki üçlü zirvede
Fotoğraf:Mustafa Kamacı/AA
ANASAYFA
Arap Coğrafyasında Geçen Hafta
Tahran zirvesinin ABD Başkanı Joe Biden’ın ziyaretinin hemen sonrasında ve birçok noktada İran-Rus yakınlaşmasında ileri adımlar atılması doğal olarak Arap basını tarafından alternatif bir eksen oluşması yönünde bir yönelim olarak değerlendirildi. Lakin zirvenin üzerinden atlanamayacak önemli gündemlerinden biri şüphesiz Suriye’nin geleceği ve bu çerçevede SDG’in ve Ankara’nın pozisyonlarıydı. Zirve, Suriye’nin kuzeyinde yapılması beklenen Türkiye operasyonunun akıbeti, bu harekatı dondurma, iptal etme veya ertelenmesi olasılığı konusunda önemli bir kavşak noktası oldu. Arap dünyasının da bu çerçevede yapılan yorumlara bakalım.
1. TAHRAN ZİRVESİ: BATI’YA KARŞI ALTERNATİF BİR CEPHE Mİ?
Konuyu ele alan makalelerin ve haberlerin başat yaklaşımı zirvenin; İran-Rusya yakınlaşmasının stratejik ortaklığa doğru bir yönelime vesile olduğu yönünde.
- İlk önce İran’a yakınlığıyla bilinen al Ahbar gazetesinden başlayalım. Gazete üçlü zirveyi, “Putin ‘Rehber’ tarafından ağırlandı: İran ile olağanüstü iş birliğine doğru” başlığıyla verdi.
- İranlı Yazar Fatma Seyahi, “Tahran ve Moskova arasındaki istikrarlı ilişkiler kimse için sır değil. Bu ikisi savaş meydanlarında yan yana savaşmış, ekonomik alanda zorluklarla ve yaptırımlarla karşılaşmışlardır. Orta vadede İran ve Rusya arasındaki koordinasyon ve ortaklıklar stratejik bir düzeye yükseltilmiştir” görüşüne yer verdi.
- Filistinli Yazar Dr. Muhammed Bekir, “Tahran Zirvesi… Stratejik çıkarların sesi mekanı doldurdu” başlıklı makalesinde “Rusya’ya yönelik Batı yaptırımları; Kremlin’in de dediği gibi her iki taraftaki yaptırımları aşmak için iş birliği yolunda Rusya ve İran arasında daha derin bir ittifak kurdu” tespitinde bulundu.
2. SOÇİ MUTABAKATINA DÖNÜŞ
- Arap dünyasında Türkiye’yi yakından takip etmesiyle tanınan Lübnanlı Akademisyen Muhammed Nurettin, Suriye özelinde varılan anlaşmayı eğer oyalama maksatlı sembolik bir adım değilse, 2019 yılında imzalanan “Soçi Mutabakatına” dönüş olarak nitelendirdi.
- Gelişmeleri Suriye’nin Haseke kentinden takip eden Ayham Merhi de zirvenin Suriye yönüyle ilgili olarak “Rusya’ya Soçi anlaşmasının şartlarını uygulaması, Kürt güçlerini sınır şeridinden 30 km derinlikte tamamen geri çekilmesi gerektiğine ikna etmesi ve Suriye ordusunun bu alana tam egemenliğini sağlaması için ek süre sağladı” diyerek Nureddin’le benzer bir tespitte bulundu.
3. M4 YOLUNUN AKIBETİ VE KÜRTLER
Ayham Merhi kaleme aldığı başka bir makalede sahada yaşanan gelişmelerle ilgili önemli bilgiler aktardı. Aktardığı bilgilere göre;
-Türk askeri operasyonunu engelleyebilecek bir faktör ve Soçi mutabakatı çerçevesinde Ankara’nın İdlib kırsalında teröristleri kovma ve silahsızlandırma taahhütlerini yerine getirmesini açısından önemli bir adım olarak Halep-Lazkiye ve Halep-Hama yolları sivillere ve ticari konvoylara açıldı.
- Soçi Anlaşması’nın uygulanması çerçevesinde, SDG’den tahliye edilmesini temin etmek amacıyla Suriye ordusunun M4 yolunda yayılma sürecini tamamlamak için çalışıyor. Rus tarafı, SDG’den Halep ile Rakka arasındaki M4 yolunun tamamının boşaltılmasını ve Rus gözlem kuvvetlerinin konuşlandırılmasıyla Suriye ordusuna teslim etmesini istedi. Kaynaklar, SDG’nin, ordunun sınır şeridindeki askeri varlığını güçlendirme talebi doğrultusunda Rusya’nın önerisini onayladığını ifade etti.
- Rus kuvvetleri komutanı Alexander Chaiko’nun Kamışlı kentindeki Rus karargahında SDG liderleriyle görüştüğü ve M4 yolunun tamamının ve kuzeyinin Suriye ordusuna teslim edilmesi gerektiğini vurguladığı belirtildi. ABD’nin Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı Michael Corella da Rusya’nın Şam-SDG hattındaki hamlelerine karşılık olarak aynı süreçte Haseke eyaletinde SDG Başkomutanı Mazlum Abdi ile görüştü.
Pazarlıklar devletlerin çıkarları gözetilerek yapılırken, bölgede IŞİD’e karşı önemli bir mücadele veren Suriyeli Kürtlerin ulusal haklarının hem masada hem de basındaki yorumlarda bir kez daha göz ardı edilmesi dikkat çekiyor. Her iki taraf da Kürtlere baskı yapıyor.
TAHRAN ZİRVESİ SAVAŞI ASKIYA ALDI
Ayham MERHİ
al Ahbar
Görünen o ki üçlü Tahran zirvesi; Rusya’ya Soçi anlaşmasının şartlarını uygulaması, Kürt güçlerini sınır şeridinden 30 km derinliğe doğru tamamen geri çekilmesi gerektiğine ikna etmesi ve Suriye ordusunun bu alana tam egemenliğini sağlaması için ek süre sağladı.
Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad, İranlı mevkidaşı Hüseyin Emir Abdullahiyan ile Tahran’da düzenlediği basın toplantısında, “Amerikalılarla iş birliği yapanlar, Suriye topraklarında Türkiye’ye işgalini haklı çıkaracak herhangi bir kılıf vermemelidir. Türkiye’nin Suriye topraklarına yönelik herhangi bir saldırısı ve sözde güvenli bölge oluşturulması bölgedeki güvenlik ve istikrarı istikrarsızlaştırıyor” uyarısında bulundu. Ayrıca Mikdad’ın üçlü zirvenin sonuçlarını gözden geçirmeyi amaçlayan İran ziyareti sırasında yaptığı açıklamalar, Şam’ın Moskova ve Tahran’ın çabalarından memnun olduğunu gösterdi.
Buna karşılık İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nasır Kanaani aracılığıyla, “İran’ın Suriye’ye yönelik askeri saldırı konusundaki tutumu açık. Tahran’daki yetkililer, herhangi bir saldırının vereceği zarar konusunda Türk tarafını uyardı. Kanaani’ye göre Tahran; “Kürtler de dahil olmak üzere Suriye’deki milliyetçi ayrılıkçıların çalışmalarını durdurmayı ve onların Suriye hükümetine boyun eğme ihtiyacını” vurguladı. Görünüşe göre Rus-İran çabası; Ankara’yı Moskova ve Tahran’a korkularını yatıştırmak için yeni bir fırsat vermeye ikna etmekle sonuçlandı. Böylece Türk askeri harekatının geleceğinde top, sınır şeridinden çekilmeyi kabul etmesi ve tamamen Suriye ordusuna teslim etmesine bağlanarak büyük ölçüde artık SDG’nin sahasında.
Sahada Suriye ordusu, Halep kırsalındaki Münbiç’ten itibaren tüm sınır şeridinde ve Rakka kırsalındaki Tel Abyad’ın eteklerine yayılmasını tamamlamak için Türk ordusu ve bölgedeki sadık gruplarıyla temas hatlarına askeri takviye göndermeye devam etti. Öte yandan, Türk ordusu ve ona bağlı grupların hatlara takviye göndermeye devam etmesi, Ankara’nın artık askeri seçeneği rafa kaldırmış olsa bile hesaplarına devam ettiğini gösteriyor. Bu doğrultuda Erdoğan, basına yaptığı açıklamalarda, “Kuzey Suriye’ye yönelik yeni askeri harekatın dosyası, ulusal güvenlik endişelerimiz giderilinceye kadar gündemimizde kalacak” dedi.
Rus kuvvetleri komutanı Alexander Chaiko’nun Kamışlı kentindeki Rus karargahında SDG liderleriyle yaptığı görüşmede, Türk saldırısını önlemek için M4 yolunun tamamının ve kuzeyinin Suriye ordusuna teslim edilmesi gerektiğini vurgulayarak yaptığı öneriyle Türk vizyonu örtüşüyor.
Kaynaklar al Ahbar’a, Chaiko’nun Rusya’nın 2019 Soçi Anlaşması’nda belirlenen görevlerinin uygulanmasını sağlamak için sınır şeridindeki bölgeleri tamamen Suriye ordusuna devretme planını gözden geçirdiğini doğruladı. Ancak SDG, üyelerinin bölge sakinleri olduğu ve herhangi bir tehlikeye karşı burayı savunma hakları olduğu göz önüne alınarak, askeri birimleri 30 kilometrelik alanda tutmayı taahhüt ediyor. Kaynaklar ayrıca, “SDG’nin Menbiç şehir merkezine veya sınır şehir merkezlerinden herhangi birine Suriye ordusunu sokmayı kesin olarak reddetmesi durumunda bu reddin, Türklerin tehditlerini sınırlarda uygulamaları için bir bahane olacağını” ifade ettiler.
Rusya’nın Şam-SDG hattındaki hamleleri, ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) Komutanı Michael Corella’nın Haseke eyaletini ziyareti ve SDG Başkomutanı Mazlum Abdi ile görüşmesine denk geldi. SDG medya merkezi, “ziyaret, terörle mücadele, istikrarı destekleme ve el Hol kampı ile IŞİD hapishanelerinin artan tehlikesini tartışma çabalarındaki ortaklığı teyit etmek için geldi” dedi. Merkez, Corella’nın “ABD ordusu ve hükümet kurumlarının Kuzey ve Doğu Suriye bölgelerine yönelik olası bir Türk saldırısına karşı olduğunu” doğruladığını aktardı. Corella’nın bu dönemdeki ziyareti, Amerika’nın Kürtleri Moskova, Tahran ve Şam ile yakınlaşma fikrinden caydırmak amacında.
TAHRAN VE BÖLGESEL İLİŞKİLERİN YENİDEN İNŞASI
Fatma SEYAHİ
Rai al Youm
İbrahim Reisi’nin göreve başlaması ve geçen yıl hükümetinin kurulmasından bu yana, bölgesel diplomasinin güçlendirilmesi Tahran’ın en önemli dış politika hedeflerinden biri haline geldi. Hüseyin-Emir Abdullahiyan’ın bu hükümetin dışişleri bakanı olarak atanmasından sonra, herkes Batı Asya bölgesinin yeni hükümette çabalarının odak noktası olacağını anladı. Tahran’ın bölgesel müzakereleri Bağdat’tan başladı ve şimdi Amman’a kadar ilerledi.
Geçtiğimiz aylarda İranlı yetkililer ve büyükelçilikler bölgesel diplomasiyi desteklemek amacıyla birçok yurtdışı seyahati gerçekleştirdi ve şimdi bu gezilerin ve verimli görüşmelerin sonucu Tahran’ın iki konuğu ağırlaması oldu. Biri Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, diğeri Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin. Elbette Moskova ve Ankara’nın Tahran’a yönelmeleri ana sorunları çözmek içindir.
Tahran ve Moskova arasındaki istikrarlı ilişkiler kimse için sır değil. Bu ikisi savaş meydanlarında yan yana savaşmış, ekonomik alanda zorluklarla ve yaptırımlarla karşılaşmışlardır. Orta vadede İran ve Rusya arasındaki koordinasyon ve ortaklıklar stratejik bir düzeye yükseltilmiştir. Bunun nedeni, bölgesel ilişkilerde ve küresel gelişmelerde Tahran ve Moskova için ortak tehditler ve fırsatlar bulunmasıydı. Suriye krizi, iki ülke arasındaki yakınlaşmanın odak noktası olmuş ve bugüne kadar İran ile Rusya arasında bir iş birliği ve koordinasyon alanı olarak konumunu korumuştur. Mevcut liderlerin Şam’ın geleceğine ilişkin Türkiye’nin huzurunda Astana süreci müzakerelerinde yapıcı kararlar almaları umulurken, Moskova, Ankara ve Şam arasında mümkün olan en iyi anlaşmaları formüle etmek için Tahran bu tur görüşmelere ev sahipliği yapıyor. Putin’in Tahran ziyaretinin bir diğer amacı, Rusya üzerinden bölgedeki iletişim koridorlarını güçlendirmekti.
Erdoğan’ın Rus ve Suriyeli yetkililerin katılımıyla Tahran ziyareti; Astana süreci müzakerelerinden daha önemli. İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan’ın geçtiğimiz günlerde Ankara’ya gerçekleştirdiği ziyarette önemli bir tartışma konusu Türkiye’nin sınır güvenliği sorunları oldu. Tahran ve Ankara’nın bu konuda hemfikir olmasının nedeninin bu gerçekçi bakış açısı ve Türkiye’nin koşullarını kabul etmesi ya da göreli iş birliği olduğu söylenebilir. Bağdat ve Şam, Tahran’ın stratejik müttefikleridir. İran, Ankara’nın askeri operasyonlarını durdurmak ve Türkiye’nin Suriye ve Irak sınırlarına güvenlik ve barışı yeniden sağlamak için elinden geleni yapacaktır. Şam ve Bağdat ile ittifak ve Ankara ile iş birliği tarihi, Tahran’ı sınır sorununda en iyi arabulucu haline getirdi.
Bugün, uluslararası arenadaki hemen hemen tüm analistler ve gözlemciler, İran-Arap ilişkilerinde bir açıklığın varlığı konusunda hemfikirdirler. İş birliği olasılıklarını bölgedeki çatışma olasılıklarından çok daha yakın ve makul görmektedirler. Tahran ve Riyad arasında devam eden müzakereler; Irak, Katar ve Umman’dan gelen arabuluculuk çabaları, Mısır ile görüşmeler ve BAE diplomatik misyonları, bölgede yakında gerçekleşecek siyasi değişikliklerin kanıtlarıdır. Arap liderlerin son resmi toplantısı olan Cidde toplantısında, İran’ın komşularından hiçbirinin Tahran’a karşı sert bir tavır almadığını kaydettik.
TAHRAN ZİRVESİ… STRATEJİK ÇIKARLARIN SESİ MEKANI DOLDURDU
Dr. Muhammed BEKİR
Rai al Youm
İran Cumhurbaşkanı ile Rus ve Türk mevkidaşlarını bir araya getiren Tahran Zirvesi’ni önceki üçlü toplantılardan ayıran şey, Putin’in ülkesinin Avrupa ve ABD ile en kötü ilişkileri yaşadığı bir durumda zirveye katılmasıydı. Rusya; Ukrayna işgalinin arka planına karşı, yaptırımların ve tecrit girişimlerinin “lanetini” Tahran ile paylaşmaya başladı.
Şekilleniş olarak, Biden’ın bölge gezisine ve Cidde’de düzenlediği zirveye tepki olarak zirve; eksenler oyununda ve mücadelesinde Rus-İran durumunun birliğinin açık bir onayı olarak göründü. Tahran’daki İran-Rus-Türkiye üçlü zirvesinin ardından şu noktalar özetlenebilir:
-Rusya’ya yönelik Batı yaptırımları; Kremlin’in de dediği gibi her iki taraftaki yaptırımları aşmak için iş birliği yolunda Rusya ve İran arasında daha derin bir ittifak kurdu.
-Zirvenin, Türkiye’nin güvenlik kaygılarını giderme yolunda kuzey Suriye’de daha büyük bir Rus varlığı kurması mümkündür ve burada tek kaybeden SDG olabilir.
Zirvenin kuzey Suriye bölgesinin hareketlenmesini sağlaması ve Amerikan varlığına karşı halk direnişine düzen ve destek vermesi mümkün. İran cumhurbaşkanının, Amerikan varlığını sona erdirme ve Suriye petrolü hırsızlığına son verme ihtiyacı konusunda Rus mevkidaşına açıkça söylediği şey buydu.
SOÇİ’YE DÖNÜŞ: “SEMBOLİZM” ARTIK ÇALIŞMIYOR
Muhammed NUREDDİN
al Ahbar
Yaklaşık 40 milyar dolar değerindeki anlaşmaların yapılması, ilişkileri geliştirme ve tüm alanları kapsama iradesini yansıtması nedeniyle Tahran’ın ev sahipliği yaptığı ve Vladimir Putin ile İbrahim Reisi’yi bir araya getiren en önemli zirveydi. Üç ana güç; yani Rusya, Çin ve İran’ın Batı ile karşı karşıya kalmalarında ısrarcı olmaları deneniyle diğer güçlerin, duruma göre onlara yaklaşma veya uzaklaşma eğilimi göstermeleri kaçınılmaz görünmektedir. Türkiye’nin Rusya ile iş birliğine gelince, Putin ve Recep Tayyip Erdoğan’ın odak noktası, Ukrayna tahılının dünyaya ihracatı için bir koridor açma misyonunun başarısını ortaya çıkardı. Bu durum, Türkiye’nin Batı ve Washington ile farklılıkları ne olursa olsun Moskova ve Kiev arasındaki tarafsızlık politikasından sapma sürecinde olduğu anlamına gelmiyor.
Tahran-Ankara ilişkilerine gelince, Erdoğan-Reisi zirvesi ilişkilerde büyük bir dengesizliği ortaya çıkardı. Her biri seksen milyondan fazla nüfusa sahip iki ülkenin tahvillerinde ancak yedi milyar dolarlık ticari iş birliğinden bahsetmek olumsuz bir işaret!
İran, Türkiye’nin en büyük doğal gaz ve petrol tedarikçilerinden biri ve Asya’ya açılan kapısı. Türkiye ise Avrupa’ya açılan ilk kapı konumunda. Yıllardır iki ülke yetkilileri, aralarındaki ticaret hacmini artırmaya yönelik umutlarını dile getirseler de başarılı olamadılar. Türkiye’nin İran’dan petrol ithalatını Batı yaptırımları nedeniyle azaltması, Azerbaycan lehine sonuçlandı. Olumsuz tabloyu artıran şey ise, Türkiye ile beş milyon nüfusa sahip İsrail arasındaki ticari ilişkilerin hacminin, iki taraf arasında son on yılda yaşanan gerginliğe rağmen dokuz milyar doları aşması. Belki de Erdoğan’ın bugün asıl kaygısı, ülkesindeki boğucu ekonomik krizle yüzleşmek için İran’ın yanı sıra Rusya’dan da daha ucuza enerji elde etmektir.
Astana sürecine gelince; üç cumhurbaşkanının açıklamaları Türkiye ile Rusya arasında Soçi Anlaşması imzalanmasından sonra Mart 2020’deki duruma benzer şekilde M4 otoyolunun açılmasına ilişkin anlaşma ve her iki taraftan da militanların çekilmesi noktasına bir dönüş niteliğinde. Ayrıca, Ekim 2019’da imzalanan ve Kürt güçlerinin 30 kilometre derinliğe çekilmesini öngören ve Türkiye’nin gerçekleştirilmediğini düşündüğü Soçi Anlaşması’na da atıfta bulunuyor. Kürtlerin 30 kilometre derinliğe çekilmesi ve M4 yolunun açılması konusunda anlaşmaya varıldığı haberleri doğruysa, bu bir tansiyonun düşmesi olabilir. Bununla birlikte, SDG ile Suriye ordusu arasındaki devir, daha önce olduğu gibi sembolik kalırsa ve sahadaki duruma kadar uzanan tam bir siyasi anlaşmaya dönüşmezse, pratik bir fayda sağlamayacaktır.
Aynı bağlamda herkes Suriye’de terörle mücadele taahhüt etmesine rağmen terörün ve teröristin tanımı konusunda bir anlaşma yapılmadı. Çünkü İran, IŞİD’e ek olarak İdlib’deki tamamen Türk sponsorluğundan yararlanan silahlı grupları; Ankara ise yalnızca Kürt Savunma Birlikleri (YPG) ve PKK’yi kastediyor.
Evrensel - 25 Temmuz 2022
No comments:
Post a Comment