Sunday, July 7, 2024

Yetkin Report - 7 Temmuz 2024 ÇİN SAHNEYE ÇIKIYOR: Ortak Mı rakip mi? Yazanlar : Rafet Akgünay (E.Büyükelçi) fatih Ceylan (E. Büyükelçi)

 Yetkin Report - 7 Temmuz 2024

ÇİN SAHNEYE ÇIKIYOR: Ortak Mı  rakip mi?

Yazanlar : Rafet Akgünay (E.Büyükelçi) Fatih Ceylan (E. Büyükelçi)


Rafet Akgünay (*)

Fatih Ceylan (*)

Asya-Pasifik veya Hint-Pasifik bölgesi dendiğinde Çin hiç kuşkusuz akla ilk gelen ülke oluyor. Soğuk Savaş ertesi dönemde Xi Jinping’in iktidara gelmesinden sonra Çin’in küresel düzeni doğrudan etkileyen büyük çaplı proje ve girişimlerle dünya gündemine oturmasını irdelemenin gereği bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor. Aynı gerçeklik, küresel bir aktöre evrilen Çin’in güvenilir bir ortak mı veya güçlü bir rakip mi olduğu noktasında düğümleniyor.

Travmatik bir tarih

Tarih boyunca etkin, güçlü ve evrenin merkezinde yer aldığı varsayılan Çin İmparatorluğu’nun, özellikle 19 uncu yüzyıl öncesinde başlayıp, 20 inci yüzyılın ilk yarısına kadar geçen dönem içerisinde zamanın ana aktörleri karşısında sürekli zemin kaybettiği görülmüştür. Özellikle, Afyon Savaşları’ndan Çin Halk Cumhuriyeti’nin (ÇHC) kurulduğu 1949 yılına kadar büyük Devletlerin güç mücadelelerine sahne olan bu dönem Çin tarihinde ‘aşağılanma yüzyılı’ olarak tanımlanıyor.
Uzun bir iç savaşın sonunda 1949’da Mao’nun iktidarı almasıyla birlikte Çin için kuşkusuz yeni bir çağ başlamıştı. Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) ülkenin sosyo-politik-ekonomik yaşantısına damgasını vurduğu bu yeni çağın başlangıcında Çin liderliğinin Çin’i küresel bir aktöre dönüştürmekten çok ÇKP’yi konsolide etmeye, toplumun tüm katmanlarını bu siyasal çerçeveye uyumlu hale getirmeye ve yoksulluk çemberini kırmaya öncelik verdiği gözlemleniyordu. Kuşkusuz, “aşağılanma yüzyılının” halk üzerinde yarattığı travmadan kurtulma hedefi de ön plana çıkmıştı.

Komünist Partinin dönüşümü

Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana ilkesel düzeyde egemenlik konusunda karşılıklı saygı, saldırmazlık, iç işlerine karışmama, eşitlik ve ortak çıkar ile barış içinde bir arada yaşama ilkeleri, Çin’in dış politika anlayışının temelini oluşturmaya devam ediyor.
Mao’nun 1976’da ölmesinden sonra, 1978 yılında Deng Xiaoping (Şaoping) işbaşına geçmiştir. Deng yönetimiyle birlikte Çin ekonomisi adım adım kapalı, devletçi yapıdan vazgeçip, dışa açık, piyasa ekonomisi olmaya doğru evrilmeye başlamıştır. Çin 20nci yüzyılın son çeyreğinde uygulamaya başladığı açılım politikaları ve elde ettiği ekonomik kazanımlar sayesinde dünya genelinde daha etkin bir pozisyona ulaşmıştır. Son yıllarda, küresel sistemin içinde bulunduğu darboğaz ve Çin’in ortaya koyduğu yapısal dönüşümler ise Çin’i küresel sistem içerisinde daha da etkin bir aktör olmaya itmiştir.
Öyle ki, uluslararası ilişkiler yazınında geleneksel olarak sert güç–yumuşak güç ikiliği üzerinden tartışılan Çin dış politikası, Çin’in küresel sistem üzerinde giderek artan etkinliği ile beraber “dünya düzeni” ve “küreselleşme” bağlamında tartışılmaya başlanmıştır.

İşbirliğine açık ama katı

Bu bağlamda, Çin’in bir yandan, bölgesel ve küresel iş birliklerini giderek daha fazla kullandığı, diğer yandan bölgesel konularda daha katı tutum aldığı görülüyor.
Aslında, Çin dış politikasına uygulama düzeyinde bakıldığında, çerçeveyi Komünist Partisi’nin önceliğini oluşturan rejim güvenliğinin çizdiği gözleniyor. Bu bağlamda, Pekin’in dünyanın önde gelen gücü olma arzusunun giderek görünür bir hal aldığı ve ön plana çıktığı söylenebilir.
Geleneksel olarak Çin halkının, ülkelerini çok eski tarihlere dayanan, zengin bir kültüre sahip, barışçı bir ülke olarak algıladıklarını görüyoruz. Aynı şekilde, Çin’in istikrarının sürdürülebilmesi için otoriter bir rejim gerektiği de halkın büyük çoğunluğunca kabul edilmektedir.
Çinlilerin çok büyük bir kesimi, 19. ve 20. yüzyıllarda yaşadıkları aşağılanmanın yarattığı travmadan kurtulmalarının ancak eski günlerdeki gibi dünyanın en zengin ülkesi haline dönüşmeleri; başta Tayvan, emperyalizme kaybedilen toprakların geri alınması; Japonya dahil emperyalist ülkelerin kendilerinden özür dilemesi ve yabancıların Çin’i incitecek söylemler kullanmaktan çekinir hale gelmeleriyle mümkün olabileceğini düşünmektedir.

“Sahneye çıkma zamanı”

Hal böyle olunca, Çin’in önceliği Dünya’nın Çin’i nasıl gördüğünden ziyade kendi halkının algısıdır. Dolayısıyla, Parti için ekonomik kalkınma gerekli, ancak tek unsur değildir. 1980’lerin başından son zamanlara kadar Çin, “kapasitemizi saklı tutalım ve zaman kazanalım” (‘hide our capacities and bide our time’) şeklinde özetlenen bir politika izleyegelmiştir. Ancak, şimdiki Cumhurbaşkanı Xi Jinping (Şi Cinping), açıkça, Dünya “sahnesinde merkezi bir yer almamızın zamanı geldi” şeklinde bir açılım yaparak daha önce kullanılan ÇHC’nin “gelişmekte olan ülke” söylemini terk etmiştir.
Bu tutumun tabiatıyla uluslararası ilişkiler bakımından yansımaları olacaktır. Öncelikle ABD, bir süredir ekonomik alanda da Çin karşıtı bazı görünür adımlar atmaktadır. Dolayısıyla, Çin ile ABD’nin bir şekilde karşı karşıya gelmeleri kaçınılmaz bir sonuç olarak tezahür etmiştir. Çin, bu durumda ekonomi-ticaret diplomasisine ağırlık vermek gereğini duymuş ve -görünen odur ki- kapsamlı ulusal gücünün sınırları ötesindeki gelişmeleri etkileyebileceği sonucuna varmıştır.

Çin ve genişleme siyaseti

Nitekim, son zamanlarda bazı önemli dönüşümlerin işaretleri alınıyor. Bu dönüşümler “yeni-tip uluslararası ilişkiler” gibi söylemler eşliğinde çok uluslu iş birliklerini önceleyen, bu itibarla “tek kutuplu dünya düzenine” meydan okuyan ve küresel yönetişim alanına farklı bir yaklaşım sunan girişken bir anlayışa işaret ediyor. Örnek olarak, iklim değişikliği, ekonomik işbirliği, kazanımların veya zararların paylaşımı, inovasyonların ücretli veya ücretsiz olarak diğer ülkelere de açılması, siber güvenlik ve Kuşak Yol Projesi gibi başlıca unsurlar göze çarpıyor.
Uluslararası ilişkiler bağlamında Çin’in, diğer ülkelere genellikle profesyonelce, ancak her zaman iyi bir planlama ve hesaplamayla yaklaştığı gözlenmektedir.
ABD dışında en önemli sorunları, bir kısmı karşılıklı duygusal nedenlere dayanan komşu ülkeler ve özellikle deniz sahaları ile ilintilidir. Tayvan, Vietnam, Güney Kore, Japonya bu ilişkilerine örnek olarak gösterilebilir. Bu alanlarda, kendine güveni artan ÇHC’nin daha genişleyici, dolayısıyla zorlayıcı politikalar peşinde koşmaya başladığı da gözden kaçmamaktadır.

Küresel ve aktif politika

Bu bağlamda, meseleye nereden bakıldığına bağlı olarak, birbirini tamamlayan veya birbiriyle çelişen yaklaşımlar izlediği söylenebilir. Ne var ki, Çin’in bölgesel tavrının sertleşmekte olduğu gerçeği ortadadır.
İlkesel düzeyde geleneksel dış politika anlayışı ile sürekliliğin devam ettiği görülse de uygulamada Çin’in düşük profilli, sessiz dış politika anlayışını terk ederek, küresel ve bölgesel ölçekte etkin ve aktif bir dış politika benimsediği gözlemleniyor. Bu çerçevede, Çin mevcut çok taraflı kurumlarda katılım ve etkinliğini arttırmış, yeni kurumların kurulması için öncü roller üstlenmiş ve bölgesel konularda daha etkin politikalar benimsemeye başlamıştır.
Çin liderliğinin bu dönemde, içeride birlik-bütünlük-refahı kamusal (ÇKP) anlayışın egemenliğinde güvence altına almak ve ekonomik-ticari ağlarını geniş ölçekte yaymak suretiyle küreselleşme dalgasından Çin lehine yararlanmayı esas aldığı görülmektedir. Nitekim Çin yönetici sınıfı, ÇKP’nin belirlediği ölçüde özel sektörün gelişmesine de olanak sağlayarak dünya çapındaki ekonomik ilişkilerinde olabildiğince liberal bir çizgi benimsemekten kaçınmamaktadır.

Avrupa ve ticari reformlar

Çin, sertleşen bölgesel tavrının yanı sıra, dış politikasının omurgasını Orta Asya’dan Avrupa’ya kadar uzanan bir sahada ticaret ve yatırım ortaklıkları, çok uluslu finansal yapılar ve ülke/proje bazlı finansal destek imkanlarının sağlanması üzerine kurmaktadır.
Böylelikle Çin’e dair mevcut analizler Çin’i, artan düzeyde “küreselleşme”, “yumuşak güç” ve “sert güç” denkleminde ele almaya başlamıştır. Böylece, geçmişte yoksulluk ve geri kalmışlıkla tanınan Çin’de istikrar, gelişme ve refahın öncelenerek, özellikle ekonomik-ticari reformlara hız verildiği gözleniyor. Başlatılan bu süreçte tabiatıyla Çin’in kendisine özgü değerlerine dayalı sosyalizm ülküsü temelinde hareket ediliyor.
2012’de işbaşına geldikten sonra Xi Jinping’in, öncüllerinden devraldığı mirası, küresel çapta proje ve girişimlerle daha da ileri götürmeye dayalı iddialı bir stratejiyi hayata geçirdiği gözlemleniyor.
Bu çerçevede 2013’te Kuşak-Yol Girişimi’yle başlayan süreç, bilahare yerli ve millî üretimi güçlendirmeye dayalı “Made in China” projesi ve 2030’da Çin’i Yapay Zeka’da birinci sıraya yerleştirmeyi hedefleyen vizyonla pekiştiriliyor.

Hedef 2049’da 1 numara

Bu açılımların ardından dünya kamuoyuna “Küresel Kalkınma Girişimi”, “Küresel Güvenlik Girişimi” ve “Küresel Uygarlık Girişimi” adı altında ölçeğin artık küreyi kapsadığı projeler arka arkaya ilân ediliyor. Tüm bu tasavvurları taçlandırmak üzere “Küresel Çin 2049” vizyonu ortaya konuyor. Küresellik esası ve ölçeğine dayalı iddialı projeler ve bunların üstündeki vizyonun temel hedefi ise Çin’i, Çin Halk Cumhuriyeti’nin, dolayısıyla ÇKP’nin kuruluşunun 100. yıldönümünde her alanda dünyanın 1 numaralı ülkesi yapmak olarak tanımlanmış durumda.
Çin’in veri temelli somut yükselme çizgisi karşısında ABD’nin, özellikle Trump yönetiminden bu yana Çin’i, küresel siyasetinde kendisine ana rakip ve tehdit olarak görme eğilimini sergilediği iyice su yüzüne çıkıyor. Geldiğimiz aşamada ise, hemen her alanda gözlenen ABD-Çin rekabetinin günümüz uluslararası siyasetine damgasını vuran temel bir veri haline dönüştüğü yadsınamaz bir tabloyu ortaya koyuyor.
Giderek derinleşen bölgesel ve küresel ölçekteki stratejik rekabetin gerek Uzakdoğu’da, gerek her ikisi de tek kutupluluğa karşı çıkan Çin-Rusya ilişkilerindeki etkileri, rekabete dayalı güncel küresel güç mücadelesinin ana bileşenlerinden birine dönüşmüş bulunuyor.

Türkiye, Çin ve Rusya

Türkiye’yi çevreleyen bölgeye de doğrudan yansımaları olan akışkan ve çatışmacı bir küresel ortamda Çin’in politikaları ile Çin-ABD rekabetinin izlerini ve giderek derinleşen Çin-Rusya ilişkilerinin dünya siyasetine etkilerini siyasa ve akademik boyutlarıyla yakından izlemek küresel siyasetin içinde bulunanlar ve bunu uygulayanlar açısından yüzleşilmesi kaçınılmaz bir olguyu simgeliyor.
Değişim halindeki uluslararası sistemin elbette Asya-Pasifik bölgesinde Japonya, Güney Kore ve Avustralya gibi aktörler ile Çin arasındaki ilişkileri de dönüştürmeye başladığı ve güvenlik eksenini ön plana çıkaran bir eğilimi desteklediği görülüyor.

Çin-ABD rekabeti

Dünya siyasetinde Çin’in artık üstü örtülmesi mümkün olmayan konumunu, dış siyaset- ekonomi-ticaret-teknoloji-güvenlik boyutları itibarıyla değerlendirmek üzere bu yorum-analizin yazarları olarak “Küresel Aktör Çin: Çin- ABD Rekabeti” başlığını taşıyan önemli bir eserin eş-editörlüğünü yaptık. Bu bağlamda, bölgede görev yapmış büyükelçiler ile bu alanda çalışan akademisyenlerimiz tarafından kaleme alınan dokuz ayrı makalede özellikle ABD-Çin rekabetinin ve Çin’in Asya-Pasifik ülkeleriyle ilişkilerindeki dinamik ve özelliklerin etraflıca irdelenmesini sağladık.
Eserin, uluslararası ilişkiler disiplininde sahada görev yapan uygulayıcılar ile akademik çalışmalar yürüten çevreler için ufuk açıcı bir katkı oluşturduğu kanaatindeyiz.
Günümüzde Çin’i ve izlemekte olduğu politikaları farklı perspektiflerden anlamaya çalışanlar için kitabın önemli referans kaynakları arasında yer almasını umuyoruz.

(*) (E) Büyükelçi

(*) (E) Büyükelçi

No comments:

Post a Comment