Mustafa Durmuş’un, Devlet Mali Krizi’nin
Eşiğindeyiz başlıklı, 27 Ağustos 2020 tarihli yazısını okuyabilirsiniz.
Artık krizleri yazmak, konuşmak
istemesek de içinden geçmekte olduğumuz süreç bize bunu dayatıyor. Krizsiz bir
dünya yaratana kadar kapitalizmin neden olduğu ekonomik, sosyal ve ekolojik
krizleri ve çöküşleri (kuşkusuz çözümleri de) yazmayı sürdürmek toplumsal
sorumluluğumuzun bir gereği.
Türkiye ekonomisinin bu yıl ciddi oranda
küçüleceğini artık sağır sultan bile duydu. Dünya Bankası bu küçülmenin yüzde –
3,8, IMF yüzde – 5 ve OECD yüzde -6’ya yakın bir oranda gerçekleşeceğini
öngörüyor. (1)
Küçülme kaçınılmaz zira Korona Salgını yüzünden (Çin
ekonomisi haricinde), tüm dünya ekonomileri küçülüyor. Türkiye ekonomisi ise
2018 yılında zaten resesyondaidi ve 2019 yılında bu durumdan çıkamamıştı.
Korona Salgını ile birlikte, Mart ayından itibaren yaşanan arz ve talep yönlü şoklar
yüzünden, çok daha büyük çaplı bir kriz dalgasının etkisi altına girdi.
Diğer yandan krizin tek sorumlusu olarak
Korona Salgınını görmek ciddi bir yanılgı olur. Çünkü Salgın öncesinde de ülke
ekonomisini krize sürükleyen; başta sistemik iktisadi nedenler olmak üzere,
artan militarizm, sürdürülen savaşçı politikalar ve otoriter siyasal İslamcı
yeni rejimin beraberinde getirdiği politik belirsizlikler ve riskler gibi
nedenler de söz konusuydu.
Birkaç bölümden oluşan bu yazımızın bu
bölümünde ülkede yaşanan çoklu krizlerden birini, ‘devlet mali krizi’ni
irdeleyeceğiz. Somut olarak Türkiye’deki son kamu maliyesi verilerinden
hareketle, ekonomik krizin nasıl devlet mali krizine dönüştüğüne odaklanacağız
(bu krizin spesifik bir biçimde hangi yollarla bir bankacılık krizine yol
açabileceği konusunu ise daha sonraki yazılarımızda ele alacağız).
Reel
ekonomide yaprak kıpırdamıyor
Okuyucunun sabrına güvenerek,
analizimize öncelikle Türkiye ekonomisi ile ilgili bazı temel reel göstergeleri
sunarak başlayalım.
Ülkede bugünlerde yeni yatırım da,
yatırım ortamı da yok. Sabit sermaye yatırım harcamalarındaki bu yılın ilk
çeyreğindeki düşüş Salgının etkili olmaya başladığı Nisan ayından itibaren daha
da derinleşmiş görünüyor. Aynı zamanda perakende satışlar ve özel tüketim
harcamaları da azaldı. Tüketici ve yatırımcı güven endeksleri düşmeyi
sürdürüyor. Sanayi üretimi bu yılın ikinci çeyreğinde (bir önceki yılın aynı
çeyreğine göre) yüzde – 16,9 azaldı.(2) 2019’da artıya dönen cari açığın bu yıl
yüzde -3,2 olması bekleniyor. (3) Geniş tanımlı işsizlik ve istihdam kaybı
oranı yüzde 50, gerçek işsiz sayısı 17,2 milyon oldu.(4) Gerçek enflasyon
ve yoksulluk oranı ise yüzde 30’un üzerinde seyrediyor.
Finansal
göstergeler endişe veriyor
Finansal göstergeler açısından da durum
hiç iç açıcı değil. Örnek olarak dolar kuru 7,40’ın üzerine çıkarak tarihsel
bir zirve yaptı. Merkez Bankası kurdaki bu yükselişi durdurabilmek için
likidite sıkılaştırmasıyla faizleri (dolaylı da olsa) yükseltmek durumunda
kaldı.
Finans dışı özel sektörün net döviz
pozisyonu açığı 165 milyar doları aşıyor. (5) Ülkenin CDS’leri, eşiği çok
aşarak Ağustos ayında 560 puana yaklaştı.(6) “Döviz rezervlerindeki düşüş,
zayıf para politikası, negatif reel faiz ve kısmen güçlü kredi teşvikinin
tetiklediği yüksek cari açığın dış finansman risklerini artırdığı”
gerekçesiyle, kredi derecelendirme kuruluşu Fitch ülkenin not görünümünü
negatife düşürdü. (7)
Merkez Bankası döviz rezervleri sadece 6
ayda 30 milyar dolar eridi, döviz swapları çıkartıldığında ise eksiye dönüyor.
7 Ağustos itibariyle yurt dışına sermaye çıkışları 12 milyar doları buldu. (8)
Bu süreçte görev zararları artan kamu
bankalarının döviz açık pozisyonları da, yasal sınır olan sermayelerinin yüzde
20’sini aşarak, yüzde 30’a ulaştı.(9) Bankacılık sektöründe kârlılık oranları
düşerken (10), KOBİ’lere ait takipteki kredilerin oranı yüzde 7’ye aştı. (11)
Daha da
kötüleşen devlet maliyesi
Dahası ülkenin sorunları sadece ekonomik
küçülme gibi reel ekonominin yaşadığı sorunlarla ya da döviz açığı, yüksek kur,
batık krediler gibi finansal sorunlarla sınırlı değil. Devlet maliyesi alanında
da ciddi sorunlar yaşanıyor. Bir başka anlatımla; ekonomik kriz sürerken,
finansal kriz kapıda beklerken, devlet mali krizi de bir süredir “sırada ben de
varım” demeye başladı.
Vergi
gelirleri azalırken, bazı devlet harcamaları ciddi olarak arttı
Bu duruma yol açan mali faktörleri şöyle
özetlemek mümkün: Toplanamayan, sık sık affedilen, uzlaşma yoluyla eksik alınan
ve Korona Salgını yüzünden indirim, erteleme biçiminde özel sektörden tahsil
edilmeyen vergiler ve diğer mali yükümlülükler ciddi boyutlara ulaştı.
Diğer yandan Salgın nedeniyle başta
sağlık harcamaları olmak üzere, sermaye sınıfına verilen teşvikler,
sübvansiyonlar, büyük inşaat ve enerji şirketlerinin kurtarılması için verilen
mali desteklerde ciddi artışlar söz konusu.
Bunlara bir de piyasaya göre daha ucuz
faizlerle kredi ve düşük kurdan döviz sattıkları için zarar eden kamu
bankalarının zararı, bir türlü düşürülemeyen ve çok büyük bir kısmı halkın
refahı ile ilgili olmayan lüks devlet harcamaları, askeri harcamalar, iç
güvenlik harcamalarını ve Kamu Özel İşbirliği yöntemi altında yapılan büyük alt
yapı projelerinin bütçeye getirdiği yükleri de dâhil ettiğimizde durum iyice
kötüleşiyor.
Devlet maliyesindeki bu gelişmelerin
sonucunda, özel ekonominin yanı sıra devlet de artık kriz potasına girmiş
durumda. Sırasıyla; bütçe açığı, Hazine nakit açığı, kamu borçlanması ve faiz
ödemeleri önlenemez bir biçimde artış gösterdi. Öte yandan devlet mali krizi
devletin sınırları içinde kalmadı ve bankacılık krizini de tetiklemeye başladı.
Goldscheid’den
O’Connor’a devlet mali krizi
‘Devlet mali krizi’ yeni bir kavram
değil. Bu kavramı ilk kullanan iktisatçının mali sosyolojinin de öncülerinden
R. Goldscheid olduğu kabul ediliyor.
Goldscheid, feodalizm sonrasında feodal
devletin yerini alan kapitalist devleti ‘vergi devleti’ olarak niteliyor ve bu
yapının içinin sermayedarlar tarafından boşaltılarak mali bir krize sokulduğunu
ileri sürüyor. Ona göre mali kriz, finans sermayeye yapılan yüksek borç servisi
ödemeleriyle, bu da işçilerin daha ağır biçimde vergilendirilerek sermaye
sahipleri tarafından daha fazla sömürülmesiyle sonuçlanıyor.(12)
Goldscheid’ten etkilenen
Schumpeter’e göre, bir zamanlar feodal egemenlere (devlete) ait
olan mülkiyet özel sektöre geçip piyasalar gelişmeye başlayınca, vergileme
devletin temel gelir kaynağı oldu. Böylece ‘vergi devleti’ ile kapitalizmin
yükselişi aynı sürecin birbirinden ayrılmaz parçaları oldular. Diğer yandan,
süreç içinde devletin gelire olan ihtiyacı aşırı bir şekilde arttığında bu
durum artık sürdürülemez bir hale gelir ve vergi devleti çöker.(13) Kısaca
Schumpeter’e göre devletin özel sektöre olan finansman yönünden bağımlılığı
(son tahlilde) vergi devletinin çöküşüne neden olacaktır.
Ancak kavrama asıl anlamını veren kişi
İkinci Dünya Savaşı sonrasının Marksist iktisatçılarından J. O’Connor’dur.
Sınıfsal
çelişki ve çatışma mali krizin nedeni
O’Connor’a göre, kapitalist devletin
kabaca birbiriyle çatışan iki işlevi mevcut: “Sermaye birikimini sağlamak” ve
“bunu toplum nezdinde meşrulaştırmak”. Yani devlet bir yandan özel sermaye
birikimini kârlı kılabilecek koşulları yaratmalı, diğer yandan da toplumsal
uyumu / uzlaşmayı korumalıdır. (14)
Öte taraftan pratikte, birbiriyle
uzlaşmaz çelişki içinde olan sosyal sınıfların çıkarlarını yansıtan bu iki
işlev devletin bir mali krize girmesiyle sonuçlanır. Şöyle ki; kapitalist
devlet sermayenin karşılaştığı maliyetleri sosyalleştirirken, kârların özelde
kalmasını sağlar. Böylece kârlı bir sermaye birikimini oluşturmaya dönük olarak
yapılan devlet harcamaları, devlet destekleri sürerken, bunları finanse etmesi
beklenen vergiler yeterince artırılamaz. Çünkü sermaye sınıfı vergi vermeye
yanaşmaz. Halkın vergi ödeme gücününse bir üst sınırı mevcuttur. Bunun
sonucunda devlet gelirleri ile devlet harcamaları arasında yapısal bir açık
oluşur. Bu da mali bir krize neden olur.
Özetle devlet mali krizi teorisi
perspektifinden; devlet harcamaları artarken, devlet geliri yaratma kapasitesi
bunun çok gerisinde kaldığında (yapısal açık), ‘vergiye dayalı devlet’ kendi
mali çöküşünün tohumlarını da atmış olur.
Bütçe
artık yama tutmuyor
Bu perspektiften Türkiye’de neler olup
bittiğine bakalım. Bunun için de öncelikle bütçe açığından başlayalım.
Merkezi Yönetim Bütçesi açığı son
yıllarda sürekli artarak; 2016 yılında – 38,2 milyar liraya, 2017 yılında –
60,4 milyar liraya, 2018 yılında -72,8 milyar liraya yükseldi.
2019 yılında – 80,6 milyar lira
olan açığın 2020 yılında -138,9 milyar lira olması öngörülmüştü. Ancak 2020
yılının sadece 7 ayında (Ocak-Temmuz) bu açık – 139,2 milyar lira olarak
gerçekleşti. Tek başına Temmuz ayındaki açık ise – 29,7 milyar lira oldu. (15)
Gerçekte açığın çok daha yüksek çıkması
gerekiyordu. Çünkü bu 7 ay içinde sadece Ocak ayında bütçe 21,5 milyar lira
olmak üzere fazla verdi. (16) Bu fazlanın nedeni bu ay Merkez Bankası’nın
yapılan olağanüstü genel kurulunda kurumun geçen yılki kârının yüzde 90’ının ve
geçen yıllardan kalan ihtiyat akçesinin Hazine’ye kâr payı olarak aktarılması
kararının alınmış olması.
Tahminlere göre bu yıl 50-55 milyar lira
civarında bir Merkez Bankası kaynağı (vergi dâhil) Hazine’ye aktarılmış
olacak. (17) Ocak ayında bu aktarmanın bir kısmının yapıldığı anlaşılıyor.
Kısaca Merkez Bankası kârı ve ihtiyat akçesi olmasaydı (tıpkı geçen yıl olduğu
gibi) bu yıl da bütçe açığı çok daha fazla olacaktı.
Bütçe Açığı (Milyar TL)
2016 |
2017 |
2018 |
2019 |
2020 (İlk 7 ay)* |
|
-38,2 |
-60,4 |
-72,8 |
-80,6 |
-139,2 |
(* Bu yılın tamamında öngörü -138,9 TL)
Bu gelişmeyi kısaca yorumlayalım: Bu yıl
öngörülen açık miktarı daha ilk 7 ayda aşıldı. Geçen yıl Temmuz ayında
bütçe 9,9 milyar lira fazla verirken, bu yılın Temmuz ayında bunun açığa
dönüşerek – 29,7 milyar liraya çıkması, açığın yüzde 400 arttığı anlamına
geliyor.
7 ay (Ocak-Temmuz) olarak bakıldığında;
2019 yılında bütçe açığı -68,7 milyar iken, bu 2020 yılının aynı döneminde
-139,2 ‘ye yükseldi. Bu yaklaşık yüzde 103’lük bir artış demek oluyor.
Bu gelişmeler Dünya Bankası’nın son
raporunda bütçe açığının tarihsel zirve olarak milli gelirin yüzde – 5,2’sini
bulacağı öngörüsünü doğrular nitelikte (Maastricht Kriteri olan yüzde – 3’ün
neredeyse 2 katı).
Faiz
dışı açık yüzde 482 arttı
Bu arada bir ayrıntıya da dikkat
çekmemiz gerekiyor: Faiz Dışı Denge. Bu kavram faiz ödemeleri düşüldükten
sonraki bütçe ya da Hazine dengesini gösteriyor. Ortaya çıkan fark pozitif ise
faiz dışı fazladan (FDF), negatif ise faiz dışı açıktan (FDA) söz ediliyor. Bu
açığın hızla büyümesi devletin yapısal bir mali kriz (dolayısıyla borçlanma
yönündeki baskı) içinde olduğuna işaret ediyor.
Bu çerçevede geçen yılın Temmuz ayında +
17,6 milyar lira olarak faiz dışı fazla verilmiş iken, bu yılın ilk 7 ayında bu
fazla açığa dönüştü ve yüzde 220,5 oranında artarak – 21, 2 milyar liraya
çıktı. 7 aylık (Ocak –Temmuz) faiz dışı denge ise – 59,4 milyar lira oldu (bu
arada yılın ilk 7 ayında Hazine borçlanmalarından dolayı 79,7 milyar lira faiz
ödendi. Bu geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 36’nın üzerinde artış demek).
Böylece 2019 yılının ilk 7 ayında sadece
– 10,2 milyar lira olan faiz dışı açık 2020 yılının aynı döneminde yüzde
482’lik bir artış ile – 59,4 milyar liraya çıktı.
Faiz Dışı Denge (Milyar TL)
2019 (Ocak-Temmuz) |
2020 (Ocak-Temmuz) |
Artış hızı (%) |
-10,2 |
-59,4 |
482 |
Faiz dışı açıktaki artışın bu denli
yüksek olması devlet maliyesinin sorununun sadece yüksek faiz ödemelerinden
ibaret olmadığını gösteriyor. Asıl sorun artık faiz dışı ve bir türlü
azaltılamayan devlet harcamaları. Yani artık devlet maliyesinin dengesizliğine
neden olan bazı temel yapısal faktörlerin devrede olduğu çok açık.
Korona
sermaye vergilerini azaltırken, ÖTV ve KDV halkın sırtına iyice bindi
Bu yapısal faktörleri gözden geçirelim.
Öncelikle bütçe açığının bir tarafını oluşturan vergi geliri tahsilatları
durgun seyrediyor. Bu durgunluğun sebepleri arasında; Korona Salgınının neden
olduğu ekonomik krizin vergi ödeme gücünü azaltması, vergi toplama gayretini
zayıflatması, sıklıkla çıkartılan vergi afları ve yüksek enflasyonun vergi
gelirlerini reel olarak düşürmesi gibi faktörler var.
Örneğin geçen yıl aynı dönem ile
kıyaslandığında bu yıl (Ocak-Temmuz) 7 aylık dönemde bütçe açığının diğer
belirleyeni olan devlet harcamalarındaki artış yüzde 39,1 (faiz hariç yüzde
42,2) olurken, vergi gelirleri artışı yüzde 30,3’ de kaldı.
Vergi gelirlerindeki bu artış da asıl
olarak, yüzde 81 oranında artan ÖTV ve yüzde 35 oranında artan KDV
gelirlerinden kaynaklandı. Çünkü Gelir Vergisi tahsilatları yüzde -1 ve
Kurumlar Vergisi tahsilatları yüzde -23 civarında azaldı. Diğer yandan
vergi dışı devlet gelirleri yüzde – 74 civarında azalınca, toplam bütçe
gelirleri yüzde – 7,4 oranında düştü.
Kısaca bütçe giderleri hızla artarken
bütçe gelirlerinin düşmesi bütçe açığını artırdı.
Bütçe gelir ve giderlerinde artış
Kamu harcamalarında artış (%) |
Vergi gelirlerinde artış (%) |
Vergi dışı bütçe gelirlerinde artış
(%) |
|
(Ocak-Temmuz 2020) |
39,1 |
30,3 |
–
74,0 |
Bu dönemde faiz ödemelerinin dışında,
Korona Salgını yüzünden başta sermaye kesimi olmak üzere çeşitli kesimlere
verilen mali destekler, sermayeye verilen ucuz faiz ve döviz desteği yüzünden
kamu bankalarının artan görev zararları belirleyici oldu.
Hanelere verilen destekleri de kapsayan
bu “cari transfer harcamaları” adı da verilen harcamalar bütçe ödeneklerinin
yaklaşık yüzde 44’ünü oluşturuyor. Bu kalemdeki artış ise yüzde 30 oldu.
Abartılı
güvenlik harcamaları krizi tetikliyor
Diğer yandan (üzerinde konuşulması çok
da istenmeyen), ancak hız kesmeden de devam eden ve kimilerine göre “güvenlik
harcaması” (savunma ve iç güvenlik gibi), kimilerine göre “militarizm ve
otoriterleşmeye dönük harcamalar” ya da bazılarınca “savaş harcamaları” olarak
adlandırılan harcamalar bütçenin harcamalar tarafını etkileyen en önemli gider
kalemi oldu.
Öyle ki 2017 yılı sonu itibariyle iç ve
dış güvenlik kurumları (savunma hizmetleri + kamu düzeni ve güvenlik) toplam
olarak merkezi yönetim bütçesinin yaklaşık yüzde 11’i civarında kaynak
kullandı. Buna adalet hizmetlerine ayrılan yüzde 1,1 civarındaki pay da
eklendiğinde, bu pay yüzde 12,1’e çıkıyor. (18)
2020 yılı Merkezi Yönetim Bütçesi
ödeneklerinin dağılımı ise çok daha çarpıcı (19). Bu ödeneklerin yüzde 13,2’si
(145 milyar lira) iç ve dış güvenlik ve yargılama hizmetleri için ayrılmış
durumda.
Ancak buna sermayelerinin tamamına
yakını devlete ait olan Aselsan, Roketsan, Savunma ve Hava Sanayi, TAİ, STM
gibi ‘Askeri Sanayi Karması’nın ulusal örneklerini oluşturan şirketlerin güvenlik
hizmetine dönük üretimleri için kullandıkları kaynak olan 98,5 milyar lira ve
Savunma Sanayi Destekleme Fonu’nun (SSDF) 23,9 milyar liralık harcaması
dâhil edildiğinde bu rakam 272,9 milyar liraya ve oran yüzde 25’e yükseliyor.
Denetlenemeyen
askeri harcamalar
Bütçe dışı bir fon olduğu için Meclis
denetimine tabi olmayan ve yaptığı harcamaların detayları gizlilik gerekçesiyle
Meclis ile dahi paylaşılmayan Savunma Sanayi Destekleme Fonu bünyesinde 2018
yılında yaklaşık 24 milyar lira gelir elde edildi. Aynı yıl güvenlik ve
savunmaya yönelik araç, gereç ve savaş teçhizatı alımına 22,5 milyar liralık
harcama yapıldı. (20)
Bu fonun gelir kaynakları 28 Kasım 2017
tarih ve 7061 sayılı Yasa ile daha da güçlendirildi ve 2018 yılından itibaren
Gelir ve Kurumlar Vergisinin SSDF’ye aktarılan payı yüzde 6’ye çıkartıldı,
Motorlu Taşıtlar Vergisinin yüzde 20’si ve Veraset ve İntikal Vergisinin yüzde
25’i de bu fona aktarılmaya başlandı.
Bir çalışma ülkedeki Askeri Sanayi
Karması ve askeri harcamaların geleceğine ilişkin önemli bulgular sunuyor.
Buna göre (21) Türkiye Savunma Sanayi
Başkanlığı’nca yayınlanan 2019-2023 dönemi için stratejik planda; Türk savunma
sektörünün gelirlerinin 26,9 milyar dolara, ihracatının ise 10,2 milyar dolara
çıkartılması hedefleniyor. Türkiye Savunma ve Havacılık Sanayi Üreticileri
Birliği tarafından Nisan ayında açıklanan 2019 sanayi verilerine göre ise;
sektörün ihracatı 2019 yılında yüzde 40,2 artarak (2018’deki 2,2 milyar
dolarlık düzeyden) 3,1 milyar dolara yükseldi. Toplam satışları ise yüzde 24,2
artarak (2018’de 8,8 milyar dolara kıyasla), 10,9 milyar dolara yükseldi.
Sonuç olarak, silah sanayi sektörünün
satışlarının dörtte üçünün iç pazarda kullanıldığı ve bunun temel alıcısının da
devlet olduğu dikkate alınırsa; sermaye kesimine verilen desteklerin yanı sıra,
ülkedeki otoriterleşme ve militarizmi artırmada kullanılan devlet
harcamalarının faiz dışı açığı artıran, böylece de devlet mali krizine yol açan
faktörlerden biri olduğunun altını çizmek gerekiyor.
Kapitalizmin, krizleri derinleştikçe,
savaşlara yönelmesi Birinci Paylaşım Savaşından bu yana kanıtlanmış olan bir
olgu. Bugün de, bu yönde olmak üzere tüm dünyada hem ırkçılık, hem de
militarizm yükseliyor. Savunma amacını fazlasıyla aşan büyüklüğe erişen askeri
harcamalarsa böyle savaşları gündemde tutmaya yarıyor.
Diğer yandan, dünyanın her yerinde
savaşı, ölümü ve öldürmeyi kutsamak yerine, ısrarla ve inatla barışı, yaşamı ve
yaşatmayı savunanların mücadelesi de kesintisiz sürüyor.
Mali bir krizin de tetikleyicisi olan
savaş harcamalarının arttığı bir dönemde de olsa, çok önemsediğimiz için
her yıl alanlara çıktığımız bir gün olan 1 Eylül Dünya Barış Günü tüm dünya
halklarına kutlu olsun.
Sonraki
yazı: İçi boşalan Hazine ve önlenemeyen devlet borçlanması
Anahtar
sözcükler: Devlet mali krizi, Bütçe açığı, Faiz dışı denge, Koronavirüs,
Goldscheid, Schumpeter, O’Connor, Askeri Sanayi Karması,1 Eylül Dünya Barış
Günü.
Dip
notlar:
§ World Bank Group, Turkey Economic Monitor, August
2020: Adjusting the Sails, worldbank.org. s.
65.
§ TÜİK, Sanayi Üretim Endeksi, Haziran 2020, Haber
Bülteni (14 Ağustos 2020), http://www.tuik.gov.tr.
§
World Bank Group, agr. s. 15.
§ http://disk.org.tr/2020/08/covid-19-istihdami-vurdu-issizlik-ve-is-kaybi-toplami-17-2-milyon (10 Ağustos 2020).
§ TCMB, Mayıs Ayı Finansal Kesim Dışındaki Firmaların
Döviz Varlık ve Yükümlülükleri, https://www.tcmb.gov.tr (5
Ağustos 2020), s. 1
§ https://tr.investing.com/rates-bonds/turkey-cds-5-year-usd (24 Ağustos 2020).
§ https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/kredi-derecelendirme-kurulusu-fitch-turkiyenin-not-gorunumunu-negatife-dusurdu (23 Ağustos 2020).
§ https://www.dunya.com/kose-yazisi/bu-doviz-cikisina-rezerv-dayanmaz-zaten-dayanmiyor (20 Ağustos 2020).
§
https://www.bloomberght.com/kamu-bankalari-tl-yi-savunmak-icin-doviz-acik-pozisyonlarini-artirdi
(17 Temmuz 2020).
§ Bu konuda bkz: Mustafa Durmuş, “Elbette “ekonomi
yüksek döviz kurlarından ibaret değil”, http://mustafadurmusblog.blogspot.com/2020/08.
§ BDDK, Türk Bankacılık Sektörü Temel
Göstergeleri, Haziran 2020, s. 14.
§ Goldscheid, Rudolf (1925), A Sociological Approach to
Problems of Public Finance. R. Musgrave and A. Peacock (Edts), Classics in The Theory of Public Finance, Palgrave
Macmillan, 1958 içinde, s. 202-213.
§ A. Musgrave, “Schumpeter’s Crisis of the Tax State: An
Essay in Fiscal Sociology,” Journal of Evolutionary
Economics, Springer, vol. 2(2), August, 1992, s. 89-113.
§ James O’Connor, The
Fiscal Crises Of the State, St.Martin’s Press, New York, 1973,
Chapter 2, s. 40-64.
§ C. Hazine ve Maliye Bakanlığı, Aylık Bütçe Gerçekleşme Raporu, Temmuz 2020, s.
2-7.
§ Hazine ve Maliye Bakanlığı, Aylık Bütçe gerçekleşme Raporu (Ocak 2020), s. 2.
§ https://www.sozcu.com.tr/2020/ekonomi/son-dakika-merkez-bankasindan-ihtiyat-akcesi-karari (20 Ocak 2020).
§ Koç Üniversitesi- Eaf-TÜSİAD, Merkezi Yönetim Bütçesi Takip Raporu, Mayıs 2018, s. 42
§ C. Hazine ve Maliye Bakanlığı, 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ve Bağlı Cetveller.
§ C. Sayıştay Başkanlığı, Savunma Sanayi Destekleme Fonu 2018 Yılı Sayıştay Denetim
(Düzenlilik) Raporu, (Eylül 2019), s. 22.
§ Ali Bakeer, “Turkey’s Defense Industry in the Covid
Age”, https://cgpolicy.org (10 July 2020).
Etiketler: Mustafa Durmuş
No comments:
Post a Comment