İRAN’IN DAĞLIK KARABAĞ POLİTİKASI
Doğacan BAŞARAN* Doktor Adayı, Trakya Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı, e-mail:
basarandogacan@gmail.com
Betül KARAGÖZ
YERDELEN** Prof. Dr., Giresun Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi, e-mail:
drbetulkaragozyerdelen@gmail.com 208
Özet
İran İslam Cumhuriyeti, 1979 yılında gerçekleşen İslam
Devrimi’nin ardından dış politikada dini söylemleri öne çıkaran bir ülke haline
gelmiştir. Bu kapsamda Tahran yönetimi, dış politikasını İslam Devrimi sonrasında
üç temel söylem üzerine inşa etmiştir. Bunlardan ilki takrib-i mezahip,
ikincisi Şii İslam Dünyası’nın liderliği ve üçüncüsü de ezilen halkların
koruyuculuğudur. Nitekim İran, hem İslam Dünyası’ndaki farklı mezheplere
takribi mezahip olarak adlandırılan ve mezhepler arası yakınlaşmayı esas alan
bir politikayla yaklaşarak tüm İslam Dünyası içerisinde ayrıcalıklı bir konum
elde etmeye odaklanmış hem rejim ihracı söylemi üzerinden Şii yayılmacılığına
dayalı bir strateji uygulayarak İran’ın Dini Rehberi’nin tüm Şiiler açısından
bir siyasi kıble olmasını arzu etmiş hem de farklı dinlere mensup olsa bile
ezilen halkların koruyuculuğuna yönelik söylemler geliştirmiştir. Söz konusu
dış politika anlayışı ABD ve İsrail karşıtlığı üzerinden anti-emperyalist ve antisiyonist
vurgularla süslenmiştir. Ancak İran’ın Ermenistan’la olan dostane ilişkileri,
hem Müslüman hem de Şii olan Azerbaycan halkının yanında olmadığını ortaya
koymuştur. Dahası Dağlık Karabağ’daki işgal ve Hocalı’daki soykırıma karşı
İran’ın uyguladığı politika, Tahran yönetiminin mazlumların yanında olduğu
iddiasını da çürütmüştür. Dolayısıyla İran’ın Dağlık Karabağ Sorunu karşısında
geliştirdiği politika, ideolojik söylemler üzerinden idealist bir dış politika
stratejisi uyguladığını öne süren Tahran’ın aslında son derece realist ve
pragmatik bir devlet refleksine sahip olduğunu gözler önüne sermiştir. Elbette
tüm bu durum, İran’ın dini söylemlerinin bir retorikten ibaret olduğunu da gün
yüzüne çıkarmıştır. Bu bildiride de İran’ın dış politika anlayışındaki
pragmatik tutumunu yansıtan en önemli örneklerden biri olan Dağlık Karabağ
politikası incelenmektedir.
Sonuç
Uzun yıllar Rus
işgali altında kalan Kafkasya’nın en önemli sorunlarından biri olan Dağlık
Karabağ Meselesi, Rusların bölgeyi Türksüzleştirme yönündeki faşizan politikalarının
günümüze bıraktığı bir mirastır. Bu acı mirasın etkisiyle 1988 yılında Dağlık
Karabağ’ın Ermenistan’a bağlanması gündeme gelmiş ve söz konusu tarihten
itibaren bölgede başlayan çatışma, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından
Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki savaşa dönüşmüştür.
Günümüzde Dağlık Karabağ’daki Ermeni işgali devam etmekte ve
bu durum, hem Azerbaycan’ın güçlü bir bağımsız devlet olmasını önlemekte hem
Türkiye’nin Kafkasya ve Orta Asya’daki etkisini kırmakta hem de Türk
Dünyası’nın entegrasyonunu zorlaştırmaktadır. Dağlık Karabağ’daki Ermeni
işgalinin yarattığı durumdan da anlaşılacağı üzere, bölgedeki mevcut statüko,
İran’ın işine gelmektedir. İran, bir yandan güçlü bir Azerbaycan’ın kendisi
için yaratacağı bölünme endişesini bertaraf etmekte; diğer yandan da bölgesel
hegemonik liderlik konusunda rekabet ettiği Türkiye’nin üstünlük elde etmesini
önlemektedir. Zaten bu yüzden de Tahran, savaş esnasında Erivan’a yakın bir
çizgide konumlanmıştır. Hatta günümüzde de İran’ın bölgedeki sorunlu durumun
devam etmesini istediği görülmektedir. Lakin bu durum, İran’ın İslami
söylemlere dayanan dış politikası açısından paradoks oluşturmaktadır. Zira
İslam Dünyası’nın lideri olma iddiasını taşıyan Tahran, mevzubahis sorun
karşısında Hrıstiyan Ermenistan’ı desteklemektedir. Bu da İran’ın İslam
kardeşliği ve mazlum milletlerle dayanışma gibi sloganlar üzerinden
şekillendirdiği politikanın retorikten ibaret olduğunu gözler önüne
sermektedir.
No comments:
Post a Comment