Thursday, April 13, 2017

Türk Milliyetçiliği (Turgay Tüfekçioğlu)


TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ..
 
 
 
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 100. Kuruluş Yıldönümüne yaklaştığımız bu yıllarda, en önemli konunun TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİ anlamak olduğuna inanıyorum. Çünkü Türk Devleti’nin bekası yani kalıcılığının bu iki kelimenin anlamına bağlı olduğunu, anayasa referandumu çalışmalarının irdelendiği aşağıdaki yazıda göreceğiz.
 
Devlet, gücünü nüfusu ve toprak büyüklüğü gibi varlıklarının yanında, kültürüne ve millet olma bilincine bağlı vatandaşlarından alır. Türk Devleti’nin birinci görevi kuruluş değerleri temelinde Türk Milleti’nin birliğini sağlamaktır.
 
Bünyesinde olmayan etnik kimlikleri suni olarak çoğaltmaya çalışan üniter devlet olamaz. Meydanlarda ‘’tek millet dedi isek Türk Milleti demedik’’ denilen yerde Türk Devleti yaşayamaz. Millet ve ümmet kavramlarının anlamını karıştıran devlet adamı olmaz, olamaz... Olursa da o devlet yaşayamaz, parçalanır.
 
Savaşlarda yenilip tüm maddi varlığını kaybeden milletler, 2. Dünya Savaşı’nda Japonya ve Almanya örneğinde olduğu gibi milliyetçilik bilinçleri, bir arada yaşama azimleri ve ortak inançları sayesinde kısa zamanda tekrar maddi güçlerine ulaşabilirler. Küllerinden var olmuş böyle birçok devlet örneği vardır, milli hislerini ve benliklerini kaybettiği için isimleri unutulmuş nice ölü devletler de vardır.
 
TÜRK ADI
 
Türk olarak adlandırdığımız milletimiz, tarihte binlerce yıldır ortak yaşanılan coğrafyada insanlar arasında gelişen dil birliği, gelenek, görenek ve tarih şuuru etkisiyle mayalanıp yoğurulmuş insan topluluğunun adıdır. Millet oluşumu insanların meydana getirdiği en üst toplum yapısıdır. Milletleşen toplumların temeli, maddi etnik yapılara yani bir ırka dayanmaz. Ancak milletleşen toplumlar, tıpkı canlı bir organizma gibi kendini korumak için içgüdüsel davranışlar da gösterir. Vatanı zorda olduğunda o milletin fertlerini, hiçbir maddi karşılık beklemeden milleti için canını vermek dahil her türlü fedakarlığı yaparlar.
 
Bu gerçeğin en güzel tanımını Atatürk’ün “Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği, bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine sahne oldu. Bu sahne en az 7.000 senelik Türk beşiğidir! Beşik tabiatın rüzgarlarıyla sallandı; beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı, o çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu, sonra onlara alıştı, onların oğlu oldu! Bugün o tabiat çocuğu tabiat oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu, Türk oldu! Türk budur: Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir!“ sözleriyle, aynı coğrafyayı binlerce yıldır paylaşan insanların, ortak yaşamları sonunda bir kimlik oluşturduklarını ve onun adının da Türk olduğunu görüyoruz.
 
Türk kelimesinin anlamını daha iyi anlamak için tarihin derinliklerinden bugünlere gelmemiz gerekir. Evrenin yaşı 14 milyar yıl, Dünya’nın yaşı da 4.543 milyar yıl olarak hesaplanmaktadır. Modern insana en yakın bulunan iskelet 200.000 yaşındadır.
 
Günümüzden 75.000 yıl önce başlayıp 12.000 yıl önce sona eren son buzul çağında tüm diğer canlılar gibi insan nüfusunda da soğuk iklime bağlı olarak büyük bir azalma olmuştur.
 
Azalan nüfus 400 rahimden tekrar çoğalarak 2017’de 7,44 milyara ulaşmıştır. Bilim çevreleri dünyada bugüne kadar yaşamış tüm insan sayısını da 110 milyar olarak vermektedir.
 
Son buzul çağından sonra insanlık için en uygun yaşam şartları Asya kıtasında oluştuğu için en fazla nüfus artışı da Asya’da olmuştur. Bugün de 1,4 milyar nüfusuyla Çin, 1,1 milyar nüfusuyla Hindistan başta olmak üzere Asya 3,9 milyar nüfusu ile en fazla insanın yaşadığı kıtadır.
 
Türk milletinin kökleri Asya coğrafyasındadır. Türkistan coğrafyası ortak kültürümüzü yaratan en önemli fiziki unsurdur. Yaratılan kültürün ırkla alakası yoktur. Türkistan’da binlerce yıl öncesinden beri yaşamakta olan insanların önce aralarındaki iletişimlerini sağlayan ortak bir dil oluştu. Avrasya’da dilin oluşumunda en önemli etken uçsuz bucaksız milyonlarca km karelik bozkırların insanların birbirleri ile kolay iletişimlerini sağlayan coğrafyadır. Asya bozkırlarının verimli toprakları, hayvan varlığı ve tatlı su denizleri ile buradaki toplumu maddi olarak da beslemiştir.
 
Asya kıtasının ortasında Baykal, Balkaş, Issık gölleri, Ala Tau-Tanrı dağları “Yedi su” iç Hazar Denizi, Kazakistan, Türkistan, Moğolistan, Özbekistan ve Kırgızistan Toprakları en eski yerleşim bölgeleridir.
 
TÜRK KÜLTÜRÜ
 
Türkistan coğrafyası binlerce yıldır süren beraber yaşamanın sonunda ortak kültürleri, gelenekleri, yaşam benzerliklerinin adına Türk Milleti dediğimiz toplumu ortaya çıkarmanın yanında kültürel gelişme sonucunda toplumun yazıya adım adım geçişini de getirmiştir.
 
Göçler ile batıya taşınan kültürün en önemli unsuru olan dil zaman içindeki özümlemelere (asimilasyonlara) rağmen hala batı dillerinin içinde yaşamaktadır. Örnekleri de Etrüsk, Futhart yazıtları başta olmak üzere tüm Avrupa’da müzeleri doldurmaktadır.
 
AVRASYA coğrafyasında varlığını sürdüren ve milletleşmesi süresince tarihin kasırgalarına, boralarına karşı varlığını sürdüren, bugüne kadar her zorluğu göğüslemeyi başarmış, ortak milli kültürünü yaratmış, onu benimsemiş ve korumuş olan kültür temelli toplumun adı TÜRK MİLLETİDİR.
 
Türk Milliyetçiliğinin fikir adamlarının hepsi ta en başından İsmail GASPIRALI’dan (1851-1914) beri DİLDE, FİKİRDE, İŞDE BİRLİK demiş ve ırka dayanmayan kültür milliyetçiliği savunmuşlardır.
 
Ziya Gökalp (1876-1924) Türk milliyetçiliğinin fikir yapısının temel taşlarından biridir.
 
Atatürk, 25 Ekim 1924 de Ziya Gökalp’ın ölüm haberini aldığında eşi Saniye Hanıma çektiği telgrafta “Bir radyuma benzeyen beyni sukut etmiştir, Türk milleti elim bir ziya içindedir” demiş ve ölüm gününü millî yas ilân etmiş onun fikirlerine verdiği önemi göstermiştir. Kan bağı yani maddî ırkçılık büyük Türk sosyoloğu Ziya Gökalp’ın da reddettiği gibi
 
Ancak ırk atlarda aranır bir özelliktir. ATATÜRKÜN fikirlerimin babası dediği Ziya GÖKALP 1923’de yazdığı TÜRKÇÜLÜĞÜN ESASLARI kitabında
 
“Millet ne ırki ne kavmi ne coğrafi ne siyasi ne de iradi bir zümre değildir” demiştir.
 
Cumhuriyetin ilk üniversite rektörü Prof. Dr. İsmail Hakkı BALTACIOĞLU, (1886-1978) Türk’e Doğru kitabında “Millet ve milliyetle ırk arasında ne bir sebep sonuç ilişkisi ne de paralellik yoktur.” Demektedir.
 
Türk Milletinin Atası ATATÜRKÜN ‘’NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE’’ sözünde TÜRKÜN bir ırkı anlatmadığı bu kadar açık iken hala anlamak isteyenler varsa asıl onların kafatasçı ve azınlık ırkçıları oldukları açıktır.
 
Bu konunun kısa bilimsel tarafı ise: 1930'lar da Antropoloji bilimi kafataslarını Brakisefal ve Dolikosefal olarak ikiye ayırmış ve incelemiştir
 
·     Brakisefal Türk kökenli toplumların çoğunlukla paylaştığı bir özelliktir, ancak İsviçreliler, Bavyeralı Almanlar , Fransa’nın orta kesimi, Boşnaklar ve Gürcüler ve Ermeniler de Brakisefaldir.
 
·     Dolikosefal: Sarışın, mavi gözlü, ak tenli İsveçliler ile Afrika zencilerinin hemen hepsi dolikosefaldir.
 
Görüldüğü gibi kafatası insan ırklarının belirlenmesi için temel oluşturmaz. 1930'lu yılların antropoloji bilim çevrelerinin araştırdığı bu konunun asılsız ve temelsiz olduğu bugün ortaya bilimsel olarak konmuştur. Yeri gelmişken 1933’de Afet İNAN hanım Cenevre de Antropoloji tahsilinde iken Türklerin aşağı ırktan oldukları gibi bir ırkçı tez Avrupa da hakimdi, evrim teorisyeni Charles DARWİN’in 1859’da yayınlanan TÜRKLERİN KÖKENİ adlı kitabının özeti “insanların evrimleşerek maymunlardan geldiği ama Türklerin bu evrimi henüz tamamlayamamış havanımsı insanlar olduğu iddiasıdır”.
 
 Eski İngiltere Başbakanı Sır Winston CHURCHİLL'İN Birinci Dünya Savaşı sırasındaki Türkler ‘in 'insan değil, barbar olduklarını ve bu nedenle de üzerlerinde zehirli gaz kullanılabileceğini' savunuyor. Kendisine muhalefet eden Kraliyet Hava Kuvvetleri'ne yazdığı ikna mektubunda da "Medeni olamayan barbar kabilelere karşı zehirli gaz kullanabiliriz’’ der.
 
İngiltere Kraliyet Bakanlarından Lort GLADSTONE "Türkler’ in maymunla insan arası medeniyet yıkıcı barbarlar" olduğu görüşündedir.
 
Afet İNAN’ın yaptığı antropolojik bilimsel çalışmalar ile Cenevre’de Prof. Eugene PİTTARD (1867-1962) talebiyle 64.000 kafatası incelenmiş 1939’da “Türk Halkının ve Türk Tarihinin Antropolojik Karakteri Üzerine” doktorasını vermiştir ve bu tez ile batının Türkler aşağı ırktandır suçlamalarına cevap verilmiştir.
 
ATATÜRKÜN tüm hayatı boyunca çevresinde hiçbir etnik köken farkı gözetmemiştir. Ermeni dil bilimci Agop DİLAÇAR (1895-1979) Türk Dil Kurumu ilk genel sekreteri başına getirilmesi Atatürk’ün için ırka değil kültüre, bilgiye verdiği önemi gösterir. Her liyakatli arkadaşını her makama getirip beraber çalışmışken Afet İNANIN üzerinden ATATÜRKÜN kafatasçı ırkçı gibi gösterilmesi iftiradır, yalandır, Türk düşmanlığının bir başka çeşididir.
  
Nihal ATSIZ Türkçü’dür ama kendisine yapılan kafatasçılık suçlaması asılsızdır.
 
Atsız’ın oğlu Yağmur ATSIZ diyor ki; Nihal ATSIZ’ın kafa ölçmede kullandığı sanılan alet, Pelvimetre adında gebelik ölçme aletidir. 75 Euro’ya satılan bir alettir.
Bu alet Hitler’in özel armağanı olmayıp, Dr. Rıza Nur’dan kalmadır.
 
Prof. Dr. Reha Oğuz TÜRKKAN 1995’den 2010 yılına süren 15 yıllık dostluğumuzda Pelvimetre ile bir gün Atsız beye şaka için kafatasını ölçtüğünü gülerek anlattığı bir konuydu ama yakasından ırkçılık yaftası hiç düşmedi.
 
Alpaslan TÜRKEŞ ırkçılığa karşı olduğunu yazılı ve sözlü defalarca açıklamıştır. Irkçılığın karsısında bir ömür mücadelesi vardır.
 
1944 Irkçılık-Turancılık davasında Türkeş’in mahkemeye verdiği ifade de ırkçı olmadığını, anne ve babanın değil şahsın kendini ne hissettiğinin asıl önemli olduğunu belirtmiş ve beraat etmiştir. O devirde bu dava Sovyetlere şirin gözükme adına açılmış aslı olmayan davaydı.
 
Türkeş 10 Haziran 1973 ‘’Türklük şuuruna erişmiş, samimi olarak "Ben Türk'üm" diyen herkes Türk'tür. Türkçülük ve Türk'ün tayininde, sapık ölçülere, özellikle mezhepçiliğe, coğrafyacı lığa, laboratuvar ırkçılığına inanmıyorum. Başka milletleri küçük gören, dünya barışını tehlikeye sokan antropolojik ırkçılık, Türk Milliyetçilik ülküsünün dışındadır.’’
 
Türkiye de bugün yaşayan en değerli toplum bilimcimiz olan Prof. Dr. Orhan TÜRKDOĞAN kültür milliyetçiliğini bilimsel olarak yorumladığı onlarca kitabında bu konunun duayen düşünürlerindendir. Türk Milliyetçiliğini öğrendiğimiz hocalarımızdandır.
 
Prof. Dr. İskender ÖKSÜZ Türk Milliyetçilik Fikir Sistemi, Millet ve Milliyetçilik, Alt Akıl gibi kitaplarının yazarı kültür milliyetçilinin günümüzdeki savunucusudur. Bizlerinde fikirlerinden yararlandığımız yol göstericimizdir.
 
Türk Milliyetçisi fikir adamlarının hiçbirinin ‘’KANDA, SOYDA, IRK’’ da birlik diye bir davaları olmamıştır. Ama batı merkezli çevreler Türk Milliyetçiliğini baskı altında tutmak adına asılsız ırkçı suçlamalarını sürdürmekte ve içimizde de bol miktarda yandaş bulmaktadırlar.
 
Kan ve ırk meselesini biraz daha açalım: Kan kimyasal olarak hemoglobindir. Yeni doğmuş bir bebeğin, kanını değiştirmekle fikri yapısında hiçbir değişiklik olmaz ve o bebek yine kendi anne babasının çocuğudur.
 
Bugünün bilgilerinin olmadığı devirlerde insanlar kana gereğinden çok önem vermişlerdir. İnsan kan kaybından da öldüğü için kana bu sebepten de önem verilmiştir. Kan yoluyla manevi duygularında nesilden nesille geçmesi söz konusu değildir.
 
Buna benzer yanlışlık geçmişte beyin içinde yapılmıştır. Bilimin gelişmediği çağlarda beynin ne işe yaradığına karar verilememiş uzun yüzyıllar boyu burundaki sümüğü üreten bezi olduğu düşünülmüştür.
 
Edinilen son bilgilerin ışığında biyoloji bilimine göre insan ırkı yoktur. Bu gerçek beynin sümük üreten bez olmadığı kadar yalın gerçektir. Yapılan bilimsel araştırmalara göre herhangi bir insan grubunu diğerlerinden ayıracak kadar genetik değişkenlik yoktur. Bir kişinin üç milyar harften oluşan genomlarına (bir canlının genlerinin tamamı) bakarak ırkı değil ancak yaşadığı coğrafya tespit edile bilinir.
 
2 bin, 4 bin sene önce hangi coğrafyada yaşadığınız o yıllarda yaşamış iskeletlerden alınan gen örnekleri ile karşılaştırılarak söylene bilinir. Afet İNAN da Anadolu’dan incelemeye aldığı 64.000 kafatası örneği ile Avrupa insanı ile onların önemsedikleri kafatası yapısı bakımından bile Anadolu’daki Türk Milleti arasında fark olmadığını ortaya bilimsel olarak koymuştur.
 
Son 10 yıldır genetik biliminde elde edilen bulgular, biyolojik açıdan insanlar arasında ırksal farklılıklar olmadığını kesin olarak ortaya çıkardı. İnsanlar arasında ırk farkı yoktur, fark kültürden gelir.
 
Irk, tarihe geçmiş olaylarla şartlandırılmış algılarımızın ürünü olan sosyal bir kurgudur. Hiçbir biyolojik gerçekliği yoktur.
 
(Robert Lee Hotz, “Race has no basis in biology, researchers say,” Los Angeles Times, 20 Şubat 1997)
 
Genetik araştırmalarda, ırklar arasındaki genetik farklılıkların çok küçük olduğu, genlere bakılarak ırkların ayırt edilemeyeceği ortaya çıktı. Konu hakkında araştırma yapan bilim adamları aynı grup içinde yer alan insanlar arasında dahi genetik olarak %0,2 fark olduğunu belirtmektedirler. Irksal farklılıkları belirleyen deri rengi, göz şekli gibi özellikler ise bu %0,2′nin sadece %6′sını oluşturmaktadır. Bu da genetik olarak ırklar arasında sadece %0.012 fark olduğu anlamına gelmektedir.
 
(Susan Chaves Cameron, Journal of Counseling and Development, 76:277-285,1998)
 
Genetik bilimciler bir köyden yılda bir kızın bile evlenerek başka bir köye gitmesinin yıllar içinde genetik farklılıkları yaratacağını belirtmektedirler. Buna göre padişah annelerine bakarak ırk geçerli olsa idi 36.padişahın ırkına ne diyecektik? Bir daha belirtelim ki mensubiyet ırkta değil kültürdedir.
 
TÜRK MİLLETİ Erken Türklerden beri tarihin hiçbir döneminde ne Selçuklularda ne Osmanlılarda ne de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde ırk ayırımı yapmamıştır. Yöneticiler liyakat göre seçilirken ırk ayırımı yapılmamıştır. Türkler birbirlerine kültürel bağlarla bağlı olduklarından hiçbir zaman ırkçı olmamışlardır. Kültürel benlik önemsenmiştir ve öncelik verilmiştir.
 
Bir atın ana ve babasından genetik olarak aldığı fizikî özellikleri onun hızlı koşmasını veya dayanıklı olmasını sağlayabilir. Bir insanda asıl önemli olan ailesi, okulu ve çevresinden aldığı kültür, bilgi ve düşünce birikimidir. Bu özellikler ise insana ne kan nede gen bağı ile geçmez. Devlet üst kurum olduğuna göre devletin milli hedefleri doğrultusunda milletini eğitmesi de devletin görevidir. Bu devlet görevi başka hiçbir kuruma, cemaate ve topluluğa devredilemez. Devrederseniz kendi evlatlarınızın kendi topraklarınızda başka milli amaçlar için kullanıldığını acı çekerek görür devlet ağacını kesmeye çalışan baltanın sapının da kendi ağaçlarımızdan olması gerçeğiyle karşılaşırız ama artık vakit artık çok geçtir.
 
Bunu en iyi kavrayan Başbuğ Atatürk 1924’de Tevhit-i Tedrisat (eğitimin tekliği) ile eğitimi millileştirmiştir.  
 
Türk kültürünün, Türk mayasının temelinde en başta Türk dili vardır. Dil başta olmak üzere dinî gelenekleri, örf ve âdetleri, ortak tarih şuuru, mensubiyet duygusu... vb. gibi sosyal olaylar kültürün temelindeki önemli unsurlardır. Millet varlığı bu temellerin üstünde yükselir.
 
2 Eylül 1930’da Başbuğ ATATÜRK: ‘’Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması milli hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil şuurla işlensin. Ülkesini yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır.’’
 
17 Şubat 1931 ‘’Türk" demek "dil" demektir. Ne Mutlu Türküm Diyene. Milliyetin çok belirgin niteliklerinden biri dildir. Türk milletindenim; diyen insan, her şeyden önce ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır” der.
 
1931 ‘’Türk milleti, geçirdiği nihayetsiz felaketler içinde ahlakının, ananelerinin, hatıralarının, menfaatlerinin, kısacası bugün kendi milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde muhafaza olduğunu görüyoruz. Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir.’’
 
26 Eylül 1938 de ölümünden 2 ay önce Başbuğ Atatürk: ‘’Zengin sözlüğümüzün toplandığı gün, milli varlığımız en kuvvetli bir dal kazanacaktır. Bizim milliyetçiliğimizin esası dil birliğinin korunmasıyla mümkün olacaktır’ ‘der.
 
Sayın Prof. Dr. İskender ÖKSÜZ son çıkan ALT AKIL kitabında “DİL MİLLETİ YARATIR, MİLLET DE DEVLETİ” konusunu işleyerek çok önemli olan bu konuya dikkat çekmektedir. Bizim bu yazıdaki temel görüşümüzde Avrasya’da binlerce yılda gelişen Türkçe kültür temelini oluşturarak Türk milletini, Türk Milleti de ortak çatı kurumu olan Türk Devleti’ni yaratmıştır.
 
Etnik köken ve ırkın bir mana ifade etmediği tarihin yaşanmış olayları ile de sabittir. Binlerce yıl önce aynı coğrafyada birlikte yaşamış olan Bulgar Türklerinin uzantısı olan Tuna Bulgar Devleti Hakanı I. Boris ya da Boris-Mihail (852-889) yılları arasında hüküm süren Hristiyanlığa geçtiğinde "Mihail" adını aldı. Bizans’ın tesiriyle Hristiyan olup Bizans kültür dairesi içine girmesi sonrası Bulgarlar kadim kültürlerinden koparak Bizans’ın müttefiki ve paralı askerleri oldular. Sonuç bugün aynı kökten gelen Bulgarlar Türklere düşmandırlar çünkü kültürleri değişmiştir.
 
Aynı örnek Türkistan coğrafyasında da Juan-Juanlar ile Türkler arasında yaşanmıştır. Bu gerçeği de Cengiz AYMATOV acı ve ibretle okuduğumuz Mankurt anlatımından bir kez daha görmekteyiz.
 
Binlerce yıldır aynı coğrafyayı paylaşan Juan-Juanlar ile Türkleri 500’lü yıllarda birbirlerine düşman eden neydi?  Yanlış olan aynı milletten olma mefhumunun Juan-Juanlar da olmamasıdır.
 
Ankara savaşında 1402’de Timur ve 1.Beyazıtı karşı karşıya getiren aynı kültür farkıdır.
 
Tarih özümleme (asimilasyon) örnekleri ile doludur. Erken Türk oldukları İtalyan bilim çevrelerince de kabul edilen Etrüsklerin çocukları İtalyan kimliğinde, Pelasg ve Attikalıların çocukları Yunan kimliğinde, Futhart Erken Türk yazıtların çocuklarının Danimarka, İsveç, Norveç, Hollanda, Almanya, Fransa Kuzey Avrupa ülkelerinde bugün o ülkelerin kimlikleri ile yaşadıkları gerçeği gibi. 
 
Amerika’nın göçmen politikasının iki, üç nesilde Amerika’ya gelen göçmenleri bir milletleştirme potasında eritip Amerikan Milleti bilinci vermesi ancak kültür milliyetçiliği eğitiminin gücü ile izah edilebilir. Amerika ya gelen göçmenler ırk potasında değil kültür potasında eritilerek Amerika Milleti kalıplarına dökülüp ABD vatandaşı yapılmışlardır.
 
Türk Milletinin kültür temelli olduğunu anlamak istemeyenleri veya gizli hedefleri olan etnik ırkçı azınlık milliyetçiliklerini haklı göstermek için gerçeklerin üstünü örterek gizlemek adına anlamamış gibi gözükenlere, BOP gibi yabancı proje hizmetkarlarına bir kez daha özetleyelim ki:
 
Türk Milleti etnik bir ırk değildir. Bilimsel olarak ırk yoktur.
 
Türk Milleti temeli kültürdür, kültürünün temeli de TÜRK DİLİDİR.
 
Türk Milleti ‘’Ne mutlu Türküm diyene’’ diyebilenlerden oluşur.
 
Türk Milleti ‘’Ben Türküm diyen herkesi Türk kabul eder bağrına basar ayırım yapmaz.
 
Atatürk’ün ‘’Türk Devleti’ni kuran Anadolu halkına Türk Milleti denir’’ sözü kurucu Atamızın en doğru tespitlerinden biridir.
 
TÜRK MİLLETİNİN BEKASI (ölümsüzlük, kalıcılık)
 
Türkiye’de bugün gündemin en önemli konusu referandum oylamasıdır. 18 maddelik son anayasa değişikliğini kendisinin yazdığını söyleyen Sayın Mehmet UÇUM’U önce tanıyalım:
 
1965 Kars doğumlu. İlk, orta ve lise öğrenimini Kars’ta, liseyi de Kars Muhtar Paşa endüstri meslek lisesinde okumuş, 12-13 yaşlarında Komünist Parti Gençlik Kolları üyesi olmuş, 1980 İhtilal öncesi terör eyleminden tutuklanmış, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden (1986) mezun olup avukatlık yapmış.
 
“Yetmez Ama Evet Kampanyasında” (2010).
 
Akil İnsanlar Heyeti Doğu Anadolu Grubu Üyesi (2013).
 
TESEV’in Anayasa İzleme Raporlarının yazarlarından.
 
TESEV’in demokratikleşme programında yer alan çeşitli çalışmalarda danışmanlık ve hakemlik yapmış (2010-2014).
 
25. Dönem Kars Ak Parti Milletvekilli. (23 Haziran 2015–17 Kasım 2015)
 
10 Aralık 2015’den beri Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanıdır.
 
Türk kamuoyu Sayın UÇUM’U yeni anayasa çalışmaları başlangıcı sırasında:
 
‘’ATATÜRK’Ü ANAYASADAN ATACAĞIZ’’ çıkışıyla tanıdı. Daha sonra 18 maddelik yeni anayasa değişikliğini kendisinin hazırladığını öğrendik.
 
Sayın UÇUM 24. 11. 2014’de Star Gazetesinden Fadime ÖZKAN’a verdiği demecinde: Akil insan olarak çözüm sürecini yücelten görüşlerinden, çözüm sürecinin bölgede %98-99 desteklendiğini bildirdiği müthiş öngörüsünden, çözüm süresince ‘’muhatap özne Öcalan liderliğinde PKK ve ilişkili siyasi aktörlerdir’’ demesinden. ‘’Dışlayıcı millet’’ olarak tanımlayıp suçlu gördüğü Türk Devleti yerine ‘’kapsayıcı millet’’ anlayışının bir sonraki aşaması Türkiye toplunun tüm bileşenleriyle ortak kimliğin oluşturulmasıdır’’ demesiyle tanımıştı.
 
Sayın UÇUM son iki aydır hemen hemen her gece TV kanallarına tek konuşmacı olarak katılıyor ve eseri olan anayasa değişikliğini savunuyor, yetmiyor dergi ve gazetelere verdiği demeçlerle anayasa değişikliğini savunmaya devam ediyor.
 
Sayın Mehmet UÇUM bu anayasa değişikliği ile ana hedefin
 
‘’Türk Milletinden Türkiye Milletine’’ geçmek olduğunu söylüyor. Böylece milletimizin tarihin derinliklerinden gelen Türk adı yerine Türkiye denilerek adımız silinmiş oluyor. Bu durum Türk Devletinin beka sorununun ta kendisidir. Türk Milleti 18 maddelik anayasa değişikliği ile gelen bekasına tehdidin tam olarak ne olduğunu algılamalı ve demokratik olarak karşı koymalıdır.
 
Sayın okuyucu buraya kadar okuduğunuz bu yazıda Türk adının bir ırkın değil ortak kültürümüzün adı olduğunu açıklamaya çalıştık. Sayın Erdoğan 1 Nisan 2017 tarihinde Diyarbakır’da yaptığı konuşmada “Dikkat ediniz. Türk demiyoruz, Kürt demiyoruz. Çerkez, Laz, Boşnak, Roman demiyoruz. Hepsini birden içine alan bir ifade kullanıyoruz. Tek millet, diyoruz. 80 milyonuyla tek millet” Söylemi Sayın UÇUM’UN görüşlerinin tamamlayıcısıdır.
 
Sayın Arslan BULUT’UN son yazılarında müthiş bir ‘’Yapıcı muğlaklık’’ tespiti var: ‘’Politik bir hedefe ulaşmak için kullanılan söylemler açık değilse, uluslararası ilişkilerde buna "yapıcı muğlaklık" deniliyor. Milletin Türklükte birliğini bozarak yerine başka bir millet adı getirmeye çalışmak, rejimden de öteye, devleti yıkmak demektir!
 
Ey Türk vatandaşı! Erdoğan'ın tek milleti, Türk milleti değildir! Evet dersen adını tarihten silecekler, bunu bil de ona göre karar ver!’’ diyor.
 
Arslan BULUT Beyin bu kükremesi tüm yurtta duyulmalı, bozkurt uyanmalı, adının hakkını vermeli çünkü Ülkü Ocakları Eski Başkanlarından Suat BAŞARAN’IN, dediği gibi "Ülkücü Hareket'ten kayıtsız şartsız biat beklenseydi, sembolümüz bozkurt değil koyun olurdu"
 
Sayım UÇUM 1 Şubat 2017’de Haber Türk muhabiri Kübra PAR’A verdiği demeçte: ‘’1921’den sonraki anayasalar sadece etnik anlamda değil, inanç ve kültür değerleri anlamında da dışlayıcı anayasalardı. Türkiye modeli, biçimi ya da milleti dediğimizde insanlar tuhaf bir tepki gösteriyorlar. Türkiye milleti tek bir etnisiteye dayanmıyor. Türk milleti diyenler de Türk milletinin sadece Türklerden ibaret olduğunu söylemiyor. Bunun içinde Kürtler, Gürcüler, Azeriler de vardır. Kast edilen şey Türkiye’de yaşayan bütün kimliklerin oluşturduğu bir millettir. Türkiye milleti, biçimi ya da modeli demek rahatsız olunacak bir şey değildir. Tam tersine kendini dışarıda hissedenleri de kapsayacak bir tanımlamadır. Bu yanıyla da olumlu bir şeydir.” (Böylece Sayın UÇUM sayesinde Azerilerin Türk’ten ayrı bir etnisiteden geldiğini de öğrenmiş oluyoruz!!!, ayrıca Karslı olan Sayım UÇUM’UN Azerilerinde iyi bilmesi gerekmez mi?).
 
Sayın UÇUM 27 Ocak 2017 Star muhabiri Selim Efe ERDEM’ verdiği ‘’Kuruluşu tamamlıyoruz’’ başlıklı demeçte: ‘’19 Mayıs 1919’da başlayan kurtuluş sürecindeki bu kapsayıcılık, kuruluşa yansımadı. 1924’de başlayan kuruluş süreci, dışlayıcı bir Türk milleti anlayışıyla kuruldu ve orada birtakım sorunlar çıktı. Kurtuluş dönemindeki kapsayıcı Türk milleti anlayışı sürdürebilseydi, bizim devlet ve toplum arasındaki bu problemlerin yaşanması söz konusu olmayacaktı. Tüm etnik, inanç ve düşünce sistemlerini birleştiren 15-16 Temmuz direnişinin ardından, Cumhurbaşkanlığı sistemi ve reformla tamamlanacak.’’
 
Mustafa Kemal Atatürk ideolojisine atıfta bulunan yerlerin çıkarılacağını ifade eden Uçum şunları söyledi: "Yeni anayasanın giriş kısmında Mustafa Kemal Atatürk'ün Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu lideri olduğunun belirtilmesinin daha uygun olacağı düşünüldü."
 
Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Mehmet Uçum, Oda TV’ye verdiği demeçte: “Kast edilen şey Türkiye’de yaşayan bütün kimliklerin oluşturduğu bir millettir. Türkiye milleti, biçimi ya da modeli demek rahatsız olunacak bir şey değildir. Tam tersine kendini dışarıda hissedenleri de kapsayacak bir tanımlamadır." dedi.
 
Durumun vahametini anlamayanlar için Mehmet UÇUM bir kez daha 10 Şubat 2017'de Milliyet'e yaptığı açıklamada "Birinci kurtuluşla cumhuriyeti kazandık. İkinci kurtuluşla demokratik bir cumhuriyet kazanmış olacağız. Türkiye aslında kuruluşunu tamamlıyor ve bunun ilk adımı da anayasa değişikliğidir.’’
 
Bu söylemin de sayın UÇUM ikinci kurtuluşla demokratik bir cumhuriyetimiz olacağı yani ikinci Cumhuriyetin geliş müjdesini mi vermek istiyor? Ne yazık ki bu düşüncelerinde kendisi yalnız da değildir. Türk Milletinin etnik bir alt yapı olarak görüp diğer etnik yapılardan birisi olarak gösterilmesi ve üst kimlik olarak ‘’TEK ‘’veya ‘’TÜRKİYE’’ adında millet adının verilmesinin bilimsel izahı ve açıklaması yoktur.
 
 
BOP adına bölgemizdeki devletlerinin parçalanması (pardon demokrasi getirilmesi!!) için ümmet ve etnik kimliklerinin öne çıkarılması BOP’de hedeflenmiş Irak, Suriye ve Libya’da uygulanmaktaydı. Sıra Türkiye yemi geldi?
 
Sosyoloji biliminde ümmet temelli devlet yapılanması yoktur ve tarihte de hiç uygulandığı da görülmemiştir. Irka dayalı devlet olması ne kadar imkansızsa, ümmet temelli devlette olmaz. Çünkü ümmet aynı dine inananlar olduğuna göre, dinde evrensel olduğundan ayrı ayrı milletlerde aynı dinden insanlar olabilir, çeşitli milletlerden meydana gelen tek devlet olmaz, olursa da olsa olsa ona ‘’Birleşmiş Milletler’’ denir.
 
Birleşmiş Milletler Eski Genel sekreteri Butros Gali 3 Haziran 1996’da İstanbul’da ev sahipliğini İstanbul belediye başkanı olarak Sayın Tayyip ERDOGAN’IN yaptığı dünya habitat zirvesinde gelecekte dünyada 5.000 devlet olacak söyleminde bulunmuştu.
 
Dünya’yı 5.000 adet küçük küçük şehir devletlerine bölmenin yolu iç savaşlardan geçer. Bu savaşı komşularımızda görmekteyiz. Şehir devletlerine evet diyenler ‘’Tek Dünya Devleti’ne’’ de evet demiş olmazlar mı?
 
Tek Dünya Devleti'nin yolu da Tek Din, Tek Millet, Tek Vatan’dan geçmez mi? Bütün bu planı bozacak tek hedefin de TEK DİL olduğu bilinmez mi? Niye TEK DİL denmiyor diye sormak ‘’Balgat’ın’’ aklına gelmez mi?
 
Bu konuları en iyi bilme durumundaki kişi Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Sayın Mehmet UÇUM Bey değil mi?
 
Türk Milletinin Beka Sorunu yeni anayasa değişikliğinin ana hedefi olan Sayın Mehmet UÇUM beyin açıkladığı ’Türk Milletinden Türkiye Milletine’’ geçişe evet mi, hayır mı sorusu olmuyor mu?
 
Türk Milletine referandumda sorulan ‘’Türk Milleti’’ adı yerine ‘’Türkiye Milleti’’ mi olsun, ya da Sayın Cumhurbaşkanının söylediği şekliyle ‘Türk Milleti’’ adı yerine ‘’Tek Millet’’ mi olsun sorusuna evet demek milletçe eğik düzlemde kaymaya başlamaktır, sonu da uçurumdan düşüp parçalanmaktır.
 
Milletinin adı değişen devlet yıkılmış demektir. TÜRK adı TÜRKİYE mi TEK mi olsun sorusuna Türk Devleti’nin bekası yani yaşaması için referanduma Türk Milleti olarak cevabımız milyar kere HAYIR, HAYIR, HAYIR olacaktır.
 
Saygılarımla
 
Turgay TÜFEKÇİOĞLU
 
 
8 Nisan 2017
 

No comments:

Post a Comment