Sunday, November 20, 2016

İngiliz casusları

Gertrude Bell - Ingiliz Casusu Kadin
 













Takunyacı ihlas holding’ten tgrt’yi satın palıp, ismini fox tv olarak
değiştiren dünya medya imparatoru Rupert Murdoch, atv’yle sabah’ı da
almak için Ankara’ya geldi, asrın liderimizle buluştu, baş başa
görüştü, hatıra olarak da John Philby’nin kitabını hediye etti.

*

Murdoch, tgrt’yi Ahmet Ertegün aracılığıyla almıştı. Ertegün’ün dedesi
Üsküdar Özbekler Tekkesi’nin şeyhiydi. Babası, Washington
büyükelçimizdi. Beyaz Saray’ın pek kıymet verdiği bir aileydi, babası
görev başında vefat etmiş, cenazesi Missouri zırhlısıyla
gönderilmişti.

*

Murdoch’ın babası ise, 1915’te Melbourne Age gazetesinin muhabiri
olarak Çanakkale savaşını takip eden Avustralyalı gazeteciydi. Cephede
gözlemler yapmış, sonra da sekiz bin kelimeden oluşan meşhur “Gelibolu
mektubu”nu yazarak, gizlice Avustralya başbakanına göndermişti.
“İngiliz istihbaratı Londra’ya yalan raporlar gönderiyor, Çanakkale
geçilemez, boşuna ölüyoruz” demişti.

*

Murdoch’ın asrın liderimize hediye ettiği “The Empty Quarter” isimli
kitabın yazarı John Philby, İngiliz casusuydu. Anadili gibi Arapça
biliyordu. Güya müslüman oldu. Şeyh Abdullah ismini aldı. Biz
Çanakkale’de İngilizlerle boğuşurken, Osmanlı’ya isyan bayrağı açan
Mekke Şerifi Hüseyin’e yardımcı olması için Arabistan’a gönderildi.
Bir yandan sırtımızdan hançerleyen Arapları organize etti, bir yandan
İngiliz petrol şirketlerine imtiyaz topladı, bir yandan da tarihi
eserleri araklayıp İngiltere müzelerine sattı, servet yaptı.

*

İngiltere’ye dönünce, siyasete atıldı, seçilemedi, küstü. İkinci dünya
savaşında saf değiştirdi, kendi ülkesini satmaya başladı, çaktırmadan
Hitler’e çalıştı. Yakalandı, bir süre tutuklandı, sonra ev hapsine
alındı, savaş bitince İngiltere’yi terketti, Lübnan’a taşındı. Kalpten
öldü. Beyrut’ta müslüman mezarlığına gömüldü.

*

Bu casus arkadaşın bir oğlu vardı, Kim Philby… O da babası gibi
Cambridge’ten mezundu, o da sular seller gibi Arapça biliyordu, o da
casustu. 1947’de konsolosluk sekreteri ayağıyla İstanbul’a gönderildi.
CIA ve MI6’in irtibat görevi için Washington’a tayin edildi. Soğuk
Savaş tarihine “asrın casusu” olarak geçti. Çünkü, çift taraflı
çalışıyordu. Köstebekti. Sovyet gizli servisi tarafından
devşirilmişti, Moskova’ya bilgi satıyordu. Şüphelenildi, takip edildi,
bir türlü suçüstü yapılamadı ama, kovuldu. O da gitti, babası gibi
Beyrut’a yerleşti. Güya gazeteciydi.

*

Gel zaman git zaman, 1961’de Anatoliy Golitsy isimli KGB subayı ABD’ye
iltica etti, bülbül gibi öttü. Kim Philby’nin ipliğini pazara çıkardı.
Aranan kanıt nihayet bulunmuştu. İngiliz siciminin boynuna dolanmak
üzere olduğunu anlayan Kim Philby, Suriye üzerinden Ermenistan’a,
oradan Rusya’ya kaçtı.

*

Daha önce bir İngiliz, bir Amerikalı eşinden boşanmıştı, bu sefer
Polonya kökenli Rus yazar Rufina Pukhova’yla evlendi. Hayatı roman
oldu, Hollywood’ta film oldu. Alkolik oldu. İki defa intihara
kalkıştı, beceremedi. 1988’de babası gibi kalpten gitti. Rusya, onun
hatırasına posta pulu bastırdı.

*

Ölümünden sonra ortaya çıktı ki… İstanbul’da çalıştığı sırada,
SSCB’nin İstanbul başkonsolosluğunda görevli olan ve İngiltere’ye
iltica etmek isteyen Konstantin Volkov isimli KGB subayını, usta
manevralarla bizzat kendi elleriyle KGB’ye teslim etmişti. Çünkü,
Volkov’un çantasında köstebeklerin listesi vardı ve listenin en
başında Kim Philby yazıyordu!

*

Bu casus arkadaşın, kendisi gibi casus olan babasına dönersek…
Suudileri örgütleyen John Philby, Irak’ın örgütlenmesi işini Gertrude
Bell isimli bir kadınla yürütüyordu.

*

Gertrude casustu. Oxford mezunuydu. Türkçe, Arapça, Farsça, Kürtçe
dahil, şakır şakır yedi lisan biliyordu. Çok güzeldi. Kızıl saçlı,
yeşil gözlü, narin yapılıydı. Gören çarpılıyordu. Etrafına ışık
saçıyordu. Arkeolog ayaklarıyla Mezopotamya’yı karış karış gezdi,
aşiretleri örgütledi. 1919’da Paris Konferansı’na delege olarak
katıldı. Haritaladı… Kürt, Arap, Türkmen bölgelerine ayırdı, bugünkü
Irak’ın sınırlarını elleriyle çizdi. 1924’te Türkiye’yle İngiltere
arasında imzalanan Irak sınırı, onun eseriydi. Bir de kral buldu… John
Philby’nin kankası Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal’ı, kukla olarak Irak
tahtına oturttu.

*

Araplar ona “çöl kraliçesi” diyordu. Hiç evlenmedi. Aşıktı aslında…
Binbaşı Dick Doghty-Willie’ye aşıktı. Talihsizliğe bakın ki, binbaşı
evliydi. Gizli gizli mektuplaşıyorlar, buluşuyorlardı ama, binbaşı
eşinden boşanmıyor, Gertrude bunalıma giriyordu. Meseleyi biz çözdük…
Binbaşıyı Çanakkale’de vurduk, herif öldü, aile faciası yaşanmasına
gerek kalmadı!

*

Gertrude’un Türk nefreti böyle başlamıştı. Sevgilisi ölünce kendini
Kahire’ye attı, İngiliz gizli servisinin Arap bürosuna katıldı.
Yukarda özetlediğim işleri halletmek için Irak’a geçti. Önce bizim
kuyumuzu kazdı, sonra kendi başını yedi. 1926’da, 58 yaşındayken aşırı
dozda uyku hapı alarak, intihar etti. Bağdat’a İngiliz mezarlığına
gömüldü.

*

Kendini öldürmeden önce, gene arkeolog ayaklarıyla defalarca
Anadolu’ya geldi. Kadın konusundaki zafiyetimizi biliyordu, gayet iyi
kullandı, kapıları ardına kadar açtırdı. Yetmedi, istediği gibi
kurcalasın, memlekette cirit atsın diye, yanına rehber bile verdik iyi
mi… Hakkını verdi. Memlekette dört döndü. Ne Diyarbakır bıraktı, ne
Adana, ne Konya, ne Kayseri, ne Kapadokya… Cudi’ye bile tırmandı. Kürt
köylerini listeledi, hangi aşiret devletten yanadır, hangi aşiret
ihanete müsaittir, şeceresini çıkardı. Nereler kuytudur, nerelerden
nerelere geçilir, haritaladı. Mesela bir mektubunda “Zaho kampında
konakladım” diyordu. Bilmiyorum bi yerlerden hatırlıyor musunuz, Zaho
kampını!

*

Antakya’ya gitti. Karkamış’ta kazı yaptı. Bugün ne hale geldiğini
gördüğümüz Suriye sınırında kiliseleri geziyorum dümeniyle, ahalinin
etnik kökenini, mezheplerini raporladı. Öldüğünde, kendisinden geriye,
elyazısıyla 16 günlük, iki bine yakın mektup, yedi bin fotoğraf kaldı.

*

Mustafa Kemal 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı, Gertrude dört ay sonra
Anadolu’ya sızdı, Malatya’ya geldi, Kürt aşiretlerini devşirmeye
çalışan İngiliz casusu binbaşı Noel’le buluştu, Elazığ’a geçmek
isterken enselendi, kendisiyle anladığı lisandan konuşuldu. Kuvayi
milliyecilerin padişahçılara pek benzemediğini öğrenmiş oldu, milli
mücadele bitene kadar Anadolu’ya adım atmadı.

*

Dedim ya, hiç evlenmemişti. Ama, anne sayılırdı. Çünkü “manevi oğlum”
dediği biri vardı. Yarbay Thomas Edward Lawrence… Namı diğer,
Arabistanlı Lawrence!

*

Evlat yetiştirir gibi yetiştirdi, yol gösterdi, akıl hocalığını yaptı,
nüfuzlu kişilerle tanıştırdı. Arabistanlı Lawrence, kendisinden 20 yaş
büyük olan bu kadın için “annemden farksız, bildiğim her şeyi ondan
öğrendim” diyordu.

*

Tayyip Erdoğan’la Abdullah Gül’ü kaldığı oteline, ayağına getirtip
madalya takan Suudi kralı var ya… İşte bu Lawrence’in Cidde’de
yaşadığı evi restore ettirdi, kapısına da kocaman harflerle “bu ev
Türklere karşı savaş vermemize yardımcı olan Lawrence’in karargahıdır”
diye plaket astı!

*

Neyse… 1953’de henüz 46 yaşındayken motosiklet kazasında ölen
Arabistanlı Lawrence’ın hayatı film oldu. 1962’de vizyona girdi, en
iyi yönetmen dahil, yedi dalda Oscar kazandı. ABD Kongre Kütüphanesi
tarafından, tarihi değeri nedeniyle, Ulusal Film Arşivi’nde koruma
altına alındı.

*

Ancak…
The End olmadı.

*

Gertrude Bell’in hayatı da film oldu. “Çöl Kraliçesi” isimli filmde,
efsane kadın casusu Oscar ödüllü Nicole Kidman canlandırdı. Çekimleri
Fas’ta ve Ürdün’de yapıldı. Beş bin figüran kullanıldı.

*

Bu cuma günü vizyona giriyor.

*

Zamanlaması ne tesadüf di mi.

*


No comments:

Post a Comment