Monday, July 20, 2020

Milli Mücadelede Gönüllü bir Ressam : Cemal Tollu

Önder Özar'ın Yeni ANA kültür sanat Dergisi'nin Mart-Nisan 2020 sayısında yayınlanan yazısı:

Milli Mücadelede gönüllü bir ressam : Cemal Tollu

Bir çok sanatçı gibi hareketli bir yaşam öyküsü olan resim ve müze yöneticiliği tarihimizin önemli ismi Cemal Sait Tollu’nun, sanat  tarihimizde yer alan diğer resim sanatçılarından farklı bir özelliği var. Bu yazımda, Cemal Sait Tollu’nun  yaşamı ve sanatsal  etkinliklerini bir başka yazıya bırakarak  bu farklı yönünü mercek altına almaya çalışacağım.

1899 yılında Berri-i Hümayun’un ilk mezunlarından, Konyalı  Hamdizadelerden Sait Efendi ile Veznedarbaşı Vasıf Efendi’nin kızı Hayriye Hanım’ın  ilk çocuğu olarak İstanbul’da  dünyaya gelen Cemal, çocukluğunun büyük kısmını babasının görevi nedenile Diyarbakır  ve Şam’da   geçirdikten sonra,ailesi İstanbul’a  döndüğünde resim yapma yeteneğini geliştirmek için çok istediği Sanayi-i Nefise Mektebi’ne(Güzel Sanatlar Akademisi)kaydolur.(1919)  Ancak, Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşında  mağlup olması ve bunun sonucunda İstanbul’un işgal edilmesi üzerine, eğitim faaliyetleri durdurulur.

İtilaf devletleri askerlerinin ve yerli Rum gençlerinin küstah davranışları tahammül edilmez bir hal alır. Genç Cemal kararını vermiştir. Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki Milli Kuvvetlere katılacaktır. Bu kararını – engel olabileceği düşüncesiyle- babasından gizlemeyi tercih eder, daha anlayışlı olan annesine veda ederek,13 şubat 1337 (1921)vapurla Karadeniz’e  açılır ve fırtınalı bir havada geçen yolculuk sonunda İnebolu’ya varır. “Karlı bir günde kudurmuş dalgaların dövdüğü İnebolu sahiline geldik. Buranın cesur kayıkçıları bu azgın denizden yılmadan gemiye yanaştılar. Güçlükle karaya ayak bastık” diye sonradan anlatıyor genç Cemal.

İnebolu’ya ayak bastığında durumu pek iç açıcı değildi. Gelir kaynağı, dedesinden kalan değerli bir altın saat ile babasının  hediyesi olan diğer bir altın saatten ibaretti. Parasal  sıkıntıya ilaveten, Ankara’ya geçmek için “tezkiye komisyonu”nca yapılan soruşturmadan geçer not almak gerekiyordu. Genç Cemal bu sorunları aştıktan sonra, birkaç  arkadaşıyla Ankara’ya doğru yola çıkıyor. Yollar kardan kapalı; üç gün Kastamonu’da mola vererek,  on iki gün süren zor bir yolculuktan sonra Ankara’ya varıyorlar.  Ankara’da işler kolay değil. Bir süre bekledikten sonra Milli Müdafaa Vekaletine başvurusu kabul ediliyor ve Cebeci’deki “Zabit Namzetleri Talimgahı”na kaydı yapılıyor. Tarih 30 Mart 1337 (1921) Talimgahta İkinci İnönü zaferini kutlama hazırlıkları yapılıyor. Genç subay adayımız, milli mücadelenin heyecanını damarlarında hissediyor. Mustafa Kemal’i  görmek, Kuvayı Milliye’nin teşkilatlı ve disiplinli bir ordu kimliğine kavuşmasıyla Türk milletinin kaderini n olumlu yöne çevrilmesine tanık olmak ne mutlu bir olay.

Talimgahtaki kısa eğitimden sonra kendi isteğiyle süvari sınıfına geçiyor. Süvari olmasına memnun. Bundan sonraki askerlik hizmeti 2nci Süvari Fırkası’nın 20. Alayı’nda geçecek. Bu arada annesiyle mektuplaşıyor. Daha sonra yayınlanacak  anılarında, “İstiklal Harbi’ne gönüllü olarak katılmış küçük rütbeli bir subayın hayat şartlarını ve objektif görüş ile İstiklal Harbi’nin Anadolusu’nu anlatmak istediğini”yazacak. Ve genç süvari subayı sade ve samimi bir uslupla anlatıyor.

Milli Mücadelenin kalbi ve beyni olan Ankara  hakkında gözlemleri ne ? “O dönemde büyük bir yangın geçirmiş olan Ankara’nın Samanpazarı ile şimdiki adliye binasının bulunduğu taraflara gelmek için kül yığınlarını aşmak lazımdı. Fakat, bu perişan ve viran şehrin tarihinde belki hiçbir zaman görülmemiş ve görülmeyecek çok samimi bir ruh vardı. İstiklal aşkı her şeyin üstünde.” Ankara’ya bu “ruhu” aşılayan kuşkusuz  Mustafa Kemal Paşa idi. Genç süvari  subayı Cemal, milli mücadeleye katılan tüm diğer vatan evlatlarıı gibi bu büyük kumandanı her gördüğünde etkileniyordu. Duygularını kendi kaleminden öğrenelim. “O’nu cepheye giden Anadolu çocuklarını İstasyonda uğurlarken gördüm. Düşünceli ,fakat kararlı ve iradeli çehresini toz-toprak bulutu ardından ancak fark edebiliyordum. Nemli gözleri, bulutlarla örtülü göğü andırıyordu…”

Sakarya muharebesinin Milli Mücadele’nin seyri için yarattığı tehlikeli durumu yaşamış olan süvari subayı Cemal, muharebenin en şiddetli günlerinde kendisinin de dahil olduğu talimgah taburunun Büyük Millet Meclisini korumak üzere Ankara’da bırakıldığını belirtiyor.  Düşmanın oldukça yaklaştığı, top seslerinin duyulduğu  anı defterinde kayıtlı. Sakarya savaşı sona erdikten sonra talimgah’ta eğitim gören yedek subaylar mezun oluyor ve atandıkları V. Süvari  Kolordusu karargahının bulunduğu Dinar’a  hareket ediyorlar. (Kasım 1921)Teğmen Cemal  artık 2. Süvari Fırkası’nın 20. Alay’ı 2. Bölüğünde takım kumandanıdır. Ancak, bu görevde fazla kalmıyor. “Nizam-ı Harp ve Sevkulceyş (Strateji) durumunu gösteren harita ve grafikleri hazırlamak üzere Kolordu karargahına atanıyor.  Kolordu Kumandanı Fahrettin Paşa (Altaylı) bir teftişinde , teğmen Cemal ile görüşmüş ve onun ressam olduğunu öğrenmişti. Karargahta iki ay kalan Cemal teğmen cephede yaşanan sıkıntıları yakından izlediğinden rahatsızlık duyuyor ve kıtaya çıkmak istiyor. Bir mektubunda, “Kıta hayatı zor olmakla beraber, bana daha tatlı geliyordu” diye yazmış. Anadolu halkının varını yoğunu istiklal için ortaya koyduğu bir ortamda karargahta grafik çizerek nasıl vakit geçirebilirdi?

Genç subayımız çıkan bir fırsattan  yararlanarak amirlerinin onayı ile karargahdan ayrılıyor ve Paşmakçı köyünde konaklayan 20nci Alay’a kavuşuyor. Mart 1922’de süvari kolordusu cepheden  çok gerilere kaydırılıyor. Büyük Taarruz için çok detaylı bir hazırlık ve ikmal devresi başlıyor, yer değiştirmeler gece yapılıyor, talimler ve teftişler sürüyor. 26 Ağustos sabahı Cemal teğmen bir  keşif görevini yerine getirmek üzere yer değiştirirken, düşman mevzilerinden şiddetli bir ateş açılıyor. Karşılıklı ateş bir buçuk saat sürüyor. Yunan askerleri sürekli olarak ateş ediyorlar ancak dağınık bir şekilde çekiliyorlar. Bu arada iki süvari alayımızın Yunan  top ve makinalı tüfek ateşinden hayli hırpalandığı anlaşılıyor. Büyük taarruz sırasında Cemal teğmen yürek parçalayıcı durumlarla karşılaşıyor, karargaha nakledilen Yunan esirlerini linç etmek isteyen köylülerin elinden zor kurtarıyor.

Teğmen Cemal’, Yunan askerlerinin çekilirken yaktıkları köyleri ve yaptıkları vahşeti çarpıcı ifadelerle anlatıyor. Örnek olarak, anı defterinden bir paragrafı alıntılıyorum:

“Altıntaş Ovası’ndaki bir yörük köyüne henüz dumanları tüten enkaz arasından girmiştim. Bu köyü Yunanlılar iki gün önce çekilirken yakmışlar ve altı kişiyi şehit etmişler. Yanımdaki süvarilerle birlikte girdiğimiz penceresiz kerpiç odada yere serili kara çulların üzerine yıkıldım (yorgunluktan). Yaşlı bir kadın öldürülen kocası ve çocukları için bir ağıt mırıldanıyordu. Daha genç olanlar kendi acılarını unutarak, bizim istirahatımızı düşündüler. Bu iyi insanların yanında küçüldüğümü hissettim. Çocukları sevmek istedim, bizi de Yunan askeri zannederek kaçıştılar. Koca köyde dört veya beş ev sağlam kalmıştı. Evleri yıkılanlar en yakınlarının yanına sığınmışlardı. Anadolu’nun kötü talihine için için ağlıyordum.”

Cemal teğmen, orman ve köy yangınlarından çok etkileniyor. Murat dağları yanıyor, üç günden beri yanan Manisa’ya kimse giremiyor, köyler ateşe veriliyor, bunları okurken insanın içi burkuluyor.

(Ressam Cemal Tollu’nun  tanınmış tablolarından birisi  Manisa yangınından esinlenmiştir.)

Büyük Taarruz’un geniş bir cepheye yönelik bir harekat olduğu, Yunan birliklerinin mukavemet gösterdiği, kolay teslim olmadığı  biliniyor ama milli ordumuzun ne büyük güçlüklerle karşılaştığını Cemal teğmen’in günlük notlarından kısmen de olsa daha somut biçimde anlıyoruz.

Keşif amaçlı yer değiştirmeler sırasında  bağlı olduğu fıkra ile irtibatını yitiren, bu arada atını da değiştirmek zorunda kalan teğmen Cemal İzmir’e yaklaşırken, alayı ile buluşuyor, alevler içindeki Manisa’dan düşman ateşi altında, ayağı burkularak  geçmeyi başarıyor,  İzmir göründüğünde gözleri yaşarıyor. Bornova’ ya girildiğinde sokaklara fırlayan insanlar testi ve sürahilerle evlerinden su getirip askerlere  dağıtıyorlar. Olaylar gerçek bir dram; ama mutlu sonla noktalanıyor. Binbaşı Şerafettin bey  İzmir Hükumet Konağına  Türk bayrağını  asıyor.

Teğmen Cemal  İzmir’de 3-4 gün kalarak, bağlı olduğu alayla birlikte 15 Eylul’de Dikili’ye hareket ediyor. Dikili’den Ayvalık’a geçiliyor. Ayvalık’ta şehrin girişinde yerli Rumların teşkil ettiği bir orkestra tarafından karşılanıyorlar. Burada, iki yıl Yunan işgali altında kalan yerli Rumlar Yunanlı askerlerle geçinememişler. Fakat, aralarında Türklere kötülük edenler de olmuş. Ayvalık’ta Fırka kumandanı Zeki Bey’in emriyle yerel halka iyi muamele edildiğini anlıyoruz. 18 Eylul’de İzmir’de büyük bir yangın çıktığı haberi Ayvalık’a ulaşıyor. Ayvalık’tan Çanakkale’ye  doğru yola çıkılıyor. Çanakkale’de İngilizler var. Yolda karşılaştıkları İngiliz askerleri ile sıcak bir çatışmaya girilmiyor.  Edremit’e varıldığında genç süvari subayı  Cemal,  Mülazım-ı Saniliğe terfi ediyor.Alayı da “2.Süvari Jandarma Alayı” adını alıyor.

Mülazım-ı  Sani Cemal Bey’i terfi, muvazzaf subaylığa geçme gibi konular ilgilendirmiyor. İstiklal Harbine gönüllü olarak katılmış, vazifesini yapmıştır. Çok müsterihtir; bundan sonra eski mesleğine, sanata dönmekten başka bir emeli yoktur.

Mülazım-ı Sani Cemal Bey’in dahil olduğu 2nci Süvari Jandarma Alayı,  Edremit, Susığırlık (Susurluk) Edincik, Bandırma üzerinden gemiyle Tekirdağ’a varıyor. 20 Teşrini Sani (Kasım 1922) karlı bir havada Hayrabolu’ya , kısa bir dinlenmeden sonra da Edirne’ye  giriyor. Bayram havası içinde fener alayı yapılıyor, Selimiye Camiine mahya kuruluyor, sıcak çatışma olmadan hudutlar teslim alınıyor  Yorgunluk çıkarılıyor, eve mektup yazılıyor, normal hayata dönüş süreci başlıyor. Cemal Bey, resim yapacak kadar boş vakit buluyor.

22 Eylul 1923’de terhis belgeleri geliyor. 5 Teşrinievvel (Ekim)’de İstanbul’da bazı ziyaretlerde bulunuyor. Son maaşını ve yol harçlığını almak üzere bir hafta sonra yeniden Tekirdağ’a gidiyor. Bir gün sonra İstanbul’a geliyor ve ilk yaptığı iş sivil bir elbise ısmarlamak oluyor. Cumhuriyet’in ilanını sevinçle karşılıyor. Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının  irade ve dirayeti, Anadolu halkının fedakarlığı ve gayreti ile elde edilen neticeden sonsuz derecede memnun. İş arıyor ve Karaağaç’taki vagon fabrikasında ekip şefi olarak çalışmaya başlıyor. Bir yandan, öğrenimine hükumet hesabına devam etmek için Maarif Vekaletine yaptığı başvuruya olumsuz yanıt verilmesinin talihsizlik olduğunu düşünüyor, diğer yandan Milli Mücadele yıllarında kazandığı bedeli ölçülemeyecek manevi hazzın ve kendisini yetiştirecek kuvvetin ve iradenin önemli bir kazanç olduğunu değerlendiriyor.

Ressam Cemal Tollu’nun özetleyerek sunulan  üç yıllık Milli Mücadele öyküsünü, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’nın Ocak 2018’de  kitaplıklarda  yerini alan “Talimgah’tan güzel sanatlar’a 1921 -1923” başlıklı anı kitabından yararlanarak kaleme aldım. Mülazım Cemal Tollu’nun eski Türkçe  notlarını   günümüz latin alfabesine çevirerek yayına hazırlayan Dr. Server Avşar’a  Tollu ailesi  ve Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları yönetimine okuyucular adına teşekkürü bir borç bilirim.

 


No comments:

Post a Comment