Önder Özar'ın Yeni ANA kültür sanat Dergisi'nin Mart-Nisan 2020 sayısında yayınlanan yazısı:
Milli Mücadelede gönüllü bir ressam : Cemal Tollu
Bir çok sanatçı gibi hareketli bir yaşam öyküsü olan resim
ve müze yöneticiliği tarihimizin önemli ismi Cemal Sait Tollu’nun, sanat tarihimizde yer alan diğer resim
sanatçılarından farklı bir özelliği var. Bu yazımda, Cemal Sait Tollu’nun yaşamı ve sanatsal etkinliklerini bir başka yazıya bırakarak bu farklı yönünü mercek altına almaya
çalışacağım.
1899 yılında Berri-i Hümayun’un ilk mezunlarından, Konyalı Hamdizadelerden Sait Efendi ile Veznedarbaşı
Vasıf Efendi’nin kızı Hayriye Hanım’ın
ilk çocuğu olarak İstanbul’da dünyaya
gelen Cemal, çocukluğunun büyük kısmını babasının görevi nedenile Diyarbakır ve Şam’da geçirdikten sonra,ailesi İstanbul’a döndüğünde resim yapma yeteneğini geliştirmek
için çok istediği Sanayi-i Nefise Mektebi’ne(Güzel Sanatlar Akademisi)kaydolur.(1919) Ancak, Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya
Savaşında mağlup olması ve bunun
sonucunda İstanbul’un işgal edilmesi üzerine, eğitim faaliyetleri durdurulur.
İtilaf devletleri askerlerinin ve yerli Rum gençlerinin
küstah davranışları tahammül edilmez bir hal alır. Genç Cemal kararını vermiştir.
Mustafa Kemal Paşa önderliğindeki Milli Kuvvetlere katılacaktır. Bu kararını –
engel olabileceği düşüncesiyle- babasından gizlemeyi tercih eder, daha
anlayışlı olan annesine veda ederek,13 şubat 1337 (1921)vapurla Karadeniz’e açılır ve fırtınalı bir havada geçen yolculuk
sonunda İnebolu’ya varır. “Karlı bir günde kudurmuş dalgaların dövdüğü İnebolu
sahiline geldik. Buranın cesur kayıkçıları bu azgın denizden yılmadan gemiye
yanaştılar. Güçlükle karaya ayak bastık” diye sonradan anlatıyor genç Cemal.
İnebolu’ya ayak bastığında durumu pek iç açıcı değildi.
Gelir kaynağı, dedesinden kalan değerli bir altın saat ile babasının hediyesi olan diğer bir altın saatten
ibaretti. Parasal sıkıntıya ilaveten,
Ankara’ya geçmek için “tezkiye komisyonu”nca yapılan soruşturmadan geçer not
almak gerekiyordu. Genç Cemal bu sorunları aştıktan sonra, birkaç arkadaşıyla Ankara’ya doğru yola çıkıyor.
Yollar kardan kapalı; üç gün Kastamonu’da mola vererek, on iki gün süren zor bir yolculuktan sonra
Ankara’ya varıyorlar. Ankara’da işler
kolay değil. Bir süre bekledikten sonra Milli Müdafaa Vekaletine başvurusu
kabul ediliyor ve Cebeci’deki “Zabit Namzetleri Talimgahı”na kaydı yapılıyor.
Tarih 30 Mart 1337 (1921) Talimgahta İkinci İnönü zaferini kutlama hazırlıkları
yapılıyor. Genç subay adayımız, milli mücadelenin heyecanını damarlarında
hissediyor. Mustafa Kemal’i görmek,
Kuvayı Milliye’nin teşkilatlı ve disiplinli bir ordu kimliğine kavuşmasıyla
Türk milletinin kaderini n olumlu yöne çevrilmesine tanık olmak ne mutlu bir olay.
Talimgahtaki kısa eğitimden sonra kendi isteğiyle süvari
sınıfına geçiyor. Süvari olmasına memnun. Bundan sonraki askerlik hizmeti 2nci
Süvari Fırkası’nın 20. Alayı’nda geçecek. Bu arada annesiyle mektuplaşıyor.
Daha sonra yayınlanacak anılarında, “İstiklal
Harbi’ne gönüllü olarak katılmış küçük rütbeli bir subayın hayat şartlarını ve
objektif görüş ile İstiklal Harbi’nin Anadolusu’nu anlatmak istediğini”yazacak.
Ve genç süvari subayı sade ve samimi bir uslupla anlatıyor.
Milli Mücadelenin kalbi ve beyni olan Ankara hakkında gözlemleri ne ? “O dönemde büyük bir
yangın geçirmiş olan Ankara’nın Samanpazarı ile şimdiki adliye binasının
bulunduğu taraflara gelmek için kül yığınlarını aşmak lazımdı. Fakat, bu
perişan ve viran şehrin tarihinde belki hiçbir zaman görülmemiş ve görülmeyecek
çok samimi bir ruh vardı. İstiklal aşkı her şeyin üstünde.” Ankara’ya bu “ruhu”
aşılayan kuşkusuz Mustafa Kemal Paşa
idi. Genç süvari subayı Cemal, milli
mücadeleye katılan tüm diğer vatan evlatlarıı gibi bu büyük kumandanı her
gördüğünde etkileniyordu. Duygularını kendi kaleminden öğrenelim. “O’nu cepheye
giden Anadolu çocuklarını İstasyonda uğurlarken gördüm. Düşünceli ,fakat
kararlı ve iradeli çehresini toz-toprak bulutu ardından ancak fark
edebiliyordum. Nemli gözleri, bulutlarla örtülü göğü andırıyordu…”
Sakarya muharebesinin Milli Mücadele’nin seyri için yarattığı
tehlikeli durumu yaşamış olan süvari subayı Cemal, muharebenin en şiddetli
günlerinde kendisinin de dahil olduğu talimgah taburunun Büyük Millet Meclisini
korumak üzere Ankara’da bırakıldığını belirtiyor. Düşmanın oldukça yaklaştığı, top seslerinin
duyulduğu anı defterinde kayıtlı. Sakarya
savaşı sona erdikten sonra talimgah’ta eğitim gören yedek subaylar mezun oluyor
ve atandıkları V. Süvari Kolordusu
karargahının bulunduğu Dinar’a hareket
ediyorlar. (Kasım 1921)Teğmen Cemal artık
2. Süvari Fırkası’nın 20. Alay’ı 2. Bölüğünde takım kumandanıdır. Ancak, bu
görevde fazla kalmıyor. “Nizam-ı Harp ve Sevkulceyş (Strateji) durumunu
gösteren harita ve grafikleri hazırlamak üzere Kolordu karargahına
atanıyor. Kolordu Kumandanı Fahrettin
Paşa (Altaylı) bir teftişinde , teğmen Cemal ile görüşmüş ve onun ressam
olduğunu öğrenmişti. Karargahta iki ay kalan Cemal teğmen cephede yaşanan
sıkıntıları yakından izlediğinden rahatsızlık duyuyor ve kıtaya çıkmak istiyor.
Bir mektubunda, “Kıta hayatı zor olmakla beraber, bana daha tatlı geliyordu”
diye yazmış. Anadolu halkının varını yoğunu istiklal için ortaya koyduğu bir
ortamda karargahta grafik çizerek nasıl vakit geçirebilirdi?
Genç subayımız çıkan bir fırsattan yararlanarak amirlerinin onayı ile karargahdan
ayrılıyor ve Paşmakçı köyünde konaklayan 20nci Alay’a kavuşuyor. Mart 1922’de
süvari kolordusu cepheden çok gerilere
kaydırılıyor. Büyük Taarruz için çok detaylı bir hazırlık ve ikmal devresi başlıyor,
yer değiştirmeler gece yapılıyor, talimler ve teftişler sürüyor. 26 Ağustos
sabahı Cemal teğmen bir keşif görevini
yerine getirmek üzere yer değiştirirken, düşman mevzilerinden şiddetli bir ateş
açılıyor. Karşılıklı ateş bir buçuk saat sürüyor. Yunan askerleri sürekli
olarak ateş ediyorlar ancak dağınık bir şekilde çekiliyorlar. Bu arada iki
süvari alayımızın Yunan top ve makinalı
tüfek ateşinden hayli hırpalandığı anlaşılıyor. Büyük taarruz sırasında Cemal
teğmen yürek parçalayıcı durumlarla karşılaşıyor, karargaha nakledilen Yunan
esirlerini linç etmek isteyen köylülerin elinden zor kurtarıyor.
Teğmen Cemal’, Yunan askerlerinin çekilirken yaktıkları
köyleri ve yaptıkları vahşeti çarpıcı ifadelerle anlatıyor. Örnek olarak, anı
defterinden bir paragrafı alıntılıyorum:
“Altıntaş Ovası’ndaki bir yörük köyüne henüz dumanları tüten
enkaz arasından girmiştim. Bu köyü Yunanlılar iki gün önce çekilirken yakmışlar
ve altı kişiyi şehit etmişler. Yanımdaki süvarilerle birlikte girdiğimiz
penceresiz kerpiç odada yere serili kara çulların üzerine yıkıldım
(yorgunluktan). Yaşlı bir kadın öldürülen kocası ve çocukları için bir ağıt
mırıldanıyordu. Daha genç olanlar kendi acılarını unutarak, bizim
istirahatımızı düşündüler. Bu iyi insanların yanında küçüldüğümü hissettim.
Çocukları sevmek istedim, bizi de Yunan askeri zannederek kaçıştılar. Koca
köyde dört veya beş ev sağlam kalmıştı. Evleri yıkılanlar en yakınlarının
yanına sığınmışlardı. Anadolu’nun kötü talihine için için ağlıyordum.”
Cemal teğmen, orman ve köy yangınlarından çok etkileniyor.
Murat dağları yanıyor, üç günden beri yanan Manisa’ya kimse giremiyor, köyler
ateşe veriliyor, bunları okurken insanın içi burkuluyor.
(Ressam Cemal Tollu’nun
tanınmış tablolarından birisi
Manisa yangınından esinlenmiştir.)
Büyük Taarruz’un geniş bir cepheye yönelik bir harekat olduğu,
Yunan birliklerinin mukavemet gösterdiği, kolay teslim olmadığı biliniyor ama milli ordumuzun ne büyük
güçlüklerle karşılaştığını Cemal teğmen’in günlük notlarından kısmen de olsa daha
somut biçimde anlıyoruz.
Keşif amaçlı yer değiştirmeler sırasında bağlı olduğu fıkra ile irtibatını yitiren, bu
arada atını da değiştirmek zorunda kalan teğmen Cemal İzmir’e yaklaşırken, alayı
ile buluşuyor, alevler içindeki Manisa’dan düşman ateşi altında, ayağı burkularak geçmeyi başarıyor, İzmir göründüğünde gözleri yaşarıyor.
Bornova’ ya girildiğinde sokaklara fırlayan insanlar testi ve sürahilerle
evlerinden su getirip askerlere
dağıtıyorlar. Olaylar gerçek bir dram; ama mutlu sonla noktalanıyor.
Binbaşı Şerafettin bey İzmir Hükumet
Konağına Türk bayrağını asıyor.
Teğmen Cemal İzmir’de
3-4 gün kalarak, bağlı olduğu alayla birlikte 15 Eylul’de Dikili’ye hareket
ediyor. Dikili’den Ayvalık’a geçiliyor. Ayvalık’ta şehrin girişinde yerli
Rumların teşkil ettiği bir orkestra tarafından karşılanıyorlar. Burada, iki yıl
Yunan işgali altında kalan yerli Rumlar Yunanlı askerlerle geçinememişler.
Fakat, aralarında Türklere kötülük edenler de olmuş. Ayvalık’ta Fırka kumandanı
Zeki Bey’in emriyle yerel halka iyi muamele edildiğini anlıyoruz. 18 Eylul’de
İzmir’de büyük bir yangın çıktığı haberi Ayvalık’a ulaşıyor. Ayvalık’tan
Çanakkale’ye doğru yola çıkılıyor.
Çanakkale’de İngilizler var. Yolda karşılaştıkları İngiliz askerleri ile sıcak
bir çatışmaya girilmiyor. Edremit’e
varıldığında genç süvari subayı
Cemal, Mülazım-ı Saniliğe terfi
ediyor.Alayı da “2.Süvari Jandarma Alayı” adını alıyor.
Mülazım-ı Sani Cemal
Bey’i terfi, muvazzaf subaylığa geçme gibi konular ilgilendirmiyor. İstiklal
Harbine gönüllü olarak katılmış, vazifesini yapmıştır. Çok müsterihtir; bundan
sonra eski mesleğine, sanata dönmekten başka bir emeli yoktur.
Mülazım-ı Sani Cemal Bey’in dahil olduğu 2nci Süvari
Jandarma Alayı, Edremit, Susığırlık
(Susurluk) Edincik, Bandırma üzerinden gemiyle Tekirdağ’a varıyor. 20 Teşrini
Sani (Kasım 1922) karlı bir havada Hayrabolu’ya , kısa bir dinlenmeden sonra da
Edirne’ye giriyor. Bayram havası içinde
fener alayı yapılıyor, Selimiye Camiine mahya kuruluyor, sıcak çatışma olmadan
hudutlar teslim alınıyor Yorgunluk
çıkarılıyor, eve mektup yazılıyor, normal hayata dönüş süreci başlıyor. Cemal
Bey, resim yapacak kadar boş vakit buluyor.
22 Eylul 1923’de terhis belgeleri geliyor. 5 Teşrinievvel
(Ekim)’de İstanbul’da bazı ziyaretlerde bulunuyor. Son maaşını ve yol harçlığını
almak üzere bir hafta sonra yeniden Tekirdağ’a gidiyor. Bir gün sonra
İstanbul’a geliyor ve ilk yaptığı iş sivil bir elbise ısmarlamak oluyor.
Cumhuriyet’in ilanını sevinçle karşılıyor. Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının
irade ve dirayeti, Anadolu halkının
fedakarlığı ve gayreti ile elde edilen neticeden sonsuz derecede memnun. İş
arıyor ve Karaağaç’taki vagon fabrikasında ekip şefi olarak çalışmaya başlıyor.
Bir yandan, öğrenimine hükumet hesabına devam etmek için Maarif Vekaletine
yaptığı başvuruya olumsuz yanıt verilmesinin talihsizlik olduğunu düşünüyor,
diğer yandan Milli Mücadele yıllarında kazandığı bedeli ölçülemeyecek manevi
hazzın ve kendisini yetiştirecek kuvvetin ve iradenin önemli bir kazanç
olduğunu değerlendiriyor.
Ressam Cemal Tollu’nun özetleyerek sunulan üç yıllık Milli Mücadele öyküsünü, Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları’nın Ocak 2018’de
kitaplıklarda yerini alan “Talimgah’tan
güzel sanatlar’a 1921 -1923” başlıklı anı kitabından yararlanarak kaleme aldım.
Mülazım Cemal Tollu’nun eski Türkçe notlarını
günümüz latin alfabesine çevirerek yayına hazırlayan Dr. Server
Avşar’a Tollu ailesi ve Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
yönetimine okuyucular adına teşekkürü bir borç bilirim.
No comments:
Post a Comment