İran’da İslam Devrimi
ve Kültürel Değerler
Önder Özar ( ANA
dergisinin Mart- Nisan 2019 sayısında yayınlandı )
11 Şubat 2019’da İran
İslam Devrimi kırkıncı yılını tamamladı. 2500 yıllık Pers/İran monarşisi, Şii
din adamı Ruhullah Humeyni’nin peşinden sürüklediği halk yığınlarının
ayaklanmasıyla sona erdi. 20nci yüzyılın ikinci yarısındaki bu büyük devrim, Şii İslam hukukunu ve yaşam
tarzını devlet ve toplum yapısına dayatan bir anlayışla hem ülke içinde hem de
müslüman ülkelerde büyük sarsıntılara ve tedirginliğe yol açtı. Şahlık
monarşisinin tüm kurumları ve kadroları tasfiye edildi, eski düzenin yerine Şii
İslam felsefesine uygun, Batı taklitçiliğine karşıt bir toplum modeli
yaratılmasına yönelik adımlar atıldı, dış politikada “ ne kapitalist Batı ne de
Sosyalist Doğu” sloganı ile ABD ve Sovyetler Birliği’ni dışlayan,
bağlantısızlara yanaşan bir çizgi izlenmek istendi. Ancak, bu tutum kısa
zamanda sadece “Kahrolsun ABD- Büyük Şeytan - ve İsrail –Küçük Şeytan- ”
sloganıyla özetlenen tek yönlü bir husumete
dönüştü. Başlangıçta devrimi, demokrasi getireceği vaadine inanarak destekleyen,
liberal eğilimli, Batı üniversitelerinde öğrenim görmüş aydınların çoğu kısa zamanda uzaklaştırıldı ya da tasfiyeye
uğradı.
İran Devrimi’nin
yaptığı bu kıyım, başka ülkelerde daha
önce yaşanan devrimlerde olduğu gibi muhalefeti ortadan kaldırmak ve yerine
devrimin hedef ve ilkelerine uygun bir altyapı ve ortam oluşturmak
düşüncesiyle/iddiasıyla açıklanabilir. İran’da bu değişimin büyük ölçüde
geçerli olduğu öne sürülebilir. Örneğin,
Dışişleri Bakanlığı’ndaki yetişmiş diplomat kadrosu neredeyse tümüyle
uzaklaştırılmış, ya da fizik varlıkları ortadan kaldırılmıştır. (Örneğin,)
Dışişleri Bakanlığı, hiç bir deneyimi olmayan, nitelikleri ve yabancı dil
bilgileri sınırlı, mesleğin gerektirdiği inceliklerden uzak bir kadroya teslim
edilmiştir. Diğer Bakanlık ve kurumlarda da benzer sorunlar yaşanmıştır.
Bununla beraber, Devrim’in toplumu “İslamlaştırma-Şiileştirme” amacına
bazı alanlarda ulaşamadığını kaydetmek yerinde olur. Örneğin, kısaca “ kültürel
değerler” olarak adlandırılabilecek, kökleri yüzlerce hatta binlerce yıl öteye
uzanan büyük ve zengin bir birikimi unutturmanın ya da gözden düşürmenin
olanaksız olduğu anlaşılacaktır. Bu bağlamda,
Pasargade antik yerleşim yerinde bulunan Pers İmparatorluğu’nun kurucusu
Büyük Kiros’un anıt-mezarını son yıllarda binlerce İranlının ziyaret etmesi en
belirgin bir örnek olarak öne çıkmakta. Günümüzde harabe halinde bulunmasına
karşın Antik Pasargade kentindeki Büyük Kiros anıt-mezarı büyük ölçüde
bozulmamış olarak muhafaza edilmekte. Bu anıt- mezar UNESCO dünya mirası
listesinde yer almakta.
Bir başka örnek,
devrimin ilk yıllarında okulların bir haftalık Nevruz tatilinde tatil yapmaması
ve öğretime devam etmesi kararının velilerin çocuklarını okula göndermemeleri
üzerine, uygulanamamasıdır. Zira,İslami yönetim özellikle devrimin ilk
yıllarında Nevruz olayına sıcak
bakmamış, hatta bu geleneksel şenliği resmi takvimden silmeye kalkışmıştır.
Ancak halkın Nevruz’a bağlılığı devam edince, yönetim çark etmiş ve Nevruz 5
gün resmi tatil, fiilen de iki hafta olarak kutlanmaya devam edilmiştir. İlginç
bir gelişme, İslam öncesi bir gelenek olan Nevruz’un kutlanması için Dışişleri
Bakanı Kemal Kharrazi’nin Nisan 2000
günü kordiplomatik için ilk kez bir resepsiyon düzenlemesi oldu.
Geleneksel müzik örneklerinin sunulduğu bu davet alışılmamış bir
etkinlikti. Diğer yandan, Persepolis’te Kültürel Miras Örgütü tarafından ilk
kez Nevruz festivalinin düzenlendiğini belirtmek isterim. Fars eyalet valisi bu
festivalin reformcu Cumhurbaşkanı Hatemi’nin “uygarlıklar arası diyalog”
bağlamında tasarlandığını vurguladı. İran’da kökeni 6-7 bin yıl öncesine ulaşan
Şeb-i Yelda ( Senenin en uzun gecesi) de aile içinde çeşitli meyvelerin sofrada
sergilendiği ve eğlenildiği bir gece olarak kutlanır. İslami yönetim bu
geleneğe de saygı gösterdi.
İslami yönetim, İran’ın
kültürel birikiminde çok önemli bir yeri olan edebiyat alanında başlangıçta
belirgin bir isteksizlik ve hatta Ömer Hayyam örneğinde olduğu gibi aşağılama
çabaları içinde oldu. 1998’ Kasım ayında
Meşhed’i ziyaretimde programa,
Firdevsi’nin Tus kentindeki anıt-mezarını dahil ettim. Büyük şair ve
Şahname destanı yazarı Firdevsi’nin anıt- mezarı bir süre bakımsız kalmışsa da,
son yıllarda restore edilerek ziyarete
açılmış. Firdevsi, yazımı seneler süren destanı Arapça ve diğer yabancı
sözcükleri kullanmadan tamamlamış. Bu nedenle en büyük milli şair olarak
saygınlık kazanmış. Ömer Hayyam’ın
mezarı ise Nişabur’da. Devrim yönetimi adının dahi anılmasından hoşlanmıyor.
1999 Mayıs ayında iki günlük bir hafta sonu ziyaretimde rehber eşliğinde
Persepolis’i, daha sonra da İran’ın
büyük şairlerinden Hafız ve Sadi’nin mezarlarını ziyaret ettim. Çiçekler
içinde, bakımlı idiler.
İran devrim yönetiminin
muhafazakar tutumu güzel sanatları da genelde olumsuz etkiliyor. Ancak, bunun
bir istisnası var: sinema. İran
sineması, dünyada çok sayıda ödül kazanarak dikkatleri çekiyor. Rejimin
katılığı ve hoşgörüsüz tutumuna karşın, İran filmleri, yöneticileri ve
oyuncularıyla adeta bir destan yaratıyor. Bu nasıl mümkün oluyor? İlk akla
gelen pragmatik çevrelerin,
Cumhurbaşkanı Hatemi’nin ılımlı reformcu politikalarından cesaret alarak,
sinema aracılığıyla, İran’ın bozulan imajının düzelmesini önemsemeleri ve muhafazakar kesimi, anlayışlı olmaya zor da
olsa ikna etmeleri. Bir başka etken de
sinema sektörünün yetenekli ve deneyimli bir kadroya sahip olması. Buna Avrupa
sinema sektörünün ilgisini de eklemek mümkün. 1999 Ağustos ayında, Dışişleri
Bakanlığı’nın organizasyonu ile kordiplomatik için bir film gösterisi
düzenlendi. Yapımcısı ve yönetmeni 39
yaşinda bir kadın: Tahmine Milani. 1989 yılından bu yana senaryolarını kendisinin yazdığı dört
filmin yönetmenliğini de üstlenmiş. Bizim seyrettiğimiz filmin adı : İki kadın.
Filmde, kadına toplumda hakettiği yeri vermek istemeyen katı muhafazakar zihniyet
çarpıcı biçimde sorgulanıyor. Ayrıca, İran’da
çağın gerisinde bulunan yargı sistemi eleştiriliyor. Yapımcı-yönetmen
Tahmine Milani bu filmin çekimi ve gösterime girmesi için senelerce mücadele
etmiş, sonunda Hatemi döneminin nisbi hoşgörüsünden yararlanarak, izin
alabilmiş. Filmde başrolü oynayan Niki Kerami dış ülkelerde en başarılı kadın oyuncu ödülünü
kazandı. 2000 yılının Nisan ayında
“Şokeran” adında bir başka İran filmi izledim. Filmde, İran’da eski bir gelenek
olan geçici evlilik (sige) kurumunun
mutsuzluğa yol açtığı tezi işleniyor. Yan konu olarak uyuşturucu bağımlılığının
zararları sergileniyor.Hatemi döneminde kültür alanında başka gelişmeler de
gerçekleşti. 2000 Şubat ayında, İslam
devrimin 21nci yıldönümü etkinlikleri
kapsamında “ Fecr Sinema” ve “ Fecr Müzik” festivalleri düzenlendi. Bir başka
ilgi çekici olay 2000 yılı Mart ayında
İtalya Dışişleri Bakanı Lamberto Dini’nin Tahran’ı ziyareti vesilesiyle
düzenlenen klasik batı müziği konseridir. Bu ziyaret, aynı zamanda Avrupa ile
İran arasındaki ilişkilerin yumuşamaya başladığını işaret eden bir ilkti.
İran devrimi kültürel alanda ilk yıllardaki katı ve hatta
bağnaz tutumunu özellikle Humeyni’nin ölümünden sonra nisbeten yumuşatmış ya da
yumuşatmak zorunda kalmıştır. Halk, İran’ın İslam öncesi dönemde edinmiş olduğu
kültürel kazanımları muhafaza etmek için mücadele etmiş ve İran kimliğinin
ayrılmaz ögeleri olan Nevruz, Şeb-i Yelda gibi geleneklerini yaşatmış ve
yaşatmaya devam etmektedir.
No comments:
Post a Comment