Monday, July 20, 2020

Çağdaş yaklaşımlı bazı ilahiyatçılar ( N. Ay, Ali Öz ve Y.Dülger) Ayasofya'nın yaniden camiye dönüştürülmesini eleştirdiler.

Çağdaş düşünceli ilahiyatçı yazarlar, Ayasofya'nın yeniden camiye dönüştürülmesi kararını eleştiren bildiri yayınladı. 

İlahiyat uzmanı yazar Nazif Ay ile İlahiyatçı yazarlar Mehmet Ali Öz ve Yusuf Dülger, Danıştay'ın ibadete açılması yönünde karar verdiği Ayasofya ile ilgili bir bildiri yayınladı. Bildiride, "Ayasofya’nın evrensel değerler yok sayılarak camiye dönüştürülmesi, sözlük anlamı 'Barış' olan İslam’ın uzlaşma ve adalet mesajlarına darbe vurur nitelikte bir tercihtir." denildi.

Danıştay'ın müzeden camiye çevrilmesi kararı verdiği ve 24 Temmuz'da ilk Cuma namazının kılınacağı Ayasofya ile ilgili tartışmalar sürüyor. Konu ile ilgili Atatürkçü İlahiyatçılar bir bildiri yayınladılar.

İlahiyat uzmanı yazar Nazif Ay ile  İlahiyatçı yazarlar Mehmet Ali Öz ve Yusuf Dülger'in imzası ile yayınlanan bildiride, "Ayasofya’nın evrensel değerler yok sayılarak camiye dönüştürülmesi, sözlük anlamı “Barış” olan İslam’ın uzlaşma ve adalet mesajlarına darbe vurur nitelikte bir tercihtir." denildi.

Bildiride, Atatürk'ün, insanlık mirasının isteği, dinin emri ve siyaset geleneğinin gereği olarak Ayasofya’yı müze statüsünde tutarak aslında hiçbir din bağlısının onurunu kırmamış ve Ayasofya’nın saygınlığını koruduğu belirtilerek, "Toplumu ayrıştıran ve inançlar üzerinden maddi manevi çıkar sağlayan anlayışla inşa edilen yapıların “Takva (Allah’a saygı) üzerine kurulu ibadethane olmayıp, Hz. Muhammed’in yaşamında görmek istemediği “Mescidi dırar” hükmünde olacağını bilen Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Ayasofya’ya verilebilecek en uzlaşmacı statüyü vermiş ve dinin yüce hedefi olan barışı sağlamıştır." ifadelerine yer verildi.

Bildirinin son bölümünde ise şu ifadelere yer verildi; "Son olarak; Mustafa Kemal Atatürk’ün ferasete, basirete, engin bilgi ve tecrübeye, ayrıca tarihi sorumluluğa müstenit olan “Ayasofya’nın müze olarak varlığını sürdürme” kararının takip edilmesini, böylece devletimizin öngörülemeyen cenderelere sürüklenmemesini ve uluslararası alanda hukuki problemlerle karşılaşmamasını arzu etmekteyiz.

Danıştay 10. Daire kararında, Osmanlı vakıf hukukuna vurgu yapılıp, pozitif bilimden güç alan medeni kanundaki miras hukukunun göz ardı edilmesini kabul etmiyoruz, çünkü bu vurgu sebebiyle Ayasofya’nın ibadethaneye çevrilmesinden cesaret alarak, esas vasfı olan kiliseye dönüştürülmesi için harekete geçecek dış baskılara şimdiden fırsat verilmesini istemiyoruz. "

Atatürkçü İlahiyatçıların Ayasofya bildirisinin tamamı şu şekilde;

Herkesin malumu olduğu üzere, 2 Temmuz 2020 tarihinde Danıştay 10. Dairesi Ayasofya’nın hukuki durumunu görüşmek maksadıyla toplanmış, 10 Temmuz 2020 tarihinde ise uygarlıkların ortak değeri olan bu mirasın müze olarak varlığına devam etmesi gerektiğine dair Mustafa Kemal Atatürk imzalı kararının iptal edilebileceği hükmünü açıklamıştır. Neticede, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzası ile Ayasofya’nın cami olarak açılması ve Diyanet İşleri Başkanlığına devri kararı alınmıştır.

Hatırlanacağı gibi, Atatürkçü İlahiyatçılar olarak 2017 yılında laiklik hassasiyetine vurgu yaptığımız deklarasyon kamuoyundan büyük ilgi ve takdir görmüştü. Bugün de üzerimize düşen sorumluluğun bilinciyle, hemen her kesimin görüş bildirdiği Ayasofya konusunda görüş, yorum ve önerilerimizi paylaşmayı milli ve dini bir görev addediyoruz.

Şu bilinen bir gerçek ki, hiçbir kavram sözlükte verilen karşılığı kadar dar anlama sahip değildir. Bir kavramın herkes tarafından ona yüklenen pek çok anlamı vardır.

"AYASOFYA'NIN ORTAK DEĞER OLDUĞU UNUTULMAMALI"

Kutsallık arz eden kavram, terim ve maddi varlıkların, inananların ruh ve düşünce dünyasında, tasavvurunda, hatta hayallerinde saygınlık uyandıran yönleri bulunduğu gibi, ilahi mesajlı edebiyat ve öğretiye uzak veya dinlere mesafeli kişilerce de olumlu ya da olumsuz yargı ifade eden yönler bulunur. Kutsallığa verilen anlamlar arasındaki bu taban tabana zıtlıklar, eşyanın tabiatındandır/ varlığın doğal sonucudur. Ayasofya konusu da kutsallık arz eden kavramlardandır ve bugün ortak tartışma konusu Ayasofya’nın da statüsü hakkında birçok görüş, yorum ve önerilere şahit olmaktayız.

Her ne kadar Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenlik sahası içinde olursa olsun bu yapının bir uygarlık mirası ve bir ortak değer olduğu gerçeği unutulmamalıdır. İslam âlemi için mübareklik atfedilen Ayasofya, “kutsal bilgelik” anlamındaki ismiyle, onu inşa eden Ortodoks Hristiyan medeniyetine de aitlik mesajı vermektedir.

"İSLAM DÜŞMANLIĞI BAĞNAZLIĞINI CANLI TUTACAKTIR"

Ayasofya, aynı arsa üzerine yapılan üçüncü dinsel yapıdır ve son Roma İmparatoru olarak kabul gören Jüstinyen’in insanlığa armağan ettiği eşsiz eserdir. Fatih Sultan Mehmet’in, fethin akabinde burayı kendi özel malı olarak vakıf mirası vasfıyla şahsına ait kılan tasarrufunun hukuken ve dinen ne kadar doğru olduğu sorusu hâlâ tartışma konusudur. Günümüz siyasi literatüründe ise fetih kültürünün ve Ortodoks mezhebine ait bir dini mekânın başka bir dine mal edilmesinin moral değerlerde, hukukta ve devletlerarası ilişkilerde bir kıymetinin olmadığı tartışmasızdır.

Yapımını Ortodoks Hristiyan din mensuplarının üstlendiği bir tapınağın, yaptım oldu mantığıyla ve emri vaki suretiyle İslam’a ait kılınmaya çalışılması gayrimüslimleri rencide edecek ve İslamofobi denilen İslam korkusu veya İslam düşmanlığı bağnazlığını canlı tutacaktır. İbadetlerin gösterişe ve siyasete alet edilmesi, tüm samimi inançlıları rahatsız edecek ve din adına savaştıklarını ileri süren radikal unsurlara yanlış mesaj verme tehlikesi ortaya çıkacaktır.

Ayasofya’nın evrensel değerler yok sayılarak camiye dönüştürülmesi, sözlük anlamı “Barış” olan İslam’ın uzlaşma ve adalet mesajlarına darbe vurur nitelikte bir tercihtir. Ayrıca Kur’an’da, Hac suresinin 40. ayetinde: “Onlar sırf "Rabbimiz Allah’tır" dediklerinden dolayı haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah’ın, insanların bir kısmıyla diğer kısmını engellemesi olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler -ki oralarda Allah’ın adı çokça anılır- yıkılır giderdi. Allah kendi dinine yardım edenlere muhakkak yardım edecektir.

Kuşkusuz Allah güçlüdür, mutlak galiptir” denilerek diğer dinlerin ibadethanelerine zinhar dokunulmaması ve değiştirilmemesi emredilmektedir. Allah’ın kesin emrini bilen İkinci halife Hz. Ömer, Kudüs’ün fethinden sonra, hem de orada ikamet eden saygın Hristiyan din adamlarının ısrarına rağmen namazını bir kilisenin içinde kılmamıştır.

"ATATÜRK AYASOFYA'NIN SAYGINLIĞINI KORUDU"

Gerekçesini soranlara: “Ben burada namaz kılsam, başkaları da ‘madem Ömer burada namaz kıldı, o halde biz de burayı kiliseden camiye çevirelim’ derler diye endişe ediyorum” cevabını vermiştir. Aynı kaygıyı, 1922 mübadelesinden sonra Yunanistan’ın Türklere ait birçok cami ve mescidi kiliseye çevirme politikalarına tepki gösteren Atatürk de bu coğrafyada hissetmiş, düşüncelerini Yunanlı iş insanı Bodosakis Athanasiadis’e hiddetli şekilde şöyle ifade etmiştir: “Sizinkiler, Selanik’te Türklere ait ne varsa yok etmekte acele ediyorlar. Biliyorsunuz ben muhacirim/ göçmenim ve aslen oralıyım. Bu olaylar neden ileri geldiğinin farkındayım. Fakat size şunu söylemeliyim ki, bu tür davranışlar sadece kötü örnek oluştururlar.”

Atatürk, insanlık mirasının isteği, dinin emri ve siyaset geleneğinin gereği olarak Ayasofya’yı müze statüsünde tutarak aslında hiçbir din bağlısının onurunu kırmamış ve Ayasofya’nın saygınlığını korumuştur. Toplumu ayrıştıran ve inançlar üzerinden maddi manevi çıkar sağlayan anlayışla inşa edilen yapıların “Takva (Allah’a saygı) üzerine kurulu ibadethane olmayıp, Hz. Muhammed’in yaşamında görmek istemediği “Mescidi dırar” hükmünde olacağını bilen Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Ayasofya’ya verilebilecek en uzlaşmacı statüyü vermiş ve dinin yüce hedefi olan barışı sağlamıştır.

Bu noktada hiç kimse olumsuz uygulamaları, mesela İspanya’nın Kurtuba/ Cordoba kentindeki Emevi Camiinin aşırı Hristiyan anlayışıyla katedrale çevrilmesini uygun örnek olarak öne sürmemelidir. Zira iki yanlıştan bir doğru çıkmaz. İslam hukuku mecmuası Mecelle’de yer alan: “Bâtıl, mâkusun aleyh olmaz, ya da sui misal emsal olamaz” kaidesince, kötüden ve kötülükten örnek olmaz kuralı unutulmamalıdır.

Son olarak; Mustafa Kemal Atatürk’ün ferasete, basirete, engin bilgi ve tecrübeye, ayrıca tarihi sorumluluğa müstenit olan “Ayasofya’nın müze olarak varlığını sürdürme” kararının takip edilmesini, böylece devletimizin öngörülemeyen cenderelere sürüklenmemesini ve uluslararası alanda hukuki problemlerle karşılaşmamasını arzu etmekteyiz.

Danıştay 10. Daire kararında, Osmanlı vakıf hukukuna vurgu yapılıp, pozitif bilimden güç alan medeni kanundaki miras hukukunun göz ardı edilmesini kabul etmiyoruz, çünkü bu vurgu sebebiyle Ayasofya’nın ibadethaneye çevrilmesinden cesaret alarak, esas vasfı olan kiliseye dönüştürülmesi için harekete geçecek dış baskılara şimdiden fırsat verilmesini istemiyoruz.

Atatürkçü İlahiyatçılar olarak hassasiyetimizin, devlet yönetiminde olması gereken soğukkanlılıkla dikkate alınmasını bekliyoruz. Aksi halde, bir insanlık mirası olan Ayasofya’nın sadece bir dinin ibadetine özel kılınmasının büyük ve onarılmaz bir hata olacağını hatırlatıyor, önümüzdeki süreçte konunun takipçisi olacağımızı kamuoyunun yüksek bilgisine saygıyla sunuyoruz.

Atatürkçü İlahiyatçılar

Nazif Ay / İlahiyat uzmanı Yazar

Mehmet Ali Öz / İlahiyatçı Yazar

Yusuf Dülger / İlahiyatçı Yazar

Kaynak Yeniçağ: Atatürkçü İlahiyatçılardan Ayasofya Bildirisi

No comments:

Post a Comment