Wednesday, December 29, 2021

Türkiye-Ermenistan: “Yeni Normalleşme” umut vaat ediyor mu?

 Türkiye-Ermenistan: “Yeni Normalleşme” umut vaat ediyor mu?

YetkinReport

YAYIN TARİHİ 28 ARALIK 2021 · GÜNCELLENME TARİHİ 28 ARALIK 2021

Türkiye ve Ermenistan’ın karşılıklı attıkları adımlar yeni bir normalleşme döneminin işaretleri mi? (Foto: Türk Ermenistan İş Geliştirme Konseyi)

Yelda Ongun

Fatih Ceylan

2021 Haziran’ında Ermenistan’da yapılan seçimler sonrasında Türkiye ve Ermenistan arasında “yeni normalleşme” döneminin başlayacağı yönündeki umut ve beklentiler dört etkene dayanıyor:

1- Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın yaptığı açıklamalarda Türkiye ile önkoşulsuz diyaloğa hazır olduklarını söylemesi;

2- Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun 13 Aralık 2021’de TBMM Genel Kurulunda yaptığı konuşmada “Ermenistan ile normalleşme adımları çerçevesinde karşılıklı temsilcilerin atanacağını” açıklaması;

3- Ermeni Dışişleri Sözcüsü Vaan Unanyan’ın “Türkiye Dışişleri Bakanı’nın ilişkilerin düzeltilmesi için özel temsilci atanacağı açıklamasını olumlu buluyoruz ve Ermeni tarafının da diyalog için özel temsilci atayacağını teyit ediyoruz” sözleri;

4- Bu çerçevede Ermenistan’ın Parlamento Başkanı Yardımcısı Ruben Rubinyan’ı, Türkiye’nin de Büyükelçi Serdar Kılıç’ı özel temsilci olarak atamaları.

İkili ilişkilerin Geçmişi

Ermenistan’ın bağımsızlığını kazanmasının ardından Türkiye ile ilişkilerini şöyle özetlemek mümkün:

– 16 Aralık 1991 tarihinde Ermenistan’ın bağımsızlığı Türkiye tarafından tanındı ve Ermenistan’a insani yardımda bulunuldu.

– 1992 Eylül’ünde Ankara-Erivan arasında enerji protokolü imzalandı; yabancı ülke ve kuruluşların yaptıkları yardımların Türkiye üzerinden Ermenistan’a ulaştırılmasında kolaylık sağlandı.

– 25 Haziran 1992’de anlaşması imzalanan Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütüne, Karadeniz’e kıyısı olmamasına rağmen, Ermenistan Türkiye tarafından kurucu üye olarak davet edildi. Başlangıçtaki bu yakınlaşmada, Ermenistan’ın ilk Başkanı Levon Ter-Petrosyan’ın izlediği normalleşmeye dönük politika da etkili oldu. O dönemde denize çıkışı olmayan Ermenistan için Batı ile yakınlaşmanın ve ekonomik kalkınmanın yolunun Türkiye’den geçtiği gerçeğini kavrayan Petrosyan, Türkiye’nin iyi niyetlerine karşılık olarak soykırım iddialarını arka plana itti, Taşnakların faaliyetlerini yasakladı. Nitekim başlangıçta atılan tüm olumlu adımlar Ermenistan’ın Karabağ sorunundaki tutumu ve haksız işgalleri nedeniyle tersine çevrildi.

– Türkiye, Ermenistan’ın Dağlık Karabağ ve diğer Azerbaycan topraklarını işgale başlaması üzerine 1993 Nisan’ında, insani yardımlar da dahil olmak üzere, Ermenistan’a yapılacak her türlü sevkiyat için topraklarının ve hava sahasının kapatıldığını açıkladı.

– Petrosyan’ın istifası sonrası iktidara gelen ve 2008’e kadar Ermenistan’ı yöneten Robert Koçaryan’ın “barışalım, ancak geçmişi de unutmayalım” söylemiyle Türkiye ile ilişkilerde tarihi olaylara sürekli atıf yapan tutumu ve Dağlık Karabağ sorunuyla ilgili uzlaşmaz tavrı ikili ilişkilerdeki gerginliği daha da artıran etkenler oluşturdu.

Sarkisyan’ın 2008’de işbaşına gelmesiyle tablo bir ölçüde farklılaşmaya yöneldi.


Sarkisyan: Protokoller ve “normalleşme” Adımları

2008 Şubat’ında yapılan başkanlık seçimlerinde Karabağ ekibinden olan Serj Sarkisyan, her ne kadar Koçaryan’ın desteğiyle iktidara gelmiş olsa da önceki iktidarın politikalarını devam ettirmenin Ermenistan’ın içinde bulunduğu sorunları daha da derinleştireceğinin farkına varmıştı.

Sarkisyan’ın önünde acil çözüm bekleyen ciddi ekonomik sorunlar, işsizlik, yolsuzluk, bunlardan kaynaklanan, özellikle genç nüfus göçü bulunmaktaydı. İçerideki ekonomik sorunların çözümünün büyük bölümü ise Ermenistan’ın dış siyasetiyle ilgiliydi.

Bağımsızlıktan günümüze kadar Azerbaycan ve Türkiye’ye karşı uzlaşmaz bir tutum izleyen Ermenistan kendisini bölgesel ölçekte de jeopolitik kuşatmaya mahkûm etmiş, izlemiş olduğu bu siyasetin faturasını bir yandan Rusya’ya bağımlı hale gelerek, diğer yandan da bölgedeki tüm projelerden dışlanarak, yine kendisi ödemişti.

Sarkisyan’ın Türkiye üzerinden Batı’ya açılma arayışının gerisinde ülkesinin içinde bulunduğu ekonomik sorunlar kadar belirleyici olan diğer bir etken de 8 Ağustos 2008’te başlayan Rusya-Gürcistan savaşının Kafkasya’daki dengeleri değiştirerek, Erivan’ı siyasi ve ekonomik açıdan köşeye sıkıştırması olmuştu. Denize çıkışı bulunmayan, İran’la kısa bir sınır paylaşan, Türkiye ve Azerbaycan sınırları kapalı olan Ermenistan savaş nedeniyle Gürcistan kapısını da büyük ölçüde kaybetti.

Erivan’ın Türkiye’ye karşı tutumunu değiştiren diğer bir neden de Rusya Federasyonu-Türkiye ilişkilerinde özellikle 2010 yılından itibaren Ermenilerin öngöremediği bir değişim yaşanmasıydı. O döneme kadar Moskova’ya güvenen, hatta sınırlarını Rus askerlere emanet eden Ermenistan, Rusya’nın Türkiye ile ilişkilere öncelik vermesiyle iyice yalnızlaştı. Böylece Ermenistan’ın önünde Türkiye üzerinden dış dünyaya açılma, ekonomisini geliştirme ve Rusya’ya bağımlılığını olabildiği ölçüde azaltmak seçeneği kaldı.

Bu yakınlaşma çabasına karşılık Ankara, tıpkı bağımsızlığın ilk yıllarında olduğu gibi, Ermenistan’ın arayışına iyi niyetle karşılık verdi. Seçimleri kazanan Sarkisyan’a Türkiye’den en üst düzeyde kutlama mesajları gönderilerek, bölgede barış ve istikrarın sağlanacağı yeni bir döneme girileceğinin umut edildiği belirtildi.

Futbol Diplomasisi

Futbol diplomasisi 6 Eylül 2008’de 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Türkiye-Ermenistan Dünya Kupası Avrupa elemeleri grup maçını izlemek üzere Erivan’a gitmesiyle kamuoyunun gündemine girdi. ABD Başkanı Barack Obama’nın Türkiye ziyareti sırasında, 6 Nisan 2009’da TBMM’de yaptığı konuşma sonrası hızlanan normalleşme süreci 22-23 Nisan 2009’da gece yarısı açıklanan yol haritasıyla belli bir düzene oturdu.

Türkiye-Ermenistan ilişkilerindeki normalleşme süreci 10 Ekim 2009’da İsviçre’nin arabuluculuğunda ABD, Rusya, AB ve Fransa’nın şahitliğinde Zürih’te imzalanan protokoller sonrası ete kemiğe bürünmeye başladı.

Ermenistan açılımının, Türkiye-Azerbaycan ilişkilerindeki olumsuz yansımaları kısa sürede ortaya çıktı. Azerbaycan normalleşme arayışına tepki vermekte gecikmedi.

Türkiye bu açılımı sadece Ermenistan’la ilişkilerin düzeltilerek sınırların açılması için önemsemiyordu. Aynı zamanda başta Dağlık Karabağ sorunu olmak üzere Güney Kafkasya’yı odak alan bir arayış temelinde bölgedeki düzen ve istikrarı tesis edebilmeyi amaçlıyordu.

Her ne kadar Gül, Erivan ziyareti sonrası Bakü’ye günü birlik bir ziyaret yaparak Ermenistan’la görüşmeler konusunda Aliyev’i bilgilendirmişse de, bu temas Azerbaycan’ı ikna etmeye yetmedi.

Azerbaycan’ın tepkisi

Azerbaycan Devlet Başkanı İlham Aliyev Türkiye-Ermenistan görüşmeleriyle ilgili olarak, “Politikamızı bölgedeki yeni gerçeklere uyarlama hakkımızı kullanacağız” açıklamasını yaptı. O dönemde Azerbaycan, Türkiye-Ermenistan sınırı açıldığı takdirde Karabağ sorununda Ermenistan’ın daha da uzlaşmaz bir tutum sergileyeceğini hesaplıyordu. Sonuçta, ABD ve AB’nin girişimleriyle normalleştirilmesine çalışılan Türkiye-Ermenistan ilişkileri, önce Türkiye’nin Dağlık Karabağ ihtilafının bölgesel bir bütünlük içinde çözülmesi şartını öne sürmesiyle yeni bir safhaya sürüklendi. 12 Ocak 2010 tarihinde Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü hedef alan ve ‘soykırım tezini’ yeniden ısıtan gerekçeli kararıysa sürecin akamete uğramasında ana etken oldu.

Tarihi olaylarda her iki taraf açısından da travmanın kolay atlatılamadığı, sürecin psikolojik engellere takıldığı görüşünden hareketle Türkiye, Ermenistan’a karşı açılım sürecini devam ettirmeye çalıştı. Bu meyanda Amerika’daki Ermeni lobisi ile temaslar kuruldu; 2011 Aralık’ında MGK’nın aldığı kararlar arasında Ermeni diasporasının verdiği davetlere katılım sağlanması hususu da yer aldı.

Yumuşama çabaları

Devlet düzeyinde atılan adımların dışında normalleşmeye dönük arayışta sivil toplum kuruluşları da önemli rol oynadı. Bu bağlamda, 2010 Temmuz’unda Küresel Siyasal Eğilimler Merkezi (GPoT) ile Avrasya Ortaklık Fonu’nun “Ermenistan-Türkiye Yakınlaşmasında İkinci ve Üçüncü Günler” projesi kapsamında İstanbul’da düzenlenen toplantısında, Türkiye ile Ermenistan arasındaki yakınlaşma sürecinde yaşanan tıkanıklık nasıl aşılabilir sorusuna yanıt arandı.

Aynı yıl “Ani Diyalog” adı altında Türk ve Ermeni STK’lar birçok proje başlattılar. Yine 2010’da ikili ilişkileri düzeltmeye yönelik diğer önemli bir adım, ibadete açılan Akdamar Kilisesinde ayin düzenlenmesiydi. Ayrıca, Ermeni cemaatinin Ortadoğu’daki en büyük kilisesi olan ve geçmişte metropolitlik olarak kullanılan Diyarbakır’daki Surp Giragos Ermeni Kilisesi, restorasyon çalışmalarının ardından 32 yıl sonra 2012’de ibadete açıldı. Gerek STK’lar, gerek Hükümetler nezdinde karşılıklı atılan bu adımlar, her ne kadar 2009 Protokolü onaylanmamış olsa da, ilişkileri normalleştirmeye ilişkin çabaların sürdürülmesinde rol oynadı.

Azerbaycan’ın topraklarını geri alması

2009’da başlatılan ancak başarısızlıkla sonuçlanan normalleşme süreci ile günümüzdeki “yeni normalleşme” süreci arasında önemli farklılıklar bulunmakta.

2020 Sonbaharında yaşanan ‘44 Gün Savaşı’ oyunu değiştirdi, bölgedeki tüm dengeleri sarsan sonuçlar doğurdu. Azerbaycan’ın askeri zaferi sonrası Dağlık Karabağ’ın işgali sona erdi ve Rusya’nın garantörlüğünde taraflar arasında görüşmeler başladı.

Başlayan bu yeni dönemde Türkiye ve Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleşmesine dair güçlü sinyaller gündeme geldi. Avrupa Birliği Konseyi Başkanı Charles Michel, 14 Aralık 2021’de Aliyev ve Paşinyan ile Brüksel’de yaptığı üçlü görüşmeden sonra yaptığı olumlu açıklamalarla normalleşme sürecini destekledi.

Bu gelişme, 2021 Haziran’ında yapılan G7 Zirvesinde alınan kararlar ve 1 Aralık 2021’de AB’nin açıkladığı Küresel Geçit Stratejisiyle yeni boyutlar kazandı. Batı, Güney Kafkasya’da ortaya çıkan mevcut tabloda, kendi ortaklık mekanizmalarını yeni koşullara uyarlamak suretiyle süreçteki rolüne açıklık getirdi.

Güney Kafkasya’nın Büyük Resimdeki Yeri

Azerbaycan-Ermenistan arasında yaklaşık otuz yıl sonra patlak veren sıcak çatışma ertesinde Dağlık Karabağ meselesinin fiiliyatta çözülmesi Güney Kafkasya’yı, sadece bölgesel değil, küresel gündemde de öne çıkardı.

2021 yılı boyunca bölgesel dengeleri değiştiren, bölgedeki aktörleri olduğu kadar bölge dışındaki güçlerin de ilgi alanına giren Güney Kafkasya artık ‘Büyük Resim’ içinde.

Dağlık Karabağ’ın kurtarılmasıyla bölge dışı güçlerin de etkisine açık hale gelen bu bölgedeki çekişmeli oyunu mercek altına yatırmak ve gelişmeleri yakından değerlendirmek önem kazandı. Üstelik üç ana kutup (ABD-Rusya-Çin) arasındaki jeopolitik/jeostratejik rekabetin arttığı bir dönemde bölgedeki statükoyu değiştiren bu kritik gelişmenin siyasi sonuçları da olabilir. Bu durumda bölgesel ve küresel çıkarları ortak bir paydada buluşturacak bir yol bulunacak mı? Yoksa bu çıkarların çatıştığı yollar mı tercih edilecek? Bu iki soru gündemi uzun süre meşgul edecek.

Çin’in Kuşak-Yol seçeneği

Dağlık Karabağ savaşı ertesinde Laçin Koridoruna ve Hankendi yakınlarına barış koruma kuvvetlerini konuşlandırmakla Rusya Güney Kafkasya’daki üç ülkede askeri varlığını pekiştirdi. Bu kazanımını, bölge ve ötesindeki stratejik çıkarları için korumaya çalışacağına kesin gözle bakılmalıdır.

Öte yandan, bu yolu izlerken Türkiye’nin Azerbaycan’la ve genel olarak Türk dünyasıyla bağlarını yok sayarak hareket etmesi beklenmemelidir. Rusya’nın, Türkiye’nin çıkarlarını dengelemek üzere bölgeye dönük kalkınma projelerinde İran ve Ermenistan’ı kendi saflarında tutacak tercihleri yapması öngörülmelidir. İşbirliğine dönük projelerde Kuzey-Güney (Rusya-Ermenistan-İran) eksenine ağırlık vermesi beklenmelidir. Bu eksen İran ve Rus nüfuzu altındaki Ermenistan’ın tercihleriyle de şimdilik uyumludur.

Bölgesel dengelerin değişmiş olması Çin’in de yakından izlediği muhakkak olan bir durumu ortaya çıkarmıştır. Yol-Kuşak projesinin hamisi olan Çin, Rusya’nın Güney Kafkasya’daki stratejik çıkarlarını Orta Asya ve büyük yatırımlar yaptığı İran üzerinden etkileyecek hamleler yapmaya başlarsa bölgesel dengelerin nereye evrileceği sorusu gündeme gelebilir. An itibariyle Çin, bölgedeki gelişmeleri Rusya’nın nasırına basmadan izliyor. Bu tutumunu orta-uzun vadede sürdürüp sürdürmeyeceği ise belirsizdir.

Türkiye ve Azerbaycan Nasıl Yararlanabilir?

Bu noktada şu temel soru sorulmalıdır: Son günlerde Ukrayna kriziyle Batıyla ilişkileri yeniden gerginleşen Rusya, Güney Kafkasya’da bir yandan Batı, diğer yandan Çin rekabetiyle iki ayrı cephede olası bir çekişmeye karşı bir denge unsuru olarak Türkiye’yi yanında tutmaya yönelebilir mi? Eğilimin bu yönde olması halinde Türkiye ve Azerbaycan bundan kendi ulusal çıkarları temelinde nasıl yararlanabilirler? Bu soruların etraflıca irdelenmesi Türkiye için yaşamsal önemdedir.

Bölgedeki diğer bir aktör hiç kuşkusuz İran’dır. ‘Nükleer dosyası’ itibariyle Batıyla ilişkilerinde uzun bir süredir ciddi sıkıntılar yaşayan İran, bir yandan önündeki bu tıkanmayı aşmaya, dolayısıyla tecrit halinden kurtulmaya çalışıyor. Diğer yandan, Dağlık Karabağ ihtilafının fiiliyatta son bulmasıyla kendisi için ortaya çıkan sınama karşısında tutum belirleme gayretinde. Zengezur Koridorunun kendi etki alanı haricinde işler hale gelmesi ve başkaca bölgesel bağlantılılık projelerinin hayata sokulması olasılığından İran’ın ciddi kaygı duyması doğaldır.

Üstelik, işler yolunda gittiği takdirde, İran’ın hatırı sayılır Azeri nüfusunun zaman içinde ne yönde hareket edeceğini tam olarak kontrol etmesi de güçtür. İleride kendi aleyhine ortaya çıkabilecek muhtemel gelişmeler karşısında İran’ın, Rusya’yla mı, Türkiye’yle mi yol almayı tercih edeceği sorusuna da yanıt aranmalıdır.

Yeni fırsatlar

Hindistan’ın da Güney Kafkasya’daki gelişmeleri Rusya’yla olan yakın ilişkileri ve Çin’le bulunan rekabeti üzerinden okuması şaşırtıcı olmayacaktır. Bu bağlamda, bölgesel kalkınma hamlelerinde perde arkasından Çin’i dengelemek üzere Rusya’nın, Türkiye’nin yanı sıra, Hindistan’ı da kendi oyun alanına çekmeye çalışmasını beklemek ihtiyat gereğidir. Nihayetinde Hindistan da bu bölgede Kuzey-Güney aksı içinde yer almaya eğim gösterebilir.

Son gelişmeler karşısında ABD-AB’nin başını çektiği Batı dünyası da münhasıran Güney Kafkasya için olmasa da bu bölgeyi kapsayacak çok iddialı bir ‘alternatif yol’ ortaya koymuş ve sektörlerarası kalkınma anlayışına dayalı kapsamlı yardım/finansman paketlerini yıl içinde gündeme getirmiştir.

ABD’nin 2021 Haziran’ında açıkladığı yeniden inşa paketi (Build Back Better World) ile AB’nin 2021 Aralık’ında ortaya koyduğu Küresel Geçit Stratejisi, Güney Kafkasya’daki istikrar ve kalkınma çabaları açısından önemli fırsatlar doğurmaya adaydır. Bu anlamda Batı da bu alanda el yükseltmiş, Rusya ve Çin’e karşı kartını masaya ekonomik anlamda da sürmüştür.

Çok denklemli ve çok aktörlü durum

Güncel gelişmeler Türkiye’nin karşısına Güney Kafkasya’da çok denklemli ve aktörlü bir durum çıkarmıştır. Bu durumu bölgesel çerçeveden başlayarak büyük resim içinde sağlıklı bir şekilde değerlendirmek zarureti uzun dönemli bir sınama olarak önümüzdedir.

Bölgedeki dengeler halen kırılgan bir zemindedir. İster istemez geniş çaplı stratejik rekabetten etkilenecektir. Diğer yandan, ihtilaflar ve çıkarlar yumağı bölgesel ve küresel dengeleri gözetecek yönde çözüldüğü ölçüde Türkiye bakımından 21. yüzyılın ikinci çeyreğinde çok önemli fırsatları da beraberinde getirebilir. Bu açıdan bakıldığında Türkiye-Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesine dönük arayışlar, sağlıklı bir zeminde ilerlemesi kaydıyla, bölgesel yönleri ve kalkınma hedefleri bakımından yeni süreçleri tetiklemeye adaydır.

Öncelik, ortaya çıkan ivmenin korunması ve bölgede kalıcı barış yönünde ilerlemenin teşvik edilmesinde olmalıdır.

Bu süreçte sadece Türkiye’nin oynayacağı rol belirleyici olmayacaktır. Diğer bölge ülkelerinin ve küresel aktörlerin yanı sıra başta Ermenistan yönetimi ve diasporasının da sürece olumlu katkılarda bulunması gerekir. Her iki kesimin de dar çıkarları uğruna yeni dönemin sunduğu fırsatları bu kere heba etmemeleri kendi yararlarınadır.

Tarihi ve yapısal güçlükleri bilinmekle birlikte değişik coğrafyalarda karşı karşıya gelen bölgesel ve küresel aktörlerin de Güney Kafkasya’daki güncel gelişmelerden yararlanarak bölgesel barış ve istikrarı sağlamak üzere ortak bir zemin oluşmasını sabote edecek girişimlerden uzak durmaları umulur.


Yazarlar

Fatih Ceylan, (E) Büyükelçi, Ankara Politikalar Merkezi

Yelda Ongun, Prof. Dr., Başkent Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı


No comments:

Post a Comment