2021’den 2022’ye Türk Dış Politikası (1) - ABD ile ilişkiler diyalog arayışlarıyla geçti
Sedat Ergin 28 Aralık 2021
Her yılın sonunda olduğu gibi ana başlıklar altında Türk dış politikasının genel seyrini gözden geçirip yaklaşan yıla dönük değerlendirmeler yapmaya bu yıl da devam edeceğim.
Bu kez Türkiye-ABD ilişkileri ile başlamaya karar verince, önce bundan önceki yılların metinlerine göz gezdirip ilişkilerin yakın tarihinin üzerinden gittim.
2018 yılında casusluk suçlamasıyla tutuklu yargılanan Rahip Craig Brunson krizi damgasını vurmuş ilişkilere. Dönemin Başkanı Donald Trump’ın misilleme olarak ekonomik yaptırımlara başvurmasıyla dolar kuru ve ekonomide yaşanan sarsıntı yılın en çok iz bırakan hadiselerinden biri olmuş.
2019 yılı, S-400 hava savunma sistemlerinin Rusya’dan Ankara’ya gelişinin Washington ile ilişkilerde yol açtığı büyük çatırdamanın ardından, Türkiye’nin F-35 savaş uçaklarının ortak üretim programından çıkartılması, Suriye’de “Barış Pınarı” harekâtının gerçekleşmesinin neden olduğu hareketlilik ve buna paralel giden ekonomik yaptırım tehditleri altında geçmiş.
2020 yılında ABD’deki başkanlık seçimlerinin sonuçlanması beklenmiş, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yakın bir çalışma ilişkisi yürüttüğü Trump’ın kaybetmesi Ankara cephesinde belirsizlik yaratmış. Bu arada Trump’ın giderayak S-400 alımı nedeniyle Türkiye’yi CAATSA yaptırım rejimine dahil etmesi sancılı bir başka gelişme.
Özetle, her yıl biraz daha ağırlaşarak artmış Türkiye-ABD cephesindeki sorunlar.
BIDEN’IN 24 NİSAN AÇIKLAMASI BİR İLK OLDU
Geçen yıl bu zamanlarda 2021’e girilirken, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeni ABD Başkanı Joe Biden ile bu zor gündem üzerinde nasıl bir çalışma ilişkisi tesis edeceği, yeni demokrat yönetimin Türkiye politikasının nasıl şekilleneceği Ankara cephesindeki en önemli sorulardan biriydi.
Biden’ın olaylı bir şekilde 20 Ocak tarihinde işbaşı yapmasından sonra bütün gözler iki başkan arasında kurulacak ilk temasa çevrildi. İşlerin zannedildiği kadar kolay gitmeyeceği zaten bu ilk telefon konuşmasının gecikmesinden anlaşıldı. Yeni Başkan, ABD’nin müttefiki olan birçok ülkenin liderini ararken kendisini kutlamak için bekleyen Erdoğan’a ancak 23 Nisan tarihinde, yani göreve başladıktan üç ay sonra dönmüştür.
Buradaki gecikme aslında Ankara’ya açık bir mesajdı. Biden, araya belli bir mesafe koyuyor, bunu yaparken S-400 gibi sorunlarla ilgili rahatsızlığını hissettiriyor, aynı zamanda Türkiye ile karmaşık bir gündeme yayılan müzakere sürecini kendi açısından yukarı bir pozisyondan açmak istiyordu.
İkisi arasındaki ilk temas Ankara açısından rahatsız edici bir meselenin gündeme gelmesine de sahne oldu. Çünkü Erdoğan’ı 23 Nisan günü arayan Başkan Biden, kendisine bir sonraki gün, yani 24 Nisan’da yapacağı bir Beyaz Saray duyurusuyla “Ermeni Soykırımı”nı tanıyacağını duyurdu. Buna karşılık, haziran ayında Brüksel’de düzenlenecek NATO zirvesinde bir araya gelebileceklerini de bildirdi.
Dönemin Başkanı Ronald Reagan’ın 1981 yılındaki bir konuşmasında yaptığı atıf bir tarafa bırakılırsa, ilk kez 24 Nisan tarihinde bir ABD Başkanı 1915 yılındaki hadiseleri “soykırım” olarak gördüğünü dünyaya ilan etmiş oldu. Türkiye, geçmişte Kongre’den bu konuda geçirilmek istenen karar tasarılarını önlemeye çalışırken genellikle ABD yönetimini yanında bulurdu. Bu kez hasar Kongre kanadında değil, doğrudan yönetim cephesinden, daha doğrusu yönetimin tepesinden kaynaklanmıştır.
İlişkilerin tarihi perspektifinden bakıldığında, 2021 yılında ABD ile ilişkilerde Türkiye açısından yaşanan en büyük olumsuzluklardan birinin 24 Nisan tarihli Beyaz Saray açıklaması olduğunu söylemek mümkündür. Bu adımın önümüzdeki yıllarda tetikleyebileceği süreçleri bugünden kestirebilecek durumda değiliz.
BRÜKSEL BULUŞMASINDAN NEW YORK’TAKİ KRİZE
Gelgelelim Ankara bu açıklamaya kontrollü bir tepki vermiş, kabul edilemez bulduğunu kuvvetli ifadelerle vurgulamakla birlikte durumu daha da gerecek sert bir karşılıktan uzak durmuştur. Aksine 14 Haziran buluşmasına dönük iyimser bir beklenti dönemine girilmiştir. Hatta görüşme öncesinde Erdoğan’ın “Muhatabımızla iki ülke ilişkilerini zehirleyen konuları bir kenara bırakarak, artık bundan sonrasına bakmamızı sağlayacak bir anlayış birliğine varmayı umuyoruz” şeklindeki sözleri, Biden ile bir beyaz sayfa açma niyetini gösteriyordu. Trump ile yürüttüğüne benzer bir çalışma ilişkisi modelini Biden’la da kurmayı hedefliyordu Erdoğan. Görüşmelerini ilişkilerde “yeni bir dönemin habercisi” olarak değerlendirme eğilimindeydi.
Brüksel buluşmasına bu yüksek beklentilerle gidilmiştir. Görüşme 14 Haziran tarihinde olmuş, büyük ölçüde ikisi arasında baş başa geçmiştir. Türk tarafının açıklamalarından ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi halinde Kabil Havalimanı’nın sorumluluğunu Türkiye’nin üstlenmesi dosyasının görüşmede çok geniş bir yer tuttuğunu anlıyoruz. Bu konu, bir anlamda ABD ile ilişkileri içinde bulunduğu sıkıntılı durumdan kurtaracak sihirli bir değnek gibi görülüyordu Ankara’da.
Bu senaryo ABD’nin Afganistan’dan çekilmesinin zamanlı ve düzenli bir şekilde olacağı varsayımı üzerine kuruluydu. Kabil bütün tahminlerin ötesinde erken bir şekilde Taliban’ın eline geçince bu konudaki Türkiye-ABD planı da uygulanma şansı bulamamıştır. Ağustos sonuna gelindiğinde Türkiye ile ABD arasında bir anlamda başa dönülmüştür.
Bunun üzerine Biden ile yeniden bir diyalog arayışı başlamıştır. Erdoğan’ın geçen eylül ayı sonunda BM Genel Kurulu için gittiği New York’ta, Biden’ın kentte bulunduğu halde kendisinin görüşme talebine olumsuz karşılık vermesi ciddi bir krize yol açmıştır. Erdoğan, 22 Eylül tarihinde New York’taki açıklamasında ABD Başkanı’na kızgınlığını gizleme gereği duymayarak “Şu andaki gidiş pek hayra alamet değil. Amerika ile olan münasebetlerimde geldiğimiz nokta, maalesef iyi bir nokta değil” diyerek Biden’la arzuladığı diyaloğu kuramadığını gizlememiştir.
2022’NİN SINAMASI F-16’LAR TALEBİ
Ortalığı kaplayan bu soğukluğun ardından iki lider bu kez 31 Ekim’de Roma’daki G-20 zirvesi sırasında bir araya gelmiştir. Bu görüşme en azından kriz havasının aşılmasını sağlamış, yapılan açıklamalardan ilişkilerin yürütülmesinde daha kurumsal bir işleyişin ortaya çıkacağı anlaşılmıştır. Taraflar en azından aralarındaki anlaşmazlıkları “etkin bir şekilde yönetme çabası” içindedirler. İlişkinin akışında meselelerin doğrudan tepede liderler düzeyinde görülmesi yerine, kurumların muhtelif kanallardan karşılıklı olarak devrede oldukları bir işleyişe geçilmiştir.
Aslında geçen dönemde Libya’dan Kafkasya’ya, Suriye’den Ukrayna’ya kadar pek çok alanda muhtelif kanallardan yoğun bir görüşme trafiği iki taraf arasında patlak veren krizlerden fazla etkilenmeden işlemektedir. Bununla birlikte S-400’ler, F-35 dosyası, ABD’nin Suriye’de PKK uzantısı YPGD/YPG ile askeri ittifakının sürmesi, Fethullah Gülen’in ABD’de gördüğü himaye gibi dikenli konular 2021 boyunca çözümsüzlüğünü korumuştur.
Roma’daki görüşmede de gündeme gelen Türkiye’nin ABD’den yeni F-16 alımı ve mevcut F-16’ların modernizasyonu konusundaki talebinin Türkiye’ye karşı rüzgârların çok sert estiği Kongre’de nasıl bir seyir izleyeceği herhalde 2022’nin Türk-ABD ilişkilerindeki en önemli sorularından biri olacaktır. Buradaki sınama yönetimin Kongre’deki muhtemel direnci ne ölçüde kırabileceği sorusunda beliriyor.
Sonuçta Biden yönetimi var olan bütün sorunlara rağmen Türkiye ile ilişkileri daha da fazla hasar görmeyeceği kontrollü bir çerçevede yürütmek çabası içindedir. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın Rusya ile ilişkiler söz konusu olduğunda “Türkiye’nin yüzünün Batı’ya dönük bir şekilde tutulması” ihtiyacını vurgulaması, ABD yönetiminin bakışını yansıtıyor. Ukrayna üzerinde Rusya ile gerilimin yükseldiği bir dönemde ABD’nin NATO müttefiki Türkiye’yi yanında görmek istemesi anlaşılabilir bir durumdur.
DEMOKRAT YÖNETİMDEN DEMOKRASİ MESAJLARI
Ana akış bu şekilde belirirken, ikili ilişkiler bağlamında 2021 yılında beliren şu yeni gerçekliğin de altı çizilmelidir. Trump dönemine kıyasla geçen yılın kayda değer bir farklılığı demokrasi ve insan hakları meselelerinin Türkiye-ABD diyaloğunun gündemine girmiş olmasıdır. Erdoğan ile Biden arasında Roma’daki toplantıdan sonra ABD tarafınca yapılan açıklamada bu konuya yer verilmesi dikkat çekicidir. Beyaz Saray, Biden’ın görüşmede “Güçlü demokratik kurumların, insan haklarına saygının, hukukun üstünlüğünün önemini de vurguladığını” duyurmuştur.
Demokrat yönetimin temsilcileri, her vesileyle bu sorunları kamuoyunun karşısında gündeme getiriyor. Keza ABD’nin bu ayın başında düzenlediği küresel demokrasi zirvesine Türkiye’yi davet etmemesi de, Biden yönetiminin Türkiye’de demokrasi ve insan hakları konularındaki eleştirel duruşunun bir ifadesi olmuştur.
----------------------------------------------------------
2021’den 2022’ye Türk Dış Politikası (2)-AB ile ilişkiler yerinde saymaya devam ediyor
29 Aralık 2021
Geçen yıl bu zamanlarda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Avrupa ile yeni bir başlangıç yapılacağına ilişkin mesajlarına tanıklık ediyorduk.
Erdoğan, muhtelif vesilelerle “Türkiye’nin geleceğini Avrupa’da tasavvur ettiğini” vurgulayıp “Kendimizi başka yerlerde değil, Avrupa’da görüyor, geleceğimizi Avrupa ile kurmayı düşünüyoruz” mesajlarını veriyor, demokrasi ve hukuk alanlarında yeni reformlardan söz ediyordu.
2021 yılına AB ile ilişkilerde Erdoğan’ın söyleminin yol açtığı beklentiler, bu mesajların hayata geçirilip geçirilmeyeceği yolundaki sorularla girilmiştir. Buna karşılık, 2021 ilerlerken geçen haftalar, aylar içinde Türkiye ile Avrupa arasında bu beklentileri teyit edecek yeni bir iklim belirmemiştir.
Öncelikle, Ankara’da mart ayı başında açıklanan yeni insan hakları eylem planı Batı dünyasında bir heyecan yaratmamıştır. İkincisi, Avrupa’da hükümetlerin ve kamuoylarının Türkiye’ye dönük bu alanlarda yerleşmiş olan eleştirel bakışlarını değiştirecek açılımlar, sürprizler da yaşanmamıştır.
TÜRKİYE KARŞISINDA ORTAK AB-ABD TUTUMU
Avrupa cephesinde gözlenen bir değişim, 2020 Kasım ayında ABD’deki başkanlık seçimini Demokrat Joe Biden’ın kazanmasından sonra AB’nin Türkiye ile ilgili konuları ve Doğu Akdeniz meselesini ABD yönetimi ile koordine etme çabasına girmiş olmasıdır.
Bu niyetin AB’nin 2020 yılı aralık ayındaki zirve bildirisine girmesinden sonra 2021 içinde muhtelif yansımalarını izledik. Örneğin, geçen mart ve haziran aylarında olduğu gibi, AB zirve bildirilerinde uzun bir aradan sonra Türkiye’deki demokrasi ve insan hakları meselelerine yeniden yer verilmeye başlanmıştır.
Keza ABD Başkanı Biden’ın geçen haziran ayındaki Brüksel ziyareti sırasında AB kurumlarının liderleriyle görüştükten sonra AB ile ABD tarafından duyurulan 11 sayfalık “Zirve Açıklaması”nda Türkiye’ye demokrasi vurgusuyla yer verilmesi dikkat çekicidir. Belgede “Demokratik bir Türkiye ile işbirliğine dönük, karşılıklı çıkarlara dayalı bir ilişki hedefliyoruz” denilmiştir.
SURİYELİ MÜLTECİLER İÇİN YENİ YARDIM PAKETi
Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin 2021’deki genel seyrine baktığımızda, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile Avrupa Konseyi Başkanı Charles Michel’in geçen nisan ayında Ankara’ya yaptıkları üst düzey ziyaret yılın en kayda değer teması olarak göze çarpıyor. Gelgelelim bu temas da ilişkilere yeni bir ivme kazandırmamıştır. Ne yazık ki ziyaret, Beştepe’de Erdoğan ile görüşme sırasında Von Der Leyen ile Michel arasında salondaki oturma düzeniyle ilgili patlak veren protokol krizinin gölgesi altında kalmıştır.
Aslında geride bırakmakta olduğumuz yıl Türkiye-AB ilişkilerinin büyük ölçüde kilitlenmiş görünen durumunda değişiklik olarak yorumlanabilecek gelişmeler çok sınırlı kalmıştır. AB cephesinin hareketlendiği bir başlık, Türkiye’de geçici koruma altındaki Suriyeliler için daha önce tahsis edilen 6 milyar Avro’ya ek olarak yeni bir 3 milyar Avro’luk yardım paketinin devreye sokulması olmuştur. Ancak ilerleme sağlanan alanın mültecilerle ilgili olması, Türkiye’nin AB tarafından artık öncelikle Avrupa’ya göçmen akışına set çeken bir tampon ülke olarak algılanmasını teyit eden bir nitelik taşıyor.
Türkiye ile AB arasında yapılan 18 Mart 2016 tarihli mutabakat, Suriyeli mültecilerin Avrupa’ya geçişinin durdurulması karşılığında AB’nin atacağı adımlara dayanan iki yönlü bir anlayışla tasarlanmıştı. AB’nin yüklendiği alanlarda başta gümrük birliğinin güncellenmesi olmak üzere 2021 yılı içinde herhangi bir majör gelişmeden söz etmek mümkün değildir. Bu arada mutabakatın önemli unsurlarından olan vize serbestisi konusunda Türkiye’nin de yerine getirmediği noktalar olduğunu belirtmeliyiz.
AB İLE İLİŞKİLER DOĞU AKDENİZ MESELESİNE KİLİTLENDİ
Geride bıraktığımız yıl, Türkiye-AB ilişkilerinin geniş ölçüde Doğu Akdeniz meselesine kilitlenmiş olduğunu daha kuvvetli bir şekilde gösterdi. 2020 yaz sonu ve sonbaharında Doğu Akdeniz’de Türkiye ile Yunanistan arasında yaşanan büyük gerilimin ardından Türkiye’nin araştırma ve savaş gemilerini sahadan çekmesi, bunu izleyen süreçte iki ülke arasında görüşmelerin başlayıp diplomasi kanalının işletilmesiyle ortaya çıkan geçici statüko önemli ölçüde devam etti. Bu statükonun dayandığı ortak anlayışın sahaya yansıması olarak Türkiye’nin sismik araştırma ve sondaj gemilerini Doğu Akdeniz’de görmüyoruz.
Buradaki denklem AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’in “ilerlemeye açık, orantılı ve geri çevrilebilir” diye formüle ettiği, koşullara bağlanmış olan kademeli bir AB politikasına dayanıyor. Bu, AB belgelerine de geçtiği üzere Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de “tek taraflı hareketlerde bulunması halinde” hemen ekonomik ve siyasi yaptırımların devreye girmesini öngören bir stratejidir.
Bu noktada Ankara açısından sıkıntı şurada: Türkiye Doğu Akdeniz’de tek taraflı hareketlerden ne kadar kaçınsa da, söz konusu politikanın içerdiği “ilerlemeye açıklık” boyutunda ilişkilerde anlamlı denilebilecek bir ilerleme bir türlü kaydedilemiyor.
AB SORUNUN ÇÖZÜMÜNÜ ZORA SOKUYOR
Kabul edelim ki, Doğu Akdeniz dosyası bugün aynı zamanda bir Türkiye-AB sorunu haline gelmiştir. Anlaşmazlığın temelinde Türkiye’nin Akdeniz’de ilan ettiği deniz yetki alanlarının, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (KRY) hak iddia ettikleri yetki alanlarının belirli bölümleriyle çakışması yatıyor. KKTC’nin bu bağlamdaki durumu sorunun bir diğer boyutudur. Buradaki mesele, AB’nin birlik dayanışması çerçevesinde Yunanistan ve KRY’nin yanında yer almakta oluşudur.
Açmaz, AB bu şekilde kendilerine açık çek verince Yunanistan ile KRY’nin Türkiye ile bu sorunların çözümü konusunda herhangi bir uzlaşma ihtiyacı duymamalarıdır. AB, aslında bu tutumuyla anlaşmazlıkların çözümünü güçleştirmektedir. KRY’nin Kıbrıs sorunu çözüme kavuşturulmadan 2004 yılında AB’ye tam üye olarak kabul edilmesinin yol açtığı olumsuzluklar, içinde bulunduğumuz zaman kesitinde bugün başta AB olmak üzere herkesin ayağına dolanmaktadır.
Doğu Akdeniz meselesi, ilişkilerde işgal etmeye başladığı konumla birlikte bugün Türkiye ile AB’yi birbirinden uzaklaştırmakta olan bir nitelik kazanmıştır.
STRATEJİK KARTLAR VE AVRUPA DEĞERLERİ
Türkiye-AB ilişkilerinin geleceğine bakarken, son dönemin önemli bir tartışmasının bu ilişkilere dönük muhtemel sonuçlarını da değerlendirmek gerekiyor. Bir süredir “stratejik özerklik” arayışlarına sahne olan AB’nin, bu tartışmaları yürütürken yaşamsal çıkarlarını ilgilendiren çok geniş jeopolitik alanlara bitişik durumdaki NATO üyesi Türkiye faktörünü göz ardı edebilmesi güçtür.
Yakın zamanlarda “Türkiye ve Rusya ile ilişkilerinde doğru dengeyi bulamadığı takdirde Avrupa Birliği’nin kıtada istikrara ulaşamayacağını” söyleyen kişi, AB’nin dışişleri ve savunma bakanı konumunda olan Josep Borrell’in bizzat kendisidir. Borrell, değindiğimiz söz konusu özerklik arayışları bağlamında geçenlerde AB için “Stratejik Pusula” adlı belgeyi de kaleme almıştır.
Evet, AB Türkiye karşısında daha dengeli bir çizgiye gelmelidir. Ancak Türkiye de dış politikasının Batı sütununu sağlam tutmak istiyorsa, Avrupa ile ilişkilerin ortak zemini olan değerler alanında, yani demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi başlıklarda kendisine çeki düzen vermek zorundadır. Avrupa cephesinde kapıları açmak için yalnızca stratejik kartlar yeterli olmuyor.
---------------------------------------------------------
No comments:
Post a Comment