FİKRET ŞEMİN
Önsöz:
Bu çalışmada Türklerin Ermenilerle olan ortak geçmişini tarih sırasına göre inceledim ve Ermenilerle onları destekleyenlerin ileri sürdüklerini yazıda belirtilen belgeler aracılığıyla, sebep/sonuç ilişkilerini gözeterek araştırdım. Görüş ve eleştirilerinizi fikretsemin@yahoo.com’a iletirseniz sevinirim.
Ermenilerin tarih sahnesine çıkışı:
Ermeniler Nuh Peygamberin soyundan geldiklerini ve ilk önderleri olan Hayk isimli kişinin Nuh’un büyük torunu olduğunu ileri sürerler. Ermenilerden ilk bahsedenlerden biri, MÖ 400’lerde yaşamış olan Yunan tarihçi Xenofon’dur. Ermeniler yüzyıllar boyunca Kafkaslar ve Doğu Anadolu’da küçük, yerel devletler kurdular. Bunlar genelde Pers, Roma ve Bizans İmparatorluklarına vergi veren prenslikler halinde varlık gösterdiler, bazı Ermeni hanedanları ise zaman zaman Pers ve Bizans saraylarında hüküm sürecek kadar güçlendiler. Ermeniler MS 301 yılında Hıristiyanlığı kabul ettiler ve kendi kiliselerini kurdular. Ticaret ile mimarlık alanlarında ve el becerilerinde gösterdikleri başarının Tanrı’nın lütfu olduğunu düşünen Ermeniler “seçilmiş ırk” olduklarına inanırlar. Hıristiyanlığı tarihte ilk kendilerinin kabul ettiğini ileri sürerek Hıristiyan Dünyasının kendilerine ayrıcalık göstermesini isterler, ancak bu görüş tartışmaya açıktır çünkü Aramiler ve onların uzantıları olan Süryaniler, Ermenilerden yakl. 270 yıl önce, Hz. İsa döneminde Hıristiyan olmuşlardır. Ermeniler kendilerinin Aryan olduğunu ve dillerinin Hint-Avrupa grubundan türediğini, Urartularla soydaş olduklarını savunurlar. MÖ 900’lerde Van merkezli uygar bir devlet kurmuş olan Urartuların dili ise sondan eklemeli olduğundan Ermenilerle Urartuların soydaş olmaları ihtimali düşüktür.
Orta ve Yakın Çağlar: Mezheplerinin farklı olması nedeniyle uzun süre Ortodoks Bizans Kilisesinin dinsel baskısına maruz kalan Anadolu Ermenileri Selçuklu Türklerinin hoşgörüsünden övgüyle bahsederler1 ve 1071 Malazgirt savaşında Bizans ordusundan ayrılarak Alparslan’ın savaşı kazanmasına yardımcı olurlar. 1080 yılında Kars civarında Ani merkezli Ermeni krallığında çıkan karışıklık sonucu Tarsus’a kaçan bir prens Güney Anadolu’da Kilikya Ermeni krallığının temelini atar. Bu krallık komşusu olan Konya Selçuk devleti ile iyi ilişkiler kurar. 1200’lerden itibaren artan sayılarda Anadolu’ya göç eden Ermeniler Anadolu topraklarını Türkler, Kürtler, Rumlar, Süryaniler ve diğer etnik gruplarla paylaşmaya başlar.
1453’de Türklerin İstanbul’u almasından sonra Ermeniler farklı mezhepleri nedeniyle Bizanslıların kısıtlamış olduğu dinsel ve sosyal haklara kavuşurlar. Bizans’ın Bursa’ya sürdüğü Ermeni Patrikliği Fatih Sultan Mehmet döneminde İstanbul’a taşınır, Osmanlı devletinin gelişmesiyle Ermeniler bürokraside, sosyal ve ekonomik yaşamda, sanat dallarında yükselmeye başlar. Kendilerine “tebaa-ı sadıka” yani “güvenilir yurttaş” denilen Ermeniler, Rumların ekonomik ağırlığını dengelemeyi amaçlayan Devletin desteği ile hızla gelişir. Karşılıklı çıkarları gözeten ve iki tarafa da sayısız faydalar sağlayan olumlu ilişkiler 1877-78 Osmanlı-Rus harbine kadar sürer, bu harp sırasında Ermenilerin Rusya’yı desteklemesi Ermenilere karşı güvensizlik yaratır. Osmanlıların Plevne’de yenik düşmesiyle Balkan toprakları elden çıkmaya başlar, bunu izleyen Berlin Konferansı’nda ise Osmanlı İmparatorluğu’nun artık büyük devlet olmadığı kayda geçer. Anadolu dışındaki Ermenilerin kurduğu Hınçak (1887) ve Taşnak(1890) ihtilal komiteleri zayıflayan Osmanlı’ya göz diken büyük devletler tarafından kullanılmaya başlanır. Komitelerin amacı Karadeniz ve Akdeniz’de limanları olan bir Büyük Ermenistan oluşturmaktır, ancak Ermeniler hiçbir Osmanlı vilayetinde çoğunlukta olmadığından ilgili bölgelerdeki Türk ve Müslümanları azaltmaları gerekecektir. Yöntem olarak Bulgarların 1870’lerden itibaren Rusya’nın desteğiyle bağımsızlık için yaptıklarını benimseyecekler, Türk köylerine saldırarak katliam yapacaklar ve Türkler karşılık verince Batılı güçlerden yardım isteyecekler, sağ kalan Türkleri de göçe zorlayacaklardır2.
Ondokuzuncu Yüzyıl:
Dönemin büyük devletlerinin gönderdiği arkeolog kimlikli jeologlar yüzyılın sonlarına doğru Osmanlı İmparatorluğu topraklarında ihtiyaçları olan zengin petrol yatakları bulunduğunu tespit eder. Diğer yandan Osmanlı Devleti Rusya’nın sıcak denizlere ulaşmasını, İngiltere’nin ise İran ve Hindistan’la karadan bağlantı kurmasını engellemekte, Fransa’nın Orta Doğu’daki etkisini sınırlamaktadır. Büyük devletlerin önemli bir bölümü zayıflayan imparatorluğu bu stratejik nedenlerle parçalamaya karar verirler, Ruslar Kafkasya ve Doğu Anadolu’da, Fransızlar ise Kilikya’da (Çukurova’da) Ermenileri örgütleyerek silahlandırırlar. İngiltere Osmanlıya karşı Arapları kullanırken Amerika Anadolu’da farklı bir yaklaşım benimser. 1830’lardan başlamak üzere Ermenilerin yoğun olduğu bölgelerde Amerikalı Protestan misyonerler kolej, hastane ve meslek okullarından oluşan eğitim merkezleri kurarlar. Bu merkezler İstanbul, İzmit Bahçecik, İzmir Kızılçullu, Kayseri Talas, Tarsus, Antep, Sivas, Amasya Merzifon, Maraş, Elazığ Harput, Erzurum, Trabzon, Bitlis, Van ve diğer bazı şehirlerde oluşturulur, bu yörelerdeki Müslüman aileler dinsel fanatizmden çekindikleri için çocuklarını kolejlere göndermezler. Sonuçta, çağı yakalamak için etkili birer araç olan misyoner okullarında neredeyse sadece Ermeni çocukları eğitim görür, onlardan en parlak olanları burslar aracılığıyla Amerika’ya göçe teşvik edilir. Başlarda New York ve Boston’a yerleşerek kısa zamanda aralarından başarılı iş adamları ve siyasetçiler çıkaran Anadolu kökenli Amerikalı Ermeniler, Osmanlı topraklarında Amerika’nın koruması altında bir Ermeni devletinin kurularak bölgede Hıristiyanlığın desteklenmesi için 1890’lardan itibaren yoğun propagandaya girişirler (Ermenilerin Amerikan Kongresinde Türkiye karşıtı yoğun çalışmaları bilindiği gibi devam etmektedir). Ermeniler 1894’de Tokat’ta isyan çıkararak Berlin Antlaşmasıyla kendilerine tanınan hakların verilmesini ister. Bu isyanı takiben Batman-Sason, Maraş-Zeytun, Elazığ-Harput, Muş, Bitlis, Van ve Adana’da çıkan kanlı ayaklanmaları ordu birlikleri zorlukla bastırır. 1896’da İstanbul’da Osmanlı Bankası’na yaptıkları baskında birçok sivili katleden Ermeni teröristlerin İngiliz, Fransız ve Rusların baskısıyla affedilerek Avrupa’ya gitmeleri Ermenileri cesaretlendirir. 1905’de Sultan Abdülhamid’e Ermenilerin Yıldız Camii çıkışında düzenlediği suikast halkın büyük tepkisine neden olur.
Yirminci Yüzyıl:
Barış dönemlerinde Osmanlı Devleti Ermeni isyanlarını bölgesel asayiş sorunları olarak görmüş, bunları yerel tedbirlerle örneğin Hamidiye Alayları ile bastırmaya çalışmıştır. Ancak 1914 sonbaharında Osmanlılar Almanlarla birlikte harbe girmiştir ve Rusya’ya, İngiltere’ye, Fransa’ya karşı savaşmaktadır. Harbin ilk döneminde Almanlar Romanya cephesinde Rus güçleri karşısında zor duruma düşer. Osmanlı Genelkurmayı, bu baskıyı hafifletmeye çalışan Almanların telkiniyle Erzurum’da Ruslara baskın düzenlemeye karar verir. Plana göre Türk askerleri Kasım 1914’de Allahuekber dağlarını geçerek Erzurum’un doğusundaki Sarıkamış kasabasına baskın yapacak ve Rus güçlerini bölgede çember içine alacaktır. Planın başarıya ulaşması baskının kış tam başlamadan gerçekleşmesine bağlıdır, bunun için bölgedeki Ermeni çetecilerin Ruslar yerine vatandaşı oldukları ülkenin ordusuna destek vermeleri gerekmektedir. Osmanlı temsilcileri Ermeni çete liderleriyle görüşerek destek sözünü alırlar ancak Ermeniler Türk askerlerini özellikle Bardız geçidinde oyalar, arkadan vurur ve Türk ordusunun Sarıkamış’a öngörülen sürede ulaşmasını engeller. Baskın yapmakta geciken Türk ordusu erken bastıran ağır kış şartlarının da etkisiyle Ruslarla geniş çaplı bir çatışmaya giremeden büyük kayıplar vererek çekilir.
Aralık 1914’de yaşanan Sarıkamış faciasından sonra Nisan 1915 başlarında Ermeniler Van’ı işgal ederler, kısa süreli yerel bir hükümet kurarak on binlerce sivili kitleler halinde öldürürler ve şehri Ruslara teslim ederler. Van bölgesinde katledilen Müslümanların sayısı 217 0003 dir, şehirden kaçabilenler ise 80 000 civarındadır. Katliamın boyutları, hükümetin 27 Mayıs 1915’te tehcir yani zorunlu göç kararının alınmasına yol açan önemli sebeplerden birisidir.
1915 yılının bahar aylarında Osmanlı Devleti haritada gösterilen beşi asli, üçü tali olmak üzere sekiz ayrı cephede çarpışmaktadır4.
Osmanlılar Doğu cephesinde Ruslar ve Ermenilerle savaşırken Batı’da, Winston Churchill’in planına göre Boğazlar üzerinden Karadeniz’e açılmayı ve Rusya’da gelişmekte olan komünizmi durdurmayı amaçlayan İngiliz ve Fransız güçlerine karşı Çanakkale’de savunma yapmaktadır. Güney’de ise Osmanlılar Süveyş Kanalı’ndan Suriye ve Basra’ya uzanan geniş cephede Araplar ve İngilizlerle savaşmaktadır. Nisan 1915 ortalarında, Van faciasını izleyen günlerde Osmanlı hükümeti İstanbul’daki Ermeni toplum önderlerine ihtarda bulunur, Anadolu’da giriştikleri yıkıcı faaliyeti durdurmadıkları takdirde sonuçlarına katlanacaklarını bildirir. İhtarın gereklerini yerine getirmeyen Ermeni önderlerinden 235’inin İstanbul’da tutuklanması için 24 Nisan 1915’de karar alınır, bunlardan 226’sı yakalanır. Bu tarih Müttefiklerin Gelibolu Yarımadası’na çıkarma yaptıkları gündür ve Ermenilerin sözde soykırımını andıkları tarihtir! 27 Mayıs 1915’de ise hükümet, sivil Ermenileri zorunlu göç ile Doğudaki savaş bölgelerinden uzaklaştırma (tehcir) kararını alır. Askerî ikmal hatlarını engelleyen, teröristlere destek veren, çevrelerindeki Müslüman köyleri basarak katliam yapan ve karma yaşadıkları köylerde komşularını katleden Ermenileri olaylara karışmayan soydaşlarından ayırmanın zorluğu nedeniyle Doğu ve Orta Anadolu Ermenileri Osmanlı yönetimindeki Suriye’ye göç ettirilir. Göç sırasında başta tifüs olmak üzere salgın hastalıklar ve eşkıya çetelerinin saldırıları gibi nedenlerle, koruma altında olmalarına rağmen 56 6105 kişi hayatını kaybeder. Her göç kafilesinde bir sevk memuru, bir iaşe memuru ve bir jandarma müfrezesi bulunmasına karşın6 devletin sağladığı korumanın yetersiz kaldığı anlaşılmaktadır
Yurt dışındaki Ermeni örgütleri ve onları destekleyen kaynaklar zorunlu göç nedeniyle 1.5 milyon Ermeni’nin hayatlarını kaybettiğini ileri sürerler. Ancak Encyclopedia Britannica ansiklopedisinin Birinci Cihan Harbi öncesindeki son baskısında tüm Osmanlı Ermenilerinin yaklaşık 1.5 milyon olduğu yazılıdır7 (1915 öncesi yapılan Osmanlı resmî sayım sonuçları daha düşüktür, Alman misyoner Lepsius’un verdiği sayı ise yakl. %10 daha yüksektir ancak ben güvenilir olduğunu düşündüğüm dış kaynaklı değeri referans aldım). Diğer yandan 22 Nisan 1922’de ABD Kongresi tarafından görüşülerek kabul edilen Yakın Doğu Yardım Komitesi Raporuna göre8 1921 yılında Yakın Doğu’daki eski Osmanlı topraklarında ve Anadolu’da yaşayan Ermenilerin yaklaşık sayıları Kilikya’da 300 000, Anadolu’nun diğer yerlerinde ve Yakın Doğu’da 1 000 000, yetimhanelerde ise 110 000 olmak üzere 1 410 000’dir. Bu toplam sayıya 1918 Mondros Mütarekesinden sonra Suriye’den Anadolu’ya dönen Ermeniler dahildir. Kilikya’daki Ermeniler ise 20 Ekim 1921’de Fransızlarla akdedilen Ankara antlaşmasından sonra 1922 başlarından itibaren bölgeyi terk etmiş ve çoğu Fransa’ya göç etmiştir. 1915 öncesindeki 1 500 000 ile 1921’in 1 410 000 sayıları arasındaki fark 90 000’dir. 1921 öncesi dönemde Rus Çarlık ordusunun çekilmesi ve General Kâzım Karabekir’in Doğu’da elde ettiği askeri ve siyasi sonuçlar nedeniyle çok sayıda Ermeni’nin Kafkasya’ya ve diğer ülkelere göç etmiş olduğu düşünülürse zorunlu göç sırasında hayatını kaybedenlerin 90 000’in çok altında, Prof. Yusuf Halaçoğlu’nun verdiği 56 610 sayısına yakın olması gerektiği, iddia edilen 1.5 milyon kayıp sayısının ise çok kötü niyetli bir abartı olduğu ortaya çıkmaktadır. Osmanlı kaynaklarına göre 1915’te zorunlu göçün uygulandığı bölgelerde 736 000 Ermeni yaşamaktadır. Bu kişilerden 438 758’i göç ettirilmiş ve 56 610 kişi göç sırasında yaşamını yitirmiştir9. 382 148 kişinin ise Suriye’deki yeni yerleşim bölgelerine ulaştığı, yörede görevli ABD ve Alman konsolosları tarafından kendi büyükelçiliklerine rapor edilmiştir9.
Sonuçlar: Kötü niyetli kaynaklar zorunlu Ermeni göçünün Osmanlı Devleti tarafından bir etnik grubun ortadan kaldırılmasına yönelik planlı bir katliam olduğunu, dolayısıyla Birleşmiş Milletlerin soykırım tanımına uyduğunu ileri sürmektedirler. Bu kaynaklara aşağıdaki hususlar hatırlatılmalıdır:
1-Birleşmiş Milletlere göre bir katliamın planlı bir soykırım olup olmadığına sadece bu konuda tam yetkili ulusal veya uluslararası mahkemeler karar verebilmektedir (Uluslararası Adalet Divanı, Uluslararası Ceza Mahkemesi gibi). Federal Alman Bundestag Parlamentosu, ABD Eyalet Meclisleri, Fransız Hükümetleri ve benzeri yasama ve yürütme organları veya sivil kuruluşlar, akademisyenler ve yazarlar ise yargı adına karar vermeye kesinlikle yetkili değildir. Diğer yandan 1915-16 yıllarında Osmanlı hükümeti, zorunlu göç ettirilenlerin korunmasına yönelik emirlerin uygulanmasında ihmalleri olan sivil ve askeri yöneticileri yargılamıştır. Göç ettirilenlerin korunması için emirler verilmiş olması planlı bir katliam niyeti olmadığını açıkça göstermektedir. İstanbul 1918 ile 1922 yılları arasında Müttefiklerin kontrolü altındadır, İttihat ve Terakki’nin ileri gelenleri Malta’ya sürülmüştür. Ülkedeki yabancı misyonlarda görevli Ermeniler ile İngiliz, Fransız ve Amerikalı uzmanlar Ermeni iddialarını kanıtlayacak delil arayışı içine girmişler ancak ilgili hiçbir arşivde Osmanlı Devleti’ni suçlayacak herhangi bir belge bulamamışlardır10. Bunun üzerine İngiliz Dışişleri Bakanlığı, İngiltere Kraliyet Başsavcılığı’ndan Malta’daki Türkler aleyhine “hukuki bir dava açılamıyorsa siyasi bir dava açılmasını” istemiş ancak bunu da sağlayamamıştır. İngiltere Kraliyet Başsavcılığı 21 Temmuz 1921 tarihli bir yazıyla Malta’daki Türk yöneticilerden hiç birinin Ermeni katliamı gerekçesiyle cezalandırılamayacağını İngiliz Hükümeti’ne bildirmiş, bunun üzerine İngiliz Hükümeti Malta’da tutuklu olan Türkleri serbest bırakmak zorunda kalmıştır10.
2-Osmanlı Ermenilerinin bir bölümü, düşmanların yönlendirdiği silahlı Ermeni çetelerine katılarak veya onlarla işbirliği yaparak 1890’lardan itibaren kendi devletlerine ihanet etmiş, 1914-15 yıllarında Fransa ve Rusya saflarında savaşmıştır. Sonuçta yüz binlerce Türk, Kürt, Çerkes ve Azeri yaşamını kaybetmiş, Doğuda geniş bölgeler düşman tarafından işgal edilmiş, parçalanma tehlikesi karşısında Devlet, Ermenileri Suriye’ye göç etmeye zorlamıştır. ABD Marine Corps University Harp Tarihi profesörlerinden Edward Erickson’a göre Osmanlı Devletinin zorunlu göç kararı, devletin kendi varlığını koruma amacına yönelik haklı bir karardır11.
Bağımsız Ermenistan’ın 1918-1919’da ilk başbakanı olan Hovhannes Kaçaznuni, 1923 Taşnak kongresinde okuduğu raporda12 şöyle demektedir: “Dünya Savaşı öncesinde gönüllü silahlı birlikler oluşturarak Türkleri katletmek hataydı, Türklerin tepkilerinin Batı’da bize yönelik sempati ve desteği arttırmasını beklemek gerçekçi değildi.” “Türklerden yana olan güç dengesi doğru biçimde değerlendirilmedi, Ermenilerin gücü ise abartıldı, Batılı devletlerin bizi kurtaracaklarına inandırıldık.” “Türkler savunma içgüdüsüyle hareket etti, Ermenileri zorunlu şekilde göç ettirmeleri nedeniyle Türklerin pişmanlık duyması gerekmez.”
3-Harp sırasında hükümetler ülkelerini iç ve dış düşmanlara karşı savunmakla yükümlüdür. Burada sorun, hainlik yapan ve düşmanla aktif işbirliği içinde olanlara ne yapılması gerektiğidir. Bunlar topluca öldürülmeli mi, yoksa zorunlu göçe tabi tutularak zarar verebilecekleri savaş bölgelerinden uzaklaştırılmalı mıdır? Osmanlı hükümetinin aldığı zorunlu göç kararının o günün şartlarında en insancıl, en uygar karar olup olmadığı konusu yukarıdaki soruya verilecek dürüst yanıtlar ışığında cevabını bulacaktır. Konuyu açıklığa kavuşturmak için ayrılıkçı Korsikalıları, İrlandalıları veya İskoçları düşünelim. Fransa’dan ayrılmak isteyen Korsikalılar Birinci veya İkinci Dünya Savaşlarında Almanlarla işbirliğine girmiş olsalar Fransızların tepkisi ne olurdu, onları Afrika’ya göçe mi zorlarlar, yoksa idam mı ederlerdi? Yine ayni savaşlarda İrlandalılar ya da İskoçların bir bölümü Almanlarla işbirliği yaparak kendi devletlerine karşı hıyanet içinde olsalar bu kişilere İngiliz hükümetleri ne yapardı? Onları Avustralya’ya göç ettirmekle mi yetinirler, yoksa kurşuna mı dizerlerdi? Bu gibi soruları sözde Batılı dostlara ve onların yerli hayranlarına ısrarla sormalı, net cevaplar vermelerini istemeliyiz. Kendilerinden saydıkları ve kullandıkları Ermenilerin uğradığı kayıpların hesabını abartarak soran13, parçalamak istedikleri Osmanlı Devletinde Müslümanların çok daha ağır olan kayıplarını13 ise görmezden gelen Batılıların bu yaklaşımı hümanist çevreler tarafından kınanmalı, Türkiye’yi zayıf düşürmeyi amaçlayan çifte standartlar gerçek aydınların dikkatinden kaçmamalı, tepkiyle karşılanmalıdır.
4-Osmanlı vatandaşı Ermenilerin devlete ihanet etmeleri sonucu uğradıkları kayıplar ile Yahudilere İkinci Dünya Savaşı sırasında uygulanan soykırım arasında benzerlik arayanlar ise kesinlikle kötü niyetlidir. Yahudilerin yaşadıkları ülkelerde devlete başkaldırdıklarına rastlanmamıştır, herhangi bir Yahudi din adamının doğrulayacağı gibi dinsel öğretileri buna engeldir. Nazi egemenliğindeki bölgelerde Yahudilerin tümü toplama kamplarına sevk edilirken başkent İstanbul’da devlete ihanet etmeyen Ermeniler yerlerinde kalmıştır. 1914-18 döneminde Doğu Anadolu’da Müslüman Osmanlıları katletmiş olan, daha sonra Almanya’ya kaçarak Nazilerin hizmetine giren Gen. Drastamat Kanayan’ın emrindeki Aryan Ermeni Lejyonu Alman işgalindeki ülkelerde çok sayıda Yahudiyi ölüme göndermiş14, buna karşın bu ülkelerde görevli Türk diplomatlar15 önemli kişisel riskler alarak birçok Yahudi’yi Hitler’in toplama kamplarına sevk edilmekten kurtarmışlardır. Diasporanın propagandasından etkilenen veya finansal desteğini alan Yahudiler bu gerçekleri hatırlamalı ve Diasporanın sapkın siparişlerini geri çevirmelidirler.
Son sözler: Soykırım iddiaları genelde bilgisiz ya da kötü niyetli, Türklere karşı önyargılı, ırkçı, kökten dinci veya Diaspora’nın finansal desteğini alan politikacılar, akademisyenler, lobi ve medya mensupları tarafından dile getirilmektedir. Bu kişiler Türklere savunma hakkı tanımadan suçlamalarını sürdürürler ve örneğin zorunlu göçün devletin varlığını koruma çabalarından kaynaklandığını ileri sürenlere inkârcı derler. Aslında Batı’nın 1878 Berlin Kongresinden beri amacı çıkarları gereği Türkiye’yi zayıf düşürerek parçalamaktır ve bunu azınlıklar aracılığıyla yapmaya çalışır. Yüzlerce yıllık birlikteliğin olumlu sonuçlarını görmezden gelerek Batı’nın amacına alet olan Ermeni liderler ise kışkırtıcı, gerçek dışı, fanatik söylemlerle Diaspora Ermenilerini şartlandırmakta, haraca bağlamakta, farklı mezheplere mensup Ermenilerin dağılmasını, asimile olmasını önlemek için onları Türklere karşı ortak nefret paydasında birleştirmeye çalışmaktadır. Diğer yandan Türkiye’deki Ermenilerin Diaspora’daki ırkdaşlarına kıyasla daha ılımlı davranmaları ve empati yapabilmeleri daha az şartlanmış olmaları ile izah edilebilir. Devletimizin yapıcı davranışlarını sürdürmesi, ilk başbakanları olan H. Kaçaznuni’nin görüşlerini paylaşan Türkiye Ermenilerinin artmasına yardımcı olabilecektir
“Türkler Ermenilere soykırım yaptı” iddiasının Batı’nın tartışmasız kabul ettiği bir “oldu-bitti”
16 durumuna dönüşmesini önlemek için, konunun gerçek belgeler ışığında tarafsız bir uluslararası komite tarafından incelenerek aydınlatılmasını acilen ve ısrarla istemeliyiz. Komite üyeleri örneğin Uluslararası Adalet Divanı tarafından, Türk ve Ermeni hükümetlerinin onayı ile seçilmeli ve araştırmalarını Osmanlı arşivlerinin yanı sıra, Rus, Amerikan, Alman, Fransız, İngiliz ve Ermeni arşivlerinde, dinsel ya da ırksal ayırımcılık yapmadan yürütmelidir. Bu çalışmalarda, yitirilen kişilerin kesinlikle sadece Ermenilerden oluşmadığı, 1915 öncesinde, sırasında ve sonrasında Ermenilerin ihaneti ve kitlesel öldürmeleri sonucu yitirilen 2 milyonun üzerinde17 Müslüman Osmanlı nedeniyle Ermenilerin Türklerden özür borçları olduğu ortaya konmalıdır. Makul bir süre içinde bu yakınlaşma gerçekleşmez ve Ermeni Soykırımı konusu Türkiye’yi zayıf düşürmek isteyen devletlerin veya Türklerden nefret edenlerin tezi olarak sürdürülürse, Türkiye Cumhuriyeti ve etkin sivil kuruluşlar, kendilerini haksız biçimde soykırımla suçlayan Ermeni Diasporası ile destekçilerini, yargı yetkisi olmayan politik kuruluşlar ile yasama organlarını, akademia ve medya mensuplarını yetkili uluslararası mahkemelerde dava etmeli, nefret suçu oluşturan ve okul kitaplarına kadar giren ırkçı iddiaların yanlışlığını kanıtlayarak bunları durdurmaya çalışmalı, tazminat istemelidir. Bu konuda etkili olmak ve etkiyi sürdürmek için bir “Ermeni Araştırma Kurulu” oluşturulmalı, yurt içi ve dışındaki akademisyenlerimizden, lisan bilen araştırmacı kişilerden, emekli TSK mensuplarından ve yurt dışındaki vatandaşlarımızdan katkı sağlayabilecek olanlar bu kurulda yer almalı, genç araştırmacılar yetiştirilmelidir. Diğer yandan Ermenilerin katlettiği vatandaşlarımız anısına yapılacak olan “Ermenilerin Türklere Soykırımı” anıtı en kısa zamanda Ankara’da açılmalı ve ülkeyi ziyaret edecek yabancı delegasyonların bu anıtı ziyaret etmeleri sağlanmalıdır. Ayrıca, Ermenilerin Van’da yaptığı katliamı simgelemek üzere 15 Nisan 1915, “Ermenilerin Türklere Soykırımını Anma Günü” ilan edilmelidir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ve Fransa Anayasa Konseyinin18 son kararları cesaretimizi arttırıcı yöndedir. Geleneksel edilgen tutum ve dış politikalar terk edildiği ölçüde çabalarımızın başarı sağlayacağı inancındayım.
İstanbul, 30 Ağustos 2019
Fikret Şemin Emekli Genel Müdür
FEYM Grubu üyesi, amatör araştırmacı
Y.Makina ve Elektrik Mühendisi (fikretsemin@yahoo.com)
1-Ermeni tarihçi Urfalı Mateos
(Türk-Ermeni İlişkilerinde Tarihsel Gerçekler, Dr. Ömer Lütfi Taşcıoğlu, Talat
Paşa Komitesi Yayını-1)
2-İstanbul’da 1863’de Robert
Kolej’i kuran Amerikalı Protestan Misyoner Dr.Cyrus Hamlin’in (1811-1900), 28
Aralık 1893 tarihli “The Congregationalist” dergisinde bildirdiğine göre,
Robert Kolejli Ermenilerin önde gelenleri Doğu Anadolu’da bir Ermeni devleti
kurmayı ve bu amaca ulaşmak için Bulgar modelini uygulamayı planlamışlardır.
3-Bu
sayı,TC Başbakanlık Devlet Arşivleri Daire Başkanlığı Yayın No. 50, Ankara,
2001, I. ve II. ciltlerinde yayımlanan, Ermeniler tarafından katledilen
Türklere ait listede yer alanlardan o dönemde Van vilayeti bölgesinde katledildiği
hesaplanan Türklerin yaklaşık sayısıdır.
4-Türk-Ermeni ilişkilerinde Tarihsel Gerçekler, Talat Paşa
Komitesi yayın no.1, hazırlayan Dr.Ömer Lütfi Taşçıoğlu, İstanbul 2015, s.8.
5-Yusuf Halaçoğlu, Ermeni
Tehciri ve Gerçekler (1914-1918), Türk Tarih Kurumu yayınları, Ankara, 2001,
s.76
6-BOA Başbakanlık Osmanlı
Arşivi Dahiliye Nezareti Emniyet Umum Müdürlüğü Evrak No: 15/71(24 Eylül 1331
(8 Ekim 1915) tarihli “Tehcire Tabi Ermeniler İçin Alınacak Tedbirlere İlişkin
Talimatname” )
7- Encyclopedia Britannica 1911
baskısı, Armenia bölümü.
8- U.S. Congress Resolution No.192,
April 22, 1922, Near East Relief Organization Report of Dec.31,1921:
http://armenians-1915.blogspot.com/2008/02/2335-free-e-book-near-east-relief.html
9-Hikmet Özdemir, Kemal Çiçek, Ömer
Turan, Ramazan Çalık, Yusuf Halaçoğlu: Ermeniler: Sürgün ve Göç, Türk Tarih
Kurumu yayınları, Ankara, 2004, s. 56.; ABD Resmi Arşivi: US Archives NARA
867.4016/193,Copy No: 484, Alman Dışişleri Bakanlığı Siyasi Arşivi: 1A Turkei
183, Armenien Bd.37, No: 7122, R.14086
10-Uluç Gürkan, “Malta
Yargılanması, Özgün İngiliz Belgeleriyle”, Kaynak Yayınları, İstanbul 2014
11-Edward Erickson: “Ottomans and
Armenians: A Study in Counterinsurgency” ve “Armenian Relocations and Ottoman
National Security”
12-“Taşnak Partisinin Yapacağı Bir
Şey Yok” Hovhannes Kaçaznuni’nin 1923’te Bükreş’deki Taşnak Kongresinde okuduğu
rapor, Dr. Mehmet Perinçek, Kaynak Yayınları, 2006
13-Ermeniler’e göre kayıpları 1.5
milyon, gerçek ise 56 bin! Ermenilerin neden olduğu Osmanlı kayıpları Bruce
Fein’a göre 2 milyonun üzerinde!
14-“The Genocide of Truth
Continues”, Şükrü Server Aya
15-Behiç Erkin, Selahattin Ülkümen
ve Necdet Kent gibi Türk diplomatları, görevli oldukları Alman işgali altındaki
ülkelerde çok sayıda Yahudi’yi Türkiye’den göç etmiş oldukları gerekçesiyle
sahiplenmiş ve Nazilerden kurtarmıştır. 14’e ve İsrail’de Yad Vashem anıtındaki
kayıtlara bakınız.
17-ABD eski başkanı Ronald Reagan’ın hukuk danışmanı Bruce Fein’in “Lies, Damn Lies and Armenian Deaths”başlıklı kitabından.
18-Fransız Anayasa Konseyi, Fransa'daki Türk toplumunun kurmuş olduğu «Türk Tarihinin Eğitiminde Tarafsızlık Derneği» (TTETD) adlı bir STK'nın üçüncü taraf olarak müdahil olduğu bir dava hakkında 8 Ocak 2016 tarihinde vermiş olduğu kararla, Yahudi soykırımının (Holokost) inkâr edilmesi fiilini suç sayan ve cezalandıran Gayssot Yasası'nın geçerliliğini teyit etmiştir. Konsey kararında, bir fiilin soykırım olup olmadığının sadece yetkili mahkeme tarafından saptanabileceğini ve yasama ile yürütme organlarının bir olayı insanlığa karşı suç olarak tanımlama yetkisine sahip olmadıklarını vurgulamıştır. Karar, Fransa Parlamentosu tarafından 29 Ocak 2001 tarihinde kabul edilen ve 1915 olaylarını soykırım olarak tanımlayan yasanın tüm potansiyel etkilerini ortadan kaldırmış ve Ermeni soykırımının inkârını suç sayan yasaların geçirilmesini yasaklamıştır.
Not: Bu çalışmada internet’ten ulaşılabilen dış ve iç kaynaklardan, “Tall Armenian Tale” adlı siteden ve FEYM Grubu kurucusu rahmetli araştırmacı Şükrü Server Aya’nın tamamı yabancı kaynaklara dayalı olan şu kitaplarından yararlandım: “Soykırım Tacirleri ve Gerçekler”, «The Genocide of Truth», «The Genocide of Truth Continues», «The Preposterous Paradoxes of Ambassador Morgenthau». FEYM Grubunun yöneticisi E. Gen. Orhan Tan yararlı tavsiyelerde bulundu. Grup üyesi E. Albay Dr. Ömer Lütfi Taşcıoğlu’nun görüşlerinden ve şu kitaplarından faydalandım: “Türk-Ermeni ilişkilerinde Tarihi, Siyasi ve Hukuki Gerçekler”, “Yabancı Devletlerin Türkiye’yi Parçalama Planları”. Diğer kaynaklar dip notlarında gösterilmiştir.
No comments:
Post a Comment