Thursday, October 29, 2015

Ulusların Düşüşü”  (Daron Acemoglu + James A. Robinson)
15 Şubat 2014'de arkadaşlara ilettiğim tanıtım notu
Kitabın ingilizce ismi “ Why Nations Fail?” . Bunun karşılığı “Uluslar niçin başarısız olurlar?”olarak Türkçeleştirilseydi, hem ingilizce aslına hem de kitabın içeriğine daha uygun olurdu diye düşünüyorum.


Doğan Kitap tarafından yayınlanan kitabı Faruk Rasim Velioğlu Türkçeye kazandırdı. Birinci baskısı Aralık 2013’de piyasaya çıktı. Kitabın ingilizce özgün baskısı ise Mart 2012’de yayınlandı.


Daron Acemoğlu Massachusetts  Institute of Technology ‘de iktisat profesörü. James A. Robinson da Harvard Universitesinde siyaset bilimci ve iktisatçı. Daron Acemoğlu 1967 İstanbul doğumlu, ermeni kökenli bir T.C. vatandaşı. (Halen T.C. vatandaşlığını muhafaza edip etmediğini bilmiyorum. ABD vatandaşlığına kabul edilmiş olması olasıdır.) Galatasaray Lisesinden mezun olduktan sonra, London School of Economics and Political Science’i bitirdi. 2013 yılında, Cumhurbaşkanı  Abdullah  Gül tarafından “Kültür ve Sanat Büyük Ödülü”ne layık görüldü.


Yazarlar, “Neden bazı ülkeler gelişirken diğerleri gelişemedi?” sorusunun yanıtını adeta bir dünya turu yaparak ve tarihin derinliklerinde araştırıyor,  tezlerini çok sayıda tarihi ve güncel örnek üzerinden anlatıyorlar ..
Yazarların, kitabın başlangıcında ortaya koydukları tez şu: günümüzde halen süregelen, hatta giderek derinleşen zengin ve fakir ülkeler arasındaki eşitsizliğin nedeni ne coğrafya ve iklim koşulları ne kültürel farklılıklar, ne de sermaye yetersizliğidir. Meksika ile ABD  sınırında aynı ismi ( Nogales) taşıyan iki kasabada, aynı insanların bir kısmı sınırın bir tarafında, diğer kısmı da öbür tarafında yaşamalarına karşın, refah düzeylerinde çarpıcı farklılık var. Bunun nedeni nedir? Bu durum nasıl açıklanabilir?


Kitaptaki analiz yönteminin belkemiğini iki temel kavram oluşturuyor. “Sömürücü kurumlar” ( extractive institutions) kısa sürelerde ekonomik ve toplumsal gelişmeyi gerçekleştirse dahi, sonuçta siyasal iç çatışmalara yolaçıyor ve iktisadi gelişme sürekli olmuyor.  “Kapsayıcı kurumlar” ( inclusive institutions) ise, mülkiyet haklarına saygılı, çoğulcu diğer bir deyimle, toplumun farklı katmanlarına karar sürecine katılma olanağı tanıyan, hukukun üstünlüğü, iletişim ve basın özgürlüğü gibi demokratik ögeleri içeren bir yapılanma , ekonomik gelişmeyi teşvik ediyor.


Çağdaş refah anlayışı siyasi kurumların güven verici olmalarına bağlı. Refah, yatırımlar, teşvikler ve yeniliklerden besleniyor.Yatırımcılar, girişimciler ve patent konusu yeniliklerin sahipleri güvenli bir ortam istiyorlar. Bunun iki temel koşulu da  iktidarın merkeziyetçi yapılanması ve iktidar kurumlarının kapsayıcı (inclusive) olması. Zira, güçlü bir merkezi bir yönetim olmazsa, karmaşa ve istikrarsızlık olur. Böyle bir durumda ise yatırımcılar olumsuz etkilenir.


Örneğin, Afrika’nın bir çok ülkesinde yerel iktidar odakları, merkezi otoritenin boşluğundan ya da zayıflığından yararlanarak , refahı sadece kendisi ve yakın çevresiyle sınırlı tutar ve  toplumun geri kalan büyük çoğunluğu fakirlik kısır döngüsüne mahkum olur.Afrika’da sömürgeci devletler sömürgeci kurumlar inşa ettiler ve ülkeler bağımsızlığa kavuştuktan sonra, bu kurumlar kısır döngü "pattern"ini bozmadan yeni yönetimlere devredildi. Devletin yönetimini ele geçirenler, sömürücü  kurumların denetimsizliğinden yararlanarak, zenginliklerden çıkar sağlayan bir düzen kurdu, ancak diğer yandan iç çatışmaları teşvik eden bir ortam yaratılmış oldu. Örneğin, Zimbabve’de Mugabe beyaz rejimin oluşturduğu bir dizi sömürücü kurumun idaresini devraldı. Sonuçta, kurumlar sömürücü niteliğini muhafaza etti, aradaki tek fark Ian Smith ve beyazlar yerine Robert Mugabe ve partisinin (ZANU-PF) elit tabakasının ceplerini doldurmasıydı. Sahra-altı Afrika’da pek çok ülkenin durumu buna benziyor. Bununla beraber, Botswana ( Eski Bechuanaland) ilginç bir istisna oldu. Bağımsızlığını kazandığında Bechuanaland dünyanın en fakir ülkelerinden biriydi. İzleyen 45 yılda Botswana dünyanın en hızlı büyüyen ülkelerinden biri oldu. Bugün, Botswana Sahra-altı Afrika’da kişi başına düşen en yüksek milli gelire sahip. Botswana bunu nasıl başardı?  Bağımsızlığının ardından hızla kapsayıcı siyasal ve ekonomik kurumlar geliştirerek. O zamandan bu yana demokratik biçimde yönetiliyor, düzenli olarak, rekabete dayalı seçimler yapılıyor; ayrıca ne bir iç savaş ne de bir askeri müdahale teşebbüsü var. Hükümet, özel mülkiyet haklarına saygı gösteriyor, makroekonomik  istikrar sağlayan ve kapsayıcı bir piyasa ekonomisinin gelişimini teşvik eden ekonomik kurumlar oluşturdu. Kitapta, Botswana’nın başarı öyküsü geniş olarak  anlatılıyor.


Ülkelerin sömürücü kurumlar yüzünden ekonomik başarısızlığa uğramaları sadece Sahra-altı Afrikasi’na özgü bür durum değil. Güney Amerika’da Kolombiya ve Arjantin, Asya’da Kuzey Kore ve Özbekistan, Orta Doğu’da Mısır gibi ülkeler de benzer konumda. Bu ülkeler, farklı cografi koşullara, farklı kültürlere sahip olmalarına karşın, ortak özellikleri sömürücü kurumlar.


 Kitapta benim dikkatimi çeken örneklerden biri, İngiltere’nin 1215 Magna Carta  olayından başlayan inişli- çıkışlı süreci oldu. Sanayi devrimi neden İngiltere’de başlamış? Bunun arka planında 1688 Görkemli Devrim (Glorious Revolution- Bill of Rights) olgusunun yattığı ayrıntılı biçimde anlatılıyor. İngiltere siyasi tarihini özümsemenin önemi de bu vesileyle ortaya çıkıyor.


Kitapta, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüne de değiniliyor. Teşhis kısaca şöyle: ”Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşı’nın sonundaki çöküşüne dek mutlakiyetçi kaldı ve böylece matbaa makinesi gibi yeniliklere ve bunların sonucunda oluşabilecek  yaratıcı yıkıma başarıyla karşı koymayı ya da engel çıkarmayı sürdürdü. İngiltere’de ortaya çıkan ekonomik değişikliklerin Osmanlı İmparatorluğunda cereyan etmemesinin nedeni sömürücü, mutlakiyetçi siyasal kurumlarla, sömürücü ekonomik kurumlar arasındaki doğal ilişkiydi...”


Osmanlı’da matbaanın kurulmasına Avrupa’dan yaklaşık 300 yıl sonra, ancak 1727 yılında izin verilmesindeki gecikmeye “yaratıcı yıkım”dan duyulan endişenin neden olduğu ve bu bağlamda, 18nci yüzyıl başlarında mevcut elyazması kitapların elde kopyalarını çıkaran seksen bin katibin faaliyet gösterdiği belirtilmektedir.


“Yaratıcı yıkım” kitabın anahtar kavramlarından biri.


Kitapta yer alan çok sayıda örnekler arasında Roma İmparatorluğu’nun yükseliş ve çöküşü, kurumlar bazında açıklanmaya çalışılıyor .


Kitapta günümüzde en çok tartışılan bir kalkınma modeline de yer veriliyor. Bunun Çin  olduğu kolayca tahmin edilebilir. Yazarların, başarılı kalkınma sürecinin anahtarını “kapsayıcı kurumlar”ın varlığına ve iyi işlemesine bağlayan kuramları, Çin’in yükselişi karşısında nasıl savunulacak? Bu tartışmalı konuda, yazarlar şu argümanı öne sürüyorlar: “ kapsamlı kurumları  olmayan bir düzen ekonomiyi fakirlikten kurtarabilir, ancak çağdaş refah düzeyine çıkaramaz. Zira, otokrasilerde gerçekleşen bir refahın kapsamlı bir kurumsallaşmaya dönüşmesini sağlayan doğal bir süreç yoktur.” Yazarlara göre, yatırım ve yenilikler (investment and innovation) için  iki tür güvenceye gereksinim var. İktidar merkeziyetçi olmalı, ancak iktidarın şekillendiği kurumlar kapsayıcı olmalı. Çin’de iktidar yapılanması merkeziyetçi. Ancak, kapsayıcı kurumlar alanında net biçimde çağdaş ölçütlerin çok gerisinde. Çin’de parti, silahlı kuvvetleri de, yönetim kadrolarını da,iletişim ve haberleşmeyi de kontrol ediyor. Yazarlara göre, bugünkü siyasal yapılanma ile Çin’in modern refah düzeyini yakalaması olası değil.


İngiltere’nin ünlü “The Guardian” gazetesi, Daron Acemoğlu ve James A.Robinson’un çağımızın birinci sınıf entellektüel ağır topları arasında olduğunu belirtmiş ve “Why Nations Fail” kitabının konuya uzaktan da olsa ilgi duyan herkes için okunması zorunlu (must - read) nitelikte olduğunu savunmuş.


Bu kitaptaki çözümlemelerin ve tesbitlerin, bilinen kalkınma modellerinin yeniden değerlendirilmesi gereğini, özellikle, siyaset ile ekonomi (kurumlar ve yönetişim) arasındaki ilişkiyi tarihsel süreç içinde açık biçimde ortaya koyduğu kesinlikle öne sürülebilir. Bu noktadan hareketle, Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası, bölgesel kalkınma bankaları, UNDP gibi uluslararası kurumların özellikle gelişme yolundaki ülkelerin kalkınma projelerini desteklerken, bu kitapta yer alan gözlemleri ve çözümlemeleri dikkate alacağını düşünmekteyim.


Ülkelerin iktisadi kalkınmasını siyasal ve ekonomik kurumlar açısından inceleyen bu kitabın tartışmaya açık noktaları olmakla beraber, siyaset bilimi, siyasi tarih ve genel iktisat modelleri gibi disiplinlerde yardımcı ders kitabı olarak okutulmasının çok yararlı olacağı kanısındayım. 


Ayrıca, Prof.Dr. Daron Acemoğlu’nun ve James Robinson’un uygun bir davetle ülkemizde misafir edilerek kitabında geliştirdiği tezler üzerinde bir ya da bir kaç konferans vermesi  temennimi de dile getirmek istiyorum.


 

No comments:

Post a Comment