Sunday, May 25, 2025

T-24 - 24 Mayıs 2025 Yunus Emre Erdölen Amerika’da yargıçlar var: Harvard, Trump’ın şerrinden nasıl kurtuldu?

 T-24 

24 Mayıs 2025

Yunus Emre Erdölen 

Amerika’da yargıçlar var: Harvard, Trump’ın şerrinden nasıl kurtuldu?


1979 yılında babasının mezun olduğu Harvard Üniversitesi'nden ret alan Burroughs, 2025'te nasıl Harvard'ın "dünya üniversitesi" olma iddiasını kurtardı?

Amerika’da yargıçlar var: Harvard, Trump’ın şerrinden nasıl kurtuldu?

ABD ve dünyanın en prestijli üniversitelerinden Harvard her yıl olduğu gibi 1979 yılında da okula başvuran binlerce öğrencinin kompozisyonunu, CV’sini, tavsiye mektuplarını incelemiş, nihâyetinde çok az sayıda öğrenciyi kabul etmişti. Başvuru sonuçları açıklanınca hayal kırıklığı yaşayanlar arasında 18 yaşındaki Allison Dale Burroughs da vardı. Babası Harvard mezunu olan, Harvard’ın bulunduğu Boston şehrinde doğup büyüyen bu genç kadın için Harvard büyük bir hayaldi. Harvard’dan ret alan genç kadın, kırsal bir eyalet olan Vermont’ta bulunan butik ama prestijli bir “liberal arts” (temel bilimler) okulu olan Middlebury College’da okudu; lisans eğitiminin ardından ABD’nin en prestijli hukuk fakültelerinden biri olan Pennsylvania Law School’u bitirdi; özel sektöre atıldı.


Allison D. Burroughs’u yüklü bir maaş aldığı beyaz yaka büro avukatlığından kurtaran ise ABD’nin ilk siyah başkanı Barack Obama oldu. Obama, 2014 yılında Burroughs’u doğup büyüdüğü Massachusetts eyaletine federal bölge yargıcı olarak aday gösterdi, Burroughs senato onayını aldıktan sonra göreve başladı.


Burroughs, her federal hâkim gibi ABD’nin federal konularda, eyaletlerin üstünde bütün ABD’de geçerli olan hukuka ve eyaletlerarası anlaşmazlıklara ilişkin hukukî uyuşmazlıkların çözümü ile yetkili. Fakat ne tesadüf ki isminin Amerika tarafından duyulmasına, kendisini 45 yıl önce reddetmiş Harvard Üniversitesi’nin açtığı bir dava vesile oldu.


Burroughs, Amerika’da iktidarın iradesine karşı “hukuk diyebilen yargıçlar var” dedirtircesine Harvard’ın fişini çekmek isteyen Trump’a set çekti; Trump’ın sopası ile Harvard’ın arasına girdi ve Trump yönetiminin yabancı öğrencilerin alınmasını, Harvard’da okumasını yasağına ilişkin yürütmeyi durdurma kararı verdi.


Böylece 400 yıllık Harvard Üniversitesi’nin bir dünya üniversitesi olma iddiasını zamanında reddettiği, kapısından içeri almadığı bir hukukçu kurtarmış oldu.


En azından şimdilik. Zira Harvard’ın başı Trump ile feci derecede belada.


Trump’ın Harvard’a kayyım planı

Harvard, Trump ve Cumhuriyetçilerin uzun süredir hedefinde. Özellikle Christopher Rufo gibi muhafazakâr kanaat önderleri son on senedir Harvard gibi prestijli üniversitelerin “Marksist ve küreselcilerin” işgali altında olduğunu, Çin ve Hindistan’dan yabancı öğrencilerin bu üniversiteler aracılığıyla ülkeye sokulup Amerikalı gençlerin önüne geçirildiğini, Demokrat Parti’ye yakın liberal hocaların muhafazakâr öğrenciler ve az sayıdaki muhafazakâr hocalara karşı ayrımcılık yaptığını ileri sürüyor; bu üniversitelerdeki ırksal çeşitlilik, cinsiyet eşitliği, LGBT hakları gibi konularda duyarlılığı (Cumhuriyetçilere göre bu woke’luk) eleştiriyor, üniversitelerde beyaz ve heteroseksüel erkeklerin ayrımcılığa uğradığını iddia ediyordu. Trump’ın başkan yardımcısı ve Trump’tan çok daha başarılı bir Trumpçı olan JD Vance’nin en ünlü konuşmalarından biri de “üniversiteler ve profesörler bir numaralı düşmanımız, bu ülkenin en büyük düşmanı” temalı bir öfke nöbetiydi.


ABD Başkan Yardımcısı JD Vance


Trump’ın temsil ettiği bu yeni sağ muhafazakârlığın, üniversitelere dair öfkesini artıran bir diğer husus ise Filistin gösterileri oldu. ABD’nin başarılı üniversiteleri iki senedir yoğun katılımlı ve ses getiren Filistin eylemlerine sahne oluyor. Harvard gibi üniversitelerde öğrenciler bahçeye kamp kuruyor, dersleri boykot ediyor, Filistin üzerine etkinlikler düzenliyor. 2024 seçimlerinde Trump’a yatırım yapan İsrail lobisi de bunun üzerine Trump’tan bu eylemlere katılan, destek veren yabancı öğrencileri sınır dışı etmesini, bu öğrencilere ve eylemlere yönelik yeterince tedbir almayan üniversitelere yaptırım uygulamasını istemişti. Nitekim Cumhuriyetçilerin kontrolünde olan Temsilciler Meclisi uzun bir süredir McCarthy dönemindeki “kızıl komünist avını” aratmayan sorgu duruşmalarıyla bu üniversitelerin rektörlerini sorguya çekiyor, hatta baskı kurup itibarlarını zedeleyerek istifa etmelerine bile sebep oluyordu. Harvard da Cladunie Gay gibi popüler bir rektörünü, hatta ilk siyah rektörünü bu uğurda kaybeden okullardan biri olmuş, Obama’nın desteğine rağmen Rektör Gay, İsrail destekçisi mezunlar ve bağışçıların yoğun lobi faaliyetleri karşısında görevi bırakmak zorunda kalmıştı.


Harvard’da Filistin’e destek eylemleri

Trump bu nedenle bütün bu motivasyonların ışığında göreve gelir gelmez prestijli üniversitelere çeşitli talepler iletti. Columbia masaya oturup bu talepleri kabul edip adeta boyun eğerken, Harvard direndi. Bunun üzerine Trump yönetimi Harvard’a bir tehdit mektubu iletti ve aksi durumda 2,3 milyar dolarlık kamu teşviğinin sona ereceğini açıkladı.


Harvard’a adeta “fiili bir kayyım” atanmasını sağlayacak o talepler oldukça korkunçtu:


“öğrenci ve hocaların yönetimdeki katılımının azaltılması, akademik ve idarî personel alımında pozitif ayrımcılığın sonlanması, İsrail’i eleştiren öğrencilerin okula kabul edilmemesi, İsrail protestolarına katılan öğrencilerin hükûmete ihbar edilmesi, muhafazakâr hoca istihdamının arttırılması, Ortadoğu Çalışmaları Merkezi’nin denetlenmesi, Filistin için kurulan öğrenci kulüplerinin kapatılması, maskeli eylemlerin yasaklanması, bu kararlara uymayan hocaların ve öğrencilerin ihbar edilmesi vb.”


Harvard Rektörü Alan Garber

50 milyar dolarlık bir özel bağış bütçesine sahip olan Harvard, Columbia gibi boyun eğmek yerine itibarını korumayı seçti ve üniversitenin antisemitizmle suçlanan Yahudi rektörü Alan Garber çok sert bir mektupla yanıt verdi:


“Hiçbir hükûmet – hangi parti iktidarda olursa olsun – özel üniversitelerin ne öğretebileceğini, kimleri kabul edip işe alabileceğini ve hangi çalışma ve araştırma alanlarını takip edebileceğini dikte etmemelidir. Sloganımız -Veritas ya da hakikat- önümüzdeki zorlu yolda ilerlerken bize rehberlik eder. Gerçeği aramak sonu olmayan bir yolculuktur. Yeni bilgilere ve farklı bakış açılarına açık olmamızı, inançlarımızı sürekli incelemeye tabi tutmamızı ve fikirlerimizi değiştirmeye hazır olmamızı gerektirir.”


Harvard her ne kadar Filistin hakkında detaylı çalışmalar yapan, konferanslar düzenleyen ve okuma listeleri hazırlayan Ortadoğu Çalışmaları Merkezi’nin başkanı ünlü tarihçi Cemal Kafadar’ı gerekçesiz bir şekilde idari görevinde uzaklaştırsa da Trump’ın bu kayyım girişimine karşı ciddi bir şekilde direnme yolunu seçti.


Cemal Kafadar

Zira Trump çok sinsi bir şekilde Harvard gibi prestijli kurumların itibarını kendi elleriyle bitirmesini, Columbia gibi kamuoyu önünde kendi değerlerini ayaklar altına almasını, önceki söylemleriyle çelişerek Trump’a karşı taviz vermesini istiyor; Harvard’a kendini kendi elleriyle yok etmesini telkin ediyordu.


Böylece Harvard, hem ABD’de hem dünyada Trump’a “dur” diyen nadir kurumlardan biri oldu, Trump’ı öfkelendirdi, muhalefetin ateşini harladı.


Elbette giderek otoriterleşen Trump Amerika'sında bu itaatsizliğin bedelinin ağır olmaması imkansızdı.


Önce bütçe kesildi, sonra fiş çekildi

Trump yönetimi tehdit ettiği üzere önce Harvard’ın bütçesini kesti, ardından daha önce eşi benzeri görülmemiş bir hamleye imza atarak İç Güvenlik Bakanlığı aracılığıyla Harvard’ın yabancı öğrencileri kurumuna kabul edip ağırlaması, eğitim görmelerini sağlamasına ilişkin verilen federal hükûmet izninin kaldırıldığını açıkladı.


Kendi evcil köpeğini tüfeğiyle vurup öldürmesini ballandırarak anlatmasıyla ABD gündemine taşınan eski Güney Dakota valisi ve yeni İç Güvenlik Bakanı Kristi Noem, polis üniformasıyla mahkeme kararı olmaksızın sınırdışı etmek için göçmen avına çıkmadığı nadir zamanlardan birinde yeni bir mektupla Harvard’ın yabancı öğrenci alımının iptal edildiğini duyurdu.


Bu karar uyarınca, Belçika’nın taht sırasında birinci olan gelecekteki kraliçe adayı 23 yaşındaki Prenses Elisabeth dâhil Harvard’da eğitim alan yabancı öğrencilerin ya başka bir üniversiteye transfer olması ya da ülkeyi terk etmesi gerekiyordu.


Mevcut öğrenci sayısının yüzde 27’si yabancı olan ve dünyanın bütün ülkelerindeki en zeki ve başarılı öğrencileri bünyesinde barındıran Harvard’ın bu kararı aşması için Trump’ın taleplerini kabul etmesi ve bunu da 72 saat içerisinde yapması lazımdı.


Harvard yine itibarını kendi eliyle yerle bir etmeyi değil, direnmeyi seçti ve federal hükûmetin yaptığı bu idari işlem karşısında hızlı bir şekilde federal mahkemeye başvurdu ve yürütmenin durdurulmasını talep etti.


Rektör Garber, yine Harvard adına sert bir mektup kaleme aldı ve uluslararası öğrencilerin Harvard’ın vazgeçilmez bir unsuru olduğunu vurgulayarak ellerinden geleni yapacaklarını belirtti.


Trump yönetiminin bu kararının üzerinden 24 saat geçmeden Harvard’ın başvurduğu federal mahkemenin yargıcı Burroughs, bu karardan dolayı etkilenecek öğrencilerin sayısının fazlalılığı ve olası zararın ciddiyeti karşısında hızlı bir şekilde yürütmenin durdurulması gerektiğine hükmetti.


Kaderin cilvesine bakın ki okulun itibarı, prestiji, dünya markası kimliği ve yüzlerce yabancı öğrencinin kaderini Harvard’ın zamanında reddettiği bir yargıç kurtarmıştı.


Trump’ın sopasını kim kırdı?

Günün sonunda Harvard’ı ne zengin bağışçıları ne birbirinden zeki öğrenci veya hocaları ne de son zamanlarda ne yaptıkları meçhul Demokrat Partili muhalifler kurtardı. Trump’ın Harvard’a salladığı sopasını siyasî iktidara rağmen “hukuk” diyebilme cesaretini kendinde bulan tarafsız ve bağımsız yargıçlar kırdı.


Dürüst olmak gerekirse, Trump’ın sahici derdi ne İsrail ne Filistin eylemcileri. Trump’ın en büyük isteği ülkenin en itibarlı ve eski kurumlarından birine boyun eğdirmek. Liberallerin ve özgürlükçülerin pusulası olan bir kurumu sıfırlamak. Bunu yapabildiğini tüm diğer kurumlara, okullara, muhaliflere göstermek. İbretlik bir hikayeyi ABD’ye sunmak. En azından düne kadar böyleydi.


Harvard’a boyun eğdirirse medya organlarına, muhaliflere, diğer okullara, akademiye boyun eğdirebileceğini ve en önemlisi belki de üçüncü dönem başkan adaylığının yolunu açacak bir hukuksuzluğu kabul ettirebilecek bir anayasa aykırılığına yavaş yavaş ülkeyi alıştırabileceğini düşünüyor.


Yine de Trump’ın sistematik bir şekilde otoriterleşme hikayesinin en önemli kısmı olan bu Harvard bölümünde şimdilik son noktayı yargı koydu, Trump’a “dur” dedi.


Sadece İsrail’i eleştirdiği için “Hamas destekçisi” ilan edilip sınır dışı edilmek istenen Rümeysa Öztürk örneğinde olduğu gibi Harvard’ın da yardımına Trump’ın tüm dünyada estirdiği otoriterlik rüzgarına karşı dik duran, bağımsızlığını koruyan Amerikalı yargıçlar yetişti.


Tam da bu yüzden uzun bir süredir Trump, JD Vance, Elon Musk yargıçları hedef alıyor; “komünist ve Marksist” yargıçların hükûmete darbe yaptığını, bir klik gibi hareket ettiğini söylüyor; hatta bir yargıcı duruşması için mahkeme salonuna gelen bir göçmenin göçmen polisi tarafından gözaltına alınmasını engellediği iddiasıyla FBI operasyonu düzenleyerek tutuklatıyor; bunu bir şölenle duyuruyor, bütün yargıçlara gözdağı veriyor.


Yargıç Hannah Dugan’ın gözaltına alınması FBI tarafından “görsel bir şölenle” paylaşıldı.

Trump’ın başka bir çaresi de yok. Medyayı, Silikon Vadisi’ni, iş adamlarını, kendi partisini, hatta kaldıysa müesses nizamı bile dize getirdi; önündeki tek engel yargı.


Trump, yaptıklarıyla, gaflarıyla, skandallarıyla, imzaladığı kararlarla tüm dünyaya otokrasinin ABD’de bile pekişebileceğini göstererek kötü örnek olurken, tam karşısında dimdik duran bağımsız ve tarafsız yargıçlar siyasî iktidara karşı hukukun üstünlüğünü savunarak başka bir hikayeyi bizlere sunuyor.


Evet, devir Trump’ların devri. Evet, demokrasi ve insan hakları artık maalesef genel geçer değerler değil. Fakat Trump’ların da bir panzehri var. Farklı kesimlerin, farklı fikirlerin bir arada huzur ve refah içinde istikrarlı bir şekilde yaşayabileceği tek formül hâlâ anayasal bir hukuk devleti, insan haklarına dayanan sağlam bir demokrasi. Her şeye rağmen Trump’ların önerdiği bir alternatif yok. Trump’ın geçen zamana rağmen ABD için sunduğu sahici ve iş bitirici bir çözümün olmadığı gibi.


Trump ve Trump’ların yerine bir şey koymadığı bu yıkıcılığa karşı en büyük duvar, engel, dayanak ise her türlü saldırıya ve zorluğa rağmen tarafsız ve bağımsız yargı.


Bu yüzden hikâyeyi biraz da buradan okumak lazım sanki.


Trump’ın Amerika'sının karşısında her şeye rağmen hâlâ sesini, duruşunu, bağımsızlığını, serbestliğini koruyabilen, akıntıya karşı kürek çeken bir Amerika var.


Sanırım bu yüzden bütün bu büyük seçim zaferine, halk desteğine, parasal güce ve küresel meşruiyete rağmen, Trump’a rağmen, siyasî iktidarın öfkesini çeken Harvard hâlâ direniyor. Rümeysa hâlâ okuluna gidebiliyor, muhalifler en sert eleştirilerini televizyondan gazetelerden sarf edebiliyor.


Evet, Amerika’da Trump var; ama Amerika’da yargıçlar da var. İyi ki de var.




No comments:

Post a Comment