Tuesday, December 24, 2024

E:vrensel - Suriye ve Yeni Osmanlıcılık Yusuf Karadaş Evrensel - 24 Aralık 2024

 

Suriye ve Yeni Osmanlıcılık

Yusuf Karadaş

Evrensel - 24 Aralık 2024



2011’de Suriye’ye yönelik başlatılan müdahale, AKP-Erdoğan iktidarı için yeni

Osmanlıcı dış politikanın en önemli sınama alanı olmuştu. Hesap, Esad 

rejiminin 6 ayda devrilmesi ve Erdoğan’ın Şam’daki Emevi Camii’nde kılacağı 

cuma namazı ile kendini ‘Sünni İslam’ın ve Ortadoğu’nun lideri ilan etmesi 

üzerine kurulmuştu. 


Bugün bölgedeki  (Ortadoğu) tablo 13 yıl öncesine göre değişmiş olsa da 

Esad rejiminin devrilmiş olması, Türkiye’deki iktidarın yeni Osmanlıcı 

emellerini yeniden yüksek sesle dillendirmesinin önünü açtı. Cumhurbaşkanı 

Erdoğan, geçtiğimiz günlerde “Türkiye, Türkiye’den daha büyüktür. Millet 

olarak ufkumuzu 782 bin kilometrekareyle sınırlandıramayız” açıklamasını 

yaparak ve bu politikayı “Tarihin millet olarak bize yüklediği misyonu görmek 

mecburiyetindeyiz” sözlerine dayandırarak yeni Osmanlıcı tezleri 

tekrar ediyordu. Üstelik Türkiye’nin Libya, Suriye, Somali gibi ülkelerdeki 

askeri varlığı ve müdahale politikasını eleştirenleri de  bu tarihsel misyonu 

idrak edememekle suçluyordu.


Yeni Osmanlıcılık, bilindiği gibi Türkiye’de milli kimliğin ve dış politikanın 

Osmanlı’nın mirası üzerine inşa edilmesi gerektiği tezine dayanıyor. Ahmet 

Davutoğlu, 2001’de yazdığı ‘Stratejik Derinlik’ kitabında bu görüşleri teorize 

etmiş ve Türkiye’nin Osmanlı’nın varisi olarak bu tarihsel-kültürel mirasa 

uygun olarak aktif bir dış politika izlemesi, bölgede lider, kurucu ülke rolünü 

üstlenmesi gerektiğini  savunmuştu. Davutoğlu, 2009’da önce Dışişleri

Bakanı ve sonra Başbakan olarak aynı zamanda bu 

politikanın uygulayıcılarından biri olmuştu. Suriye’de Esad rejiminin 

devrilmesi sonrasında Davutoğlu’nun yaptığı “AKP’den kopmadım” 

açıklamasını ve AKP cephesinden yapılan “Geri dön” çağrılarını da 

bu gerçeklik üzerinden okumak gerekiyor.


AKP-Erdoğan iktidarı döneminde yeni Osmanlıcı dış politika ilk kez 2007’deki 

MİT raporunda açıktan ilan edilmişti. Rapor, MİT’in yeni Osmanlıcı dış 

politikanın ihtiyaçlarına göre yeniden yapılandırılmasını ve Türkiye’nin 

bölgesindeki (Ortadoğu, Doğu Akdeniz, Balkanlar, Karadeniz ve Kafkasya) 

gelişmeleri ‘izleyen’ ülke  pozisyonundan çıkıp avantajlar elde etmek üzere 

müdahalelerde bulunması gerektiğini savunuyordu. 2012’de SADAT’ın 

(Uluslararası Savunma Danışmanlık İnşaat Sanayi ve Ticaret AŞ) bir ‘özel 

savaş şirketi’ olarak kuruluşunun arkasında da  aynı politik 

yönelim (Türkiye’yi İslam ülkelerinin lideri yapma) yer alıyordu.


2011’de Erdoğan’ın önce “NATO’nun Libya’da ne işi var?​” deyip sonra 

Türkiye’nin (İzmir)  Libya’ya müdahale eden NATO kuvvetlerinin merkez 

komutanlığını üstlenmesinin ve yine AKP-Erdoğan iktidarının ABD ve Fransız 

emperyalistlerinin desteğinde Suriye’ye müdahalenin öncülüğüne 

soyunmasının arkasında dış politikadaki bu yeni Osmanlıcı yönelim 

bulunuyordu.


AKP-Erdoğan iktidarının 2011’de öncülüğüne soyunduğu Suriye müdahalesi, 

bugün sanki emperyalizme bir meydan okumaymış gibi sunulan yeni 

Osmanlıcılığın  aslında ABD’nin başını çektiği Batılı emperyalistlerin bölgesel 

taşeronluğunun  ötesine geçmediğini de ortaya koyuyordu. Bugün Esad 

rejiminin devrilmesinin  arkasında Türkiye’nin yanı sıra ABD-İngiliz 

emperyalizmi ve İsrail siyonizminin yer  alması da yeni Osmanlıcılığın hangi 

güçlerle iş birliği üzerinden hayat bulduğunu bir kez daha gösteriyor.


2016’da “Bize Lozan’ı bir zafer diye yutturmaya çalıştılar. Şöyle bağırsan 

sesininduyulacağı adaları biz Lozan’la verdik” diyen Erdoğan, yayılmacı 

emellere dayalı yeni Osmanlıcı tezleri başkanlık rejiminin de en önemli 

gerekçelerinden biri olarak sunmuştu. Başkanlık rejiminin kuruluşu 

sürecinde Erdoğan’la kader birliği yapan MHP Lideri Bahçeli de o dönemde 

Musul ve Kerkük’e plaka numarası vermişti. Bahçeli, Esad rejiminin 

devrilmesi sürecinde “Halep iliklerine kadar Türk ve Müslümandır” diyerek 

aynı yayılmacı emelleri bu kez Suriye ve Halep üzerinden gündeme getirmişti.


Yeni Osmanlıcılığın sınırlarının ABD emperyalizminin bölgesel çıkarları 

tarafından belirlendiğini gösteren bir başka gerçek de ABD’nin bölge 

politikalarıyla arasındaki makasın açıldığı dönemde Erdoğan iktidarının 

Ortadoğu’dan Doğu Akdeniz ve Balkanlar’a kadar birçok alanda yeni 

sorunlarla yüzleşmesiydi. Dolayısıyla Erdoğan iktidarının BAE, S. Arabistan, 

Mısır ve İsrail ile “normalleşme” yönünde attığı  adımlar, aslında bölgede 

ABD’nin politik eksenine bağlanma hamleleri olarak da anlam  kazanıyordu.


ABD’de 20 Ocak’ta başkanlık koltuğunu devralacak olan Trump’ın Erdoğan’ı 

övüp  “İyi anlaştığım biri” demesi ve Erdoğan’ın “Türkiye, Türkiye’den daha 

büyüktür”  açıklaması birbirini tamamlıyor. Trump’ın kendisine yönelik 

övgülerine “Doğru söze  ne denir” diyerek yanıt veren Erdoğan, aynı 

zamanda Trump’a yeni dönemde yeni  Osmanlıcı politika üzerinden Suriye ve 

yeniden dizaynı konusunda göreve  hazır olduğu mesajını da gönderiyor.


Yeni Osmanlıcılık, yapılan propagandanın aksine Türkiye, Suriye, Filistin ve 

diğer bölge halkları için bir kurtuluş değil; ABD emperyalizminin bölgesel 

taşeronluğudur. Dolayısıyla bu politika bölge halklarının çıkarına değil, 

bölgede yüzyılı aşkın bir süredir devam eden emperyalist sömürü ve 

yağmanın, savaş ve yoksulluğun devamına hizmet ediyor.


No comments:

Post a Comment