Friday, January 27, 2023

Sedat Ergin ; İsveç'te Kur'an Kerim yakılması fiili ve AİHM kararları

 

AİHM içtihatlarına bakarsak Kuran-ı Kerim yakmak ifade özgürlüğü olabilir mi?



Türkiye’nin Stockholm Büyükelçiliği’nin önünde aşırı sağcı bir İsveçli politikacı tarafından Kuran-ı Kerim yakılması hadisesi İslam dünyasında büyük bir infial yaratırken, aynı zamanda İsveç’in zaten zor görünen NATO üyeliğinin galiba tümüyle gündemden düşmesine de yol açtı. Ankara, İsveç’in NATO üyeliği konusundaki müzakerelerin askıya alındığını açıkladı.

Bugünkü yazımızda bu eylemle ilgili olarak sürmekte olan Kuran yakma fiilinin ifade özgürlüğüne girip girmediği tartışmasına daha yakından bakmaya çalışacağız.

Öncelikle altını çizmemiz gereken husus, bu hareketin korsan bir eylem değil, İsveç resmi makamlarının ifade özgürlüğü kapsamında görüp onay vermeleri sonucu gerçekleştirilen bir protesto gösterisi olmasıdır. Hatta, İsveç makamları Kuran yakma eyleminin olaysız bir şekilde tamamlanabilmesi için polis görevlendirmek suretiyle büyükelçiliğin önünde bir dizi ek güvenlik önlemi de almıştır. Yani, bu şahsın ifade özgürlüğünü kullanabilmesi için ona koruma da sağlamıştır.

Böylelikle, İsveç hükümetinin bu eylemle ilgili önemli bir sorumluluk üstlenmiş olduğunu kabul etmek durumundayız.

İsveç Başbakanı Ulf Kristersson, daha sonra tepkiler üzerine “Pek çok kişi için kutsal olan bir kitabı yakmak son derece saygısız bir davranıştır” diye konuşmuştur. Bununla birlikte, “İfade özgürlüğü demokrasinin temel bir parçasıdır. Ancak bir şeyin yasal olması mutlaka uygun olduğu anlamına gelmez” şeklindeki sözleri, kendisinin eylemi yasal gördüğünün açık bir ifadesidir.

RIZA TÜRMEN ÜÇ AİHM KARARINA DİKKAT ÇEKİYOR

Özetle, Kuran-ı Kerim’in yakılması eylemi bir demokrasi ve ifade özgürlüğü meselesi olarak takdim edilmektedir İsveç hükümeti tarafından.

Burada “İfade özgürlüğü” ile “İnançlı insanların değerlerine yapılan bir aşağılama ve hakaretin önlenmesi ihtiyacı” arasında bir çatışma görüyoruz. İsveç hükümeti, birinciyi ikincinin üstünde tutmuştur.

Peki Avrupa’nın hukuk ölçüleri açısından durum gerçekten de böyle midir?

Bu konuda öncelikle esas almamız gereken temel metinler Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve bu sözleşmeyi yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) içtihat kararları olmalıdır.

Tam 10 yıl süreyle AİHM’de yargıç olarak görev yapan Rıza Türmen, geçenlerde bu köşede yer verdiğimiz “Bir AİHM Yargıcının Not Defteri” başlıklı kitabında mahkeme içtihatlarını değerlendirirken, hukukçu Işıl Kurnaz’ın yönelttiği “Dine hakaret, halkın dini değerlerini aşağılama meselesi nerede duruyor?” sorusuna da yanıt veriyor.

Türmen, bu meselenin temelinde AİHS’nin “Düşünce, Vicdan ve Din Özgürlüğüne” ilişkin 9’uncu maddesi ile “İfade Özgürlüğü”ne ilişkin 10’uncu maddesi arasındaki ilişki ve çelişkinin yattığına dikkat çekiyor. Türmen’e göre bu iki özgürlük arasında bir denge kurulması gerekiyor. Kritik soru, bu dengenin hangi çizgide kurulacağıdır.

Eski AİHM yargıcı, bu noktada mahkemeden farklı tarihlerde çıkmış olan, ikisi Hıristiyanlığı, biri ise Müslümanlığı ilgilendiren ve bu çatışan özgürlükler arasında denge tesis etmeyi hedefleyen üç ayrı karara atıf yapıyor.

Kısaca bu kararlara göz gezdirelim ve mahkemenin bakışını anlamaya çalışalım.

AİHM KATOLİK KİLİSESİ’NİN İTİRAZINA HAK VERDİ

Türmen’in atıf yaptığı birinci AİHM metni “Otto-Preminger-Institut/Avusturya” kararıdır. Bu dosya Innsbruck’ta bu ismi taşıyan bir kültür merkezinin 1985 yılında “Cennette Toplantı” adlı bir filmi göstereceğini açıklamasının tetiklediği gelişmelerle ilgilidir. Roma Katolik Kilisesi’nin Innsburck’taki Başpiskoposluğu savcılığa başvurarak Hıristiyanlık değerlerinin aşağılandığı gerekçesiyle filmin gösterilmesinin engellenmesini ister. Savcılık, yalnızca yasaklamakla kalmaz, filme el konulmasına da karar verir.

Enstitünün direktörü mahkemeye başvursa da açtığı davayı kazanamaz. Mahkeme, filmde Tanrı’nın, Hazreti İsa’nın ve Meryem Ana’nın aşağılandığına kanaat getirerek sanat özgürlüğünün sınırsız olmadığını belirtir. Enstitü, bunun üzerine hakkını AİHM’de aramaya karar verir ve başvurusunda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) ifade özgürlüğüne ilişkin 10’uncu maddesinin ihlal edildiğini ileri sürer.

AİHM, 1994 yılında aldığı kararda Avusturya makamlarının filme dönük tasarruflarında bir hak ihlali görmemiştir. AİHM, bu kararında önce ifade özgürlüğünün “Nüfusun bir bölümüne çok çarpıcı gelen, aykırı düşen rahatsız edici düşüncelerin ifade edilmesine” izin veren ünlü “Handyside” içtihatına vurgu yapıyor. Mahkeme, ardından AİHS’nin ifade özgürlüğünü düzenleyen 10’uncu maddesinin ikinci fıkrasında bu özgürlüğün “başkalarının haklarının korunması amacıyla sınırlanabileceğine” ilişkin hükmünü hatırlatıyor.

Kararda bu düzenlemenin bir hakkın kullanılması açısından çeşitli ödev ve sorumluluklar yüklediği kaydediliyor. Bunlar arasına başkalarını nedensiz yere inciten davranışlardan kaçınma yükümlülüğü de sıralanıyor. AİHM’ye göre, kamu makamları burada dinsel barışı sağlama ve insanların kendi dinlerine haksız bir saldırı yapıldığı duygusunu önleme çabası göstermiştir ve kullanılan araçlar izlenen meşru amaçla orantısız değildir.

AİHM RAHİBENİN EROTİK RÜYASINI ANLATAN FİLME NE DEDİ?

Türmen’in atıf yaptığı ikinci referans metin, 1996 tarihli “Wingrove/Birleşik Krallık” kararıdır. Bu dosya Britanyalı film yönetmeni Nigel Wingrove’un bir rahibenin gördüğü, içinde Hazreti İsa’nın da geçtiği erotik rüyayı anlatan filmini konu alıyor. “Britanya Film Sınıflandırma Komisyonu”nun 1989 yılında filme sertifika vermemesi üzerine Wingrove AİHM’ye başvurmuştur.

AİHM, 1996 yılında aldığı kararda büyük ölçüde “Otto-Preminger-Institut” içtihatından hareket ederek bir ihlal görmemiştir. Mahkeme burada AİHS’nin 10’uncu maddesinin ikinci fıkrasındaki “Başkalarının haklarının korunması” ilkesini vurgulamıştır.

TÜRKİYE’DEN GELEN BAŞVURUDA DA İHLAL YOK

Türmen, üçüncü olarak AİHM’nin “Dine hakaret” başlığındaki önemli bir başka kararını Türkiye’den gelen bir başvuru üzerine verdiğine dikkat çekiyor.

Türkiye’deki bir yayınevinin sahibi olan İ.A., 1993 yılında Abdullah Rıza Ergüven isimli bir yazarın “Yasak Tümceler” isimli bir romanını yayımlamıştır. Kitapta Hazreti Muhammed, eşi Hazreti Ayşe, Müslümanlık ve Allah hakkında geçen ifadeler nedeniyle Savcılık, 1994 yılında kendisi hakkında Türk Ceza Kanunu çerçevesinde “Allah, din, peygamber ve kutsal kitaba saygısızlık etme” suçlarını işlediği iddiasıyla dava açar. İ.A., 1996 tarihinde dine hakaret etme ve tahkir etme suçlarını işlediği gerekçesiyle iki yıl hapis ve adli para cezasına çarptırılır. Mahkeme hapis cezasını paraya çevirir.

Yayınevi sahibi Yargıtay’a temyiz başvurusunda sonuç alamayınca AİHM’ye gitmiştir. AİHM’nin bu konudaki kararı 13 Eylül 2005 tarihini taşıyor. Mahkeme İ.A.’ya verilen cezanın AİHS’ye aykırı olmadığına karar vermiştir. Bu kararda Handyside, Otto-Preminger Institute ve kısmen Wingrove içtihatlarına atıf yapılıyor.

AİHM, kararında çatışan iki hak arasında bir dengenin gerekli olduğunu vurguluyor. Bu çatışmanın bir ucunda başvuran açısından “Dini ideolojiye ilişkin görüşlerini topluma aktarma hakkı”, diğer ucunda ise “Başkalarının düşüncesine, dini inanç özgürlüğüne saygı gösterilmesini isteme hakkı” yer alıyor.

Mahkeme buradaki müdahale ile Müslümanlar tarafından kutsal sayılan bazı hususlara yapılan saldırıların önlenmesinin amaçlandığını dikkate alarak, “sosyal bir ihtiyaca karşılık verdiğini” belirterek kararı “ölçülü” bulmuştur.

İlginç olan bir nokta, kararın AİHM’nin yedi üyeli İkinci Dairesi’nde 3 muhalefet şerhine karşılık, 4 oyla , yani oyçokluğuyla kritik bir eşikte çıkmış olmasıdır. Dairenin o dönemdeki Türk yargıcı Rıza Türmen, yasaklamada bir ihlal olmadığı yönünde oy kullanmıştır.

AİHM İÇTİHATI STOCKHOLM’E UYARLANIRSA

Bu yazıda Kuran yakma eyleminin “Nefret suçu” oluşturması yönüyle değerlendirmesine girmedim, tahlili yalnızca Rıza Türmen’in çizdiği çerçeve içinde AİHM’nin ifade özgürlüğü başlığı altında verdiği kararlarla sınırlı tuttum. Bu kararlardan da görüleceği gibi, AİHM, dini duyguların rencide edilmemesi için belli bir özenle hareket edilmesi gerektiğini vurguluyor her seferinde.

Bu kararlar üzerinden baktığımızda, AİHM’nin konu bir şekilde önüne geldiğinde Kuran-ı Kerim yakma eylemini AİHS’nin güvence altına aldığı bir özgürlük olarak görmeyeceğini tahmin edebiliriz. Hazreti İsa’nın bir filmde rahibenin erotik rüyasında gösterilmesini Hıristiyanlar açısından rencide edici bulan AİHM’nin, konu Müslümanların kutsal kitabının yakılması fiili olunca farklı davranması herhalde beklenemez.

Sedat Ergin
Hürriyet

27 Ocak 2023çtihatlarına bakarsak Kuran-ı Kerim yakmak ifade özgürlüğü olabilir mi? başlıklı, 27 Ocak 2023 tarihli yazısını okuyabilirsiniz.

No comments:

Post a Comment