Friday, August 13, 2021

İklim değişikliği krizi - Yangın, sel felaketi ve ardından BM’den de korkutucu bir uyarı" Sedat Ergin

 Sedat Ergin'in  "İklim değişikliği krizi - Yangın, sel felaketi ve ardından BM’den de korkutucu bir uyarı" başlıklı, 13 Ağustos 2021 aili yazısını okuyabilirsiniz. 

Birbiri ardına tanıklık ettiğimiz çevre krizleri, evrende bizden 8-10 ışık yılı uzaklıkta aniden meydana gelen bir yıldız patlamasının güneş sisteminde tetiklediği devinimlerin gezegenimize yansıyıp yol açtığı hadiseler değil.

Öyle olsaydı, içinde küçücük bir nokta olduğumuz sonsuz bucaksız evrenin dünyamıza tatsız bir sürprizi olarak çaresizlik duygusuyla baş eğebilirdik bu hadiselere.

Oysa hepimizin her geçen gün daha fazla şikâyetçi olduğu, artık günlük hayatımızı da doğrudan sarsmaya başlayan, ülkemize ağır zararlar veren, can kayıplarına neden olan bu çevre olayları, doğrudan insan davranışlarının kaçınılmaz, kestirilebilir sonuçlarıdır.

Üstelik, dünyayı yaşanması giderek zorlaşan bir yer haline getiren bu hadiselerin hepsinin sorumlusu durumundaki insanoğlu, yerküre üzerinde var olan canlılar içinde en akıllı türdür.

İşte Birleşmiş Milletler bünyesinde oluşturulan “Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli” tarafından geçen pazartesi günü açıklanan ve uluslararası alanda büyük yankılara yol açan raporun en önemli vurgularından biri öncelikle bu noktaya yöneliyor. Rapor, temel bakışı itibarıyla, “Dünyada iklim değişikliği olarak adlandırdığımız ne oluyorsa, bilin ki hepsi insanların eseridir” diyor.

Bu çerçevede iklim değişikliği nedeniyle yaşanan küresel felaketlerin önlenebilmesi ya da en azından sınırlandırılabilmesi, yine insanoğlunun yeryüzüyle, doğayla ilişkisindeki davranış kalıplarını ne ölçüde değiştirebileceğine bağlı.

İNSANLIK İÇİN KIRMIZI ALARM ÇALIYOR

Eskiden “iklim değişikliği” dendiğinde çok uzağımızda, geleceğe ait bir durum olarak algılamayı tercih ettiğimiz soyut görünen bir kavram, bugün somut gerçeğin kendisi halinde hayatlarımızı kuşatmış bulunuyor. Geçen hafta güney sahillerimizi yakıp kavuran orman yangınlarıyla savaştıktan sonra, bu hafta Karadeniz’in orta ve batı bölgelerindeki sel baskınlarıyla baş etmeye çalışıyoruz.

Ve “doğa felaketi” olarak adlandırdığımız olayların ölçeklerinin, boyutlarının her seferinde biraz daha büyüdüğünü, daha tehlikeli bir hale geldiğini tecrübe ederek yaşıyoruz.

Aslında ülkemizde meydana gelen felaketlerle aynı zamanda açıklanmış olması, son BM raporunun etkisini daha da göz açıcı kılıyor. Yaklaşık 4 bin sayfa tutan ve 234 bilimadamının katkı verdiği bu rapor, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres’e göre, insanlık için “kırmızı alarmın çaldığı” anlamına geliyor.

Guterres, “Alarm zilleri kulakları sağır edecek seviyede ve kanıtlar reddedilemeyecek nitelikte” diyor. Kastamonu ve Sinop’taki son sel baskınları ile Muğla ve Antalya’daki orman yangınları, hepsi birer alarm zili aslında.

21. YÜZYIL SONUNDA DENİZLER İKİ METRE YÜKSELEBİLİR

BM raporu, iklim değişikliğinin atmosferi, okyanusları ve toprağı ısıttığını, gözlenen ısınma hızının geçmişte örneğinin olmadığını, dünyanın birçok bölgesinde iklim koşullarının değiştiğini belirtiyor. Rapora göre, gaz salınımları küresel ısınmayı en azından son 2 bin yıldır görülmemiş bir düzeye çıkarttı.

En ürkütücü gelişmelerden biri denizlerin yükselmesi. Deniz seviyesindeki yükselme son zamanlarda 1901-1971 arasındaki 70 yıllık dönemle karşılaştırıldığında neredeyse üç katına çıkmış. Raporun en korkutucu öngörülerinden biri de şu: Bugünkü yönelişler tersine çevrilemediği takdirde, bu yüzyılın sonunda deniz seviyesinde iki metrelik bir artış muhtemel görünüyor.

Bir an için gözlerinizi kapayıp, 2090’lı yılların sonlarında İstanbul, Ege, Akdeniz ve Karadeniz sahillerinde suyun kıyı seviyesinden iki metre yükseldiğini düşünün...

Raporda hepsi birbirinden daha çok tedirginlik yaratan bir dizi muhtemel senaryo çiziliyor. Bunlardan biri, Kuzey Kutbu’nun 2050 yılından önce en az bir kez Eylül ayında buzsuz kalmasıdır.

EN SAVUNMASIZ BÖLGE AKDENİZ

BM raporuna göre, önümüzdeki on yıllarda iklim değişikliğinden en çok etkilenecek bölgelerden biri, güney sahillerimizin yer aldığı Akdeniz coğrafyası olacaktır. İklim değişikliği karşısında “en savunmasız bölgelerden biri” olarak gösteriliyor Akdeniz. Bu durumun ülkemizde kuraklığı ve orman yangınları riskini arttıracağı vurgulanıyor. Akdeniz’de aşırı kuraklığın yüzde 300 oranında artacağı hesaplanıyor. Keza, gece sıcaklığının 20 derecenin üzerine olduğu gün sayısının Akdeniz ve Güney Avrupa’da yüzde 60 daha fazla olacağı tahmin ediliyor.

Peki bütün bu gelişmeler Türkiye’yi nasıl etkileyecek? İklim Değişikliği Politika ve Araştırma Derneği Başkanı Baran Bozoğlu, raporun bulgularını değerlendirirken, öncelikle Türkiye’de vatandaşların alışık olmadığı sıcak gün ve gecelerin sayısının artacağını belirtiyor. Ayrıca, sıcaklığın daha çok kurumaya ve orman yangınlarına yol açacağına dikkat çekiyor. Yüksek sıcaklığın kronik hastalıkları olan insanların sağlığı üzerinde yaratabileceği riskleri de muhtemel sonuçlar arasında sıralıyor.

Bozoğlu’nun gördüğü en büyük tehlikelerden biri, yaşanacak ekonomik ve tarımsal kuraklıktır. Eğer dünya ortalama sıcaklığı iki derecelik artışta sınırlanabilirse Türkiye genelinde yağış ortalamasının yüzde 20 oranında düşme ihtimali bulunuyor. Isı artışının 4 dereceye kadar yükselmesi halinde yağış ortalamasındaki düşüş oranı yüzde 40’a kadar çıkabilecektir. Bozoğlu, bu ölçüde bir kuraklığın tarımsal üretimde sıkıntılı sonuçları olacağını kaydederek “Yani 10 yıl içinde ciddi bir tarımsal çöküşle karşılaşma riskimiz olduğunu söyleyebiliriz” diye konuşuyor.

KÜRESEL ISI ARTIŞI  1.5 DERECEYİ GEÇMEMELİ

BM raporundaki felaket senaryoları tersyüz edilemez mi? Kuşkusuz edilebilir, ancak bu insanlara kalmış. Sorunun yanıtı, yükselmekte olan ortalama küresel sıcaklığın hangi eşikte tutulabileceği meselesinde beliriyor.

Isınma, gaz salınımının (karbondioksit ve metan gibi gazların) yol açtığı “sera etkisi”nin bir sonucu. Isınmanın önlenebilmesinin yolu da uluslararası bir seferberlikle bu gazların salınımının aşağı çekilmesinden geçiyor.

İşte yürütülen uzun müzakerelerden sonra 2015 yılında 196 ülke tarafından imzalanan Paris İklim Değişikliği Antlaşması’nın bütün hedefi artışın baskılanarak yeryüzünde ısınmanın 2 derecede tutulması, tercihen de 1.5 dereceye çekilmesi. Bu hedefe ulaşılabilmesi için 2050 yılına gelindiğinde sera gazı salım miktarı ile (doğa ve teknoloji yardımı ile) tutulan sera gazı miktarının eşit olması, yani “karbon nötr” bir dünyaya ulaşılması gerekiyor.

Antlaşma’da konan sınırların üstüne çıkıldığı oranda dünya yaşanabilir yer olmaktan iyice uzaklaşacak. Aşağı çekildiği oranda da iklim değişikliğinin yarattığı risk ve etkilerin kontrol altına alınabilmesi, önemli ölçüde azaltılabilmesi sağlanabilir.

TÜRKİYE PARİS ANTLAŞMASI’NI HÂLÂ ONAYLAMADI

BM Genel Sekreteri Guterres, raporla ilgili değerlendirmesinde dünyanın küresel ısınmada 1.5 derece eşiğinin aşılması riskine “tehlikeli bir şekilde yakın olduğu” uyarısında bulundu. Guterres, bu çerçevede tüm ulusların, özellikle de G-20 ülkelerinin “sıfır emisyon koalisyonu”na katılması gerektiğini vurguluyor. Bütün bu hedeflerin tutturulabilmesi enerji ve sanayi politikalarında köklü reformlar yapılarak “yeşil ekonomi” kavramının hayata geçirilmesiyle mümkün olabilecek.

BM raporu bir kez daha bütün gözlerin Paris Antlaşması’na ve burada konan hedeflere çevrilmesine yol açıyor. Antlaşmaya baktığımızda, henüz taraf olmamış olan 6 ülkenin kaldığı gerçeğiyle karşılaşıyoruz ve üstelik Türkiye bu ülkelerden biri. Diğer ülkeler İran, Irak, Libya, Yemen ve Eritre. Türkiye antlaşmaya imza attığı halde henüz onaylamamıştır. İklim değişikliği gibi yaşamsal bir küresel meselede Türkiye bu fotoğrafın içinde olmayı hak etmiyor doğrusu.








No comments:

Post a Comment