Saturday, August 21, 2021

E.BE Daryal Batıbay'ın Afganistan yazısı

 Emekli Büyükelçi Daryal Batıbay'ın, Afganistan'da Taliban'ın kontrolu ele geçirmesi konusuna ilişkin yazısı-19 Ağustos 2021


Afganistan’da Taliban’ın 15 Ağustos günü başkent Kabil’e girerek, çatışma olmadan kontrolü ele geçirmesi, Taliban dahil tüm dünyada şaşkınlık ve hayretle karşılandı. ABD önderliğinde NATO’nun yirmi yıldır desteklediği, Taliban’a göre kağıt üzerinde sayı, silah ve donanım bakımından kat kat üstün gözüken Afgan ordusunun dağılması, Cumhurbaşkanı Ashraf Ghani’nin ülkeden kaçması, günlerdir uluslararası alanda yoğun biçimde tartışılıyor. Bu tartışmalar, Afgan Hükümeti ve ordusunun yolsuzluğa batmış kurumlar olduğu, ABD ve NATO’nun bu yapısal sorunu çözemediği ve hatta görmezden geldiği noktasında odaklanmaktadır.

Bu tartışmaları bir yana bırakarak, 1996-2001 yıllarında bu ülkeyi yönetmiş olan Taliban’ın yeniden kontrolü ele geçirmiş olmasının küresel yansımaları ve Afganistan’ın geleceğine ilişkin bazı gözlem ve tahminleri paylaşmak istedim.

ABD’nin NATO müttefikleri ile birlikte giriştiği en uzun ve alan-dışı (Avrupa dışı) askeri müdahelenin bozgunla sonuçlanması, tüm NATO ülkelerinde değerlendirmelere konu olacaktır.

Afganistan misyonu 2001 yılında El Kaide adlı terör örgütünün New York’taki ikiz kulelere düzenlediği saldırı üzerine NATO’da kararlaştırılmıştı. İttifak, bu saldırı üzerine, tarihinde ilk kez NATO anlaşmasının 5. Maddesini ( bir müttefike yapılmış saldırı tüm müttefiklere yapılmış sayılır) işleme koyarak, El Kaide’nin kullandığı Taliban kontrolündeki Afganistan’a askeri müdahaleye girişmiş ve Taliban’ı iktidardan uzaklaştırmıştı. Bu müdaheleden 19 yıl sonra, Trump yönetimi, müttefiklerine danışmadan, Şubat 2020’de Afgan Hükümetini dışlayarak, doğrudan Taliban ile müzakere ederek, 1 Mayıs 2021 tarihine kadar Amerikan askerlerini geri çekmeyi ve beş bin tutuklu Taliban mensubunu serbest bırakmayı taahhüt etmiştir. Bu anlaşma Afganistan’da ABD ve NATO’nun sonunun başlangıcı olarak görülebilir.Anlaşma gereği, Trump yönetimi devretmeden 13000 olan Amerikan askeri varlığının 2500’e indirmiştir. Bu küçük Amerikan varlığı, kayıp da vermeden, Ülkedeki askeri dengeyi korumayı başarırken, işbaşına gelen Biden yönetimi Trump’ın izinden giderek, kalan Amerikan askerlerini de 31 Ağustos 2021’e kadar çekeceğini ilan etmiştir. 15 Ağustos’ta yaşanan bozgun ışığında akla gelen sorular şunlardır:

- Biden, Trump gibi, NATO operasyonunu sonlandırma kararını neden müttefiklerine danışmadan, tek taraflı olarak almıştır?

- - 2500 kişi gibi nispeten küçük Amerikan askeri varlığı, çok az zayiatla ülkedeki askeri dengeyi korurken, Taliban ile bir anlaşma olmadan neden sonlandırılması kararı alınmıştır?
- İstihbarat alanında teknolojik donanımına ve diğer olanaklarına rağmen, ABD, Afgan ordusunun savaş yeteneği bulunmadığını , Hükümetin ise, yolsuzluğa batmış bir çıkar çetesinden ibaret olduğunu neden belirliyememiştir?
- Bu sorular uzatılabilir. ABD’nin tek taraflı çekilme kararının Biden yönetimini içte zor durumda bırakacağını, destek kaybına uğratacağını düşünmüyorum. Amerikan toplumunda genel olarak başka ülkelerde askeri müdahelelere ve özelde Afganistan’daki en uzun dış askeri mevcudiyete destek zayıftır. Biden da 15 Ağustos’tan bu yana yaptığı konuşmalarda toplumun bu eğilimini güçlendirmeye çalışmaktadır. Kabil Havaalanında ABD vatandaşlarının ve ona çalışan Afganlıların tahliyesi tamamlandıktan sonra, Afganistan konusunun içte uzun süre gündemde kalacağını sanmıyorum.

- ABD’nin asıl kaybı uluslararası alandadır. Müttefiklerine dönük olarak “ABD geri döndü” sloganı ile işbaşına gelen Biden yönetiminin güvenirliği üzerinde bu karar ciddi soru işaretleri ortaya çıkarmaktadır.Trump döneminde ortaya çıkan Amerikan güvenirliği sorununun, Biden yönetiminde de sürmesi, Avrupalı müttefiklerde NATO’nun geleceği üzerinde kuşkulara yol açacaktır. Bu tereddütler, son yıllarda dış politikada daha sık kuvvet kullanan Rusya’ya karşı güvenliğini Amerikan ittifakında gören Doğu Avrupa ülkeleri açısından hayati önemdedir.

- Soğuk savaştan bu yana güvenliklerini ABD’ne ihale etmiş olan Avrupalı müttefikler, kendi kendilerine yeterli güvenlik yeteneğini bir türlü oluşturamamakta , savunma harcamalarını milli gelirlerinin %2si gibi mütevazi bir hedefe bile ulaştıramamaktadırlar. Amerika’nın tek taraflı çekilme kararı üzerine, İngiltere’nin Avrupalı müttefiklerin Afganistan’da kalarak göreve devam önerisine hiç bir ülkeden destek gelmemesi, ABD’ne bağımlılığın son somut örneğidir. Almanya’nın vatandaşlarını tahliye amacıyla Kabil’e gönderdiği uçağın, Kabil havaalanında binlerce Avrupalı ve onlara çalışan Afganlı tahliye için beklerken, sadece yedi yolcu ile kalkış yapması, Avrupalı müttefikler arasındaki dayanışma hakkında da fikir vermektedir.Özetle, Avrupalılar açısından sorun iki yönlüdür: Bir yanda kendi aralarında güvenliklerini sağlanamamakta, öte yandan da, güvenliklerini sağlayagelmiş ABD’ne güvenmemektedirler. İttifak, liderinden yoksun kalmış, zayıflamış bir döneme kapıyı aralamıştır.

- Türkiye’nin Taliban’ın ülkede kontrolü ele geçirmesinden bu yana yaptığı üst düzey açıklamalar, NATO’nun diğer üyelerinden oldukça farklı tutum sergilemektedir. Afganistan’dan NATO ülkelerinin düzenli şekilde çekilmelerini kolaylaştırmak için Kabil havaalanının güvenliğine ve işletilmesine talip olan Hükümetin bu projesi 15 Ağustos’ta işlevsiz kalmıştır. Taliban’ın Kabil’i hızla kontrol altına alması ertesinde ülkeyi terk etmek isteyen büyük kalabalığı artık ABD’nin yolladığı altı bin Amerikan askeri düzene sokmaya çalışmaktadır. Türkiye’nin de ortaya çıkan yeni koşullar ışığında, Afganistan’daki askerlerini diğer NATO ülkeleri gibi geri çekmesi uygun olur kanısındayım. Oysa Ankara’dan son açıklamalar, Taliban’ın ülkede kontrolü ele aldıktan sonra ‘ılımlı’ ve ‘olumlu’ tutum takındığına işaret etmekte, ve Kabil Havaalanı’nı işletme isteğini tekrarlamaktadır. 15 Ağustos öncesinde Taliban Türkiye’nin bu isteğini kabul etmeyeceğini bir çok kez açıklamıştı. Taliban’ı şimdi bu konuda iknaya çalışmayı ve bu çabanın Türkiye’nin hangi çıkarlarına hizmet edeceğini anlamak kolay değildir. 15 Ağustos öncesinde, Türk-Amerikan ilişkilerinde olumlu bir gündem yaratmak amacıyla ortaya atılan Kabil havaalanı önerisi, artık bu niteliğini yitirmiştir. El Kaide yeniden Afgan topraklarından Amerikan çıkarlarını tehdit etmediği sürece, Biden yönetiminin bu ülkeyle ilgisini asgariye indirmesi beklenebilir.

- Kabil’i çatışmadan kontrolüne alan Taliban’ın ilk günlerde dikkatli açıklamalar yaptığı görülmektedir. Bu tutumda yönetimine uluslararası destek-özellikle mali - arayışının etkili olduğu tahmine elverişlidir. ABD bankalarındaki tüm hesapları Yönetim tarafından dondurulmuş, İMF’nin özel çekme haklarından yapacağı katkı da Amerikan vetosuyla engellenmiştir. Avrupa ülkeleri de mali yardımları peş peşe durdurmaktadır. 90’lı yıllardaki yönetimi sırasında izlediği tutum ışığında, Taliban’ın ne yapacağı konusunda erken kanaat edinmek yanıltıcı olur.

- Beklentim, çok uzak olmayan bir gelecekte, Taliban’ın kendi içinde aşırılar ve ılımlılar olarak bölüneceğidir. Ilımlılar, iktidarda kalabilmek için dış dünyanın asgari beklentilerini karşılamak için çabalayacak, diğerleri ise eski rejimi canlandırmaya gayret edeceklerdir. Buna ek olarak, Taliban yönetimine direnecek Şii Hazaralar ile ülkenin kuzeyindeki diğer etnik grupları da -Tacikler, Özbekler, Türkmenler gibi- göz ardı etmemek yerinde olur. Kanımca orta dönemde, Afganistan’ın iç karmaşa ve hatta iç şavaşa sürüklenmesi şaşırtıcı olmayacaktır.

- ABD ve genel olarak Batı’nın terk etmesinden sonra, Afganistan’da ki boşluğu doldurmaya başlıca aday Çin’dir.Pekin’den gelen açıklamalar, Çin’in bu konuda hevesli olduğuna işaret etmektedir. Afganistan ile kısa bir ortak sınırı olan Çin , köktendinci Taliban yönetiminin sınırın öteki yanındaki Uygur bölgesi Sincan’da radikal akımları özendirmesi/ desteklemesi olasılığını önlemek isteyecektir. Bu ülkeyi Kemer ve Yol insiyatifine dahil etmek istemesi de mümkündür. Özetle, Afganistan’ın Çin’in nüfuz alanına girmesi beklenebilir. Taliban’a geçmişte destek vermiş olan Pakistan’dan sonra bu ülkenin de Çin nüfuzuna girmesi, özellikle Kaşmir’deki Müslüman nüfus üzerindeki yansımaları nedeniyle, Hindistan’ı rahatsız edecektir.
Asya’daki Çin-Hint rekabet alanı genişleme eğilimi göstermekte ve Çin’in eli güçlenmektedir.

- İlkokul yıllarında babamın görevi nedeniyle üç yıl yaşadığım Kabil’de edindiğim güzel anılar bu aralar sıkça aklıma geliyor. Yakın tarihi, baskı, zulüm ve savaşla geçen bu kırk milyonluk ülkenin bir gün barışa ve demokrasiye kavuşmasını kalpten diliyorum.

Beğen
Yorum Yap
Paylaş

No comments:

Post a Comment