Friday, July 9, 2021

Cenevre ve sonrası: Kıbrıs ve Doğu Akdeniz'de barışın anahtarı Türk tarafının yeni vizyonudur

 GÖRÜŞ - Cenevre ve sonrası: Kıbrıs ve Doğu Akdeniz'de barışın anahtarı Türk tarafının yeni vizyonudur

Cenevre’de Kıbrıs Türk tarafının ortaya koyduğu "sürdürülebilir bir çözüm için Kıbrıs Türk önerisi" adlı belge ve altı temel başlıktan oluşan öneri gerek Kıbrıs gerekse Doğu Akdeniz'de kalıcı barış ve istikrar için tarihi bir fırsat sunuyor.

Prof. Dr. Hüseyin Işıksal   |

08.07.2021


GÖRÜŞ - Cenevre ve sonrası: Kıbrıs ve Doğu Akdeniz'de barışın anahtarı Türk tarafının yeni vizyonudurFotoğraf: Cem Özdel/AA

İstanbul

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin (KKTC) Türkiye Cumhuriyeti'nin tam desteğini alan ve bir devlet politikası haline gelen Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın Kıbrıs meselesine dair çözüm vizyonu, uluslararası platformlar nezdinde kayda geçirilmiş durumda. Hatırlanacağı üzere, Cenevre’de 27-29 Nisan tarihlerinde Birleşmiş Milletler (BM) öncülüğünde, Kıbrıslı taraflar ve garantör ülkeler Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'nin de katılımıyla 5+1 formatındaki gayriresmi Kıbrıs görüşmeleri öncesinde, KKTC Cumhurbaşkanlığı Müzakere Heyeti üyesi olarak Anadolu Ajansı (AA) için yazdığım makalede, Kıbrıs Türk tarafının görüşlerini ortaya koymuş; Kıbrıs için en gerçekçi adil, kalıcı, sürdürülebilir bir antlaşmaya ancak iki tarafın egemen eşitliği ve eşit uluslararası statüleri zemininde kurulacak bir işbirliği ilişkisiyle ulaşılabileceğini detaylarıyla anlatmaya çalışmıştım.[1] Bu yazıda da Cenevre sonrası gelişmelerle ilgili bazı değerlendirmelere yer vereceğim.

Federal çözüm modelinde ısrar edenlerin bu duruşlarıyla sadece statükonun idamesine hizmet edeceklerini bilmeleri gerekir. Bu belirsizlikler içinde yadsınamayacak tek gerçek Kıbrıs Türk tarafının egemen eşitlik ve eşit uluslararası statüsünden vazgeçmeyecek olmasıdır. 

Kıbrıs’ta 1977 yılından beri sürdürülen, başarısızlıkla sonuçlanan ve tüketilen, iki kesimli, iki toplumlu federasyon zeminindeki müzakere süreçleri dikkate alındığında, Ada’da sürdürülebilir bir uzlaşı için var olan kalıpların dışına çıkmak kaçınılmaz oldu. Müzakere süreçlerindeki çözümsüzlüğün ana nedeni Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) kendisini uluslararası alanda "Kıbrıs’ın tek meşru hükümeti" olarak Ada’nın sahibi gibi görmesi ve Kıbrıslı Türklerle gücü ve refahı paylaşmayı reddederek egemenliğini Türk tarafına da yaymak istemesidir. Buna ilaveten Doğu Akdeniz’de keşfedilen hidrokarbon yatakları Rumların Türk tarafına karşı sergilediği saldırgan tutumu daha da körükledi. GKRY, üyesi olduğu Avrupa Birliği'nin (AB) yanı sıra ABD’yi de safına çekerek Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafına baskı yapmaya çalışıyor ve böylelikle istediği sonucu alacağını sanıyor. Ada’da ve bölgede uzlaşı, istikrar ve işbirliği ortamı yaratılmak isteniyorsa uluslararası toplum, Rum tarafını kendi güvenli bölgesinden (comfort zone) çıkaracak hamleleri yapmak suretiyle Kıbrıs’ta ortak zemin arayışlarına katkıda bulunabilir.

BM Genel Sekreteri'nin “Bu sefer farklı olmak zorunda” çağrısının da işaret ettiği gibi, statükonun ve başarısız federal çözüm görüşmelerinin ötesine geçen ve "yaratıcı" fikirler sunan taraf Kıbrıs Türk tarafı olmuştur.

Türk tarafı sürdürülebilir bir çözüm öneriyor

Cenevre’de Kıbrıs Türk tarafının ortaya koyduğu “sürdürülebilir bir çözüm için Kıbrıs Türk önerisi” adlı iki sayfalık belge ve altı temel başlıktan oluşan öneriyle Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın çözüm vizyonu gerekçeleriyle ortaya konuldu.[2] Kısaca özetlemek gerekirse, bu öneri Ada’da var olan iki devlet arasında, egemen eşitlik ve eşit uluslararası statüye dayalı yeni bir işbirliği ilişkisi kurma çağrısı yapıyordu. Bu öneriye göre, BM Genel Sekreteri’nin, Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) iki tarafın eşit uluslararası statüsünün ve egemen eşitliğinin güvence altına alındığı bir kararı kabul etmesi için inisiyatif alması ve bu sağlandıktan sonra sonuç odaklı ve belli bir zaman aralığına dayalı müzakerelerin başlaması öngörülüyordu. Böylelikle Kıbrıs müzakere sürecinde yeni bir zeminde yeni bir safhaya geçilmiştir.

Hem Ada'da hem de Doğu Akdeniz bölgesinde barış, istikrar ve refah amaçlanıyorsa bunun anahtarı Cumhurbaşkanı Tatar tarafından ortaya konulan Kıbrıs Türk tarafının yeni vizyonudur. Bu vizyon hem Kıbrıs Türk halkına karşı yapılmaya devam eden adaletsizliği gidermek hem de Ada’da sürdürülebilir bir çözüme ulaşmak için gerekli adımların atılması konusunda tarihi bir fırsat.

Bu görüşmelere çok ciddi bir hazırlık süreci ertesinde giden Kıbrıs Türk tarafı istediğini aldı. Öncelikle, Cumhurbaşkanı Ersin Tatar Türkiye’nin tam desteğini almayı başardı ve bir önceki Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı döneminde zaman zaman gerilen ilişkiler tamamıyla iyileştirildi. Bu başarı dışardan kolay gibi görünse de aslında sanıldığından çok daha büyük bir başarıdır.

İkinci olarak, Kıbrıs Türk tarafının egemen eşitlik ve eşit uluslararası statü önerisi BM kayıtlarına geçirildi ve ilgili tüm taraflara deklare edildi. Bu vizyon artık geri dönülmez bir devlet pozisyonu olarak uluslararası düzeyde Kıbrıs Türk tarafının “çıpası” olarak kalacaktır.

Üçüncü olarak, Kıbrıs Türk tarafı Rum tarafına pozisyonunu açık bir şekilde ifade etti ve dik duruşuyla siyasi blöf yapmadığını göstermiş oldu. Bu noktada altı çizilmesi gereken bir başka önemli husus da Rum liderliği ve uluslararası kamuoyunun Kıbrıs Türk tarafı için öngördüğü “federasyona mahkum” yargısı da büyük ölçüde kırıldı.

Dördüncü olarak, iki taraf arasında ortak bir zemin olmadığı ve “iki toplumlu, iki kesimli federasyonun” artık bir Rum tezine dönüştüğü BM Genel Sekreteri tarafından da kapanış konuşmasında ifade edildi.

Beşinci olarak “egemenlik” kavramı bundan sonraki muhtemel müzakere sürecinin içeriğine girmiş oldu ve bu süreci başlatacak ortak zeminin olmazsa olmazı haline gelerek, iki toplumlu, iki kesimli federal çözümü öngören eski zemin tarihin sayfalarındaki yerini aldı.

Yeni temsilci atanması

Cenevre sonrası Güney’deki parlamento seçimlerinden dolayı kısa bir durgunluk yaşanan ortak zemin istişarelerine, Genel Sekreter Antonio Guterres’in özel danışman/temsilci atanması teklifiyle yeniden ivme kazandırılmaya çalışıldı. Özellikle BMGK üyelerinin baskısıyla yapıldığı anlaşılan bu hamle, temelde müzakerelerin sözde devam ettiğine yönelik algı yaratmak üzere atılmış bir adımdı ve 2017’de Crans-Montana’da çöken müzakereleri kalındığı yerden başlatmayı hedefliyordu. İlk kez 28 Nisan’da Cenevre’de Kıbrıs Türk tarafına sözlü olarak iletilen bu teklif daha sonra 26 Haziran günü Brüksel’deki Tatar-Guterres görüşmesinde tekrarlandı. Teklifi değerlendiren Kıbrıs Türk tarafı, BMGK’nin ısrarlı talebine rağmen Türkiye ile de istişare ettikten sonra Cenevre sonrası Kıbrıs konusunda herhangi yeni bir unsurun ortaya çıkmamış olması ve ortak zeminin hala oluşmamış bulunması nedeniyle teklifi reddetti.

BM Genel Sekreteri Guterres Brüksel’deki görüşmede, Cumhurbaşkanı Tatar’a BM Genel Kurulu’nun açılışı hasebiyle liderlerin Eylül’de New York’ta bulunacak olması nedeniyle bu fırsattan istifade etmek istediğini; Tatar ve GKRY lideri Nikos Anastasiadis ile gayriresmi bir akşam yemeğinde bir araya gelmek istediğini ortaya koydu. Kıbrıs Türk tarafınca kabul edilen bu gelişmeden sadece birkaç gün sonra Rum tarafının sözde Münhasır Ekonomik Bölgesindeki (MEB) sondaj faaliyetlerine bu yılın sonunda yeniden başlayacağını açıklaması muhtemel olumlu havayı negatif yönde etkiledi ve hegemonyacı anlayışlarında bir değişiklik olmadığını ortaya koydu. Rum yönetimi bir yönden Türk tarafını tek yanlı hareket etmekle suçlarken, hidrokarbon ve diğer konularda haklarımızı gasp eden tek yanlı hareketleri kendinde bir hak olarak görüyor. Buna karşılık Türk tarafının Doğu Akdeniz’de enerji konusuna dair önerdiği Kıbrıs Türk tarafının Rum tarafıyla aynı statüde katılım göstereceği uluslararası East-Med konferans fikri hala masada.

Sonuç olarak, BM Genel Sekreteri'nin “Bu sefer farklı olmak zorunda” çağrısının da işaret ettiği gibi, statükonun ve başarısız federal çözüm görüşmelerinin ötesine geçen ve "yaratıcı" fikirler sunan taraf Kıbrıs Türk tarafı olmuştur. Kıbrıs Türk halkı 1960 antlaşmalarının imzacı taraflarından biri ve bunun ürünü olarak ortaya çıkan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin de kurucu ortağıdır. Bir başka ifadeyle, 1960’ta kurulan ve 1964’ten beri Rum tarafının işgali altında bulunan “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin” ortak sahibidir ve doğuştan gelen egemen eşitlik ve eşit statü hakkı vardır. Bu yeni veya talep edilen bir hak değil, Rum tarafının yıllardır gasp edip unutturmaya çalıştığı temel bir haktır. Tüm demokratik kurumlarıyla uluslararası tanınmışlık dışında de facto bir devlet olan KKTC, en az anayasasının yarı maddeleri askıda olan ve bir Rum devletine dönüşen sözde Kıbrıs Cumhuriyeti kadar meşrudur. Kıbrıs Adası'nda iki devlet yetkilerinin nerede başlayıp nerede bittiğini çok iyi bilmektedir.

Tüm bu gerçeklere rağmen federal çözüm modelinde ısrar edenlerin bu duruşlarıyla sadece statükonun idamesine hizmet edeceklerini bilmeleri gerekir. Bu belirsizlikler içinde yadsınamayacak tek gerçek Kıbrıs Türk tarafının egemen eşitlik ve eşit uluslararası statüsünden vazgeçmeyecek olmasıdır. Hem Ada'da hem de Doğu Akdeniz bölgesinde barış, istikrar ve refah amaçlanıyorsa bunun anahtarı Cumhurbaşkanı Tatar tarafından ortaya konulan Kıbrıs Türk tarafının yeni vizyonudur. Bu vizyon hem Kıbrıs Türk halkına karşı yapılmaya devam eden adaletsizliği gidermek hem de Ada’da sürdürülebilir bir çözüme ulaşmak için gerekli adımların atılması konusunda tarihi bir fırsat.

[Prof. Dr. Hüseyin Işıksal Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Cumhurbaşkanı Uluslararası İlişkiler ve Diplomasi Özel Danışmanı ve Müzakere Heyeti Üyesidir]


No comments:

Post a Comment