Mısır eski Ankara Büyükelçisi Abdurrahman Salah: Türkiye ve Mısır eskisi gibi bir elmanın iki yarısı olmalı
Mısır eski Ankara Büyükelçisi Abdurrahman Salah Independent Türkçe için yazdı
Abdurrahman Salah Mısır eski Ankara Büyükelçisi
Perşembe 5 Mart 2020 0:11
Fotoğraf: AA
Mısır'ı, halkını, kültürünü ve medeniyetini seven Türk halkının evlatları, sevgili kardeşlerim;
Üç yılı aşkın bir süre (Mart 2010'dan Kasım 2013'e kadar) sizlerin arasında yaşadım. Bu süreçte sizlerden sevgi, dostluk ve misafirperverlikten başka bir şey görmedim.
Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek, Askeri Konsey ve Müslüman Kardeşler yönetimleri sırasında Mısır ile Türkiye arasındaki ilişkileri güçlendirmek için tüm Türk yetkililer ve siyasetçilerle işbirliği yaptım.
Türk siyasi çevreleri ve halkı arasında Mısır’daki hükümet ve muhalefetle ilişkilerin önemi konusunda bir fikir birliği vardı. Belki de bu, Türkiye’de, üzerinde anlaşmazlık olmayan tek konuydu.
Bu nedenle, iki ülke arasındaki ticaret hacmini en az üç kat artırmayı ve böylece 2013 sonunda iki ülke arasındaki ticaret hacmini toplam beş milyar dolara çıkarmayı başardık.
Aynı dönemde Türkiye’nin Mısır’daki imalat yatırımlarının değeri bir buçuk milyar doları aştı. Mısır’daki onlarca Türk fabrikasının Mısır'ın, ABD, Afrika ve Arap ülkelerinin piyasalarında sahip olduğu gümrük muafiyetlerinden yararlanarak yüz milyonlarca dolarlık ürün ihraç ettiğini gördük.
Bu fabrikalar, Mısır'da binlerce kişiye iş olanağının yanı sıra Mısır ve Türk halkı için bir refah kaynağı oldu. İki ülke arasında turizm faaliyetlerini teşvik etmek ve İstanbul, Kahire, Hurghada, Şarm eş-Şeyh arasındaki uçuş sayısını iki katına çıkarmak konusunda benzer başarı öykülerine tanıklık ettik.
Bununla birlikte İstanbul'dan Luksor ve Asvan kentlerine yeni seferler başlatmak üzereydik. Mısır Hava Yolları (EgyptAir) ve Türk Hava Yolları (THY), iki ülkenin vatandaşı olmayanları da, doğu ve orta Avrupa'dan Mısır ve Afrika ülkelerine, Asya'dan da İstanbul'a taşıdılar.
Mısır ve Türkiye barışı sağlama, Arap-İsrail çatışmasını çözme ve dünyadaki Müslümanlara yönelik hoşnutsuzluk, ayrımcılık ve nefret suçlarıyla mücadele gibi konularda Arap ülkelerinin tutumlarını uluslararası arenada desteklemek için ortak çabalar yürüttüler.
Türkiye, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) gibi birçok uluslararası karar alma organına üye olmaya çalışırken, o zamanlar Türkiye'nin tüm Arap ve Müslüman ülkelerin yanı sıra diğer komşularıyla da köprüler kurma girişimleri nedeniyle Arap ve Müslüman ülkelerden gördüğü büyük destek sayesinde çoğunlukla başarıya ulaştı.
O dönem Türkiye her ne kadar hedeflediği gibi komşularıyla olan tüm sorunları ortadan kaldırmayı ve onlarla ‘sıfır sorun’ politikası sürdürmeyi tam olarak başaramasa da Türkiye'nin dış politikaları, komşularının içişlerine müdahale etmeden bu hedefe ulaşmaya yönelikti.
Arap Baharı devrimleri, Türkiye'nin komşularına, özellikle de bu devrimlerin gerçekleştiği ülkelere yönelik politikasında köklü bir değişim başlattı.
Türk hükümeti, bu ülkelere yardım etme ve halkını destekleme kisvesi altında, siyasal İslamcılığı çeşitli biçimlerde desteklemek için bu ülkelere müdahale etti.
Bu müdahalenin sınırları, Suriye ve Irak gibi ülkelerin topraklarında askeri harekatlara ve silahlı grupların silahlandırılmasına kadar genişledi.
Türkiye, söz konusu grupların binlerce üyesini, tüm Libya toprakları üzerindeki nüfuzunu artırmaya çalışan Libya Ulusal Ordusu’na (LUO) karşı savaşmaları için Libya'ya taşıdı.
Türk hükümeti, iktidarda başarısız olmalarına ve milyonlarca Mısırlının Ocak 2011'de olduğu gibi 2013 yılında da ordunun desteğiyle bu iktidara karşı gösterilerde bulunmasına rağmen Müslüman Kardeşler Teşkilatı’na (İhvan) destek verdi.
Müslüman Kardeşler ile aynı çizgide olmayı ve Mısır ile olan stratejik ilişkilerini aşmayı seçen Türkiye, Mısır'ın istikrarına karşı kışkırtıcı faaliyetlerde bulunan bu grubun siyasi faaliyetlerine, radyo ve televizyon istasyonlarına ev sahipliği yaptı.
Türkiye, Mısır yönetiminin yanı sıra Mısırlılar ve Arap ülkelerinin çoğuyla ilişkilerini bozdu.
Türkiye, 2000’lerin ilk on yılında, laik demokratik sistem ile hükümetin ve iktidar partisinin muhafazakar karakteri arasındaki iç dengeyi koruması ve 20’nci yüzyıl boyunca, Kürt sorunu, Arap-İsrail çatışması ve İran'la Batı anlaşmazlığı gibi birçok bölgesel ve uluslararası sorunun çözülmesine yardımcı olmak için olumlu müdahalelerle sorunları çözmeye yönelik çabaları sayesinde Arap ve Müslüman ülkelerine bir rol model ve örnek olmuştu.
Türkiye, Arap, Müslüman ve hatta Afrika ülkelerinin çoğuyla serbest ticaret anlaşmaları yaparken vizeleri de kaldırdı.
Türkiye’nin iç ve dış politikaları, başta Mısır olmak üzere Arap ülkelerinde Müslüman Kardeşler Teşkilatı da dahil siyasal İslamcı gruplardan ziyade laik ve liberal siyasi gruplar arasında daha fazla kabul görüyordu.
Fakat Türkiye, bu ülkelerin halkları ve hükümetleri ile stratejik ilişkileri pahasına siyasal İslamcı grupları desteklemeyi seçti.
Burada, Türk hükümetini bu politikaları izlemeye, siyasi desteği kaybetmesine, onu içeride, bölgede ve uluslararası arenada bedel ödemeye iten iç siyasi meseleler ve hedeflerle ilgili bir değerlendirmede bulunmak istemiyorum.
Aynı şekilde Türkiye’nin 2014 yılında BMGK’ya üyeliğinin kabul edilmemesinin getirdiği başarısızlığın yanı sıra Doğu Akdeniz'de doğalgaz arama konusundaki tutumu ile Suriye ve Libya'daki bazı silahlı grupları destekleme politikasının uluslararası toplum tarafından reddedilmesi konusunda, Avrupa ve diğer ülkeler arasındaki fikir birliği ve Türkiye’nin Soçi Anlaşması’ndaki taahhütlerini ve Berlin’de yapılan Libya konulu konferanstaki vaatlerini yerine getirmemesi gibi ülke ekonomisine büyük zarar veren uluslararası tecritten de bahsetmek istemiyorum.
Türkiye, on yıl önce olduğu gibi anlaşmazlıkların çözümü için kabul görmüş bir arabulucu olmaya devam etmek yerine; şiddete başvuran, öldüren, hatta ülkelerin istikrarlarını bozmaya çalışan, siyasal İslamcı akımın tüm biçimlerinin başını çeken bir ülke oldu.
Türkiye'deki büyükelçilik görevim, Kasım 2013'ün sonlarında iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin seviyesinin düşürülmesiyle sona erdi.
Mısır hükümetini ve halkını iki ülke arasındaki ilişkinin siyasi olmayan yönlerini korumaya çağırıyorum.
Şükürler olsun ki, Türk hükümetinin Mısır'a yönelik tüm kötü davranışları ve düşmanca politikalarına rağmen Mısır her zaman, ülkedeki Türk yatırımlarını koruma, teşvik etme ve bunlara karşı ayrımcılık yapmama politikasını sürdürmüştür.
2019 yılında ticaret dengesi, 2013’teki aynı seviyeye dönerek toplam hacmi 5 milyar doları aştı. Ancak buna rağmen özellikle Müslüman Kardeşler Teşkilatı’na bağlı, İstanbul’daki medya istasyonları tarafından yapılan kışkırtmalara yönelik gözlemlerim ve Türkiye’ye ait olan her şeyden uzaklaşmaya başlayan Mısır medyasının tepkileri nedeniyle iki halk arasındaki ilişkilere dair endişe duyuyorum.
Kapalı bir seminerde, Türkiye'yi sekiz yıl önce başlıca müttefiki olan Mısır'ın bugün baş düşmanı olarak tanımlayan büyük bir Mısırlı siyaset bilimi profesörünü dinlediğimde, endişem iki katına çıktı.
İki yıl önce diplomatik hayattan emekli olduktan sonra iki ülkenin aydınları ve eski siyasetçileri arasında gayri resmi bir diyalog başlatmaya yönelik tüm girişimlerimin, Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nın Mısır'ın istikrarına yönelik faaliyetlerini destekleyen Türk politikaları nedeniyle başarısız olduğunu söyleyerek bir sır ifşa etmiyorum.
Mısırlı arkadaşlarımdan sık sık eğer Mısır, Anadolu'yu istikrarsızlaştırmayı amaçlayan muhalif grupların faaliyetlerine ev sahipliği yapsa, fon sağlasa ve teşvik etse Türkiye’deki aydın ve siyasetçi arkadaşlarımdan Mısır'daki meslektaşlarıyla diyaloga girmek isteyen olup olmayacağı sorusunu duyuyorum.
Bu tür meşru sorulara ikna edici bir yanıt veremememin yanı sıra endişelerim daha da arttı. Çünkü bu soruyu soranlar, Suriyelilerin ve Libyalıların bile siyasal İslamcı gruplar için ülkelerine askeri olarak müdahale edildiğini gördüklerinde ne hissettiklerini sorgulayarak sorularını daha da güçlendirdiler.
Maalesef Türkiye’deki muhalefet liderlerinin de hükümetin Mısır ile ilişkilerinin düzeltilmesi ve önceliğin Müslüman Kardeşler Teşkilatı ile ilişkilere verilmemesi talepleri de işe yaramadı.
Ana muhalefet partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu, birçok kez Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nı ülkeden kovmaya ve Mısır ile uzlaşmaya çağırdı.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu bir keresinde şunları söyledi:
Eğer Türkiye, dış politikada kaybetmek yerine kazanmak istiyorsa Erdoğan'ın İhvan kardeşliğinden vazgeçmesi lazım. Ne ihvanı? Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşıyoruz ve Türkiye Cumhuriyeti'nin menfaati her şeyden üstündedir.
Kılıçdaroğlu muhalefet partisi taraftarlarına yaptığı konuşmada, “İkinci olarak Mısır'la barışmalıyız. Neden Mısır'la güreşiyoruz? Mısır'la ortak bir tarihimiz, ortak bir kültürümüz var” diye konuştu.
Arkadaşlarım bana her zaman, Türk toplumundaki mevcut siyasi kutuplaşma nedeniyle muhalefetin, hükümet ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın politikaları üzerinde hiçbir etkisi olmadığını ve iki ülke arasında gayrı resmi uzlaşı köprüleri oluşturmak için muhalefete güvenmemem gerektiğini söylediler.
Geçtiğimiz hafta Karar gazetesinde, eski Cumhurbaşkanı ve iktidar partisinin kurucularından Abdullah Gül'ün siyasal İslamcılığın tüm dünyada çöktüğünü ve Mısır ile uzlaşma çağrısını desteklediği şeklindeki açıklamalarını okuduğumda bir umut ışığı olduğunu gördüm.
Eski Cumhurbaşkanı Gül, kendisine göre Türkiye’yi zayıflatan iç ve dış politikaların yanı sıra iktidar partisinin demokrasiyi kötüye kullanımını açıkça eleştirdiği açıklamalarında, şuan Türkiye ile Arap ülkeleri arasındaki ilişkinin en kötü dönemden geçtiğini söyledi.
Gül, ‘Mısır'ın, Arap ve İslam dünyasındaki en önemli ülkelerden biri olduğunu ve çıkarlarına önem verilmesi gerektiğini’ belirtti.
Gül, Karar gazetesine verdiği röportajda şunları söyledi;
Ülkelerin hükümetleri ve hatta rejimleri değişebilir. Uzun vadeli çıkarlar açısından halklar ve devletlerle ilişkileri büyük düşmanlıklara çevirmemek gerekir. Maalesef, bugün itibarıyla çok hüzün verici ve talihsiz durumlarla karşı karşıyayız. Bizim açımızdan baktığınızda da Akdeniz'i bir elmaya benzetirseniz ki, iki yarısı gibidir Türkiye ve Mısır. Dolayısıyla Türk-Mısır ilişkileri günlük meselelerin çok ötesinde dikkatle ele alınmak durumundadır, her iki ulusun çıkarları açısından çok önemli bir konuma sahiptir. Ama maalesef bugünkü durum da malum. Ümit ederim ki nihayetinde aklıselim ile ilişkileri olması gerektiği yere taşıyacak bir yol bulunur.
Sonunda hedefimi, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AK Parti) kurucuları arasında olan, 14 yıl boyunca partinin ve ülkenin yönetiminde rol oynayan ve Cumhurbaşkanlığı sırasında büyükelçi olarak ilk kez iki ülke arasındaki ilişkilerin desteklenmesi için temasa geçtiğim adamın mantıklı mesajlarında buldum.
Gül'ün, Doğu Akdeniz'deki en büyük iki güç olmaları ve bölgenin geri kalanının kendilerine karşı çıkmasının zor olduğuna dair hem fikir olmaları halinde, Mısır ve Türkiye arasındaki iş birliğini geliştirmeye ne kadar istekli olduğunu hatırlıyorum.
Gül, Türk işadamlarını Ocak 2011 devrimi sonrası yaşanan istikrarsızlık döneminde dahi Mısır'daki yatırımlarını artırmaya teşvik etmeye çalışıyordu.
Açıklamalarında Türkiye’de iktidar partisinin büyük bir kısım destekçisinin (ayrıca muhaliflerin) Mısır ve Türkiye arasındaki ilişkilerde İhvan’ı önceleyen politikanın getirdiği kaybın büyüklüğünü fark ettiklerini umuyorum.
Türkiye’nin içişlerine karışmaya çalışmadan ve Mısır’ın resmi politikasını temsil etmeden kendimi, umutlarımı ve düşüncelerimi ifade ederek Adalet ve Kalkınma Partisi'ndeki bilge insanları, eski Cumhurbaşkanı Gül'den ve Türk muhalefetinden gelen bu mantıklı çağrıyı dinlemeye davet ediyorum.
Onların, bu davete icabet etmelerini, Mısır ile ilişkilere hak ettikleri stratejik önemi vermek amacıyla politikalarındaki öncelikleri değiştirmelerini, hükümetlerini Mısır'ı istikrarsızlaştırmaya yönelik herhangi bir girişimde bulunmaktan kaçındırmalarını, anlayış ve hoşgörüyle karşılanacakları, cevap bulacakları Kahire ile diyalog kapılarını çalmalarını temin ediyorum.
İki ülke arasındaki işbirliğinin yeniden sağlanmasının, birçok önemli bölgesel sorunun çözülmesine katkıda bulunabileceğine şüphe yok.
Bu nedenle ve böylece Türkiye, bölgedeki istikrar ve kalkınmanın en önemli dayanağı olacak şekilde Mısır’la beraber olacaktır.
Birlikte bölge nüfusunun yarısını temsil eden, büyük askeri yeteneklere ve ekonomik varlıklara sahip olan iki halk arasındaki işbirliği eski günlerdeki gibi olacaktır. Ve yine ‘bir elmanın iki yarısı’ olacaklardır.
Büyükelçi Abdurrahman Salah, Mısır ile Türkiye arasındaki diplomatik temsil düzeyi düşürülmeden önce 2010-2013 yılları arasında Mısır'ın Ankara’daki son büyükelçisi olarak görev yaptı. Salah 2018 yılında emekliliğe ayrıldı. Mısır Dışişleri Bakanı Arap ve Orta Doğu İşlerinden Sorumlu Yardımcılığı ve Mısır’ın Prag Büyükelçiliği görevlerinde de bulundu. Bu makalede Salah’ın kişisel görüşleri yer almaktadır ve Mısır’ın resmi politikasını yansıtmamaktadır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
No comments:
Post a Comment