Monday, November 24, 2025

Sedat Ergin - 21 Kasım 2025 cuma - AB ile ilişkilerde fırsatlar ve imkanlar büyük; ancak sorunlar da yerinde duruyor

 Sedat Ergin

21 Kasım 2025 cuma

AB ile ilişkilerde fırsatlar ve imkanlar büyük ancak sorunlar da yerinde duruyor



DEİK’in Brüksel’de düzenlediği iş zirvesi, Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki karmaşık ve zorlu ilişkilerin bütün yönlerinin masaya konduğu bir “check-up” gibi geçti. Konuşmalar sonrası ortaya çıkan tablonun özeti, yapısal sorunların olduğu, ancak aynı zamanda büyük fırsatlar ve imkanların da bulunduğu yönünde... Ama bu ilişki ‘nasıl yerinden kalkıp ileri gidebilecek’ sorusunun yanıtı belirsiz


Geçen pazartesi bütün bir günümü Brüksel’de, Odalar Birliği çatısı altında faaliyet gösteren Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu’nun (DEİK) düzenlediği Türkiye-AB İş Zirvesi’nde geçirdim. Gün boyunca Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkilerin bütün yönlerinin masaya yatırıldığı panellerin büyük bir bölümünü izledim.


DEİK, Brüksel’de ilk kez bu nitelikte bir zirve düzenledi. Türkiye ve AB ülkelerinden iş dünyası temsilcilerini, Ankara’daki karar vericileri, Avrupa Komisyonu’nu ve medya temsilcilerini bir araya getiren bu zirve konseptinin bundan sonra kurumsallaşacağı, her yıl Brüksel’de tekrarlanacağı anlaşılıyor.


Gözlediğim kadarıyla, düzenlenen zirve, Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin bir MR’ını çekmek, işbirliği alanlarını ve aynı zamanda sorunları masaya yatırmak, bunların nasıl aşılabileceğini, ileriye dönük nasıl hareket edilebileceğini tartışmak bakımından kuşkusuz yararlı bir platform oluşturdu.


Bir benzetme yapmak gerekirse, Türkiye-AB ilişkisi açısından biraz “check-up” gibi geçti bu toplantı. İlişkinin bünyesindeki pozitif, güçlü alanlar, aynı zamanda bünyeyi olumsuz yönde etkileyen, gelişmesini baskılayan bütün yapısal sorunlar tek tek ortaya kondu.


Bu toplantıyı izlerken önemli gördüğüm bazı başlıklara ilişkin gözlemlerimi özet olarak aktarmak istiyorum.


Bir Türk diplomat için AB dosyası Afganistan, Irak ve Libya’dan daha zor

Aslında Türkiye-AB ilişkisinin önündeki büyük imkanlar ve fırsatların yanı sıra ne kadar güçlüklerle kaplı olduğunu anlamak açısından kapanış oturumuna katılan Türkiye’nin AB nezdindeki Daimi Temsilcisi Büyükelçi Faruk Kaymakçı’nın konuşmasına kulak vermek yararlı olabilir.


Kaymakcı Brüksel’de AB Daimi Temsilcisi olarak ikinci kez görev yapıyor, 2023 başından bu yana. Daha önce, 2017–2018 yılları arasında da aynı görevi yürütmüştü. Ayrıca, geçmişte hem ikinci kâtip (1999–2002) hem de müsteşar (2005–2008) olarak yine AB Temsilciliği’nde görev üstlenmişti. Dolayısıyla, kendisi Türkiye’nin AB’nin 1999 yılındaki Helsinki Zirvesi’nde tam üye adayı ilan edilmesinden bu yana geçen 26 yıl boyunca ilişkilerin izlediği seyrin en yakın tanıklarından biri.


Türkiye-AB İş Zirvesi’ndeki konuşmasına geçmiş tecrübelerinden de yola çıkarak, şöyle başladı Büyükelçi Kaymakcı:


“Türk diplomatları için ‘En zorlu görev yeri hangisidir?’ diye sorulur. Ben Afganistan’da, Irak’ta, Libya’da da görev yaptım. Eğer bir Türk diplomatıysanız ve AB ile bütünleşme, katılım süreci konularıyla meşgulseniz, bence Brüksel en zor görev yeridir. Çünkü 27 üye devletle uğraşmanız gerekir. Farklı gruplardan oluşan 720 üyeli Avrupa Parlamentosu ile uğraşmanız gerekir. Konsey (AB hükümetler kanadı) ile uğraşmanız gerekir. Sağlıktan ticarete, tüketicinin korunmasından güvenlik ve savunmaya, dış politikadan çevreye kadar AB’nin kurumlarıyla muhatap olmanız gerekir. Yani oldukça zorlu bir uğraştır.”


Yabancı sermaye girişinin çoğu AB’den

Kaymakcı’nın bu çarpıcı sözlerinden sonra ilişkilerin başlıklarına geçelim. Önce Brüksel’deki toplantının hedefiyle başlayalım. DEİK, Türkiye’nin dış ekonomik ilişkilerini geliştirmeye, küresel ticaretteki payını artırmaya odaklanmış bir kuruluş olarak AB’ye en istikrarlı pazar ve potansiyel iş ortamı olarak yaklaşıyor.

Türkiye’nin AB’ye ihracatı yıllık olarak genellikle yüzde 41 ve 42 dolayında seyrediyor. Bu orana yakın zamanda AB’den ayrılan Birleşik Krallık ile AB üyesi olmayan diğer Avrupa ülkeleri de eklendiğinde, Batı Avrupa bir bütün olarak Türkiye’nin ihracatının genellikle yüzde 51–52 gibi bir oranını tutuyor. İstikrarlı, sağlam bir pazardan söz ediyoruz.


Dış Ticaret Bakanlığı verilerine bakılırsa, Türkiye’ye 2002’den bugüne gelen doğrudan yabancı sermaye yatırımlarının yüzde 72’si de ana gövdesi AB olmak üzere Avrupa ülkelerinden kaynaklanıyor.


DEİK Başkanı Nail Olpak, ev sahibi olarak zirvenin açılışında yaptığı konuşmada ilişkileri daha da geliştirme hedefine odaklandıklarını anlatırken, öncelikle tam on yıldır konuşulmakta olan Gümrük Birliği’nin güncellenmesi meselesinin artık bir şekilde çözüme kavuşturulması gerektiğini vurguluyor.


Gümrük Birliği’nin güncellenmesinin yalnızca ekonomik bir zorunluluk olarak görülemeyeceğini söylüyor Olpak. Aynı zamanda, hizmetler, e-ticaret ve sürdürülebilir değer zincirlerinde yeni potansiyellerin kilidinin açılışı için stratejik bir fırsat olduğunu anlatıyor, “Ama on yıldır devam eden süreç bir sorundur” diyor.


Yalçındağ: Türkiye ile AB, muhteşem bir öykü yazabilirler

DEİK Türkiye-Avrupa İş Konseyleri Başkanı Mehmet Ali Yalçındağ ise AB açısından üç kritik sınamanın “enerji, güvenlik ve tedarik zinciri alanlarında” ortaya çıktığını, Türkiye’nin de önümüzdeki dönemde bu alanlarda AB’nin ihtiyaçları açısından “stratejik ve dirençli bir ortak” olarak belirdiğini vurguluyor.


Yalçındağ “AB’nin 500 milyon nüfusu ve 18.5 trilyon dolarlık ekonomisine Türkiye eklendiğinde, Türkiye ve AB 600 milyonluk nüfus ve 20 trilyon dolarlık bir çekim merkezi yaratarak gerçek bir oyun değiştirici olabilirler. Küresel ticarette birlikte muhteşem bir hikaye yazabiliriz” diye konuşuyor.


Özetle Türk iş dünyası, olabilecek en kuvvetli ifadelerle Brüksel’de AB ile ilişkileri daha da geliştirme arzusunu ortaya koyuyor.


Gümrük birliği güncelleme müzakereleri on yıldır başlatılamıyor

AB iş dünyası adına yapılan konuşmalarda da genel hatlarıyla olumlu bir bakış hakim. Türkiye’nin bölgesinde oynadığı rol, ekonomisinin sahip olduğu potansiyel kuvvetli övgüler alıyor. Bu arada özellikle pazarların, mal ve hizmetlerin, lojistik merkezlerinin birbirlerine erişimi, entegrasyonu anlamındaki “bağlantısallık” konularının AB’nin hem iş dünyası hem de Komisyon kanadının Türkiye’ye bakışında kritik bir yer kazanmaya başladığını görüyoruz.


Sonuçta hem Türk hem de AB tarafına kulak verdiğinizde, beklentilerin yüksek olduğu tespitini hemen yapabilirsiniz. Gelgelelim, bu beklentiler bir türlü arzu edildiği şekilde hayata geçirilemiyor. 

Şimdi yaşanan güçlükler, sorunlar alanına girelim. En başta da Gümrük Birliği’nin güncellenmesi meselesine.


Bürokrasi kökenli Dış Ticaret Bakan Yardımcısı Mustafa Tuzcu’nun, bu fasılda ilgiyle dinlenen bir konuşma yaptığını belirtelim.


Tuzcu, önce Gümrük Birliği Anlaşması’nın 1995 yılında, yani bundan tam 30 yıl önce imzalandığını, o tarihte AB’nin 15 ülkeden oluştuğunu hatırlatıyor. Yine o tarihte AB’nin sadece 11 ülkeyle tercihli ticaret anlaşması yapmış olduğunu kaydediyor. Türkiye-AB dış ticaret hacminin 1995 yılında 23 milyar dolar iken, Gümrük Birliği Anlaşması sonucu bugün 220 milyara dolara çıktığını, Türkiye’nin AB’nin beşinci büyük ticaret ortağı haline geldiğini anlatıyor.


“Başlangıç döneminde başarılı olduk” diye konuşuyor Tuzcu. Ancak özellikle 2000’li yıllardan itibaren küresel ticarette büyük bir değişimin yaşandığını, bunun sonucunda Gümrük Birliği’nin de sınamalarla karşılaştığına dikkat çekiyor. Çin’in küresel ticaret sahnesindeki sivrilişi, dijital ticaret, Yeşil Mutabakat, yaşanan değişime ilişkin verdiği örneklerden bazıları. AB’nin yaptığı tercihli ticaret anlaşmalarının sayısının da bu süre zarfında 70 ülkeyle 44’e çıktığını söylüyor. Ve AB’ye üye ülkelerin sayısının da bugün neredeyse iki katına yükseldiği (27 üye) olgusunun altını çiziyor.


Bakan Yardımcısı, “Gümrük Birliği’nin güncelleştirilmesi 2015 yılında kararlaştırıldı. Ancak geçen 10 yıl içinde Konsey (AB hükümetler kanadı), Komisyon’a Türkiye ile müzakereleri başlatması için yetkilendirme yapmadı. Bu bizim açımızdan bir hayal kırıklığı. Gümrük Birliği’nin ivedilikle güncellenmesi gerekiyor” diye konuşuyor.


‘Gümrük birliği siyasi çıkar hesaplarıyla yavaşlatılmamalı’

Gümrük Birliği’nin güncellenmesi, zirveye Ankara’dan video konferans yoluyla katılan Ticaret Bakanı Prof. Dr. Ömer Bolat’ın konuşmasında en önemli temalardan birini oluşturuyor.


Bolat, bu dosyayı Türkiye-AB ilişkisinin ekonomik temellerinin ileri götürülebilmesi için tek başına en önemli konu olarak gösteriyor. Bakan, “Tümüyle ekonomik olan bu gündemin konuyla ilgisi olmayan siyasi mülahazalardan korunması gerektiğine kuvvetle inanıyoruz” sözleriyle meselenin arkasında siyasi engellerin bulunduğunu gizlemiyor.


“Ticaret çerçevemizin güncellenmesi süreci hem AB’nin hem de Türkiye’nin küresel rekabet gücü açısından hayati öneme sahip. Bu sürecin siyasi çıkar hesapları nedeniyle yavaşlamasına izin verilmemesi kritik önem taşımakta” diye konuşuyor Bolat.


“Siyasi bağlamın farkında olduğumuzu kabul ediyoruz” şeklindeki sözleri yine yeteri kadar açık.


AB Komisyonu’na göre iki neden önemli: “Kıbrıs ve hukukun üstünlüğü”

Aradan tam 10 yıl geçtiği halde AB’nin hükümetler kanadının, yani AB Konseyi’nin Komisyon’a Türkiye ile müzakerelere başlama talimatı vermemiş olmasının gerisinde ne yatıyor?


Bu sorunun yanıtını da Avrupa Komisyonu Komşuluk Politikası ve Genişleme Müzakereleri Genel Müdürü Geert Jan Koopman’ın konuşmasından öğrenmeye çalışalım. Koopman da konuşmasında siyasi faktörlerin burada rol oynadığını saklamıyor.


Bir kere, Gümrük Birliği’nin yenilenmesi ile Kıbrıs sorunu arasında açıkça bağ kuruyor Koopman ve şunları söylüyor:


“Yapıcı angajman devam ederse ve Kıbrıs sorununda müzakerelerin yeniden başlamasına yönelik ilerleme görürsek, Gümrük Birliği’nin modernizasyonuna dönük çalışmalar da yeniden başlayabilir.”


Konuşmasının bir bu kadar önem taşıyan kısmı bundan sonra geliyor. Öncelikle, Komisyon olarak AB–Türkiye ilişkisinin canlandırılmasına dönük bir yaklaşım taşıdıklarını vurguluyor.


Ancak “İlişkimizde ilerlerken, ekonomik fırsatlara odaklanmamıza rağmen iş dünyasının son derece önem verdiği öngörülebilirlik ve iş ortamının güvenilirliğini etkileyen güçlüklere gözümüzü kapatamayız” diyor.


Bu güçlükler neler olabilir?


“Bir aday ülke ve Avrupa Konseyi üyesi olarak Türkiye’nin en yüksek demokratik standartları korumasını ve hukuk devleti konusunda son derece dikkatli olmasını bekliyoruz. Hukukun üstünlüğü boyutu elbette AB ilişkilerinin temel taşlarından biridir; ancak aynı zamanda iş ortamı açısından da kritik ve hatta temel bir unsurdur. Daha yüksek düzeyde doğrudan yabancı yatırım çekmek için kilit bir faktördür.”


Demokrasi ve hukuk denilince, tabii AB Komisyonu’nun son Türkiye raporunda bu başlıklarda oldukça eleştirel bir bakış sergilediğini ve sıkça “gerileme” vurgusu yaptığını hatırlatmalıyız.


Görüleceği gibi, ilişkilerdeki kilitlenme alanlarının aşılabilmesinde işler dönüp dolaşıyor ve bu başlıklarda bir hareketlilik, ilerleme sağlanması gereğine geliyor.


AB panelinde Türkiye’nin NATO Büyükelçisi konuşunca...

Bu arada zirvenin en çarpıcı yönlerinden biri güvenlik boyutunun Türkiye ile AB ilişkilerinde artık ne kadar geniş bir yer tutmaya başladığını göstermesiydi. İlk kez böyle bir toplantıda güvenlik ve savunma sanayii işbirliğini konu alan bir panel düzenlenmiş olması bile ilişkilerin bu yeni boyutunun kazandığı önem derecesine işaret etmesi bakımından başlı başına mühimdir.


Ayrıca, AB ülkelerindeki büyük savunma sanayii şirketlerinin çatı örgütlerinin kurumsal olarak burada hazır bulunması ve önde gelen biri dizi savunma sanayii şirketinin temsil edilmesi de ilişkilerin denklemine girmekte olan yeni aktörleri işaret ediyor.


Ancak bu panele en çok damgasını vuran hadise, Türkiye’nin NATO Daimi Temsilcisi Büyükelçi Basat Öztürk’ün katılımı oldu. Bir AB-Türkiye toplantısında Türkiye’nin NATO Daimi Temsilcisi’nin kürsüyü alması başlı başına önemliydi ve bir ilkti herhalde.


Bu arada, Büyükelçi Öztürk’ün NATO’nun varlığına rağmen AB’nin kendi başına tasarladığı savunma düzenlemeleri konusunda şüpheci bir bakış yansıtması “İttifak içinde ittifak olmaz” şeklinde konuşması da kayda değer bir çıkıştı.


Keza, Öztürk’ün AB’nin başlattığı bazı savunma projelerinde Türkiye’yi dışladığını, örneğin “Yapılandırılmış Kalıcı İşbirliği” (PESCO) programına kabul etmediğini hatırlatması, yine AB bünyesindeki bazı savunma çalışmalarını kastederek “Bir kötü durum senaryosunda Türkiye’den gelecek takviye kuvvetlerin AB toprakları boyunca hareket edemeyeceğini” söylemesi, salonda dinleyenlerin ilgiyle not ettikleri bir beyan oldu.


Büyükelçi Öztürk’ün AB’ye dönük sorgulayıcı çizgisiyle toplantıya katılan Türk davetlilerden oldukça kuvvetli bir alkış alması konferansın kayda değer anlarından biriydi.


Yunanistan ve Kıbrıslı Rumların engellemeleri nasıl aşılacak?

Aktardığımız durum aslında ilişkileri yeni bir açmazın kapısına daha getiriyor. AB’de güvenlik ve savunma sanayii alanlarında Türkiye’ye dönük yeni bir bakış belirmekle birlikte, AB içindeki oybirliği mekanizması olduğu sürece bu alanda arzulandığı şekilde ilerleme sağlanabilmesi kolay görünmüyor.


Örneğin AB’nin 150 milyar euro tutarında uygun koşullu kredi tahsis ettiği SAFE (Avrupa Güvenliği İçin Eylem) programından Türkiye’nin tam olarak yararlanabilmesine Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi’nin çekince koymaları, bu alandaki muhtemel işbirliği üzerinde şimdiden asılı duruyor.


Türkiye’nin AB Daimi Temsilcisi Büyükelçi Kaymakcı, katıldığı kapanış oturumunda “Sizce AB’nin kilit aktörleri bu iki ülkenin engellemelerini aşabilecekler mi?” şeklindeki sorumuzu yanıtlarken, “Bazı üyeler veto haklarını istismar ediyorlar. Diğer üye devletler bundan mutlu değil. AB’nin 25 üyesi Türkiye’nin bu programa tam katılımından yana” yanıtını verdi. Büyükelçi’nin açıklamasına göre, tam katılım olmadığı takdirde kısmi katılım mümkün olabiliyor.


Görüleceği gibi, AB’nin 25 ülkesinin Yunanistan-KRY ikilisinin engellemelerini aşıp aşamayacağı sorusunun yanıtı bu aşamada belirsizlik içinde duruyor.


Bir başka anlatımla, ilişkiler açısından yeni bir fırsat kapısı olarak görülen güvenlik ve savunma sanayiinde işbirliği alanları bile pekala ciddi bir kriz konusu olma potansiyeli taşıyor.


Kıbrıslı Rumların dönem başkanlığına dikkat

Tabii ufukta görünen bir gelişmeyi de şimdiden hesaba katmak gerekiyor. Kıbrıs Rum Yönetimi, 1 Ocak 2026 tarihi itibarıyla AB Konseyi’nin altı ay süreyle dönem başkanlığını üstlenecektir.


Her halükarda, Kıbrıslı Rumların dönem başkanlığının Türkiye-AB ilişkilerinin bu zorlu gündem üzerinde kolaylaştırıcı bir etki yaratacağı çok şüphelidir.


Nereden bakılırsa bakılsın, Türkiye-AB ilişkilerindeki fırsatların değerlendirilebilmesi ve kilitlenmiş bazı sorunlu alanların çözülebilmesi için Ankara cephesinde son derece yaratıcı bir diplomasinin sergilenmesi, aynı zamanda reform adımlarının atılması gerekecektir. Kuşkusuz ifade özgürlüğü, hukukun üstünlüğü gibi alanlarda sağlanacak olumlu gelişmelerin bütün bu süreçleri kolaylaştıracağı aşikardır. 








No comments:

Post a Comment