Sedat Ergin
2022’de Türk Dış Politikası (4) | AB ile ilişkilerde taraflar için derinlemesine düşünme zamanı
Aralık 30, 2022 06:296dk okuma
Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’in geçenlerde altına imza attığı bir yazı herhalde Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden sonra AB cephesinde Türkiye ile ilgili en önemli çıkışlardan biriydi.
“Ukrayna savaşının ortasında Türkiye ve Rusya’nın ikili ekonomik ilişkilerini derinleştirmesi endişe kaynağıdır” dedi Borrell, Avrupa Parlamentosu’na gönderdiği resmi bir yazıda.
Alman medyası üzerinden gün ışığına çıkan ve Deutsche Welle’nin de aktardığı bu yazıda, Borrell, Türkiye’nin AB’nin Rusya’ya uyguladığı yaptırımlara “uymama politikası”ndan rahatsız olduklarını kaydederek, Türkiye’den yaptırımlara uymasını beklediklerini de açıklıyor.
Meselenin en ilginç tarafı, Borrell’in bu beklentiyi ifade ederken Türkiye’nin AB’ye tam üyelik adaylığının altını çizme gereğini duymuş olmasıdır. AB’nin Dışişleri Bakanı konumundaki Borrell, “Türkiye dahil bütün aday ülkelerden kararlaştırılan önlemlere uymaları bekleniyor” bildiriminde bulunuyor Avrupa Parlamentosu’na.
*
İBorrell’in bu açıklaması olmasaydı, AB’nin üst düzey yöneticilerinden birinden Türkiye’nin AB’ye tam üyelik adayı statüsüne hâlâ sahip olduğunu galiba pek duymayacaktık. AB yetkililerinin artık telaffuz etmekten kaçındıkları Türkiye’nin adaylığı, Ukrayna savaşı çerçevesinde AB’nin Türkiye’den beklentileri, talepleri söz konusu olduğunda birden hatırlanmıştır.
Tabii Borrell’in bu ifadelerini duyunca, 2021 yılında Avrupa Komisyonu’nun aldığı bir kararla Genişleme Bölümü’nde Türkiye dosyasını tek başına bulunduğu direktörlükten alıp Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkeleriyle aynı direktörlüğe transfer etme kararını hatırlıyor insan ister istemez.
Komisyonun bu adımında organizasyonel şemasında Türkiye’nin idari olarak bağlandığı coğrafi bölgeyi değiştirmesi Türkiye’ye bakışının gerisindeki perspektifi çarpıcı bir şekilde yansıtıyordu. Bu tasarruf, AB bürokrasisinde tam üyelik dosyasının tümden kapatılmış olduğuna, AB’nin Türkiye’yi zihinsel olarak kendisinden tümüyle uzaklaştırdığına işaret ediyordu.
Ukrayna savaşıyla birlikte AB’nin genişleme stratejisinin bundan sonraki aşaması için Balkan ülkelerinin entegrasyonuna dönük çalışmalarda belirgin bir hareketlilik uç vermiş olsa da Türkiye yine bu kümenin dışında tutulmuştur.
Bir başka anlatımla, Ukrayna savaşı da durumu değiştirmemiştir.
*
Geçen hafta TÜSİAD Küresel Siyaset Forumu’nun 2022’de Türk Dış Politikası’nın değerlendirildiği webinar’ı için Emekli Büyükelçi Şafak Göktürk’ün hazırladığı sunumda da bu duruma kuvvetli bir şekilde dikkat çekiliyor.
Büyükelçi Göktürk’e göre, “Rusya’nın Ukrayna’ya dönük saldırganlığı, Türkiye’nin AB tasavvuru dışında tutulmasını sorgulatmamıştır.” Göktürk, savaşın -belki de- Türkiye’nin adaylığının baştan yanlış olduğu yolunda AB içinde yerleşmiş olan kanaatin pekişmesine yol açtığını da belirtiyor.
Ancak bu sorgulamanın olmaması, AB’nin Türkiye konusunda yine de bir fikir egzersizine ihtiyacı olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Şöyle ki...
Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, 1990’lı yılların ortalarına kadar uzanan Bosna ve Kosova savaşları hariç tutulursa, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa kıtasını yeniden savaşın dehşeti, acımasızlığı ile baş başa bırakmıştır.
Ve ilk planda ivedilikle yanıt verilmesi gereken iki önemli sonuç doğurmuştur. Birincisi, AB’ye sarsıcı bir şekilde güvenlik ihtiyacını hatırlatmıştır. İkincisi, Rus doğalgazına olan bağımlılığın yarattığı riskler karşısında AB ülkelerine enerji kaynaklarını çeşitlendirme zorunluluğunu göstermiştir.
Her ikisinde de Türkiye fotoğrafın içine girmektedir.
*
AB’den sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Büyükelçi Faruk Kaymakçı’ya bakarsanız, savaşla birlikte “Türkiyesiz Avrupa güvenliğinin olmayacağı bir kez daha ortaya çıkmıştır”. “Eğer...” diye söze giriyor Kaymakçı, “Türkiye AB üyesi olsaydı veya Türkiye AB’nin güvenlik ve savunma mekanizmalarına layıkıyla dahil edilmiş olsaydı, bu (Rusya’ya yanıt) NATO ve AB’nin ortak hareketi anlamına gelecekti.”
Büyükelçi’ye göre, Batı’nın caydırıcılığı büyük ölçüde AB ile NATO’nun ortak hareket etmesine bağlıdır. Kaymakçı, “Bu caydırıcılığa en fazla katkısı olabilecek ülke de Türkiye’dir. Bu bir kez daha görüldü” diye konuşuyor geçenlerde Ankara’da bir grup gazeteciye yaptığı ve Milliyet’ten Didem Özel Tümer’in köşesinde aktardığı değerlendirmede.
Bir başka anlatımla, Türkiye’nin NATO’da olup AB dışında kalması, Avrupa’nın güvenliği açısından bir zafiyet alanı yaratmaktadır.
*
İkinci konu enerji meselesidir. Büyükelçi Kaymakçı, savaş patlak verince AB’nin enerji krizi ve enerji fiyatlarındaki artış nedeniyle Türkiye üzerinden geçen Güney Gaz Koridoru’na daha fazla ilgi göstermeye başladığını vurguluyor.
Bu çerçevede Kafkasya, Orta Asya gazına ve petrolüne ilgi artmıştır. Yapılan çalışmalarda Azerbaycan’dan gelip Türkiye üzerinden geçen Trans Anadolu Gaz Boru Hattı’nın kapasitesinin artılması ve ilave gazın Orta Asya coğrafyasından sağlanması hedefleniyor.
Ardından Doğu Akdeniz’deki doğalgaz kaynaklarının da Türkiye’den geçen bu doğalgaz ağları sistemine bağlanması gündeme gelecektir. Büyükelçi, “Biz sadece Orta Asya değil, Doğu Akdeniz kaynaklarının da Güney Gaz Koridoru’na bağlanabileceğine inanıyoruz” diye konuşuyor.
*
Peki bu ihtiyaç duyulsa da AB bu adımları atabilecek midir? AB oybirliği ile hareket edeceğinden, Türkiye ile işbirliğini öngörecek bu başlıklarda Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi’nin karar alma süreçlerine koydukları ipoteği kırabilecek midir?
Bu noktada son yıllarda Türkiye-AB ilişkilerini kilitlemekte olan temel meselelerden biri yine karşımıza çıkıyor. Bu mesele, Doğu Akdeniz’in artık her yönüyle bir Türkiye-AB sorunu haline de gelmiş olmasıdır. Açmaz, AB’nin karar alma mekanizmasında geçerli oybirliği ilkesi çerçevesinde Yunanistan’a açık çek vermesi ve sonuçta Türkiye’nin her seferinde Yunanistan’la ilgili konularda karşısında bütün bir AB’yi bulmasıdır.
Üstelik AB’nin bu şekilde Yunanistan’a bahşettiği destek, ne yazık ki Türk-Yunan sorunlarının çözümünü de engelleyici bir etki icra ediyor. Çünkü AB’yi yanına alan Yunanistan, Türkiye ile anlaşmazlıkların çözümü konusunda esneklik gösterme ihtiyacını duymuyor.
Özellikle ABD’deki Biden yönetiminin de Yunanistan’a yakın duran tutumu buna eklendiğinde, Türk-Yunan sorunları tam bir çözümsüzlük sarmalına giriyor. Ankara’nın “Bir gece ansızın gelebiliriz” gibi beyanlarıyla tekrarlanan sertlik yanlısı söylemi de bu tabloya dahil olunca işler iyice içinden çıkılmaz hale geliyor.
*
Türkiye ile AB arasındaki ilişkiler son dönemde öncelik olarak göç yönetimine kilitlenerek doğrultusunu kaybetmiş, siyasi diyaloğun zayıfladığı, kronik sorunlarla kaplı bir zemine kaymıştı. Son üç dört yıldır kaleme aldığımız yıl sonu değerlendirmeleri, her seferinde ilişkilerin gidişatında biraz daha ağırlaşan bir tabloya işaret ediyordu.
Aslında 2022 yılında Ukrayna savaşının tetiklediği gelişmeler, Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin böyle bir zeminde sürdürülebilirliğinin sınırlarını herkese iyice göstermiş olmalıdır.
Avrupa kıtasında sürmekte olan savaş, AB’yi ve Türkiye’yi aralarındaki ilişkinin geleceği konusunda daha derinlemesine düşünmeye davet ediyor. Ancak göründüğü kadarıyla henüz bunun başladığına dair kuvvetli işaretler yoktur.
Bu durumda Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerinde gözlenen bariz yakınlaşma eğilimi kaçınılmaz olarak zaman içinde Türkiye’yi Batı’dan uzaklaştırabilecek bir merkezkaç etkisi yaratabilir.
Borrell’in açıklamaları, savaşa rağmen Türkiye’nin Rusya ile yakın ilişkilerini daha da geliştirmesinin AB cephesinde bariz bir rahatsızlığa neden olduğunu ortaya koyuyor. Borrell’in, daha doğrusu temsil ettiği AB’nin açmazı, Türkiye’nin Rusya ile yakınlaşmasından şikâyetçi olurken Türkiye’ye AB ile ilişkilerin geleceği konusunda herhangi bir perspektif verememesidir.
*
Tabii bir de madalyonun öbür yüzü var. İlişkilerin bugünkü tıkanıklığın içine girmesinde, AB cephesindeki yanlışların, perspektif sorununun yanı sıra, Türkiye’nin AB’ye dönük arayışlarını, bu yöndeki reform adımlarını uzunca bir zamandır askıya almış olmasının da geniş bir rol oynadığını teslim etmeliyiz.
Bu çerçevede Türkiye’de insan hakları, hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı gibi alanlarda AB raporlarına da geçen olumsuzlukların Avrupa’daki karar vericiler, siyasetçiler ve kamuoyları üzerinde yaratmış olduğu eleştirel iklim, bugün itibarıyla AB ile yeni bir başlangıç yapılabilmesi önündeki en önemli kısıtlardan biridir.
Üstelik AB ile ilişkiler yerinde sayarken, Türkiye’nin Avrupa Konseyi ile ilişkilerinin de olumsuz bir seyre girmesi bu tabloyu daha da zorlaştırıyor. Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Osman Kavala’nın tahliye edilmesi yolundaki kararı uygulanmadığı için bugün Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından hakkında ihlal prosedürü işletilen bir ülke durumundadır.
Buradaki kritik nokta, Bakanlar Komitesi’nde bu kararı alan ülkelerin çoğunluğunun aynı zamanda AB ve NATO’ya üye ülkeler olmalarıdır.
Sonuçta 2023 yılı Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin nereye gideceği konusunda yeni ve gerçekçi bir muhasebeyi herkesin önüne koyacaktır.
Sedat Ergin
30 aralık 2022
No comments:
Post a Comment